Vedat Aydın ve 10 Temmuz

Kuzey Kürdistan'da '90'lı yıllarda 'faili meçhul' olarak kategorize edilen ilk yargısız infazların kurbanı, HEP Amed İl Başkanı Vedat Aydın'dı. 12 Eylül darbe sürecinde mahkemelerde ilk Kürtçe savunma yapan kişilerinden biri de oydu.

Aydın, 5 Temmuz 1991'de gözaltına alınmıştı. Ancak 6 Temmuz'da OHAL Valiliği, DGM Başsavcılığı ve Emniyet Müdürlüğü, Aydın'ın gözaltına alınmadığını, alanlardan da haberdar olunmadığını savundu. Şırnak-Şenoba, Cizre ve Mardin-Kızıltepe'de ilk 'faili meçhul' cinayetlerin yaşanması, halkın tedirginliğini artırmıştı.

İnfaz haberi ise 7 Temmuz'da geldi. Elazığ'ın Maden ilçesi yakınlarında bir köprü altında işkence edilip kurşunlanmış bir ceset bulunmuştu. HEP yöneticileri ve Aydın Ailesi, Maden'e giderek cenazeyi teşhis etti; halkın öfkesi büyüdü.

Çevre illerden takviye polis ve özel harekât timleri, 9 Temmuz'da Amed'e getirilmeye başlandı. Karakollar, Valilik ve kamu kurumları olası bir kalkışmaya karşı polis korumasına alındı.

5 KİLOMETRELİK KONVOY

Amed'de bir araya gelen binlerce kişi, uzun bir araç konvoyu oluşturarak Elazığ'ın Maden ilçesine doğru hareket etti. Minibüs, otobüs, otomobil ve kamyonetlerden oluşan araç konvoyu, 5 kilometreyi buluyordu.

Sümer Camisi'nde cenaze namazı kılınacak, parti yöneticileri burada kısa bir konuşma yaptıktan sonra, cenaze kortej eşliğinde Mardinkapı Mezarlığı'na toprağa verilecek ve tören olaysız bir şekilde sona erecekti.

POLİS, TAHRİKLERE BAŞLADI

Amed, 10 Temmuz 1991'de adeta tarih yazıyordu. Yediden yetmişe halk ayaktaydı.

Urfakapı'ya gelindiğinde surların üzerinde bulunan yüzleri maskeli özel harekât timleri, bozkurt işaretleriyle halkı tahrik etmeye başlayıp surların üzerinden halkın üzerine taş atmaya başlayınca gerginlik yaşandı.

İkinci müdahale Mardinkapı Karakolu önünde yaşandı. Kortejde bulunanlar olaysız bir şekilde yürüyüş halinde hareket ederken, mezarlığa gitmek için kullanılan tek yol üzerinde bulunan Mardinkapı Karakolu'nda cenaze aracının önü polislerce kesildi.

HALKIN ÜZERİNE ATEŞ

Ardından silahlar patlamaya başladı. Bir anda Kervansaray Oteli önünde, meydandaki Sultan Suca Türbesi arkasında ve eski Belediye Garajı önünde pusuya yatmış olan ellerinde uzun namlulu silah bulunan sivil kıyafetli Türk devlet güçleri, halkın üzerine hedef gözeterek ateş açmaya başladı.

Ancak tek bir kişi bile korteji terk etmedi. Halk protesto için oturma eylemine başladı.

Cenaze aracı tam karakolun önünde kalmış, aracı bölgeden çıkarmak isteyenler de polisin saldırısına maruz kalıyordu. Burada açılan ateşle yere düşenler oldu. Kitle, 3 kişinin cansız bedenini alıp kaldırıma taşımıştı.

Tören bitti. Halk aynı yolu takip edip geri dönecekti. Ancak halkın önü Mardinkapı Karakolu önünde bu kez zırhlı araçlar, özel harekat timleri ve polisler tarafından kesildi.

