Zindandan dağlara: PKK’li tutsakların firar hikayesi

5 Mart 2016 akşamı gerçekleşen ve 6 Mart sabahı fark edilen başarılı firar girişimi bu yüzden Türk devletini beyninden vurulmuşa çevirdi. Hem de kaçanların yarısı Bingöl’de yeniden yakalananlardı

Bingöl Cezaevinde gerçekleşen firar girişimi ardından yakalanan tutsaklar birçok bölgeye sürgün edildi. Bunlardan üçü Devrim, Diyar ve Osman adlı PKK’li tutuklular bir süre sonra bulundukları Van F tipi Cezaevinden Amed Cezaevine nakledildiler. Bu nakil onlar için çok büyük bir fırsattı. Daha önce Amed Zindanında kalan her üç PKK’li tutsak için yeni bir imkan doğmuştu. Bingöl firar girişiminin başarısızlığı ardından yılmamak, yeniden böyle bir iddiaya sahip olmak yine Türk devletinin övünerek andığı bu Zindandan kurtulmanın bir yolunu bulmak hayal gibi gelmişti.

5 Mart 2016 akşamı gerçekleşen ve 6 mart sabahı fark edilen başarılı firar girişimi bu yüzden Türk devletini beyninden vurulmuşa çevirdi. Hem de kaçanların yarısı Bingöl’de yeniden yakalananlardı. Çok kısa bir zaman içinde AKP hükümeti kaçan PKK’li tutsakların sınırda vurularak öldürüldüğü haberlerini servis etti. Ancak kısa bir süre sonra PKK yetkililerinden Murat Karayılan yaptığı bir değerlendirmede firar eden PKK’lilerin Kürdistan dağlarına ulaştığı müjdesini vermişti.

Bingöl’den sonra Amed’te yaşananları, adım adım firar sürecini ve sonrasını yine Kürdistan dağlarında özgür bir gerilla olarak yürüyüşlerini PKK’li tutsaklar Devrim Kavak, Diyar Kaydu ve Osman Kılıç’la tartışmaya devam ediyoruz.

Amed’e geldiniz, Amed’de yeni bir firar girişimi fikri nasıl gelişti? O ilk günleri biraz anlatabilir misin?

Diyar Kaydu: Bu zaten uzun bir süreçti. Amed’e geldikten sonra odalara dağıldık. O arayış hep vardı. Biz eskiden zaten Amed cezaevinde kalmıştık. Şimdi tabi Bingöl’e gitmişiz, firar etmişiz, yakalanmışız. Oradaki arkadaşların hepsi bizi tanıyor zaten. Onların da bize doğal olarak böyle bir yaklaşımı var. Bizi ilk görenler nasıl yapalım, nasıl kaçalım? diye soruyorlardı. Sanki işin uzmanı olmuşuz gibi... Duyanlar gelip konuşuyorlar, eleştirenler oluyor, destek verenler oluyor. Sonra kimi arkadaşlarla tartışmaya başladık. Tartışmalarımızda, daha çok tünel üzerinde yoğunlaşıyorduk. Bazı arkadaşlara öneriler yaptık önerimizi kabul etmediler. Biz de tünel çerçevesinde bu işi gizli yapma adına bir planlama yaptık. O dönem ben Osman arkadaşın bulunduğu odaya gittim, düzenlemeler için biraz uğraştık.  Durum biraz şöyleydi; yani biz bir şeyler yapmak istiyoruz, bunun için istediğimiz odaya gitmeliyiz. Bu düzenleme meselesi iki üç ay gündem oldu. En son geçici bir düzenleme yapalım, en azından iki üç arkadaş bir araya gelelim, bakalım dedik. Öyle de yaptık. Bu planlama daha kesin bir karara bağlanmamıştı. Yaklaşık bir hafta sonra arkadaşlarla bir araya geldik, üçer üçer bir araya gelebiliyorduk, arkadaşlara aktarıyorduk, onlar da kendi görüşlerini söylüyorlardı. Biz duvarları aşarak bu işi yapacağız dedik. Mervan ve Rojhat arkadaşın hazırlıkları vardı, havalandırmada küçük bir delik açmışlardı, orada düşmanın bu nöbet gidiş gelişlerini kontrol ediyorlardı. Artık karar alındıktan sonra çalışma örgütlü bir hale getirildi.

