Yalçın Akdoğan AKP’deki ulusalcıların sözcüsü mü? -Baki Gül

Yalçın Akdoğan AKP’deki ulusalcıların sözcüsü mü? -Baki Gül

Kürt sorununun çözüm tartışmaları siyasetin ve toplumun temel gündemi olmuş durumda. Bu durum nereden bakarsanız bakın tarihi önem taşıyor. Hiç kimse küçümsememeli. Gerçekten adil-demokratik bir barış işteniyorsa herkesin azami sorumluluk göstermesi gerekiyor. Ancak ulusalcı  militaristler ve türevleri bu yaklaşımı hala göstermiyor. CHP’nin içinde demokratik nüveler taşıyan kümeleri hariç tutarsak; CHP’nin bir bölümü ile MHP’nin kendisini kaybetmiş naralar atan Devlet Bahçeli ve saz ekibi sürece karşı.  Zaten Devlet Bahçeli “Barış diye diye bizi cehenneme götürüyorlar” şeklindeki akla ziyan açıklamaları ile kendi siyasal sonunu zaten getiriyor. Çatışmalı sürecin ürünü olan bazı “marjinal” çevreler de “akıl üreterek” çözümsüzlük mesaisini sürdürüyorlar. Bunlar anlaşılır. Ancak siyasal iktidarın içinde, hatta “çekirdeği”nde olan, partisine siyasal kavramlar üreten, başbakanına konuşma metinleri hazırlayan ve İmralı Süreci’nin hükümet tarafındaki ilk beşe girecek “önemde” olan Yalçın Akdoğan’ın son zamanlarda yazdıkları çok düşündürücü. Çünkü Yalçın Akdoğan, siyasal olarak çözüm sürecini AKP için de olsa, Türkiye’nin barışını sağlama yönünde de olsa “desteklemek” ve  “ilerletmek” için mesai harcaması gerekiyor. Ancak yazdıkları, yazılarının derinliklerinde çözümü, barışı desteklemesi bir yana klasik devlet algısını taze tutarak Kürtlere hakaret etmeyi tercih ediyor. Son yazdıklarında kurduğu cümleler hiç de hayra alamet değil.

Örneğin 12 Nisan Cuma Günü Star Gazetesinde “Nihai Amacı PKK’ye silah bıraktırma olan çözüm süreci  gündeme gelince...” diye yazısına başlıyor ve PKK içindeki "Alevi-Solcu çizgiyi temsil eden" isimleri sıralıyor. Duran Kalkan, Cemil Bayık, Mustafa Karasu, A. Haydar Kaytan ve Rıza Altun’dan söz ediyor. Ruşen Çakır gibi PKK’den kaçan  ve iflas edenlerin tezlerine dayandırıyor. Yazının diğer bölümlerini okumadan da Akdoğan’ın bu yazdıkları ile ne söylemek istediğini çok iyi anlayabiliyoruz.  

Akdoğan için “barış ve çözüm eşittir PKK’yi tasfiye etmektir.” Eğer sorunu böyle tanımlıyor ve bunun için devam eden sürece “çözüm süreci” diyorsa Akdoğan hem kendisini, hem Recep Tayyip Erdoğan’ı hem de Türkiye halkını acayip bir şekilde kandırıyor. Çünkü bu söylem AKP’nin de şikayet ettiği klasik statükocu militarist devletin söylemidir ve istemidir. Ve bu zihniyetle politika üreten bir düzine başbakan, bir düzineden fazla genelkurmay başkanı, yarım düzine cumhurbaşkanı gelmiş geçmiş, yaşaması gereken 40-50 bin insan yaşamını yitirmiş, 4 bin köy boşalmış ve milyonlarca insan yaşadığı yerden göç ettirilmiştir. Dolayısıyla “tasfiyeyi çağrıştıran”, PKK içinde bölünme yaratmayı kendine iş edinen ya da bunu kendisine politika belleyenlerin kirli işlerle kirli savaşlar yürüttüğünü yarım yüzyıla yakın süren bu savaşta yeterince gördük. Bir fotoğraf karesinden siyasal analiz çıkarıp PKK’nin genel tahlilini yapmak gerçekten cahilliğin ötesinde bir durumdur. Ve Başbakan’ın başdanışmanı, milletvekili, doç dr Yalçın Akdoğan bunu yapıyor. Yine PKK içinde “Alevilik-Solculuk-Müslümanlık” ayırımı için çaba göstermek de cahilliğin başka bir halidir. Gerçekten cahilliktir. Çünkü böylesi tahliller PKK’yi, Kürtleri, Kürtlerin toplumsal gerçeğini, Öcalan’ı anlamamak ve tanımamaktır. Şimdi Akdoğan diyecek ki, “tanımak zorunda mıyım?” Evet tanımak, bilmek ve saygı duymak zorundasınız. Çünkü yazdığınız cümlelerde savunduklarınız ve söyledikleriniz Ergenekon’dan şu anda tutukladığınız İlker Başbuğ’dan, Özal’ı zehirlemekten dava açtığınız tutuklu Levent Ersöz’den, İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek’ten pek de farklı değil. Ulusalcı-Ergenekoncu basın ile Yalçın Akdoğan’ın PKK tezleri ve görüşleri bir noktada kesişiyor.

PKK içinde Alevi-solcu çizgi ya da “radikal-ılımlı” moda görüşle “şahin-güvercin” ayırımları, AKP’lilerin deyimi ile eski Türkiye’nin statükoculu savunanların dili ve zihniyetidir. Cumhuriyet’ten Doğu Perinçek’in Aydınlık gazetesine geçen Mehmet Faraç’ın, geçmişteki Güntaç Aktan’ın TRT’ye yaptıkları, Sözcü’deki Saygı Öztürk ve Emin Çölaşan’ın yazdıkları ve yorumladıkları ile Yalçın Akdoğan’ın pek farkları yok.

