'Geliyê Tiyarê-Unutulmasınlar' kitabı çıktı

'Geliyê Tiyarê (Unutulmasınlar -I)' kitabı Meyman Yayınları’ndan çıktı.

“Unutma!

Unutursan, unutulursun!

Bil, kendini bil!

Bul, kendini bul!

Dağlarda yaşam ile ölüm aynı paralellikte ilerliyordu. Binlerce genç bir halka biçilen kefeni yırtma mücadelesi veriyordu. Bir halkın yeniden var olabilme çabasını bu gençler sırtlıyordu. İşte bir halk; böylesi bir çağdaydı! Kürdün çağı buydu; kölelikle özgürlük arasındaki amansız kavga!”

Bu sözler dört ciltlik ‘Unutulmasınlar’ serisinin ilk cildi olan ‘Geliyê Tiyarê’ adlı kitaptan. Nûpelda Engin tarafından kaleme alınan kitap, Newaya Jin gazetesinin katkılarıyla Meyman Yayınları tarafından basıldı. Yazar Nûpelda Engin aynı zamanda 2011 ‘Geliyê Tiyarê’ Katliamı’nda yaralı kurtulan gerillalardan. Kişi, olay, mekan ve zaman dilimlerinin gerçeğe dayalı olduğu Geliyê Tiyarê' kitabı, şehit düşen gerillaların günlüklerinden, onlara dair yazılanlardan, tanıdıklarının anlatımlarından ve kısmi de olsa aile bireylerine ulaşılarak hazırlanmış. İlk ciltte birçok gerillaya atıf yapılsa da romanın odağında Medya Ronahi, Roza Semsûr ve Gever Feraşîn’in hayat hikâyeleri var.

GELİYÊ TİYARÊ'DE 36 GERİLLA

Takvimler 2011 yılının Ekim ayının 21-22’sini gösterdiğinde büyük bir cenkten zaferle çıkmış 36 yiğit Kurdistan gerillası Geliyê Tiyarê’den tarihe not düşülecek başarılarını kutlamak için dağların derinliklerine ilerliyordu. İşgalci Türk ordusuna öyle bir darbe vurmuşlardı ki yıllar boyunca gururla anlatacakları büyük bir hikâyenin yazarlarıydılar artık. İşgalci Türk ordusu bozguna uğramıştı. Bunu, henüz hayatlarının baharındaki Kurdistan devrimcileri başarmıştı. Çelê’de “Şehit Çiçek Devrimci Harekatı” adını verdikleri eylemler serisinde arkadaşlarının, dağlarının-taşlarının, tarihlerinin, toplumlarının intikâmlarını almışlardı. Eylemler sırasında şehit düşen 7 gerillanın acısını yaşasalar da onların hayallerinin de artık taşıyıcıları olduklarını biliyorlardı.

 GÖĞÜS GÖĞÜSE SAVAŞIN GALİBİ

Hüzün ve gururun iç içe geçtiği bu duygularla ilerlerken çılgına dönmüş işgalci ordunun topları sağlarına sollarına düşmeye başladı. İşgalci ordu, NATO’nun tüm imkanlarını kullanarak gerillaların yerini tespit etmiş, imha saldırısı başlatmıştı. Hiçbir ahlaki kuralı tanımayan işgalci ordu, kimyasal silahlar kullanarak adeta taş üstünde taş bırakmamıştı. Oysa ki gerillalar göğüs göğüse savaşta galip gelmiş, tüm mevzilerini düşürmüştü düşmanının. Bu orantısız savaşın haklı tarafında olan onlar için mesele, hiçbir zaman ‘ölmek’ olmamıştı. Zira tarih boyu korkuyu ve ölümü öldürerek yürümüşlerdi işgalcilerin mevzilerine. Hangi mirasın varisleri olduklarını biliyorlardı. Son yolcuları olmadıklarını da…

NÛPELDA ENGİN, KATLİAMIN TANIĞI

Dağı taşı yakan kimyasal bombardımanda yaralı kurtulan gerillalar da olmuştu. İşte kitabın yazarı Nûpelda Engin de katliamdan sağ kurtulanlardan. Hayatta geride kalan olmak hep zordur. Büyük bir zafer kutlamasının arefesinde yasa boğulmuş bir yürek için çok daha zor. O yüzden de yazar “Yazmanın onlarla yaşamak olduğunu, onlardan öğrenmeyi sürdürmek olduğunu anladım. Yazmasaydım birçok şeyi unutacaktım, ‘Geliyê Tiyarê’ içimde bir onulmaz acı, dokunulamaz bir yara olarak kalacaktı sadece” diyor.
Nupelda Engin bu duygularla giriştiği yoldaşlarını tarihe mal etme yolculuğunu dört ciltte okura sunmuş.

Medya Ronahi (İpek Çiçek)

Kitabın atfedildiği gerillalardan Medya, bir Serhad kızıdır. Orada doğup, zozanlarında büyüyen. Dağlarında çobanlık yapıp, doğayla bir olmayı öğrenen. Serhad’ın soğuğu, henüz doğar doğmaz onun iliklerine işlediğinden Zagroslar’ın dondurucu soğuğundan yakınmaz.