Planlamanız neydi?

Devrim Kavak: Üç kişiyle de tünel işi olmuyordu zaten.  İstediğimiz düzenlemeyi de yapamadık. Geçmek istediğimiz bir oda vardı, bir türlü olmadı. O olmayınca diğeri daha çok ağırlık kazandı. O da o duvarların aşılması planıydı. O kendisini daha belirginleşti o süreçte. Ona göre düzenlemelerimizi kendimiz yaptık. Her üçümüz aynı hücrelerde kalıyorduk. İrtibatta olabileceğimiz hücrelerdeydik. Artık planlama bu oldu, bunun keşif ve hazırlık çalışmalarıyla uğraştık. Bir süreye kadar işin teorik boyutuyla uğraştık. Kasımın ikinci haftasında somut çalışmalara başladık. Ondan önceki süreç teorik bazdaki tartışmalardı. Kasımda değişikliklerimiz oldu, kasımın ikinci haftasında da pratik çalışmalara geçtik.

KAÇIŞ GÜNÜ İÇİN SPORA BAŞLADIK

Planlama derken aşama aşama neyi öngördünüz somut olarak ne yaparak duvarları telleri ya da bir bütün engelleri aşacaktınız?

İlkin duvara çıkılması gerekiyordu. Bulunduğumuz odalar birbirinden bağımsızdı. Öncelikle bunun gidiş gelişi nasıl olacak bunu çözmeliydik. Bu yüzden önce etrafımızı öğrenmemiz gerekiyordu. Kamera, Alman dikenli telinin aşılması, ardından duvarların tek tek aşılıp askerlerin nöbet tuttuğu alanda sürünerek gizlice geçilmesi ve son tel örgülerin aşılarak cezaevinden çıkılması öngörülüyordu. Ama bunun için dışarıda nelerin olduğu her iki odanın da iyice keşfetmesi gerekiyordu. Bunları yapabilmek için de güçlü bir fiziğe de ihtiyaç vardı. Plan somutlaşınca, artık spor çalışmasına başladık. Zindandır, vücut hamdır, çok ciddi bir hareketlilik yok. Zaten hücredeyseniz kişi tüm sosyal etkinliklerden men ediliyor. Şimdi bir de halat çıkmamız gerekiyor, duvarı aşabilmek için.

Toplam üç engel mi vardı?

Aslında çok engel var ama esas olan üç engel var. Firar iki odadan olacağı için öncelikle odadakiler yanyana gelecekler. Ardından bir duvar daha aşılıp futbol sahasının olduğu bölüme geçilecek. Buradan sürünerek tel örgülerin olduğu bölüme gelinecek. Buraya varılınca elektrikler kesilecek ve jeneratörün devreye gireceği sürece kadarki boşlukta teller kesilip geçilecek son duvarın yanına varılacak. Burada da ayrıyeten askerlerin nöbet tuttuğu kulübe ve kameralar var. Kulübe konusunu uzun süre keşif edip şu sonuca varmıştı yanından geçeceğimiz kulübe haftada bir boş bırakılıyordu. Kaçış gününü bu güne denk getirip kulübeye tırmanıp son duvarı aşacak böylelikle dışarı çıkacaktık. İlk planlama buydu, uzun süreye kadar da planlama böyle gitti. Daha sonra bir iki denememiz oldu, elektriği kestirdik, istediğimiz zamana denk gelmedi. Sonradan baktık istediğimiz zaman elektriği kestiremiyoruz, kestirsek bile istediğimiz zamanı kazanamıyoruz. Yine havanın kötü olması, kulübenin boş olması hususlarını denk getirmemiz gerekiyordu. Son planlama somut koşulların bize dayatması olarak gelişti.

