Ya işkencecilerin verdiği zarar?

Ya işkencecilerin verdiği zarar?

Örsan Eylem Vural 28 Mart 2006 Diyarbakır olaylarında polis tarafından hem tacize uğradı hem de darp edildi. Yetmedi, “kamu malına zarar” verdiği iddiasıyla şu anda cezaevinde…

28 Mart olayları, Muş’un Şenyayla kırsalında 24 Mart 2006 tarihinde kimyasal silahlarla katledilen 14 HPG gerillasından 6’sının Diyarbakır’daki cenaze töreni sırasında polisin halka saldırmasıyla başlamıştı. Ardından Başbakan Erdoğan’dan gelen “Kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yapın” talimatıyla Diyarbakır tam bir devlet terörüne sahne oldu. 4 gün süren ve tarihe 28 Mart Diyarbakır serhildanı olarak da geçen olaylarda 8 yaşındaki Enes Ata isimli bir çocuğun da aralarında bulunduğu 13 kişi polis kurşunlarıyla öldürülürken yüzlerce kişi yaralandı, gözaltına alındı ve yoğun işkencelerden geçirildi. Bu işkencelere maruz kalanlardan biri de o dönem Atılım gazetesinin Diyarbakır muhabirliğini yapan Örsan Eylem Vural’dı.

Polisler tarafından tacize uğrayan ve öldüresiye darp edilen Vural, ‘PKK örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek ve kamu malına zarar vermek’ iddiasıyla tutuklandı. 6 ay Diyarbakır E Tipi Cezaevinde kalan Vural, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılsa da 6 yıl 3 aylık cezasının Yargıtay 9. Dairesi tarafından onaylanması sonucunda 13 Şubat 2013’te İstanbul’da tutuklandı. Yaklaşık 2 aydır Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevinde hükümlü bulunan Vural, 28 Mart 2006 tarihinde Diyarbakır’da yaşanan vahşeti anlattı.

ÇOCUK KADIN DEMEDEN…

“Aileler, kimyasal silahlarla katledilen ve tanınmaz hale getirilen gerillaların cenazelerini Bağlar ilçe camiine getirdi. Ben de haber yapmak üzere camiye gittim. Polis her tarafı sarmıştı ve saldırı pozisyonundaydı. Onbinler cenazeleri omuzlayarak Yeniköy mezarlığına doğru yürüyüşe geçti. Defin işlemlerinin ardından polis hiçbir uyarı yapmadan gaz bombalarıyla kitleye saldırdı. Atılan gaz bombaları o kadar yoğundu ki göz gözü görmüyordu. Bu hengame içerisinde çevik kuvvet ve sivil polisler yakaladıkları herkesi öldüresiye cop ve kalaslarla dövüyorlardı. Polisin bu topyekun saldırısından dolayı olaylar kısa bir süre içerisinde tüm Diyarbakır’a yayıldı. Yaşanan zulme karşı halk direnişe geçti. Olaylar esnasında Bağlar Kuruçeşme mahallesinde haber topluyordum. Kargaşa gece geç saatlere kadar sürdü. Birçok kişinin evi basıldı, gözaltılar başladı. Tam bir savaş hali görüntüsü veren Diyarbakır’da askerlerin kenti sarmasıyla olaylar daha da büyüdü.

TÜM HALK HEDEFTEYDİ

27 Mart sabahı ateş her tarafı sarmıştı. Asker ve polis kenti OHAL’e dönüştürmüştü. 7’den 70’e kadar tüm halk saldırıların hedefindeydi. Sırf esmer olduğu için gözaltına alınanlar bile vardı. Ben ise darbeyi aratmayan bu görüntüleri fotoğraf makinemle belgeliyordum. Hasar gören mahalleleri teker teker geziyordum. Bağlar semtine gittiğimde tam bir panik ve korku havası hakimdi. Sanki “vur emri” verilmişti. Polis gerçek mermilerle halka ateş açıyordu. Ölüm haberleri gelmeye başlamıştı. Bu karmaşada fotoğraf makinemi de kaybettim.

GÖĞSÜMDEN TUTUP SÜRÜKLEDİLER

Makineyi ararken Atılım gazetesi muhabiri olduğumu bilen sivil bir polisin emriyle etrafım birden onlarca sivil polis tarafından sarıldı. Ne oluyor dememe kalmadan üzerime çullandılar. Yere yatırarak peşpeşe kafama ve vücuduma tekmeler indirip öldüresiye darp ettiler. Sağ göğsümden tutup 50 metre ötedeki polis minibüsüne kadar sürüklediler. Minibüste ellerimi arkadan kelepçeleyerek koltukların altındaki boşluğa attılar. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü binasındaki spor salonuna kadar dövülerek götürüldüm.

