Topyekun hesaplaşma gündemde…-Cahit Mervan

Çok kişinin ‘’yok’’ dediğini duyar gibiyim. Türk devleti, Erdoğan, adamları ve ona koltuk değneği olan kesimlerin dışında ne bölgede ne de küresel alanda kimse bundan yana değil.

26 Şubat akşamı saat 23.00 sıralarında DAİŞ iki ayrı koldan Girê Spî'nin güneyi ve doğusuna yönelik çok kapsamlı bir saldırı gerçekleştirdi.  Kent merkezinin de hedeflendiği saldırının amacı Girê Spî'yi düşürmekti. YPG-YPJ ve QSD güçleri büyük bir direniş göstererek DAİŞ çetelerinin Kobanê’den sonra bu en kapsamlı saldırısını boşa çıkardılar. Çeteler arkalarında onlarca ölü bırakarak kaçtılar.

Türk Cumhurbaşkanı  Recep Tayyip Erdoğan bu saldırıdan yaklaşık 24 saat sonra Fildişi Sahili'ne hareketinden önce Atatürk Havalimanında yaptığı açıklamada ’’Dün gece Tel Abyad'da çok ciddi bir DAEŞ'in saldırısı oldu. Bu saldırıda aldığım bilgiye göre, Tel Abyad'ın yüzde 70'ini yeniden ele geçirdiler’’ dedi.

ERDOĞAN DAİŞ SALDIRISINI ÜSTLENDİ

Türk cumhurbaşkanın bu açıklaması Türkiye-DAİŞ ilişkilerini yakından izleyenler için hiçte şaşırtıcı olmadı. Erdoğan bir anlamda-bilerek veya bilmeyerek-DAİŞ’in Rojava’ya karşı giriştiği bu son saldırının Türkiye’nin patronajlığında yapıldığını itiraf etmiş oldu. Erdoğan bu açıklamasıyla vahşi saldırıyı en üst düzeyde Türk devleti adına üstlendi.

Ancak Türk cumhurbaşkanı erken zafer sarhoşluğuna kapıldığı için yine kendisini boşluğa attı. DAİŞ aracılığıyla Kürtlere karşı sürdürdüğü bir savaşı daha sahada kaybetmiş oldu.  Türk devletinin ve onun başındaki Erdoğan’ın Rojava’ya karşı düşman politikalarının bu saldırıyla son bulmayacağı biliniyor. Fırsat buldukça bu ve benzeri kanlı saldırıları planlayıp devreye koymaktan çekinmeyecekler.  Bu nedenle Girê Spî benzeri bir saldırının başka yerlerde olmayacağını söylemek için çok erken.

Dahası Türk devleti, önümüzdeki günlerde Rojava’ya karşı daha saldırgan bir tutum içine gireceğinin açık sinyallerini veriyor.

ERDOĞAN CUNTASININ İKİ KOLTUK DEĞNEĞİ: MHP VE CHP

Erdoğan içte uyguladığı cunta rejimiyle çılgınlık hali yaşıyor. Dozajı farklı olsa da kendisine biat etmeyen herkesi ezip geçmek, teslim almak için akıl almaz faşist bir politika uyguluyor. Tamda içteki faşizme denk düşecek bir dış politikayı da hayata geçirmeye çalışıyor. Bunun en önemli yanını ise Rojava’yı işgal etmek, bölgesel bir savaşa girmek olarak görüyor.

Erdoğan cuntasını sağlamlaştırmak için hem kendisiyle rant kavgası içinde olan eski ‘’yol arkadaşlarını’’ temizliyor, hem de farklı operasyonlarla Bahçeli liderliğindeki MHP’yi ve kısmen halen hiçbir konuda doğru-dürüst bir politikası olmayan CHP’yi koltuk değneği yapıyor.  Öyle ki Devlet Bahçeli kendi partisi içindeki derin operasyonlar sunucu koltuğunu korumak için Erdoğan’a teslim bayrağını çekmiş durumda.

Erdoğan’ın savaş ve kan politikasına açıktan arka çıkmakla kalmıyor. Erdoğan’a sultanlık yolunu tümden açacak olan Anayasa referandumu ve HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması için ‘’elimizden ne gelirse’’ yapacağız diyor.  CHP ise Erdoğan’ın hem Kuzey Kürdistan’da yürüttüğü yıkıcı savaşı, hem de bu savaşı Türkiye sınırlarının dışına taşıma hevesini ‘’terörle mücadele’’ kapsamında görüyor.  Kemal Kılıçdaroğlu öyle ki, Türk ordusunun Efrin’i, Rojava’yı topçularla vurmasını haklı buluyor.