Yani planı sık sık tartışıyordunuz

Osman Kılıç: Hem tüm bu anlattıklarımız, hem arkadaşların anlattıkları hazırlıklar, işte ilişki, araç, gideceğimiz yerler vs. üzerine tartışmalar yoğun oldu. Karlı bir hava olursa çıkarsak beyaz kumaştan kamuflaj yapmıştık. Hava koşullarına göre bile kendimizi ayarlamıştık. Bir ara elektrik gitti, jeneratör yirmi dakika gelmedi, bizim o zaman hazırlığımız olmadığı için gidemedik. Gideceğimiz yerler konusunda tartışmalar oldu. Süreci de izliyoruz. İlk dönemler Rojava’ya geçeriz savaş sürecine katılırız dedik. Hepimiz gerilla kökenli arkadaşlarız, belli bir savaş tecrübemiz vardı. Belli bir süre ilçelerdeki, illerdeki direnişler yoğunlaşınca Sur ve direnişin olduğu diğer yerler tartışıldı. Zamanla ilerledikçe aralıktan hemen sonra kuzeyde kalacağımız netleşti. Bir çok arkadaş böyle bir karar kıldı. Hem gözetim, teknik, fiziki bir sürü hazırlık yapıldı. Bu süre zarfında kimi kazalar oldu. Bir arkadaş duvarın üstünden düştü, topuğunu üç yerden kırdı. Bunu hem idareye hem de diğer arkadaşlara yansıtmamak gerekiyordu ki anlaşılmasın.

Bu sonuca ulaşıncaya kadar denemeler yapılıyor, ilerleniyor karşımıza çıkan duruma göre planlama değiştiriliyordu. Aşağı yukarı yirmi defa duvarlardan atlayıp engelleri aşıp askeri bölgeye gidip tekrar odalarımıza geri geldik. İlk arkadaşın duvara çıkıp sağlam diğer tarafa inmesi bile bizde büyük bir başarı olarak görüldü, hissedildi. Her bir kademe böyle geçildi. Örneğin telleri biz firar etmeden tam 12 gün önce gidip kesip hazırlayıp gelmiştik.

ÖNCE PSİKOLOJİK DUVARLARI AŞTIK

Bu süreçte Amed’de umutsuzluğa kapıldığınız anlar oldu mu?

Devrim Kavak: Çok riskli bir işti. Bu farklı bir yöntemdi ve denenmemişti. O zamana kadar kimse cezaevinde böyle bir girişimde bulunmamış. İşin psikolojik kısmı çok önemliydi, aslında aşacağımız duvardan önce kendi duvarımızı aşmamız gerekiyordu. Mesela ilk çalışırken halatlar yaptık, halatları farklı bir yere bağlayıp çalışıyoruz, onu yaparken bile işte ya görünür mü, ayaklarımız duvara değiniyor, duvar aşınıyor, kirleniyor, insanlar görür mü, kaygısı var. Şimdi böyle hep adım adım ilerledik. Her adımda kendimizdeki o psikolojik duvarları yıktık. En son zaten gidip ilk teli kestiğimizde ki biz bir gün sabaha kadar orada kalmışız. İlk alarm telini kestiğimizde iki posta halinde sabaha kadar, saat 03:00 kadar orada kalmışız. Artık orası zıvanadan çıktı, biz kaç kez toplantıyı orada yaptık. Düşman arasında, o kadar kameranın olduğu yerde, kulübenin olduğu yerde toplantı yaptık. Kaldı ki mesela Ulaş arkadaşın sesi inmiyor, bir de bir öksürük nöbeti tuttu. Bunları yaparken öyle çok rahat da yapmadık, hep adım adım gittik. Kırılma, uçurumun kenarına geldiğimiz noktalar yok muydu, vardı. O da yöntemde sorunlar vardı. Yönümüzü biliyoruz, teknik ve taktik hazırlıklar var, ama zamanını kestiremiyoruz.  Yağmurlu havayı bekledik, sonra sisli havayı bekledik, olmadı. Yine kulübe boşalsın dedik ondan sonra gideceğiz, kulübe boşaldık gidemedik. Elektrik gitti, yirmi beş dakikanın da üzerindeydi, neredeyse yarım saat gitti, elektrik gitti, jeneratör çalışmıyor, ama biz yine gidemedik. Bunun sebebi o psikolojik sebeplerdi.

Bu kulübe meselesi var, kulübeyi izleyerek harekete geçecekmişsiniz. Kulübe meselesi ne?

Kulübe meselesi arkadaşların uzun süre gözetlemesi sonucu gördük ki üç-dört gecede bir  bir klübe boş bırakılıyordu.

Yani önünüzde bir kulübe var, sizin için engel teşkil ediyor, o kulübeyi gözlemlediniz, boşluk yakaladınız. Ona göre hareket edeceksiniz...

