‘Üst kimliğin’ yeni süreçle imtihanı - Cahit Mervan
‘Üst kimliğin’ yeni süreçle imtihanı - Cahit Mervan
‘Üst kimliğin’ yeni süreçle imtihanı - Cahit Mervan
İmralı süreci birçok şeyi kökünden etkiliyor ve etkileyecek. Süreç birçok şeyi değiştiriyor veya kendisini değişmek zorunda hissediyor. Süreç değişmeyeni ise değişime zorluyor. Herkes durduğu yeri yeniden tanımlamak zorunda kalıyor. Sürecin diyalektiği bunu gerektiriyor.
İmralı süreci ‘Türk’ ve Türklüğün’ tekrardan kendisini doğru dürüst sorgulamasını ve tanımlamasını da zorunlu kılıyor. Bu kalıcı barış, adil ve eşitlikçi bir çözüm için adete olmazsa olmazı haline geliyor.
Çünkü bugün Türkiye’sinde çoğunluğun ‘kabul’ ettiği veya kabul etmek zorunda bırakıldığı ‘Türklük’ problemlidir. Sadece kendisini tanımlaması ve konumlandırması sorunların çözümü açısından engelleyici bir işleve sahip değildir. Mevcut tanım ve yüklendiği ‘tarihsel misyon’ gelecek açısından da ciddi sorunların kaynağını oluşturmaktadır.
Bugün ‘Türkler’ kendilerini ‘yedi cihana hükmetmiş’ bir imparatorluğun mirasçılıları olarak tanımlamaktalar. Bu mirasın üzerinde kurdukları devleti de bir tanrı gibi kutsamakta, onun ilelebet yaşayacağını ileri sürmekteler. ‘Türklüğü’ ise kutsadıkları devletin hem ismi, hem cismi olarak kabul etmekteler.
Bu devletin sınırları içinde yaşamak zorunda kalmış herkesi de bir şekilde ‘Türk’ olarak adlandırmaktalar. Kendilerini egemen, efendi ve üstün görmekteler. ‘Türklüğü’ hiç haketmediği halde ve hiçbir bilimsel açıklamaya dayandırmadan birçok kadim kültür ve kimliğin üstünde görmekteler. Bunun için ‘üst kimlik’ gibi manasız, ama yanı zamanda ırkçı bir tanıma sığınmaktalar.
Dünyada değişen onca şeye rağmen, Türkiye’nin ayak bağına dönüşen ve statükocuların sığındıkları en güvenli liman olan Türklüğü, önce Osmanlı’nın ve daha sonra genç Türk Cumhuriyeti’nin zor ve baskıyla tüketemediği, eritemediği farklı ulusların, kimlik, dil, kültür ve inanç topluluklarının başına halen bir bekçi gibi dikmeye çalışıyorlar. Günümüzde Türklüğün de yaşadığı o doğal ve kaçınılmaz erozyonuna rağmen bu sevdadan vazgeçmiyorlar.
Halbuki bu ‘kimliğin’ kendisini üstün görmesi, diğer kimliklerle eşit olmayı kabul etmemesi sorunun kaynağını oluşturuyor. Bu nedenle Kürtler başta olmak üzere herkesin bu ‘egemen’ kimlikle ciddi sorunları var. Kürtlerin ‘Türk’ olmaya köklü itirazı var.
Zaten şimdi sonlandırılmak istenilen savaşın esas nedenini bu itiraz oluşturuyor. Eğer Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu günden bu yana kendi ‘sınırları’ içinde yaşan halklara, etnik ve inanç topluluklarına eşit davranmış olsaydı, herkesin hakkını, hukukunu tanımış olsaydı, ulusların kendi kendini yönetme hakkına saygı gösterseydi, bu savaş asla yaşanmayacaktı.
Bu nedenle sorunu çözmek isteyenler, ona kaynaklık eden esas sorunu çözmek zorundalar. O da kendisini zorla ve baskıyla egemen kılan, bütün kimlikleri ret ve inkar eden ‘Türklüğün’ yeniden kendisini tanımlaması ve konumlandırmasıdır.
Akil İnsanlar grubu üyesi profesör Baskın Oran haklı olarak ‘Türklüğün’ kendisini ‘üst kimlik’ olarak dayatmasının bölücülük olduğuna dikkat çekti. Çünkü bu ‘üst kimlik’ tekçidir. Asimilasyoncu ve redcidir. Bu nedenle Kürt kimliğinin de ret ve inkarı anlamına gelen ‘Türklük’ değişmek ve dönüşmek zorundadır. Ya da kaçınılmaz olarak aşılacaktır.
Aklı başında hiçbir Türk bunu kompleks yapmamalı. Yaklaşık iki yüz yıldır kendisini ‘üst kimlik’ olarak tanımlayan ve konumlandıran ‘Türklük’ bu coğrafyada sürgün, soykırım, savaş ve ırkçılıktan başka bir işe yaramadı.
Halbuki Türklüğün de diğer kimlikler gibi basit bir tanımı var. O da her hangi bir etnik kimlik gibi ortak dil, kültür ve tarihsel ruhi şekillenme içinde bulunan bir topluluğun adıdır, bu kadar. Başka kimlikleri kapsamaz. Kapsama alanı tek bir etnik kimlikle sınırlıdır. Ancak kendisini ‘üst kimlik’ olarak tanımlandığı ve konumlandırıldığı için bunu zor kullanarak yapabilmiştir!
Osmanlı İmparatorluğu çökerken ortaya çıkan, Anadolu’ya ve Kürdistan’ın en büyük parçasına el koyan ‘bu kimlik’ bugünkü sorunun ana kaynağını oluşturmaktadır.
