Savaş ve Barışa Toplumsal Cinsiyetten Bakmak

Toplumsal Cinsiyet ve Barış kitabı çatışma ya da savaşlardan çıkan ülkelerin barış süreçlerinde kadın ve LGBTİ’lerin taleplerine ne kadar cevap verildiğine bakarken tüm bu deneyimlere eksik kalan birçok teorik tartışmayı da ekliyor.

Dönem dönem tek taraflı ateşkeslere tanık olsa ve hatta 2 yıla yakın bir “çözüm süreci” yaşansa da 40 yıla yakındır Kürdistan’da devam eden savaş için bir barış ihtimali henüz görünmüyor. Ama yakın gelecekte bir barış ihtimalinin olmaması, mücadelesinin de olmayacağı anlamına gelmiyor. Bugün toplumsal tabanda, savaştan çok barışı konuşmak isteyen bir ivme var. Bu ivmenin başını da kadınlar çekiyor demek yanlış olmaz.

Öte yandan Rojava gibi hem savaş hem de barış sürecinde kadınların yer alması; toplumsal cinsiyetin, o topraklarda ilk kez bu şekliyle ele alınması, böylesi bir sürecin düşünülmesi ve tartışılmasının ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor. Zira savaşta en çok zarar görenler, toplumsal cinsiyet bağlamında da bakıldığında kadınlar ve LGBTİ’ler. Savaşın yaraları sarılırken ya da sonrasını konuşurken kadınsız ve cinsiyet temeli eksik bir sürecin, patriarkal sistemin kendi içinde yaptığı bir sözleşmeden ileri gitmesi pek mümkün görünmüyor.

TOPLUMSAL CİNSİYET OLMADAN KONUŞMAK ZOR

Dipnot Yayınları’ndan çıkan, Nisan Alıcı ile Güneş Daşlı’nın hazırladığı Toplumsal Cinsiyet ve Barış kitabı; çatışma ya da savaşlardan çıkan ülkelerin barış süreçlerinde kadın ve LGBTİ’lerin taleplerine ne kadar cevap verildiğine bakarken tüm bu deneyimsel, teorik tartışmanın Türkiye bağlamında ele alınması niyetiyle yola çıkıyor.

Kürdistan’da 40 yılı aşkındır devam eden savaşa karşı mücadelede kadınlara dikkat çeken Alıcı ve Daşlı: “Kürdistan’da yaşanan savaştan doğrudan etkilenenler ve ona dair sorumluluk hissedenler olarak sıklıkla bir araya gelen kadınlar barış çağrısını da en çok yükseltenler oldu. Barış inşası için atılan adımlar sıklıkla adalet, hafıza mücadelesi, sosyal eşitsizliğin çeşitli boyutlarına karşı durma ve toplumsal cinsiyet eşitliği taleplerini de içerdi” şeklinde anlatıyor.

Kitap birçok ülkede hayata geçmiş barış süreçlerini incelerken savaş ile barışın feminist ve cinsiyete dayalı yorumunun elzemliğine dikkat çekiyor. Öte yandan dikkat çektiği bir başka nokta ise tartışmaların eksik kalan yönü, yani kavramsal boyutu. Bu amaçla hem birçok deneyimi aktaran kitap hem de hegemonya, erkeklik, kadınlık, şiddet, toplumsal cinsiyet gibi terimler üzerinden de bir tartışma ve yeni boyut kazandırma gibi perspektife sahip.

KAVRAMLARI YENİDEN KONUŞMAK

Demokrasi, Barış ve Alternatif Politikalar Araştırma Merkezi (DEMOS) bünyesinde hazırlanan kitap, Freie Üniversitesi’nden Prof. Cilja Hardes’in toplumsal cinsiyet, şiddet ve çatışma dönüşümünü teorik olarak ele alıp pratikle ilişkilendirdiği ilk bölümle başlıyor. Yani kitap Türkiye’deki mücadele içinde eksikliğini hissettiği ve dile getirdiği kavramsal tanımlama ile giriş yapıyor. Hardes toplumsal cinsiyet ilişkileri ve şiddeti ele alırken kavramsallaştırmanın önemine dikkat çekiyor: “Toplumsal cinsiyetin- “erkeklikler” ve “kadınlıklar”ın özsel nitelikler yerine, atfedilen ve yer değiştiren anlamlarına sahip olduğu güç ilişkileri- kesişimsel bir kavramsallaştırmasını kullanmak önemli pratik sonuçlar barındırır: Adil olmayan bir toplumsal cinsiyet düzeninin ve sosyal düzenin sürekliliği ve dayanıklılığını, örneğin erkeklerin başka erkeklere, kadınlara ve çocuklara karşı şiddet kullanmasını, “şiddet” ve “erkeklik” arasındaki bağlantıyı doğal ve değişmez kabul etmeksizin analiz etmeye yardımcı olur.”