Evet, önümüzde üç kulübe var, her birinin arasında 50 metre mesafe var. Bizim istikametimizin üstünde olan orta kulübe nöbet boş bırakılıyor, 18:00 ile 20:00 ile ya da 20:00 ile 22:00 arası boş bırakılıyor. Bunu gördük. Bu bizim için büyük bir avantajdı. Artık geriye kötü bir havanın oluşması gerekiyordu.

Yani kötü hava koşullarıyla o kulübenin boş olduğu anın çakışması lazım sizin için...

Tabii yoğun olarak hava durumunu takip ediyorduk. Her akşam havalandırmada kalıyor gece yarılarına kadar, sabahlara kadar böyle bir fırsatın doğmasını bekliyorduk. İşte en son  5 Mart akşamı 18:00 ile 20:00 arası nöbetin boş olduğunu fark ettik, tüm hazırlıklarımız vardı, kamufle elbiselerimiz, çarşaflar. Orta alan dediğimiz yerde belli bir mesafe asfaltın üzerinde sürünüyoruz, asfalt renginde çarşaflar ayarlamışız, üstüne kuru otlar dikmişiz. Maskeler takmışız sadece gözlerimiz görünüyor, köpek için tebdir almışız. Haberleşmek için cebimize birkaç çakıl taşı koymuşuz. Yine tedbir olarak kendimizi savunacağımız alet de olmadığından şiş bulup, ucunu sivriltmişiz.

İKİ AY BOYUNCA HER GECE O ANI BEKLEDİK

O günü yani firarın gerçekleştiği günü bize anlatabilir misin?

Diyar Kaydu: 5 mart günü hava bozmaya başladı. Sanırsam her arkadaşta bir şeylerin oluşacağı duygusu. Saat 18:00’e doğru kapılar kapandı. Gardiyan gelip sayımını alıp gitti. Biz de duvara çıktık. Duvardan nöbet değişiminin nasıl olacağına baktık. Dışarıda çok güzel bir yağmur bastırdı, sağanaktı zaten. Yağmur o kadar güçlüydü ki nöbet değişimini yapan düşman minibüsle geldi. Bir süre izledikten sonra o kulübeye asker bırakılmadığını fark ettik. Hemen planı devreye koyduk.

Kulübe boştur dedikten sonra merdiveni nöbet kontrolü yaptığımız yeri ile çıktığımız yer ayrı olduğundan hemen merdiveni alıp çıkacağımız yere dayadık.

Bu arada iki ayrı odada aynı girişimler başlamış değil mi?

Evet, iki ayrı odadır. Zaten kulübenin boş olduğunu görünce bana hemen çıkıp arkadaşlara haber vermem söylendi. Ben de hemen atladım, arkadaşların kaldığı odaya gittim. Diğer odadaki arkadaşlar da hazır bekliyordu. Zaten biz her gece elbiselerimizi hazırlıyorduk ve bekliyorduk. İki ay boyunca böyle sürdü. Çünkü her gece olabilirdi bu. Hazır bekliyorduk 23:00-24:00 kadar. Gidip duvara vurdum, arkadaşlara dedim tamamdır gidiyoruz. Böylelikle hazırladığımız halatlarla duvara tırmanıp birinci duvarı atladık. Ardından tel örgüler var iç bölümde...

Birinci duvarı atladıktan sonra tele doğru sürünerek gidiyorsunuz...

Evet, sürünerek gidiyoruz ve yaklaşık bir altmış metre var. Belki de daha fazladır. Üzerimizde kamuflajlar var, o kamuflajlarla art arda vermişiz.

Kameralardan nasıl kurtuldunuz?

Biz her gece kameranın geçtiğimiz hattı görenleri özelikle görüş açısını bozma için boş poşetleri tel örgülere takıyorduk. Bu kameranın görüş açısını kapatıyordu. Amed’de rüzgar vs olduğunda bazı çöp poşeti vs. şeyler gelip teller takılabiliyordu. Biz de bu yöntemle kameraların bizim bulunduğumuz yönü görenleri poşetle perdeledik.

Art arda verdik. Sıralama yapmıştık Bingöl’de yaptığımız gibi. Yaklaşık bir yarım saat boyunca süründük. Çok yavaş sürünüyorduk. Adım adım... Kameranın görmesi, bir askerin görmesi durumunda bir şey anlamaması için. Toplam sürünmemiz, kulübenin yanına kadar gitmemiz bir buçuk saati aldı. Halbuki topu topu bir yüz metrelik yoldu.