CHP’NİN POLİTİKALARI EN ÇOK ERDOĞAN’I ÖZENDİRİYOR

Kılıçdaroğlu, YPG ve PYD’ye, Rojava’ya, Erdoğan’dan farklı bakmıyor. Tıpkı Erdoğan gibi oda Rojava ve Suriye topraklarının işgal edilerek tampon bölge oluşturulmasını doğru buluyor.

Zaten daha önce CHP, MHP ile birlikte işgal tezkeresine mecliste evet demişti.

Daha geçenlerde BBC Türkçe servisinden Selin Girit’in ‘’YPG mevzilerine düzenlenen topçu ateşlerini meşru buluyor musunuz’’ yönündeki soruya verdiği cevapta, Kılıçdaroğlu, ‘’Türkiye kendi güvenliğini sağlamak zorundadır. Her ülke kendi güvenliğini sağlar. Türkiye de o çerçevede hareket etmek zorundadır. Öteden beri Türkiye bir tampon bölgenin oluşmasını istedi’’ diyor.

Kılıçdaroğlu, Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne ‘’PKK’ya baktığınız zaman kandan besleniyor. Ne kadar çok kan akarsa, PKK’nın o kadar işine geliyor’’ diyerek ağır hakaretlerde bulunuyor, böylelikle devleti ve dolayısıyla Erdoğan’ı aklıyor.  Çözüm süreci üzerinde sözüm ona hükümeti eleştirme adına yine okun sivri ucunu Kürt hareketine yöneltiyor. Kılıçdaroğlu ‘’Hükümet de sorunu çözeceğim diye yola çıktı ama sorunu çözmenin ötesinde PKK’nın hem kentlerde hem kırsal kesimde güçlenmesi için elinden gelen her türlü kolaylığı gösterdi’’ diyerek tıpkı MHP’nin çizgisine düşmüş oluyor.

Elbette CHP içinde tek-tük Rojava, YPG, çözüm süreci, tampon bölge konusunda Kılıçdaroğlu gibi düşünmeyen insan var. Ancak bu işin özünü deştirmiyor.

En son Cumartesi günü Kılıçdaroğlu, CHP’nın ‘’büyük buluşma’’ dediği toplantıda konuştu. Demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesimin katılacağı, ortak mücadele için bir dizi başlıklar sıraladı. Ancak Kürt sorununa gelince tökezledi. Kürdistan’da Türk devletinin sınır tanımaz vahşetini ‘’en çok terör örgütüne yarıyor’’ cümlesiyle anlatmaya çalıştı. Kılıçdaroğlu’nun bu mantığına göre çözüm sürecide, devletin uyguladığı sınır tanımaz vahşette PKK’ye yarıyormuş!

Kılıçdaroğlu’na göre eğer yapılan şey ‘’PKK’ye yaramıyorsa’’ sorun yok demektir. CHP ve lideri Kılıçdaroğlu halen Kürt sorununa bakışta klasik ret ve inkâr politikasını aşmış, sorunu Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme hakkı üzerinden bakmıyorlar.  Parlamentoda sayı olarak ana muhalefet olan bir partinin Kürt sorununa, çözüm sürecine ve son altı ayda Kürdistan’da yaşananlara bu pencereden bakmasına beklide en çok Erdoğan sevindiriyor. Çünkü bu bakış sömürgeciliğin başka bir versiyonudur.  CHP’nin bütün bu işler ‘’terör örgütüne yarıyor’’ söylemi Erdoğan üzerinde kuş tüyü kadar bir etkisi yoktur. Aksine Erdoğan’ın savaş ve soykırım politikalarını güçlendiren bir tutumdur.

İşte tamda bu noktada Erdoğan kendisinden emin görünüyor.  Medyayı susturmuş.  Rakiplerini dize getirmiş. Yargı, yürütme üzerinde tam denetim sağlamış. Polis gücünü ele geçirmiş. Ordunun ise başkomutanı olmuş!

Erdoğan’ı şımartan bir başka şey ise içte ve dışta izlediği savaş, gerilim ve düşmanlaştırma politikası ile Türk halkından küçümsenmeyecek bir destek görmesidir. O ırkçı ve tekçi bir söylemle kitleleri arkasına almayı şimdilik başarıyor.