Aniden Mardinkapı karakolundan 3 el silah sesi geldi. Bu, alanı kontrol altına alan özel harekât polisleri için bir işaretti. Hakim alana konuşlanan ve mezarlığın etrafında bulunan çoğu maskeli özel harekat polisleri, halkın üzerine gaz bombası ve tüfeklerle ateş açmaya başladı.

KADIN, ÇOCUK VE YAŞLILARA DA SALDIRI

Vahşi bir şekilde yere düşenlere dipçiklerle, kalaslarla saldırıyorlardı. Kurşunla ya da dipçikle yaralananlar yere düşüyordu. Aralarında kadınlar, çocuklar, yaşlılar da vardı.

Bu vahşete tanıklık eden otobüsün içindeki batıdan gelen kadın gazeteciler, gözyaşlarını tutamıyordu.

Dicle Nehri tarafından Hevsel Bahçeleri üzerinden gelen askeri bir helikopter de gaz bombası atmaya başlayınca saldırının koordineli olduğu anlaşılıyordu.

ÖLÜM PAHASINA UÇURUMDAN ATLIYORLARDI

Saldırıya uğrayan halkın tek kurtuluşu, yaklaşık 10 metre yüksekliğinde Hevsel Bahçeleri'ne açılan uçurumdan kendilerini atmaktı. Bunu da yaptılar. Binlerce kişi ölümle sonuçlanabilecek yaralanma pahasına canlarını kurtarmak için kendilerini o yükseklikten atarak Hatun Kastal bölgesinden Hevsel Bahçeleri'ne inmeye çalıştı.

GÖRÜNTÜLER YOK EDİLDİ

Saldırıya ilişkin gazetecilerin çektiği tüm fotoğraf ve görüntüler yok edildi. Buna, dönemin Diyarbakır Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü Hanefi Avcı da tanıktı.

Bundan dolayı mezarlık önündeki saldırıya ilişkin tek bir kare yok. Ancak polis kameraları saldırının başından sonuna kadar tüm olanları çekiyordu ve bu kayıtların tümü devletin arşivinde.

ALMAN GAZETECİYE CİNSEL SALDIRI

Alman gazeteci Lissy Schmith'i çırılçıplak soyan polisler, namluyu bacaklarının arasına sokup 'kaç para' diye bağırıyordu. Gazeteci Schmith de onlara Almanca ve Türkçe küfürle karşılık veriyordu.

KÜRT SİYASETÇİLERE SALDIRI VE HAKARET

Yüzükoyun yatanların içinde bulunan Ahmet Türk'ü ayağa kaldıran bir polis, sırtına binerek, "Haydi Cumhurbaşkanı adayı şimdi beni taşı" diyordu. HEP Genel Başkanı Fehmi Işıklar, Ahmet Türk, Orhan Doğan, Hatip Dicle ve İbrahim Aksoy ile gazeteciler özellikle hedef seçilerek darp ediliyordu. Herkesin üstü başı kan içinde kalmıştı.

Şehitlik semtinden geçerken de ambulanslar durduruluyor, yaralılar dövülüyor, istediklerini ambulanstan indirip gözaltına alıyorlardı.

Hastanenin morgunda ise 2'si kadın 12 cenaze getirilmişti. Morga indiğimizde cenazelerin bazılarında kurşun izi yoktu. Ancak giysileri parçalanmış, yerlerde sürüklenmiş, yüzleri tahrip edilmişti. Dövülerek öldürüldükleri anlaşılıyordu.

23 ŞEHİT

Cenaze töreni sonrası yapılan saldırıda resmi açıklamalara göre 8 kişinin hayatını kaybettiği açıklandı. Ancak gerçekte şehit sayısı 23, yaralı sayısı ise 2 binden fazlaydı.

Ne Vedat Aydın'ın ne de cenaze töreni sırasında katledilen 23 kişinin katilleri, hiçbir zaman yargı önüne çıkarılmadı.