Daha önce tel örgüleri kestiğinizi söylemiştiniz. Sürünerek bu kestiğiniz yöne mi ilerlediniz?

Evet. Hatta tel örgünün yanına vardığımız zaman, önceden kesen arkadaş tam olarak nereden kestiğini biraz karıştırdı. Yaklaşık bir on dakika biraz aradı. Telin yanına geldiğimiz zaman saat devriye saatiydi. Bizde devreyi gelirse kaygısı gelişti. Şimdi devriye gelirse biz telin diğer  tarafındaysak bizi görmeme ihtimali yüksektir. Çünkü üzerimizde kamuflaj var, gelip geçerler. Zaten çok fazla dikkat etmiyorlar. Biraz bekledik. O sırada köpek geldi. Arkadaşlar hareketsiz durmamızı söylediler. Kamuflajları üzerimize attık. Burnumuzu kapattık. Köpek geçip gitti, 19:00’u 10 geçe harekete geçtik, artık teli aşacaktık. Alarm telini aşacağız, arkadaş alman telini açtı, onun arkasında bir tel daha vardı, onu da hazır hale getirdi arkadaşlar. Sürünmeyle kulübenin altına kadar gittik. Kulübenin altında toplandık, hepimiz bir araya geldik. Bizim ilk önceki hesabımıza göre bir arkadaş bir arkadaşın sırtına çıkarsa duvara yetişir sanıyorduk. Hesabımız yanlış çıktı, tam yetişemiyorduk. Kulübeden içeri girilecek yerde yine Alman teli vardı. Bu Alman telini aşmak lazım, bu da çok zordu. Artık Mervan arkadaş iman gücüyle girdi, elleriyle girip kulübenin içerisine kadar ulaştı. Yara bere içinde kaldı ama kulübeyi açarak kapıyı açtı. Bizler de teker teker kulübeye girdik. Yanımızda ip götürmüştük. Ondan sonraki duvarı atlamak için oraya ip bağladık. Arkadaşlar o ipten kendisini bırakıp teker teker gidecekler. Son duvardır artık, tek tek atladı arkadaşlar.

ELELE TUTUŞMUŞ KOŞUYORDUK

Cezaevini aştınız, peki ondan sonra ne oldu?

Devrim Kavak: Duvarı aştıktan sonra diğer tarafla ilgili çok ciddi bir bilgimiz yoktu. Meğer tüm aydınlatma, içerinin iki katı kadar dışarıda da var. Yine arada da bir tel olduğu bilgisi vardı. Tel çıkarsa kesmek için penseyi yanımızda götürmüşüz. Vurduk, o aydınlık yerden geçtik. Hemen sürülmüş bir araziden bir solukta geçtik. Daha sonra koşmaya başladık evlerin olduğu yere doğru. Sadece koşuyoruz, (gülerek...) Şener Şen gibi koşuyoruz. Kimi arkadaşlar el ele tutuşmuş, muazzam bir heyecan var. Oksijeni de hiç bu kadar solumamıştık. Her şey şaşırtıcıydı. İşte arkamıza da bakıyoruz, bir ses var mı diye, altı kişiyle böyle koşuyoruz, avcı kolu şeklinde.

Tabi bazı aksilikler yaşandı. Bazı arkadaşlarımıza ulaşmaya çalıştık. Bazı sıkıntıların ardından ikiye bölünen her iki grubumuzla aynı arabada buluşarak dağlara doğru yol aldık.

Artık özgürdünüz. İlk özgür alanlara ulaştığınız, gerilla ile buluştuğunuz ana ilişkin ne söyleyebilirsiniz?

Osman Kılıç: Doğru cezaevinden çıktık ama hala güvende değiliz.

Sanırım Bingöl firarının sonu bunda çok etkili...

