Kadınlar sistemin saldırılarına karşı değerlerini savunmak zorunda

Kadınların erkek egemen sistemin saldırılarına karşı ahlaki ve siyasi değerleri savunmak zorunda olduğunu vurgulayan PAJK Üyesi Viyan Leyla, bunun bir insanlık görevi olduğunu ifade etti.

Jin TV’de yayımlanan Xwebûn programına katılan PAJK üyesi Viyan Leyla, milliyetçilik ve cinsiyetçilik konusuna ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Milliyetçiliğin çoğunlukla askeri kurumlarda örgütlendiğini belirten Viyan Leyla, bu alanlarda askerleri motive etmek için kadınların cinsel meta olarak sömürüldüğünü ifade etti. Egemen güçler tarafından bir savaş çıkardıklarında ilk önce kadınlara tecavüz edildiğini, kadınların ganimet olarak görüldüğünü söyleyen PAJK Üyesi Viyan Leyla, buna karşı çıkan kadınların ise her daim hedef yapıldığına dikkat çekti.

Jin TV’de yayımlanan Xwebûn programına katılan PAJK Üyesi Viyan Leyla’nın değerlendirmeleri şöyle:

Liberalizmin toplumun duygusuyla en çok oynayan ayağı milliyetçiliktir. Bu nasıl bir ideolojidir ve nasıl örgütleniyor?

Milliyetçilik, sistem tarafından insanların zihinlerini bastırmak, toplumları uyuşturmak, aptal ve bilinçsiz bir hale getirmek için vazgeçilmez bir araç olarak kullanılıyor. Temel ideoloji olarak gelişiyor. Özellikle kapitalist modernite milliyetçilik olmadan yaşayamaz. Neden? Çünkü kapitalist modernitenin mantığında ulus devletlerin gelişimi vardır. Bunun için milliyetçiliğe ihtiyacı var. Ayrıca kapitalist modernite tüm toplumları böl, parçala mantığıyla yönetiyor. Milliyetçilik, uluslara ait değerleri özünden kopararak devletin tahakkümü altına alarak, devletin çıkarları doğrultusunda toplumun aleyhine kullanılmaktadır. Milliyetçiliği inşa etmek için toplumsal ve ulusal değerleri kutsal, mutlak ve tartışılmaz olarak gösterilmektedir. Nedir bunlar? Tek dil, tek kimlik, tek ülke, tek inanç. Dili millileştiriyorlar, dinleri millileştiriyorlar, ülkeleri millileştiriyorlar.

Türkiye'de pek çok farklı dil bulunmaktadır. Kürtçe, Türkçe, Ermenice vb. Ama resmi dil Türkçedir. Ya da birçok inanç var ama resmi din İslam-Sünni’dir. Ülkede pek çok farklı millet yaşıyor ancak ülke Türklerin ülkesi olarak tanımlanıyor. Dili, toprağı, kimliği, inancı olmayan bir millet var olamaz. Bunlar doğal değerlerdir. Milliyetçiliğin mantığında tekelcilik var. Çok dil, çok inanç yok. Şu an mevcut sistem, faşistlerin sistemidir. Bundan dolayı insanları da saldırgan ve zalim bireyler olarak örgütlüyorlar. Bunu da eğitim sistemiyle yapıyorlar. Öyle bir noktaya geliyorlar ki iktidar için canını verecek şekilde çalışıyorlar. Mesela bayrağı o kadar çok öne çıkarıp kutsallaştırıyorlar ki insanlar bayrak için birbirlerini öldürüyorlar. Ya da egemen bir milleti o kadar çok kutsuyorlar ki; her gün okullarda çocukların varlığını feda ediyorlar, bunun için yemin ettiriyorlar. Milliyetçiliğin mantığında her zaman saldırganlık vardır. İnsanları nasıl düşman haline getiririz, nasıl bir arada yaşayamaz hale getiririz, yani insanları nasıl böleriz, bunun üzerinde çalışıyorlar.

Sistem çok dilli bir toplumdan korkuyor mu yoksa başka bir amaçla mı hareket ediliyor?

