Fırat Can: Yazdıklarımla duvarları aştım

Kürt mücadelesindeki insanların tarihin derinliklerinde kaybolmaması için cezaevinde yazmaya başladığını kaydeden Fırat Can, yazdıkları, ürettikleri ve direnişiyle zindan duvarlarını yıkmayı başardığını söyledi.

Türk cezaevlerindeki binlerce tutsak, normal şartlarda tahliye edilmeleri gerekinken ‘pişmanlık’ dayatmalarını reddettikleri ve yıllar içinde katıldıkları çeşitli protestolar bahane edilerek, rehin tutuluyor. Kürt yazar Fırat Can da bu tutsaklardan biri. Cezası biten Can, 7 ay daha tutulduktan sonra serbest bırakıldı. 

Bir süredir dışarıda olan Can, içeride başladığı ‘edebiyat serüveni’ne devam ediyor. Yeni kitabı Umut ve Mavi okuyucuyla buluşuyor. 

Can, cezaevi sürecini, direnişin diri tuttuğu ruhu ve onun edebiyata yansıması ile mücadelenin kesintisizliği üzerine ANF’ye konuştu. 

Can, 2011’in başlarında Suriye’de Kürt dili, kimliği ve kültürü ile ilgili çalışmalardan dolayı BAAS rejimi tarafından aylarca gözaltında tutulduktan sonra Türk devletine teslim edildi. Can, bu coğrafyada Kürt doğunca her türlü baskı ve şiddete maruz kalındığına dikkat çekerek, Şam’da tutulduğu zamanları şöyle anlattı: “Kürdistan’ı dörde bölen zihniyet, bütün dış politikalarını Kürt düşmanlığı üzerinden kurduğu için bu işkence ve kıyımdan uzak duramıyorsun. Üç aylık süre içinde çok zorlu zamanlar geçirdim. Şam’da ‘Feyha’ denilen ve aslında resmiyette kabul edilmeyen bir yerde tutuldum. Tamamen muhalifleri, devrimcileri sindirmeye dönük bir işkencehane kurulmuş. Daracık bir hücrede bu kadar süre tutulmak, yapılabilecek en büyük işkencelerden biriydi zaten. Sürecin sonunda Türkiye ile Suriye rejimi arasında imzalanan Adana Protokolü çerçevesinde Türkiye’ye teslim edildim. Böylelikle Türk zindanlarındaki sürecim başladı.”

TARİHİN DERİNLİKLERİNDE KAYBOLMAMALI

Türkiye’ye teslim edildikten sonra Hatay’daki cezaevine gönderildiğini belirten Can, şunları söyledi: “Tabii hep aklımda şu vardı; halkı için bir şeyler yapmaya çalışan bir insan, her zaman ölümü tadabilir. Hele ki Kürt olunca, ölüm hiçbir zaman uzak değildir. Hayatım boyunca çok değerli insanlarla karşılaştım. Onlarla birlikte kaldım. O insanların bir bölümü hayatını kaybetti. Karşı karşıya kalmış olduğum işkence sürecinde, ben de bu insanlardan biri olabilirdim. Peki, o zaman bu insanların tanınabilmesi için neden bugüne kadar bir şey yapmadım. İşte burada temel şey ortaya çıktı. ‘Neden yazmıyorum?’ sorusu. Kürt mücadelesine baktığımız zaman, bir noktada ihanet varken diğer noktada direniş vardır. Bir noktada iyi varken, diğer noktada kötü vardır. Biraz edebi çalışmalara sarılmamın temelini bu oluşturdu. Birçok iyi, değerli insan tarihin derinliklerinde kaybolmamalı. Edebiyat biraz da bunun için var. Karanlık ve kirli insanlar da bilinmeli, tanınmalı. Bu anlamda, benim açımdan edebiyat serüveni başladı.” 