(Gülerek) Kesinlikle. Ya silaha ya da gerilla arkadaşlara ulaşırsak kendimizi güvende hissedebiliriz. Geldik araçla gerilla arkadaşların yoğun kullandığı alana, bir köye gittik. Gittiğimiz evden de arkadaşlar kaç dakika önce çıkmışlar. Sonunda bir yerden arkadaşlara ait üç tane silah ve askeri teşhisat bulduk.  Köylüler ısrar etti evde kalmamız için, ama biz evde kalmayacağımızı söyledik. Onların güvenliği için de böyle olması daha iyiydi. Araziye çekildik ve ertesi gün saat 9-10 gibi bir milis geldi ve bizi arkadaşların yanına götürdü. Artık biz emniyetteyiz dedik. Arkadaşlara sıkı sıkıya sarıldık. Tabi başımızdan geçenleri yönetimdeki arkadaşların dışında kimse bilmiyordu. Biz de anlatmıyorduk. Güvenlik için bir süre bu gerekti.

Heyecandan ilk iki gece yatamadık. Şoreş, Mervan ve bir arkadaşla bir yerdeydik. Ben onlara “siz yatın ben nöbet tutarım” dedim. Baktım onlar da yatamıyordu. Heyecandan ve mutluluktan yatamadık.

Yaşananlar şimdi nasıl geliyor size?

Devrim Kavak: Belki de doğamızda var... Gerillada kalan her arkadaşın başından nice, belki tam çözümleyemediğimiz, esrarengiz birçok olay geçmiştir. Neticesinde biz de gerillaydık. Birkaç deneyim, birkaç denemeden sonra başarıya ulaştık. Büyük bir heyecan vardı. Öyle bakınca gayet macera dolu zamanlardı. Fakat bu 7 yılı pratik olarak, 2-3 yılı firar hazırlık çalışmalarıyla geçti, geriye kalan kısmı kendimizi anlama, tanımlama kendi gerçeğimizle buluşma süreciydi. O da özgürlüğe giden temel taşlarıydı. Fiziki olarak çok zorlandık, sürece katılamamanın vermiş olduğu ezikliği de yaşadık hep. Zaten yakalanmak ayrı bir dert bizim için. Verilmesi gereken büyük bir özeleştiri vardı. Ama onun yanı sıra süreç o kadar hızlı gelişiyordu. Katliamlar var, savaş boyutlanıyor ve biz bunları yedi yirmi dört izliyoruz. İnsan bir süreden sonra dayanamıyor. Özellikle 2012 devrimci halk savaşı hamlesini izlerken, duyarken, arkadaşların şahadetlerini öğrenirken, insan paramparça oluyor, ezikliğini çok muhteşem yaşıyorsun. Biz bir bütünen bu sürece katılmak adına bir yol gördük. Denememiz gerekiyordu. Bizi biz yapan şey buydu. Çok küçük bir ihtimaldi kurtulmamız ama denenmeliydi. Denenecekse de başarıya ulaşmak adına yapılmalıydı.

ON METRE KALMIŞTI!

Firar girişimleriniz süresince yaşadığınız aklınızda kalan ilginç anlar vardır herhalde...

Devrim Kavak: Olmaz mı! Mesela, Bingöl’deyken 1 Nisan günü dedik bir şaka yapalım arkadaşlara. Ben çok küçük bir yazı yazdım. Sanki örgüt yönetiminden gelmiş gibi bu çalışmanın bittiğini yazdım, artık devam etmeyeceğini, kabul edilmediğini vs belirttim. Aşağı odadaki çalışanlara gönderdim. Ozan ve Doktor arkadaşlar oradaydılar. Bizim odanın penceresi altıncı odanın penceresine bakıyordu. Ben notu gönderdikten sonra pencereden kendimi biraz uzaklaştırdım ama takip ediyordum. Ozan notu okudu. Okuduktan sonra yüz ifadesi değişti. O direkt bitti. Ardından doktoru çağırdı, doktora notu verdi. Doktor notu okuduktan sonra çöktü. Her zamanki gibi sigaraya sarıldı. Püfür püfür içmeye başladı. Biz de tabii yukarıda gülüyoruz. Onları izledikçe kendimizi tutamıyoruz. Neredeyse kahkaha atacağız ama kontrol ediyoruz kendimizi. İşte tartışıyorlar, bize de ses geliyor, “ ya işte bitecekti, örgüt niye böyle karar verdi, on metre kalmıştı” Sık sık tekrarlıyordu “on metre kalmıştı” diye. Ben de kendimi tutamadım, pencerenin önüne geldim dedim ki “niye moraliniz böyle bozuktur” Ozan arkadaş dedi “ya sen notu okumadın mı?” Ben de “yok, ben okumadım. Not geldiği gibi sana verdim” dedim. Tabii ben hala gülüyorum. Doktor arkadaş birden patladı, “niye gülüyorsun, bilmiyor musun durum nedir?” diye çıkıştı. O konuştukça ben gülüyordum. En son artık birkaç şey söyledi ben dayanamadım. O hala kızıp bağırıyor, biraz daha zorlarsam ağır laflar edecekti. Onlara artık gerçeği itiraf ettim, o notun bana ait olduğunu söyledim. Tabii her iki arkadaşa da doktora o esnada yeniden ruh gelmeye başladı.