Unutulmamalıdır ki 1915 Ermeni-Asuri-Süryani soykırımı ‘Türk üst kimliğin’ dizginlenmez ırkçı çıkışlarının sonucu gerçekleşti. Çöken Osmanlı’nın üzerinde yeni bir devlet kurmak için harekete geçen İttihat ve Terakki ekibi ‘tekçiliği’ seçti. Çoğulu ortadan kaldırmak için dereler dolusu kan akıttı.
Üst kimlik olarak iktidara el koymaya çalışan Türklüğün o dönemdeki teorisyeni Kürt devşirmesi Ziya Gökalp bu kanlı yolu tarif ederken ‘taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmayacak’ diyordu.
Nitekim öyle oldu. Irkçı ve tekçi bir devlet oluşturmak için Ermeni, Asuri-Süryani halkı Mezopotamya’da, Pontus ve Laz halkı Lazistan’da, Kürtler ise Kürdistan’da her türlü soykırım, sürgün ve asimilasyona tabi tutuldu.
Bu ‘üst kimliğin’ çılgınlığından dolayı halklara eşi ve benzeri görülmemiş acılar yaşatıldı. Halklar haritandan silindi. Yok edildi. İşte Kürtler bu yok etme ve eritme politikasına karşı güçlü bir itiraz ortaya koydular.
Irkçı demagoji ile karışık bugün dahi ‘çözüm’ adı altında pazarlanan ‘Türklük’ üst kimliğini kabul etmeyeceklerini ilan ettiler. Kısaca şunu söylediler: Ya eşit, yanyana kardeş gibi yaşarız, ya da herkes yoluna gider.
Egemen kimliğin Kürtlerin ve diğer halkaların tarihsel olduğu kadar, haklı itirazına nasıl yanıt verdiği ise herkesin malumudur. Bu yanıtın halklara faturası çok ağır oldu. Soykırımdan kurtulan bir Ermeni kadının dediği gibi ‘ormanlar kalem, denizler mürekkep olsa anlatmaya yetmez.’
Bu kadar soruna kaynaklık etmiş bir kimliği halen ‘üst kimlik’ olarak tanımlama çabası çağdışıdır. Irkçılıktır. Ayrıca zorbalıktır. Zorbalıkta ayak diretmektir.
Örneğin ‘soldan’ gelen yazar Alev Alatlı’nın ‘Türklük bir kul hakkıdır. Üst kimlik olarak Anayasa’da kalmalıdır’ demesi ile Devlet Bahçeli’nin ırkçı çıkışları, CHP’li Prof. Dr. Birgül Ayman Güler’in 'Kürtlerle Türkler eşitlenemez’ beyanatı veya Cengiz Çandar’ın 'Yeni Şafak'ın lümpen'i, bizim ise ‘Çölaşan takipçisi bir Tuna’ olarak adlandırdığımız AKP tetikçisi bir ‘yazar’ın ‘BDP’lilerin Türklükle sorunu yoktur’ türünden demagojisi aynı ırkçı ve tekçi kapıya çıkar.
Türklük asla ve asla bir kul hakkı değildir. Bu zorlama ve ırkçılığa kılıf bulmak için uydurulmuş bir tanımdır. Aksine o, kul hakkı yemiştir. Halklara acı ve gözyaşından başka hiçbir şey kazandırmamıştır.
Açık söylemek gerekirse barış olacaksa ve bu barış kalıcı bir çözümle noktalanacaksa kendisini bu coğrafyada ‘üst kimlik’ olarak imtiyaz sahibi gören Türklük hem tanımı ve hem de konumunu değiştirmek zorundadır. Türklük imtiyazlı ve egemen bir kimlik olmaktan vazgeçmediği ve çıkmadığı sürece ne sorunun kalıcı çözümü mümkün olur. Ne de birlikte yaşamak mümkün ve bu saatten sonra çekilir hale gelir.
Bunu derken kendilerini Türk olarak tanımlayan, hisseden, onunla barışık olan insanlar bu kimliklerden vazgeçsin demiyoruz. Dediğimiz şu; Türklük kendisini ‘üst kimlik’ olarak feshetsin. Eşitlik ve birlikte yaşam için zorla elde ettiği imtiyazlarından vazgeçsin. Diğer kimliklerle eşit bir seviyede olsun. Her hangi bir etnik kimlik gibi sıradanlaşsın.
Denilebilinir ki peki ‘üst kimlik’ olmayacak mı? İllaki bir üst kimliğe ihtiyaç duyuluyorsa o zaman her etnik topluluğun, her ulusun, her inanç topluğunun, her cinsin eşit ve demokratik katılımıyla yazılacak yeni anayasa ile bu mümkündür.
Açık söylemek gerekirse yeni, eşitlikçi ve demokratik bir anayasayı eskinin ırkçı algılarıyla ve sembolleriyle, retçi ideoloji ve argümanlarıyla oluşturmak mümkün değildir.
Kaldı ki ‘üst kimlik’, bayrak, ‘milli marş’, idari ve siyasi sistem, hatta devletin kendisi baki değildir. Değişmez ve mutlak şeyler değildir. Unutulmamalıdır ki şu an hiçbir şey eşit ve demokratik bir çözümden daha değerli olamaz.
O zaman Türk üst kimliği tarihi bir imtihanla karşı karşıyadır. Ya kendisini makul, anlaşılabilir, kriz ve başka halkalar acı yaşatmayan bir alana çekecek, ya da eşit ve demokratik çözüm karşısında kendini konumlandırarak, krize ve çözümsüzlüğe neden olacak.
Her iki halde de artık ‘üst kimlik’ olarak kalamayacak. Eğer geçmişte ısrar eder, değişime karşı direnir ve ırkçı hezeyanlar yaşarsa hiç kuşku olmasın tarihte sıkça örneğini yaşadığımız gibi kaçınılmaz olarak aşılacak.