Katliam ve tecavüzlerin ideolojik bağı

Kadına yönelik savaşın neye hizmet ettiğini, katliamların tecavüz kültürüyle ideolojik-politik bağını doğru kurabilmek kadın özgürlük mücadelesinin düzeyini belirleyecek. Önder Apo'nun öngörüsü yine kanıtlanmış oldu.

Kadınlara karşı saldırılar kesintisiz ve vahşet boyutunda yaşanıyor. Gün yok ki kadınlar alçakça katledilmesin, taciz ve tecavüzler yaşanmasın. Kaybediliyor, kaçırılıyor, siyasi soykırımlarla göz altında işkence görüyor, tutuklanıyor. Bu politikalarla özgürlükte ısrar eden ve direnen kadınlar hedefleniyor.

Kadına yönelik saldırı bilançosuna bakmak bile 3. Dünya Savaşı’nın kadına karşı yürütüldüğünü anlamaya yeterli olacaktır. Adı konulmamış ancak her ana ve yaşamımızın tüm alanına yaydırılmış vahşi bir savaşla karşı karşıyayız.

KADINLAR KAPLAN KAFESİNDE TUTULMAK İSTENİYOR!

Kaplanla birlikte kafeste yaşıyoruz. Kapitalist modernite güçleri ve özel savaş merkezleri kadını kapatıldığı kaplan kafesinde tutabilmek için özel araştırmalar ve yeni deneyler yapıyor. Kadına yönelik katliamların her zamankinden daha fazla planlanarak devreye konulduğu ve arkasında özel savaş merkezinin bulunduğu çok açık. Bu saldırıların kendiliğinden gelişmediğini uygulanan yöntem, coğrafya ve hedeflenenlerden anlamak mümkün.

Kuşkusuz vahşi kapitalizm beş bin yıldır topluma hâkim kılınan cinsiyetçiliği de körükleyerek ve kullanarak yürütüyor bu savaşı. Sistem iktidarını süreklileştirmek, toplumu kontrol edebilmek için kadını kölelerin kölesi olmaya zorluyor. Kadına iki seçenek bırakılıyor ve büyük bir lütufla seçim yapma özgürlüğü veriliyor! Ya iktidara tabi olursun ya da ölümlerden ölüm beğenirsin. Koca, kardeş, sevgili, asker-polis, korucu, nöbetçi, hepsi bu stratejinin birer uygulayıcısı ve celladı olarak çıkıyor karşımıza. Bunların toplamı ise devlettir ve tecavüz kültürünün toplumun tüm hücrelerine kadar hâkim olması için cinsiyetçiliği şahlandırandır.

BİREYSEL OLAYLAR DEĞİL

Özel savaş merkezi büyük bir algı savaşı yürüterek bu saldırıları bireysel olaylar olarak sunmaya çalışıyor. Kadına yönelik savaşın neye hizmet ettiğini, katliamların tecavüz kültürüyle ideolojik-politik bağını doğru kurabilmek ise kadın özgürlük mücadelesinin düzeyini belirleyecektir.

Bütün saldırılar bu dönemin stratejik politikalarının sonucudur. Yani kadınlar büyük bir kültürel soykırım pençesindedir. Bu dönemin en temel hedefi kadını kültürel soykırıma uğratmaktır.

Türkiye ve Bakurê Kurdistan'da yaşanan kadına yönelik saldırılar da Türkiye özel savaş merkezlerinde planlanarak devreye konulmaktadır. Özel savaş elemanı ve kadın düşmanı Soysuz, yaptığı açıklamayla kadınlara karşı AKP’nin yürüttüğü imha ve teslim alma savaşını yeniden ve daha şiddetli yöntemlerle yürüteceğini ilan etti. Kadınların Kürt Özgürlük Hareketindeki yeri ve önemine dair yaptırdığı araştırma sonucunu 'PKK bir kadın örgütüdür, bunun üzerine konuşlanmıştır. PKK'nin tüm eylemlerinde kadınların bulunma oranı yüzde 56' cümleleriyle aktarırken, Önder Apo’nun yarattığı kadın özgürlük gücünü de kabul etmiş oluyor.

ÖNDER APO'NUN ÖNGÖRÜSÜ KANITLANDI

Peki gerçek ve doğru olan bir şeyi yeni mi keşfetmiş oluyorlar? Tüm zamanlarda kadına yönelik saldırılar vardı ve kadınları her zaman bir tehdit olarak gördüler ve yöneldiler. Bu dönemin kadın politikalarındaki fark nedir o zaman? Önder APO, 2010 yılında görüşmelerde yaptığı değerlendirmelerle öngörülerini paylaşmıştı. Zaman, Önder Apo’nun muazzam öngörüsünü bir daha kanıtladı.