Elbette korku da var ama iktidarın amacının tekelcilik olduğunu söyledik. Ya siyahtır ya da beyaz. Tek dil, tek millet, tek din, tek bayrak. Sonuçta böyle olmazsa iktidar olmaz. İnsanların örgütlendiği, birbirine destek olduğu, bir arada huzur içinde yaşadığı bir yerde devlet rahat bir şekilde örgütlenemez. Ulus devlet mantığına göre; milliyetçi duygulara hitap edecek şekilde toplum parçalara bölünmelidir.  Bir tarafta sürekli, ‘Dinimize saldırıyorlar’ diyorlar sonra da kendilerini çözüm gücü gibi gösteriyorlar. Bir diğer tarafta ise iç savaş başlatırlar. Ortadoğu'da bunu her gün görüyoruz. Araplarla Kürtler, Kürtlerle Türkler anlaşamıyor, Araplarla ve Yahudiler birbirine düşmanmış gibi yansıtılıyor. Bütün iktidarlar kendisine boyun eğmeyen kitlelere baskı ve şiddet uyguluyor. 

Burada milliyetçilik ile din arasındaki ilişki çok güçlü, iç içe geçmiş durumda.

Bu zihniyetleri birbirinden ayırmak mümkün değil. Din aynı zamanda milliyetçiliğin de bir aracıdır. Din zaten sistemin bir aracıdır. Milliyetçilik sadece dini değil, cinsiyetçiliği ve bilimi de araç olarak kullanıyor.

Bugünlerde yurtseverlik ve milliyetçilik birbirine çok karışmış durumda. İkisinin aynı şey olduğunu söyleyebilir miyiz?

Elbette birbirinden farklıdır. Ülkenin, toprağın ve kültürün değerleri doğal şeylerdir. Her insan, insan olarak varlığını ifade ettiğinde bu değerlere sahip olur. İnsan toplumsal değerlerle, toprak değerleriyle, kültürel değerlerle insan olur ve varlığını tamamlar. Gerçek yurtseverlik budur. Milliyetçilik ise sürekli, ‘tehlike altındasınız, tehdit altındasınız, dışarıdan bize yönelik saldırılar var’ mantığıyla hareket eder. Bundan dolayı milyonlarca dolar savunma sanayisine harcanır, binlerce kişilik bir ordu kurulur. Savaş, militarizm ve saldırganlık mantığını meşrulaştırmak için milliyetçilik bu şekilde kullanılıyor.

Ulusal değerlerle milliyetçilik birbirine karışıyor. Bunu insanlarda da inşa ediyorlar. Her zaman bölünme ve saldırı tehdidi altında oldukları, diğer uluslar kendilerinin düşmanıymış gibi yansıtılıyor.  İnsanlar bu şekilde eğitiliyor. Çocuklar küçük yaşlardan itibaren okullara alınıyor, kurumlarda onlara ‘Eğer kendinizi korumazsanız, milliyetçi olmazsanız diğer milletler size saldıracak, ülkenizi bölecek, dilinizi yok edecek, bayrağınızı yakacak’ diye öğretiliyor. Çocukları bu korkularla yetiştiriyorlar.

Bunu egemenler yapıyor. İnsanlar ibadethaneye gittiklerinde de sürekli bu propagandayla karşılaşıyorlar; ‘Devletinize, milletinize sahip çıkmazsanız, dininize sahip çıkmazsanız dininiz kaybolur, saldırıya uğrarsınız.’ Bu şekilde insanlarda korku yaratmak istiyorlar. Korkan bir insan ne yapar? Çaresizce söyleneni yapıyorlar. Ama bunları ibadethanelerde, askeri kamplarda, okullarda, hapishanelerde her kurumda yapıyorlar. Bu zihniyete göre insan her gün yemin eder, her gün ibadet eder. Kapitalizm bize 'insan insanın kurdudur' diyor, bu bir yalandır.

Bu sözleri insanları birbirinden ayırmak için, barış ve huzur içinde yaşamamaları için söyleniyor. Bir yerde kriz ve kaos olduğu sürece sistemin ömrünü uzatır. Elbette toplumsal değerlerinize saldırı olduğunda kendinizi savunma hakkınız da var. Hareketimiz bu prensibe dayanıyor. Dilimize, kimliğimize, statümüze, toprağımıza saldırı oldu. Biz de isyan etmek zorunda kaldık. Bu tarzda birçok hareket var. Bu milliyetçi uygulamalara karşı çıkıyorlar, örgütleniyorlar ve toplumsal değerlerini savunuyorlar. İnsanların kendini koruma hakkı vardır, bu hakkı kimseye teslim etmemeliyiz.