SUSKUN KADINLAR

Kitabın ikinci bölümümde araştırmacı Elizabeth Jelin ise meselenin kamusal hafıza, etnik köken ve sınıfsal tarafına eğiliyor. Jelin bu bölümde, susturulmuş ve gizlenmiş etnik, kültürel ve toplumsal cinsiyet boyutlarının şiddetli çatışmalar sırasında ya da sonrasında ortaya çıkan dönemini inceliyor. Peru örneği üzerinde ilerleyen Jelin daha çok hafıza, geçmişle hesaplaşma ve buradaki kültürel kodlar anlatırken savaşın susan taraflarını merkeze alıyor ve elbette burada kadınların durumuna bakıyor: “CVR (Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu), özel bir Toplumsal Cinsiyet Programı kurarak, kadınlara yönelik şiddetle ilgili tanıklıkları elde etmek için büyük çaba harcadı. Amaç “kadınlar konuşmaz” düşüncesini düzeltmek ve kadınların seslerini kaydetmekti (…) kadınların “kendileri hakkında konuşmaları” için özel stratejiler tasarlandı. Toplumsal Cinsiyete Duyarlılık, cinsel şiddet tanıklarına yönelik ilginin merkezde olması demekti. Ne var ki, sonuçta kadınlar konuştu ancak bu konuşmalar kendi mağduriyetleri ve cinsel şiddet hakkında olmadı. Yine de topladığı nitel kadınlarla CVR, kadınlara yönelik cinsel şiddetin silahlı çatışma sırasında yaygın bir uygulama olduğunu ileri sürebilmiştir.”

HAKİKAT KOMİSYONLARI, POLİTİK MÜCADELE

Monica McWilliams ve Avila Kilmuray çatışma ve savaş sonrası politik yaptırım sürecinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 1325 No’lu kararını temel koyarken; Sussanne Buckley- Zistel ise geçiş dönemi adaletlerinde toplumsal cinsiyetin ele alınışını, hakikat komisyonlarını ve bu komisyonlarda hangi suçların ele alındığını/alınmasını tartışıyor.

Son olarak kitabı yayına hazırlayan Nisan Alıcı ile Güneş Daşlı ise yakın zamanda barış görüşmesini tamamlayan Kolombiya örneğini ele alıyor ve barış görüşmelerine kadınlar ile LGBTİ’lerin nasıl dahil olduğunu şu örnekler anlatıyor: “Yaptığımız görüşmelerde en çok üzerinde durulan, kadınların ve LGBTİ’lerin örgütlü bir şekilde bu sürece nasıl katıldığı olmuştur. 2012’de müzakereler başladığında heyetlerin hiçbirinde kadınlar ya da LGBTİ temsilcisi yer almamıştır. Bunun üzerine kadın ve LGBTİ örgütleri Bogota’da Ulusal kadın ve Barış Zirvesini düzenleyerek 450’den fazla kişinin barış süreci gündemiyle bir araya gelmesini sağlamıştır.”

FARKLI AMA ÖRNEK ALINABİLİR SÜREÇLER

Toplumsal Cinsiyet ve Barış kitabı, birçok barış sürecinin özgünlüklerinin olduğunu da vurguluyor. Öte yandan ortaya çıkan bu özgün durumların kimlik, sınıf gibi kesişimsel bağlayıcıları olduğuna da dikkat çekiyor. Fakat sonuç olarak savaş ya da barış sürecinde toplumsal cinsiyeti hem kadınları hem de LGBTİ’leri dâhil etmeden büyük bir eksikle ilerleyeceğini ısrarla söylüyor. Tüm farklılıklara rağmen ülkelerde benzer süreçlerin konuşulmasına örnek olarak Alıcı ve Daşlı’nın Kolombiya’daki süreçte altını çizdiği husus, deneyimlerin paylaşılabileceği noktasını gösteriyor: “Kolombiya meselesine baktığımızda, toprak meselesi Kürt sorununu çözümünde de tartışılacak önemli başlıklardan biri. Türkiye’de 1990’lardaki zorunlu göçün ve köye dönüşlerde toprak meselesinin toplumsal cinsiyet analizinin yapılmış olması gerekmektedir. Kürt kadınlarının topraklarına döndüklerinde hak sahibi olabilmelerini sağlayan mekanizmalar üretilmesi önem teşkil etmektedir.”