CEZAEVLERİ DE DİRENİŞİN BİR DURAĞI

Cezaevini, düşülen bir mekan olarak ele almadığını, orayı bir üretim merkezi haline getirmek gerektiğini vurgulayan Can, şu değerlendirmelerde bulundu: “Çok yaygın bir kavram olarak kullanılır ya, ‘hapishaneye düştüm’ söylemi. Düşmenin ne olduğunu hepimiz biliyoruz ama biz devrimciler açısından hapishane düşülen bir yer değil. Verili sisteme karşı gerçekten bir şeyler yapan insanlar açısından bu bir duraktır. Bunu bir düşme olarak değerlendirmemek lazım. Sistemler tabii ki kendilerine tehlikeli gördükleri insanları, zindanlarda bitirmek isterler ama hapishane de bir direniş noktası ve orada da bitmeden, tükenmeden, düşmeden çok güçlü bir şekilde durulabilir. Nitekim bizim yapmış olduğumuz şeylerden biri de bu. Haliyle bununla paralel olarak, hapishaneyi bir yatma alanı olarak da değerlendirmedim. Bizim açımızdan hapishaneler, üretim merkezidir. Hapishanedeyken şu iki temel yaşam biçimi karşınıza çıkıyor; ya tüketeceksiniz ya da üreteceksiniz. Üretemediğiniz zaman tüketmeye başlıyorsunuz. Bugüne kadar ne biriktirmişseniz, onu tüketmeye başlıyorsunuz. Bunu sağlayabileceğinizle ilgili bir öz güven de gelişiyor ve böylece yazmaya başladım.”

O DÖRT DUVARI YIKABİLMEK

Can, Suriye’de maruz kaldığı ağır işkence ortamının yaratmış olduğu ruhsal yaralanmalardan kendini uzak tutabilmek adına ilk yazım sürecini başlattığının altını çizerek, şunları paylaştı: “Yazarken kendimi biraz da terapi ettim. Kendimi biraz daha özgür hissettim. Hapishane dar bir mekan ve dört duvar arasındasınız ama her şey zihinde bitiyor. Zihinsel yoğunlaşmalarla o dört duvarı yıkabiliyorsunuz. Tam tersi insanlarla da karşılaşabiliyorsunuz; beşinci duvarı kendine örenler... Avluda gökyüzünü görebilirsiniz ama zihinsel anlamda sağlıklı yoğunlaşamayanlar o havalandırmayı da kapatabilir. Ben her şeyin zihinde bittiğine inanıyorum. Böyle değerlendirildiği zaman, nerede bulunduğunun bir önemi yok. Önemli olan nasıl yaşadığın, ne yaptığındır. Ben de hapishane de böyle yoğunlaşmaya başladım. Dışarıda birçok imkan var ve farklı enstrümanlar kullanabiliyorsun. Hapishanede de yapılabilecek birçok şey var. Bunların da başında yazımsal çalışmalar geliyor. Her ne kadar fiziki anlamda derdest edilsem de daracık zindanlara, düşünsel, ruhsal ve duygusal anlamda dışarıda olmaya çalıştım. Başardığıma da inanıyorum.”

DUVARLARINI ZATEN YIKMIŞTIM

Yeni çıkan infaz kanunu ile birlikte tahliyesinin engellendiğini söyleyen Can, şöyle konuştu: “Yaklaşık 7 ay daha fazla içeride tutuldum. Haliyle tahliye olduğum zaman, her şey ani gelişti. Avludayken birden kapı açıldı ve bu 7 aylık keyfi muamelenin sona erdiği söylendi bana. Çok duygusal bir süreç yaşadım. Belki çok kısa bir an, bir yandan tahliye oluyoruz yeni bir mekana çıkacağım ama bir yandan da uzun yıllardan beridir birlikte olduğum, birlikte uyandığım, birlikte güldüğüm, birlikte hüzünlendiğim, yaşamın her halini paylaştığım insanlardan ayrılmanın vermiş olduğu bir hüzün vardı. Nitekim kapı açıldığında bu hüzün zirve yaptı. Kapının açılmasıyla arkadaşların zafer işaretleri ve alkışlarıyla birlikte çıkmamla kendime hakim olamadım, o an gözlerimden yaşlar dökülmeye başladı. Bunu çok anlayamayan bir gardiyan, bana, ’Tahliye oluyorsun, sevinmen gerekiyor ama sen ağlıyorsun’ dedi. Ona, ‘İnsan yüreğini bir yerde bıraktığı zaman böyle reaksiyonlar gösterebilir’ dedim.” 