Peki Yalçın Akdodoğan neden böyle yazıyor? PKK’ye karşı psikolojik üstünlüğü ele geçirmek için yazıyorsa gelinen durumda bunun bir geçerliliği yok. Eğer milliyetçi ve militaristlerin “gazı”nı almak istiyorsa, bilmeli ki yazdıkları ve söyledikleri ırkçılığa, zihniyeti bozuk savaş lobilerine sadece yaşamaları için “oksijen” takviye ediyor. Yok eğer Yalçın Akdoğan AKP içindeki “çözüm istemeyen milliyetçi kesimlerin” medyadaki sözcüsü ise bunu da açık açık yazıp, savunma cesaretini gösterebilmelidir. Çünkü içine girilen süreç, milliyetçilerin, ırkçıların ve savaş lobilerinin ufkunu çok ama çok fazlası ile aşan bir durumdur.

Sonuç olarak Akdoğan’a şu soruları sormak durumundayız:

1-AKP’li Yalçın Akdoğan, PKK ile Devlet arasındaki İmralı merkezli “görüşme, müzakere, çözüm, yeni süreç” tartışmalarına AKP içinden karşı çıkanlar grubunun sözcülerinden midir?

2-“Çözüm süreci”ni savunur görünüp çözümsüzlüğü savunarak ve PKK’ye karşı eski statükocu dille yazdığı yazıları ile de kendisini gizleyerek “sıkıntılar” mı yaratmak istiyor?

3-Yoksa Akdoğan Devlet Bahçeli’nin savunduğu ve CHP’nin içindeki “ulusalcıların” AKP içindeki uzantısı mı?

Bu soruların net ve somut bir şekilde sayın Yalçın Akdoğan’a sorulması gerekiyor. Çünkü Yalçın Akdoğan, PKK ve Kürt karşıtı yazıları ile bu süreci temelden zorlayan bir zihniyete sahip. Eski Türkiye’nin statükocu militarist paradigmasının sözcüleri gibi Alevilere ve PKK’lilere hakaret içeren yazıları bunun temel göstergesidir. En önemlisi de farkında mıdır bilmiyorum ama Alevilere ve Kürtlere karşı başbakanın baş danışmanı sıfatı ile nefret suçu işlemektedir.

Bir başka önemli nokta da Yalçın Akdoğan’ın PKK ve Kürtler konusunda edindiği bilgilerdir. Akdoğan yeni “parlayan” bir siyasetçi sayılır. Dolayısıyla PKK’yi, Öcalan’ı ve Kürtleri yıllarca Türk medyasının Ergenekon yatağından gelen bilgileri ile öğrendi. Ki bu öğrenme de Akdoğan’da bir alışkanlık yaratmış durumda. Naçizane olarak Yalçın Akdoğan’a AKP’lilik kimliğinden sıyrılarak gerçekten akademisyen/yazar olarak Öcalan'ı Öcalan’ın yazdığı kitaplarından, PKK’yi PKK’nin belgelerinden, Kürdistan’ı da Kürtlerin tarihinden ve ülkesinden okuyup öğrenirse çok daha iyi olacak. Malum, derme çatma bilgilerle yorumlara girişmek, strateji oluşturmak ve yürütmek, Akdoğan’ı “vezir” yerine “rezil” yapabilir.

PKK’nin lider kadroların tanımlarken geldikleri inançlara ve düşüncelere göre kategorilere yerleştirmesi bile maddi bilgi yoksunluğuna dayanıyor. İkincisi de PKK’yi Suni/Müslüman,  Alevi, Ezidi, Sosyalist vb ayırımlarla tanımlamaya çalışmak bütünlüklü doğruyu parçalamaktır. Bu parçalama da sosyal bilimlerde pozitivizmin en büyük yanılgısıdır. PKK Müslüman, Alevi, Ezidi, Sosyalist, Süryani, Türk, Kürt, Ermeni vb bütün kültürel-etnik kimliklerin bütünüyle oluşmuş siyasal/ideolojik bir kimliktir. Bütün bu özellikleri kendisinde sentezlediği için bu bileşimi kadrosu, savaşçısı, komutanı, siyasetçisi yapabilmeyi başarmıştır. Bunda Öcalan’ın çok büyük rolü var. Vakti zamanında Türkiye’nin çok sayılı bir yazarı  "Öcalan’ın liderliğinin bu kadar etkili olmasının temel sırrı Kürt toplumunda Ezidi-Alevi-Suni-Hristiyan inançları biraraya getirmek" olarak tanımlamıştı.

Dolayısıyla Yalçın Akdoğan’ın meseleyi karşı tarafı psikolojik savaş argümanları ile yıpratma, bölme ve tasfiye etmeyi hedefleyerek geriletmekse gerçekten boş ve nafile bir uğraştır.  Önerimiz; Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan “Akdoğan kendisine güveniyorsa İmralı’ya gelsin ve tartışalım” diyor. Müzakere protokollerinde bu sağlanamıyorsa Yalçın Akdoğan, BDP heyeti ile ya da Akil İnsanlar Heyeti ile birlikte –eğer istiyorsa kendisi tek başına da- Kandil’e gidip KCK ve PKK yetkilileri ile tartışabilir. Tartışmadan çok ama çok şey öğreneceğini de şahsen düşünüyorum. Eğer İmralı ve Kandil’e gidemiyorsa internette Serxwebun dergisinin bütün sayıları, Öcalan’ın bütün kitaplarını edinebilir. Erişmekte zorlanırsa kendi kütüphanemden de gönderebilirim.