Milliyetçilik soykırım fikrini içerir mi?

Eğer tek millet, tek bayrak, tek din mantığına göre hareket edilirse sonunda katliam olur. Birçok katliam, yıkım ve soykırım saldırıları sistemin temel politikaları oluyor. Sistem korku yaratmak için de bunu yapıyor. Korkunun olduğu yerde sorgulamadan kabullenme vardır. Milliyetçiliğin mantığını kırmak için korku duvarlarını yıkmak gerekir.

Bugün hareketinize karşı çok büyük saldırılar var. Son birkaç yılda ciddi bir şekilde kimyasal silahlar kullanılıyor. Bunun normal karşılanmasının milliyetçilikle ilgisi olduğunu düşünüyorum. Nasıl ki din kutsal sayılıyorsa, milliyetçilik adına yapılan her türlü ahlaksızlık da normal sayılıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Milliyetçi zihniyete göre iktidarın çıkarlarına uymayanlar, ‘teröristtir, öldürülmeleri gerekir, onları öldürmek için kimyasal ya da nükleer silah kullanılmış fark etmez. Her türlü uygulama meşrudur.’ Evet, hareket olarak bu saldırılarla giderek daha çok karşı karşıya kalıyoruz ama dünyaya da bakalım. Amerika ikinci dünya savaşında atom bombasını kullanmıştı, artık kimse ne hesap soruyor, ne ses çıkarıyor. Başûrê Kurdistan'ın Halapçe ilçesinde Enfal katliamını kimyasal silahlarla gerçekleştirdiler. Yıllarca sessiz kaldılar, sonra Saddam Hüseyin'le çatışınca ona karşı bu katliam kulandılar. Bugün aynı şeyi bizim üzerimizde deniyorlar. Düşman bir kontra ve imha savaşı yürütüyor. Bunun için de her türlü yöntemi kullanıyorlar. Kimyasal ve nükleer silahlara karşı bir tavır sergilenmiyor. Hareketimizin anti-propagandası yurt dışında çok yapılıyor. Halklara çağrımız şudur; kimyasal silahlara karşı net bir duruş sergileyin. Devletlerin bu soykırım politikaları olmasaydı hepimiz barış içinde yaşardık. Birçok ulus bir arada yaşardı.

Milliyetçilik kadınları nasıl etkiliyor?

Burada kadın cinsel obje olarak görülüyor. Milliyetçilik çoğunlukla askeri kurumlarda örgütlenir. Bu alanlarda askerleri motive etmek için kadınlar cinsel meta olarak sömürülüyor. Milliyetçi politikaların çok fazla sorgulanmaması için bir savaş çıkardıklarında ilk önce kadınlara tecavüz ediyorlar, kadınları ganimet olarak görüyorlar. Siyasetten dolayı gözaltına alınan, tutuklanan kadınlara her türlü işkenceyi, tecavüzü ‘meşru’ görüyorlar.

Peki, cinsiyetçi tutumlar nasıl ortaya çıkıyor?

Cinsiyetçiliğin her alanda temel yöntem olarak uygulandığı söylenebilir. Sistem cinsiyetçi politikalarla kadınları fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak istismar ediyor. Kadınların bunu kabul etmelerini ve sistem için gönüllü bir köle olarak çalışmalarını istiyor. Buna göre bir zihniyet yetiştiriliyor. İktidarın mantığında erkek özne, kadın ise nesnedir. Günümüzde kadınlar cinsel obje olarak görülüyor. Reklam sektörünün temel aracı kadınlardır. Yine kadınlar en zayıf bireyler olarak görülüyor.

Cinsiyetçi mantık olmadan mevcut sistemin devam etmesi mümkün değildir. Buna göre sürekli kadını hedef alır. Cinsiyetçi kodlar ailede başlıyor ve okul sisteminde devam ediyor. Kadınlara reva görülen şey nedir? "Kader bu, gerçek bu, böyle devam edecek, toplumun namususunuz ona göre hareket etmelisiniz" diyorlar. Peki ya kaderine karşı gelirsen? Namus adına öldürüleceksin, babandan, kardeşinden, eşinden her gün dayak yiyeceksin. Ya da sistem tarafından tutuklanacaksın. Ya kaderinize razı olacaksınız ya da yok olacaksınız deniliyor.  Bu sistemde yaşamak istiyorsanız bazı şeyleri ılımlı bir şekilde sunuyorlar. Söz de modern ve özgür bir kadın yarattıklarını söylüyorlar. Modern kadın kimdir? Erkek egemen sistem dayattığı yaşamı kabul eden kadına modern kadın diyor. 