PANTOLONUMU ZORLA ÇIKARTTILAR

Kapalı spor salonunda karşılaştığım manzara dehşet vericiydi. Çocuk, genç, yaşlı demeden 100’e yakın insan saatlerdir ayakta bekletiliyordu. Ben de kelepçelerim çözülerek bir köşeye atıldım. En doğal ihtiyaçlarımız bile bir işkenceye dönüştürülüyordu. Öyle ki tuvalete gitmek istediğimde polisler ayağıma çelme takıp yüzüstü düşürerek “Al sana tuvalet” diye dalga geçtiler. Bu faşist tutuma karşı gelen gençler de aynı saldırılara maruz kaldı. Üst arama bahanesiyle beni spor salonunun tenha bir köşesine çektiler. Aralarında kadın sivil polisler de vardı. Kadın polisler erkek polislerin önünde tüm itirazlarıma rağmen pantolonumu zorla çıkarttılar. İç çamaşırımla kaldığımda erkek polisler etrafımı sararak beni taciz etmeye çalıştılar. Aralarından biri “Bak sana burada neler yapacağız, gün bizim günümüz” diyerek sözlü tacizlerde bulundu.

HASTANEDE SERUMU SÖKTÜLER

Beni uzun bir süre bu şekilde tuttuktan sonra “giyin” diyerek sağlık kontrolü için Diyarbakır Devlet Hastanesine götürdüler. Hastane spor salonunu aratmıyordu. Her yer yaralılarla doluydu. Muayene sırasında da işkence devam etti. Doktorlar vücudumdaki morlukları ve kafamdaki şişlikleri görünce beni acilen bir odaya alıp serum taktılar. Tam işlem görülüyordu ki kadın bir sivil polis hemşirenin tüm itirazlarına rağmen, “Bunun tedaviye ihtiyacı yok” diyerek kolumdaki serumu çekti. Her yer kan oldu. Apar topar evrakları imzalatarak polis minibüsüne aynı şiddetle bindirildim. Bu kez spor salonuna değil Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesine götürüldüm.

ÇOCUKLARA TUVALET TEMİZLETTİRİYORLARDI

TEM Şubesinin koridorları tıklım tıklımdı. Herkes istiflenmiş halde bekletiliyordu. Bu bekletilme esnasında şube koridorları adeta bir işkencehaneye dönüştürülmüştü. Öyle ki şubenin tuvaletleri bile gözaltına alınmış, işkencelerden geçirilmiş 13-14 yaşındaki çocuklara temizlettiriliyordu. Çocukların eylemde yakalandıkları süsü vermek için yüzleri bezlerle kapatılarak fotoğrafları çekiliyordu. Tüm bu yaşananlara tepki gösterdiğim ve ifade vermediğim için defalarca darp edildim. 3 gün boyunca gözaltında kaldıktan sonra adliyeye sevk edilmem gerekirken, polis lojmanları olarak bilinen MİT binasında gece geç saatlere kadar bekletildikten sonra Diyarbakır Adliyesine götürüldüm. Savcıya muhabir olduğumu ve gözaltında yaşadığım işkenceleri anlatmama rağmen, mesnetsiz iddialarla tutuklanarak Diyarbakır E Tipi Cezaevine konuldum.”

SÖZDE DEĞİL ÖZDE DEMOKRASİ

Cezaevinde 6 ay kaldıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Vural, o dönem yaşadığı işkenceler doktorlar tarafından raporlarla belgelendirilmiş olsa da, 7 sene sonra Yargıtay’ın cezayı onaylamasıyla yeniden cezaevine gönderildi. AİHM’e gitmeye hazırlanan Vural, “Bugünlerde demokrasi naraları atan Başbakan Erdoğan’ın bizzat verdiği emirle günlerce işkencelerden geçirildik. İşkenceci polisler yine aklanırken tüm cezalar bize kesildi. Yargının ve AKP hükümetinin bu çifte standartlı ve intikamcı yaklaşımı sürdükçe, adaletsizlik bitmeyecek. Demokrasiyi sözde değil uygulamada görmek isteriz” diye konuştu.