Medya’nın o genç yaşında dağlara yürümesine Viyan Soran’ın sözleri vesile olmuş. “Sanki şimdiye kadar kördüm ve doktorum heval Viyan oldu” sözleri onun için yaşam manifestosu olur.  

Medya’nın kendi dilinden sevgiyi, ilk aşkını, sonraki büyük aşkını, özgürlüğü, evreni anlama çabasını yazar arkadaşı Nupelda, “Serhah’ın arı güzellikteki heyecanı, yılmaz coşkusu” sözleriyle kayda geçmiş. Sevgiyi içinde epey sorgulayan Medya çokça benzetme yapmış. Bazen eylem öncesi çekilen govende benzetmiş sevgiyi, bazen küçük bir çocuğun elinde direnmek için fırlattığı taşa. Bazen uçan kuşa-uçma eyleminin kendisine, bazen dağa, bazen de özgürlüğe… En nahif tanımlaması ise “Sevgi bir çiçeğe yaşam hakkının tanınmasıdır” olmuş. Bir günlüğünün ismini “Sevda Çiçeği”, diğerinin ismini ise “Sevda Kadını” koymuş.
Gülmeyi çok seven Medya, ağlamayı da yadırgamayarak gülmeye yüklediği anlamı şöyle not düşmüş günlüğüne: “Gülmeyi ne çok seviyorum. Çoğu anımda hep gülen insanlar var. İnsan ağlamaz demiyorum. Gülmek zorluklarla mücadelede insanı daha da güçlendirir. Güçlü olmayı bilen insan ise gülmeyi bilen insandır.”

Roza Semsûr (Suna Özdemir)

Ve Roza… Baktığı her şeye umut saçan Gergerli Roza! Fırat havzasında çocukluk ruhunu beslemiş kara gözlü kız. Baştan ayağa disiplin. Ne aradığını, çocuk yaşlardan itibaren kendi kendini var etmeyi bilen Roza. Sosyalist, bilge genç bir kadın olmanın özlemiyle gerillaya katılırken adını Roza koyan. Zaten arkadaşları da onu ‘küçük bilge’ diye çağırıyormuş. Annesinin kömür gözlü, zapt edilemez Roza’sıdır o…

Roza da hem okumayı hem de yazmayı çok seven gerillalardan. Defterine düştüğü notlardan birinde gerillayı ve gerilla olmayı şöyle tanımlamış: "Gerilla olmak şu dünyadaki en güzel şey gibi geliyor bana, bir yaşam serüveni. Bir aşk halidir gerillacılık. Kendimi bulduğum, kendimi hissettiğim her şey bu yaşamda gizlenmiş, sırlanmış beni bekliyor."

Roza’ya göre “Huzur, biraz da sorumluluğunu yerine getirme duygusu ve bilinci”dir. Yoldaşlık ilişkilerinde bir huzurun olması, iki yoldaşın birbirinin varlığında huzur bulması çok önemli kıstas. O yüreğinin sesini dinlemesini bilen, kafasına koyduğu şeyin sonucunu mutlaka alan bir gerilla. Hem geçmişi hem şimdiyi hem de geleceği düşünen olasılıkları hesaplayan Roza, geride kalanlara şu temennisini bırakmış: “Güzel bir yaşamın bizden sonra yaşanmasını umut ve hayal ediyoruz."

Gever Feraşîn (Reşat Aslan)

Gever, Feraşînli bir Ağustos çocuğu. Gevda Aşireti’nden. Emekle çocuk yaşta tanışır Gever. Ağabeyinin ne silahını ne de adını yerde bırakmayanlardan. Gencecik, bakmalara doyulmayan güzellikte bir yiğit…

Yazar ve aynı zamanda yol arkadaşı Nûpelda, şöyle anlatıyor onu:

“Gever bu toplumun çocuğuydu. Bu halk için çok şey yapabilir, çok zorluk sırtlayabilirdi. Genç, düşünceli gereğinden fazla mütevazı, destekleyici, yoldaşlarına yardım etmede insanın yüreğine serinlik katacak kadar alçakgönüllü. Yanında olmak huzur veriyordu. Sakin ve seri davranıyordu. Ama espri yapacak, gülecek bir şey bulduğunda da hiç kaçırmıyor, hem gülüyor hem de güldürüyordu. Onunla kalmak anlamlıydı. Kendini anlatmak Gever’de ne güzeldi. Gever ne güzel anlatırdı kendini… Gülümseyişiyle, bakışıyla, dokunuşuyla… Yüreğinde bir tizlik vardı; yüreğinde duyduğu seslerin içinde hüzün de vardı. Yansıması yüzüne vuruyordu. Bazı sesler içinizde çığlığa dönüşür… Acının da gülüşün de izi aynıymış; insan gülünce de ağlayınca da yüzünde aynı hatlar belirginlik kazanırmış. Belki de acıyla sevinci birbirinden ayırmak o yüzden çok zor.”

Kitabı Meyman Yayınları’nın aşağıdaki adreslerinden temin etmek mümkün:
Site: pirtukxane.net

Twitter hesabı: @Wesanen_Meyman
Telefon: 0031 62 65 39 382.