Aynısını kendi cinsi için de yapıyor. Onlara göre erkek özgürdür, erkek egemendir, her türlü hakka sahiptir. Kadın da erkek gibi özgür olabilir. Bu nedenle kadınlar arasında rekabeti, kıskançlığı ve komploları geliştiriyorlar. Sonra kadının kıskanç, komplocu, entrikacı vb. olduğunu söylüyorlar. Kadınlar modernist bir yaşama ulaşmak için neler yapıyor? Mevcut sistem fiziksel olarak kadınlara bir model gösteriyor. Saçlarını, gözlerini, vücudunu belirliyorlar. Kadınlar da estetik operasyonlar yaparak kendilerini o hale getirmeye çalışıyorlar. Güzel kadının zayıf kadın olduğunu söylüyorlar, birçok kadın bu uğurda ameliyata girip hayatını kaybetti. Kapitalist modernite her şeyi parçalara ayırdığı gibi, kadınları da kendi aralarında parçalıyor.

Kadınlara yönelik her türlü saldırıyı tecavüz kültürü olarak yorumluyorsunuz. Tecavüz kültürü cinsiyetçiliğin neresinde yer alıyor?

Kadına, erkeğe ve topluma yönelik bu uygulamalar tecavüz kültürünün uygulamalarıdır. Her iki rolün tanımlanması, buna göre eğitim verilmesi ve cinsiyetlerin statüsünün buna göre keskin bir şekilde tanımlanması tecavüz kültürüdür. Tecavüz kültürü topluma nasıl yayılıyor? Tecavüz kültürüyle kadın ve erkek arasındaki tüm ilişkilerin doğasında taciz ve tecavüzün olduğu ve ilişkilerin buna göre düzenlendiği topluma empoze ediliyor. Taciz ve tecavüz nedir? Talandır, kadını susturmaktır, güçsüz ve iradesiz kılmaktır. Sistem boyun eğen, itiraz etmeyen, araştırmayan kadınların olmasını istiyor ve tüm saldırılarını da bu temelde yapıyor.

Devlet temelli bir medeniyetin kurulmasına cinsiyet temelli uygulamalar da eşlik etti. İlk saldırı kadına karşı oldu. Buna göre sistemli bir şekilde örgütlendiler. Kadını yenilgiye uğratana kadar kendi sistemlerini örgütleyemediler. Kadın elbette teslim olmadı. Her zaman direndi ve mücadele etti. Bu nedenle kadınlara yönelik cinsiyetçi uygulamalar giderek derinleşti. Genel bir teslimiyet olsaydı iktidarlar böyle bir ihtiyaç duymazdı.

Kapitalizm kendi gerçekliğini mutlak bir gerçeklik olarak sunuyor. Kadın olarak, mazlum bir ulus olarak, bu ideolojinin talan, kan, acı ve ıstıraptan başka bir şey getirmediğine, sorunları derinleştirdiğine, kaos yarattığına şahit olduk. Toplumların istikrarını, özgürlüğünü ve eşitliğini yok etmiştir. Cinsleri ve ulusları birbirine düşman etmiştir. Böyle bir hayatın olduğu bir yerde yaşamdan söz etmek bile mümkün değil. Toplumsal yaşamımızı gerçek ve siyasi değerlerimize göre inşa etmek istiyorsak öncelikle bunları reddetmemiz gerekir. Elbette kendi kendine örgütlenme de gereklidir. Eğer örgütsüz olursak bu saldırılara açık oluruz. Savaşmak gerekiyor. Toplumun gerçekliği çok renkli, çok sesli ve zengindir. Şimdi toplumun gerçekliğini tam tersi şekilde geliştirmek istiyorlar ve bize bunu dayatıyorlar. Ama tabii ki bunlara karşı ahlaki ve siyasi toplumsal değerlerimizi savunmak zorundayız. Bu bir insanlık görevidir.