Sanırım sizde bir şeyler söyleyeceksiniz...

Osman Kılıç: Pazar günü ışık görünmüştü. Pazartesi günü çıkış hazırlığındayken gardiyanın biri geldi doktor arkadaşa “ben bir rüya gördüm, firar etmiştiniz ve tekrar yakalanmıştınız” dedi. Ne Doktor arkadaşta ne de bizde renk kalmadı, öylece birbirimize baktık. Adam nereden anladı, mesaj mı verdi acaba... O tünel çalışması boyunca görülen rüyalar kayıt altına alınmış olsaydı birkaç ciltlik bir kitap çıkardı. Hemen hepsi, tüm rüyalar tünel ile ilgili, kaçmayla, güvenlikle ilgiliydi.

GERİDE KALANLAR UNUTMADIĞIMIZI BİLSİNLER

Bu başarıda size en çok güç veren ve sizi motive eden neydi?

Diyar Kaydu: Önderlik, dağlar, gerilla yaşamı, parti... Özellikle gerilla yaşamı. Daha önceki gerilla yaşantımızda çok fazla kıymetini, değerini bilmedik. Yakalanmamız bunun sonucuydu. Kürdistan’ın bir suyundan tutalım, ağacına kadar, nasıl yaklaşmamız gerektiğini bilmiyorduk. Kıymetini bilmiyorduk. Özellikle Önderlik yakalandığında sorguladığımızda bunun farkına varıyorduk, bizim aşkımız dağlardır, gerilla yaşamıdır. İnsan böyle düşününce, böyle bakınca insanın tek ulaşmak istediği yer gerilla alanları, Kürdistan dağları oluyor. Tek amaç oydu bizim için. Tek yoğunlaştığımız, gelmek istediğimiz yer burasıydı. Sanırsam her arkadaşın düşüncesi buydu.

Bingöl’den birlikte firar ettiğimiz arkadaşlar vardı, uzun süre paylaşımlarda bulunduğumuz, yardımını aldığımız arkadaşlar vardı. Onlar içeride. Onları unutmadığımızı bilsinler. Yine Amed’te diğer arkadaşlar var. Onlara karşı bir özeleştiri borcumuz var. Bunu biliyoruz buna göre yaklaşıyoruz.

Osman Kılıç: Biz ilkin İstanbul’da yakalanmıştık. İstanbul’a giderken Önderliğin durumu için bir arayışımız vardı. Biz içeride bunun mahcubiyetini yaşadık. Yine 2012 yılında hamleye katılma temelinde, bir istemimiz vardı, yine öz yönetim direniş sürecine katılma istemim vardı. Bir düşman var, halkımı eziyor, ne olursa olsun bu düşmanın egemenlik iradesinin kırılması gerekiyor. Daha sonrası diktatörlük mü olur, özgürlük mü olur, ne olursa olsun. Ama bu düşmanın iradesinin kırılması gerekiyor. Bu egemenlik iradesi kırılmadan, bu topraklarda ne onlarla ne de onlarsız bize yaşam hakkı yok. Bir zorba koca misali gibi... Kadın için boşanmak belki bir başarıdır, ama ona bile fırsat vermeyen izin vermeyen bir zihniyet var. Hala bana aitsin diyor. Egemenlik duygusu ve psikolojisidir bu. Türkiye’yle ilişkilerimiz böyle.

Ben de bu vesileyle arkadaşlarımın da ifade ettiği gibi bazı arkadaşları arkamızda bıraktık. Onlarda zindandalar. Onlara karşı sorumluluklarımızı biliyoruz. Yine hem Bingöl firarı, hem bu firarda emeği geçen herkese minnettarız.