HEPİMİZ BİRLİKTE ÇIKALIM İSTERDİM

Tahliye olduğu anın kendisi için çok zor olduğunu belirten Can, o anları şu sözlerle anlattı: “Gidiyorsun ama arkanda bıraktığın insanlar var. Hep şunu istedim; hepimiz birlikte çıkalım. Belki özgürlük dediğimiz şey budur. Herkesin birlikte çıktığı ve dışarı denen yerde bir arada olduğu, kendini daha rahat ifade edebildiği yere özgürlük diyebilirdik. Ben tek başıma çıktım. Fiili olarak tek başıma çıkmayı da özgürlük olarak değerlendirmiyorum ama fiziki anlamda buna özgürlük diyebiliriz. Hapishanede de ben ruhsal ve zihinsel anlamda o duvarları çoktan yıkmıştım. Dışarı çıktığımda karanlıktı ve bir noktada ay ışığı vardı. Çok duygusal bir süreç yaşadım. Karşımda bir ağaç vardı, uzun yıllardır, ağaçlardan uzaktım, gidip dokunmak, ağaca sarılmak istedim. Dışarıda daha fazla doğa ile iç içe olma şansım oldu. Hep içerideyken, dışarı ile ilgili birbirimize söylediğimiz birçok şey vardı. Benimki hep doğa ile ilgili oldu; deniz kenarına gitmek, ormanlık bir alanda sırtını bir ağaca vermek, bir kuzuya sarılmak gibi. Dışarıda tabii ki bunları gerçekleştirme imkanım oldu ama arkadaşlarımı orada bırakmak, benim açımdan çok hüzünlü durumdur.”

YAZMAK BENİ AYAKTA TUTTU

Yayınlanan kitaplarına ilişkin bilgiler veren ve yeni bir çalışmasının da yayınlandığını aktaran Can, şunları paylaştı: “Yayınlanan iki kitabım var, bu hafta üçüncü kitabım ‘Umut ve Mavi’de yayınlanacak. Esasında beş yazınsal çalışmam var. Diğer ikisi hazırlık aşamasındadır. Mevcut sisteme karşı, yıllardır mücadele eden biri olarak kendimi ifade etme biçimim var. Şu anda bunun aracı olarak edebiyatı değerlendiriyorum. Derdimiz var, yaşamış olduğumuz birçok şey var. Acıyla birçok trajedi ve zorlukla karşı karşıya kaldık. Bazılarını kendimiz yaşadık, bazılarına şahit olduk, bazılarını dinledik, okuduk. Haliyle bunların da mutlaka anlatılması gerekiyordu. ‘Hep Mavi Kal’ kitabında anlatılan şey, iki bölümde ele alınıyor. Birinci bölümde, fetret dönemi olarak bilinen, tasfiyecilik sürecinin roman olarak ele alınış süreci. Diğer bölümde de çelişkileri başlayan ve bu çelişkiler aşamasında yakın ilişkileri gelişen iki gencin, daha radikal, daha farklı araçlarla mücadele etme sevdasını anlatan bir roman. 

‘Umuda Bir Ülke’ daha farklı bir çalışmadır. Sürekli karşı karşıya olduğumuz, gördüğümüz ve duyduğumuz şeylerin bir toplamıdır. Her ne kadar üç ayrı karakter de olsa, kadın merkezli, bir kadının çocukluktan şehadetine kadar olan sürecin bir çalışması oldu. Bir kadın, bir şeyler yapmaya başladığı zaman, mevcut sisteme ya da sistemin tezahürlerine, baba, dayı, abi, eş baskılarını dile getiren bir çalışma oldu. Bu haliyle beni de ayakta tuttu.”