Önder Apo, komployu değerlendirirken dört komplo süreci olarak tanımladı. Özal, Erbakan ve 2003-2004 komplo dönemindeki Türkiye Gladio’sunun üstlerinden bağımsızlaşmasını ve cılız da olsa çözüm arayışlarını baltalayan güçlerin olduğunu değerlendirdi. Dördüncü komplo döneminde Erdoğan’ın rolünün çok net olduğunu ve onun bilgisi dışında hiçbir şeyin olamayacağını belirtmektedir. Dördüncü dönemin farkı şurada; Türk Gladiosu-kontrası-Ergenekon’u artık iktidarın kendisidir ve birdir, Erdoğan ise başıdır. İkinci boyutu ise dördüncü komplo döneminde (Yeşil Komplo dönemi olarak da tanımladı Önder Apo) kadın politikalarıdır. Kadına yönelik Erdoğan’ın yaklaşımı köleleştirmektir. Üç çocuk şartı biliniyor. Bir açıklamasında Kürt soykırımını tamamlayamamalarının nedenini kadınları asimile politikalarında başarısızlık olarak değerlendirdi. Çocukların bu anneler tarafından büyütülmesi durumunda başarılı olamayacaklarını ifade etti. Çözüm olarak da anaokulunu zorunlu bir sistem haline getirdi. Amaç daha bebekken çocukları ana diline ve kültürüne yabancılaştırarak yetiştirmek. Yine Kürt kızlarının evlilik adı altında Türkleştirilmesi politikasının en azgın savunucularındandır. Yani Erdoğan’ın kadın politikaları planlı ve komplonun bir parçasıdır.


Anlaşılıyor ki AKP-MHP iktidarı Kürdistan ve Türkiye’deki soykırım politikalarında kadın direnişini kırmadan soykırımı tamamlayamayacaklarını gördüler. Kadınlara karşı en saldırgan faşizm uygulamalarıyla kadınlar korkutularak, sindirilerek teslim alınmaya çalışılıyor. Sadece son birkaç ay içerisinde kadınlara yönelik saldırıların karakterine bakmak bile bu saldırıların nasıl örgütlendirildiğini gösterir.

Gülistan Doku babası asker olan bir cani ile görüştükten sonra kayboldu ve bulunmaması için her şey yapılıyor.


Batman’da bir genç kadın bir asker tarafından tecavüze uğruyor ve aynı zamanda İzmir’e kaçırılıyor.


Şırnak’ta Efrîn'de Kürt katliamında yer almış, Botan’da işgal operasyonundan yeni dönen işgalci asker küçük bir kız çocuğuna tecavüz etmek isterken halk tarafından yakalandı ve her zaman olduğu gibi devlet onu serbest bıraktı. Şırnak halkının kadın ve gençliğinin geliştirdiği refleks çok önemliydi. Ancak bu refleksin süreklileşmesi kadar her yerde eş zamanlı olması gerekirdi.

 

Kürdistan'da kadına ve çocuklara yönelik her saldırı özgürlük için büyük bir hamleye yol açmalıdır.


Ağrı’da bir kadın kaynı tarafından tecavüze uğradığı ve buna karşı sessiz kalmadığı için katledildi.


Muğla’da Bitlisli Pınar Gültekin'in, bir süre kaybolduktan sonra katledildiği anlaşıldı. Özel savaş propagandasıyla Pınar Gültekin’e karşı yürütülen kampanyadan failin devlet ve özel savaş elemanı olduğu anlaşılıyor.


Demokratik siyasetin gelişmesinde öncü olan kadınlar Leyla Güven, Rojbin Çetin, TJA ve Roza Kadın Derneği’nin devrimci, direnişçi üyeleri gözaltına alındı, işkence uygulandı, tehdit edildi, tutuklandı. Rojbin Çetin’e söylenen "altıncı katta olsaydın kendini aşağı atardın" söylemi aslında "altıncı katta olsaydın seni aşağı atar, kendisini attı derdik" anlamına gelmektedir. Teslim olmaz direnirseniz öldürürüz, kılıfını da uydururuz, denilmektedir. Aslında teker teker her örnek şahsında tüm kadınlara ve topluma mesaj veriliyor.