Kâğıda, yazmaya, gazeteye: 'Nehatiye Dîtin / Görülmemiştir'

Cezaevinde kaldığı yıllarda çizdiği resimlerden oluşan eserleriyle Türkiye’de ilk kez kişisel sergi açan Zehra Doğan, tüm olanaksızlıkları nasıl imkana çevirdiğini gösteriyor.

Zehra Doğan’ın Türkiye’deki ilk kişisel sergisi “Nehatiye Dîtin / Görülmemiştir” 9 Ekim’de Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde açıldı. 9 Kasım’a kadar devam edecek sergi, Doğan’ın 2016-2019 arası çeşitli cezaevlerinde kaldığı dönemde yaptığı çalışmalardan oluşuyor.

OHAL KHK’sı ile kapatılan Jin Haber Ajansı (JİNHA) muhabiri Zehra Doğan, Mardin’in Nusaybin ilçesinde sokağa çıkma yasağı döneminde yaptığı haberlerden ve sosyal medyadan paylaştığı resimler yüzünden örgüt propagandası suçlamasıyla tutuklanmıştı.

2016’daki duruşmada tahliye edilse de daha sonra 2 Haziran 2017’de yeniden tutuklanarak Diyarbakır Cezaevi’ne gönderildi. Doğan ise burada kaldığı sürece hem sokağa çıkma yasaklarında bir gazeteci olarak tanık olduklarını hem de içeride gördüğü kadınları resmetti.

Cezaevinde olduğu süre içinde resimleri ile sık sık haber de oldu Doğan. Fakat aradan geçen 4 yıldan sonra ilk kez artık ressam olarak, ilk kişisel sergisini açtı. Zehra Doğan’ın çizdiklerinin kaynağı ise tanık oldukları…

OLANAKSIZLIKTAN YARATILAN İMKÂNLAR

Sergideki birçok eser, cezaevi koşullarındaki tüm olanaksızlığın imkâna dönüştürülmüş hali gibi. Zira Doğan mektuplara, resmi belgelere, gazetelere, elbiselere, yazmalara, eline geçen her şeye çizmiş kafasındakileri. Çizimlerinin çoğu ise kadınlar üzerine. Bazıları eksiz çalışmaları türünde karalamalar bazıları ise öfke ile bakan kadınlar ya da bedenini saran dikenli telleri parçalamak için ayağa kalkmış bir kadın...

Kadının bedenin sadece cezaevi duvarlarına değil, toplumsal tüm normlara hapsedilişini de resmetmiş Zehra Doğan. Cezaevindeki o tüm imkânsızlığa kendi bedenini de katmış, yeri gelmiş saçından fırça yapıp adet kanını boyamış oyalı beyaz yazmalara, işlemeli havlulara ya da “görülmüştür” ibaresi taşıyan tüm kâğıtlara…

Doğan bazı resmileri nasıl yaptığına dair notlar düşmüş: “Arkadaşım Özge, mektup yollarken arkasını boş bırakıp üzerine altın rengi parlak kağıttan kolaj yapıp yollardı. Ben de üzerine tükenmez kalem, kahve içeri gizli soktuğumuz, boyalarla bu resimleri yaptım.”

'ANNEM VE ABLAM YENİ YOLLAR BULURDU'

Zehra Doğan bu resimleri tek başına yapmadığını anlatıyor birçok ifadesinde gerek röportajlarda gerekse de sergideki eserleri anlatırken. Örneğin Jinen Li Hember/ Karşıdaki Kadınlar adlı eserine düştüğü not bu çalışmaların nasıl bir kolektif içinden çıktığını gösteriyor. Tıpkı arkadaşları ve avukatları gibi annesi ve ablası da Zehra Doğan’ın resim çizmesi için ellerinden geleni yapmış: “Cezaevinde sanat yapayım diye annem ve ablam yeni yöntemler bulurdu her zaman. Bence en etkili yöntemlerden biriydi. Kapalı görüşlere temiz kıyafet diye fistanlarını getirirdi annem. Ben de üzerine resim yapar tek tek diker, bir sonraki kapalı görüşte kirli çamaşırları tekrar anneme teslim edilmek üzere gardiyana verirdim. O hafta da annem başka bir temiz kıyafet diye yine farklı bir fistan getirirdi. Bir sonraki hafta bu kez yine resim yapar “kirli” diye gardiyana verirdim.”

KOLEKTİF ÇALIŞMALAR…

Zehra Doğan ile 2019 Mart ayında ANF’ye verdiği röportajda anlatmıştı, cezaevinden türlü yollarla dışarıya ulaştırdığı bu resimlerin arkasında kocaman bir kadın hareketi olduğunu şöyle anlatmıştı:

“Birçok arkadaşım aklımın ucundan geçmeyecek renkleri bana buldu, mesela Zöhre Hoca vardı o yönlendirdi ve ‘Zerdeçaldan sarı olur’ dedi. Şimdi milletvekili olan Saliya Aydeniz, Leyla Güven hep destek verdi. O resimler, altında benim imzamı taşıyan bir ürün olarak ortaya çıksa da kesinlikle tek başına bir Zehra Doğan işi değildi, orada kolektif bir enerji ve emek vardı. Belki de bu yüzden çok dikkat çekti. Bir ayrıntıyı başka birinin önerisiyle yapıyordum ya da herhangi bir resimde ‘bu olmadı hadi yenisini yap’ diyordu bazı arkadaşlar. Belki de bu denmeseydi ben o işi tamamlanmış olarak bırakırdım ama bunlar beni ilerletiyordu. Sürekli daha doğrusunu bulmaya sevk ettiler, resmin bir arayış olduğunu öğrettiler. Ben üniversitede resim okudum ama bunun böyle olduğunu gerçekten bilmiyordum. Ben resmin bir hakikat arayışı olduğunu cezaevinde öğrendim. Dolaysıyla onun da bir mücadele alanı olduğunu gördüm. Leyla Güven’in resmini çizdiğimde sosyal medyada nasıl bir etki yarattığını gördükçe cezaevinde çok daha farklı şeyler yapabileceğimi düşündüm. Yine Sisê Ananın resmini çizdikten sonra birçok mektup aldık. Diğer birçok başka tutsak onu resmedip yolladı bize. Bu var olan devinimi daha güçlü ortaya çıkarınca elbette bundan mutluluk duyuyorsun.”