ZİNDAN EDEBİYATI TANIMINA İTİRAZ

Hapishanede de edebiyatın önemli bir yere sahip olması gerektiğini savunan Can, şöyle devam etti: “Hep hakikatin parçalanmaması gerektiğine inandım. Parçayı bütünden koparmamak gerekiyor. Benim açımdan edebiyat, edebiyattır. Bunun zindanı ya da farklı bir mekanı olmaz. Tabii Kürt olunca, uzun yıllar özgürlük mücadelesi verince temel olan, hizmet edilen şeydir. İlla bir kategoriye sıkıştırılmaması gerekiyor. Zindan edebiyatı kavramı, mekansal anlamda zindanda yazıldığı için ortaya çıkıyor. Ama benim açımdan mekansal gerçeklikler değil, yapılan şeyler önemlidir. Bu kadar yıl hapishanelerde tutulduğum için eserlerin aslında zindan edebiyatı olarak kategorileşmesinden yana değilim. Bundan sonra açığa çıkacak olan eserlerim hangi kategoriye sıkıştırılacak, mekan bu kadar önemliyse. Birçok bilimsel çalışma var. İnsan ve evren üzerine yapılan değerlendirmelerde, insan mikro kozmos evren de makro kozmos olarak değerlendiriliyor. Ama insan, evrenin bir özetidir. İnsanı, evrenden koparmamak gerekiyor. Hakikati parçalamamak gerekiyor. İnsanı çözersen, evreni çözebilirsin. Edebiyatta da böyle, edebiyat edebiyattır. Bizim açımızdan hizmet ettiği şey önemli. Enstrümanlar değişti, 11 yıllık bir hapishane süreci gelişti, kendimi ifade etme biçimim buydu. Bunu zindan edebiyatı olarak kategorize edilmesini doğru bulmuyorum.”

UMUT VE MAVİ’NİN KONUSU

Yeni yayınlanan ‘Umut ve Mavi’ adlı kitabına dair de konuşan Can, “Hapishane ortamında yapılan bir çalışmadır. Esasında verili sisteme karşı, bir şeyler yapmaya çalışan gençlerin, siyasal ortamda kendilerini ifade edemeyişi ve yönlerini mücadelenin farklı alanlarına çevirdiklerini anlatan bir çalışma. Tabi ki mekan değiştikçe, kimi zorluklarla karşı karşıya kalıyorlar. Siyasal alanda çalışıyorlar ama daha sonra yönlerini dağlara veren iki gencin serüveni. Sistem, bu gençleri uzun yıllar boyunca etkiliyor. Şehirlerde büyüyorlar ve bunun yaratmış olduğu kimi alışkanlıklar var. Bu gençlerin, bu alışkanlıklarını yeni mekanlarda da sürdürmelerinin oluşturduğu kimi zorluklar var. Yeniyi, eski alışkanlıklarla sürdürmeye çalışan gençlerdirler. Mekan yeni, mücadele alanı yeni ama alışkanlıklar da bir elbise değil, sınır hattında bırakıp değiştiremiyorsun” diye konuştu.

KÜRTLER VE TÜRKİYE HALKLARI HAZIR

Hapishanenin, tutsaklar üzerinde yaratmış olduğu psikolojinin ekstrem duygulara yol açtığını ifade eden Can, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: “Hapishanede duygular abartılıdır; sevinç de çok abartılır, hüzün de. Bir yoldaşının selamı, seni günlerce ayakta tutabilir. Hapishanede bulunduğum süre içerisinde benim için en zorlu dönem, öz yönetim direniş süreciydi. Bu dönemde içeride olmak, bu dönemde bir şeyler yapamamak bizi en fazla yoran şeylerden biriydi. İnsanlar çok acı süreçlerden geçiyor ama biz içeride bir şey yapamıyoruz. Onlar çok ciddi bir mücadele yürütürken, senin burada yapmış olduğun her şey pasif geliyor. Ben hapishane ortamında da mücadelenin ne kadar büyütülebileceğini gördüm. Normalde, çok fazla kendini yenilemeyen, geliştirmeyen insanlarda negatif ruh hali hakim olur. Sana karşı psikolojik bir savaş var, alternatif bir basın yok, iktidar yanlısı medya vardır ve sana buradan mücadele bitti, herşey bitti, denilir. Bunun aslında ne kadar yanlış olduğunu biliyorduk. Çok küçük bilgiler de olsa mücadelenin her geçen gün daha da büyüdüğünü görüyorduk. Dışarı çıktığım zaman Kürt halkı üzerinde son yıllarda sürdürülen bir savaş olmasına rağmen kitleyi çok canlı buldum. İstenilen düzeyde değil belki ama son Newroz ile birlikte bu çok rahat görüldü ki, Kürt ve Türkiye halkları hazırlar. Öncülük sorunları tabii ki var ama halk hazır. Newroz’da açığa çıkan o ruhtan, öncülerin güçlü mesajlar çıkarması önemlidir.”