TOPYEKUN HESAPLAŞMA GÜNDEMDE

Bu nedenle Erdoğan hiç olmadığı kadar kendisini Kürdistan ile topyekun bir savaş için hazır hissediyor. Kuzey Kürdistan’da  bunu 7 Haziran seçimleri öncesi başlattı. 1 Kasım ile birlikte tırmanışa geçti. Rojava’ya karşı ise yaptıkları biliniyor. Ama bu ona yetmiyor. İstiyor ki, çizmeleriyle Türk ordusunun başkomutanı olarak Rojava’yı işgal etsin. Orada ortaya çıkan özgür ve özerk Kürdistan’ı yutsun. 

Bunun koşulları var mıdır?

Çok kişinin ‘’yok’’ dediğini duyar gibiyim. Türk devleti, Erdoğan, adamları ve ona koltuk değneği olan kesimlerin dışında ne bölgede ne de küresel alanda kimse bundan yana değil. ABD ve Rusya, Türk ordusunun Rojava ve Suirye’ye girmesine karşılar. En azından bu iki küresel gücün lider ve yöneticilerinin kamuoyu önündeki açıklamaları bu yöndedir. 

Ancak bu böyledir diye Erdoğan’ın Rojava Kürdistanı’na karşı açıktan bir savaş başlatması olasılık dışı değildir. Erdoğan bütün hazırlıklarını buna göre yapıyor. Aslında Kuzey’de, Cizre ve Sur’da sergiledikleri vahşet bu hazırlığın bir parçasıdır.  Eğer içerdeki direnişi kırabilirse-ki öyle olduğunu düşünüyor-dünyanın itirazına rağmen ordularını Rojava üzerine sürmekten çekinmeyecektir.  ABD ve Rusya’nın böylesine bir işgale karşı olması Erdoğan’ı bu maceradan caydırmayabilir. Avrupa Birliği’nin ‘’mülteci krizi’’ nedeniyle diktatörün sergilediği pervasızlığa ses çıkarmaması da bu savaş politikasını özendirici bir etken olduğu unutulmamalıdır.  

KAZANAN KÜRDİSTAN OLACAK

Öte yandan unutulmamalıdır ki diktatörler rasyonel akıla sahip liderler değillerdir.  İçte kurdukları faşist rejim, onlar için dışta macera, yayılmacı ve işgalci iştah açıcı bir ilaç gibidir. Hitler Batı, Doğu Avrupa’yı ve en son Sovyetler Birliği’ni işgal ettiği zaman sonunun eşiyle birlikte bir sığınakta intihar ederek biteceğini ve daha sonra cesedinin yakılacağını herhalde düşünmüyordu.

Ya Saddam Hüseyin?

O da, 8 yıl süren yıkıcı İran savaşından daha yeni çıkmışken, Kürtlere karşı Halepçe’de kimyasal silah kullanarak açık bir soykırıma imza atmışken, ordularını Kuveyt’e sürerken Irak’ın yıllara yayılan bir iç savaşa sahne olacağını, kendisinin bir kuyuda ele geçirilip, yargılanarak, idam edileceğini düşünmüyordu.     

Bu iki tarihsel örnek Erdoğan içinde geçerlidir. Erdoğan içerde yarattığı havanın etkisiyle bütün ‘’dünyaya meydan okurcasına’’ ordularını Rojava ve Suriye’ye sürebilir. Çünkü faşizm rasyonel akılın yitirildiği bir çılgınlık halidir. Erdoğan’ının bu çılgınlığı Kürdistan ile topyekun bir hesaplaşma ve savaş anlamına gelir. Sonuçları da çok farklı olur.  

Bu savaşı kim kaybeder derseniz, yukarda aktardığımız Almanya ve Irak örneği çok yol göstericidir. Kim bilir Erdoğan’ın savaş, soykırım ve maceracı politikası sadece Rojava Kürdistan Federasyonu’nu değil, 200 yıldır doğum sancısı yaşayan Kuzey Kürdistan’ın da doğurur.

Kürtlerin yapacağı ise her zamankinden daha çok kesin ve sonuç alıcı topyekun bir hesaplaşma ve kurtuluş için hazır olmaktır. Hiç kuşku yok ki, kazanan Kürdistan, kaybeden Erdoğan ve faşizm olacaktır.