Koma Amed, Kulîlka Azadiyê ve Evdilmelik Şexbekir…

Bu yazıda anlatılacak olan; toprak, tarih, inanç, acı, bedel ve ütopyalarla sarıp sarmalayan bir sesin hikayesi. Ailesi ve arkadaşlarının ‘Melek’i, yol arkadaşlarının Doktor Cuma’sı, Koma Amed’in kurucu ve solisti Evdilmelik Şexbekir...

"....Tu kulîlka azadî yî

Strana welatê me yî

Hespê şeh î dibezî

Çîyan û zinaran, bira

Tu kulîlka azadî yî

Strana welatê me yî..."

"Devrimci kendi kaderini yazan insandır" der İrlandalı bir şair. Hele bir de devrimci sanatçıdan söz ediyorsak, kaderini yazan, söyleyen, yaşayan ve aynı zamanda çoğullaştıran, paylaşan ve ahd ile vasiyet bırakandır. Peşinden gidersin, bulursun ve O olursun…

Çünkü insana ruh veren her toprağın kendine has bir melodisi vardır; doğduğun, büyüdüğün, yürüdüğün, kokusunu içine çektiğin. Kulağından yüreğine doğru ılık ılık akan, toprağın sana kattığı öz ezgi yürütür, büyütür ve yol aldırır, sarıp sarmalar, geçmişten geleceğe taşır.

İşte bu yazıda anlatılacak olan; toprak, tarih, inanç, acı, bedel ve ütopyalarla sarıp sarmalayan bir sesin hikayesi. Ailesi ve arkadaşlarının ‘Melek’i, yol arkadaşlarının Doktor Cuma’sı, Şengal’i, Koma Amed’in kurucu ve solisti Evdilmelik Şexbekir...

Koma Amed’in 'Kulîlka Azadiyê' ezgisini ilk kez dinleyen herkesin içinde kararlı, bilge, coşkun, hüzünlü tını yankılanır ve bir Melek gelir, kulaklarınızdan kalbinize doğru akan bir ırmağın büyüsünde konuk olur.

BİR MELEĞİN PEŞİNDE

Yüreğime konuk olan sesin peşinden, efsununa sinmiş bir ülkenin efkarında ne kadar gidilebilecekse o kadar gittim. Arayıp da bulmanın, bulunca bilmenin acı yanını, boğazımda düğüm düğüm olan hıçkırığın üzerime geçirdiği hüzün matemini öteleyerek. Özlem duyduğum, hayalini kurduğum, umudun iliştiği güzel bir özgürlük esintisinin peşine düşer gibi gittim.

VE BULDUM…

Melek’in sesini defalarca büyülü bir ormanın mistik havasını soluyormuşçasına içime çektim. Ezgilerini sesinin büyüsü ile kaç kez dinledim bilmiyorum. Sonra geriye kalan ne varsa bulmak, anlamak ve biriktirmek için izini sürdüm.

Hayatın anlamı ve anlatmak istedikleri olsa gerek; tam da güneşli güzel bir Mayıs baharında O’nun veda mevsiminden 28 yıl sonraya denk geldi ailesi ile buluştuğum vakit. Sesinin büyüsüne kapıldığım, yol aldığım, hayran olduğum O’ndan bir iz bulmak ve tanıdık birilerinden dinlemekti bütün isteğim.

O’nun gibi doktor olan ablasının Qamişlo’da yaşadığını duyunca hiç zaman kaybetmeden yola koyuldum ve kliniğine gittim. 10-15 dakikalık bir beklemeden sonra, içeri aldı. O bir hasta beklerken, benim onun birikmiş hasreti ile yarasını yeniden deşeceğimden haberi yoktu. Biraz çekingen, biraz da merakla "Melek’in ablasısınız. Onu anlatmanız için geldim" dedim... Melek’in adını duyduğunda gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. O an yılların bazı yaraları saramadığını, acının üzerini örtemediğine, hasretin yürekte hiç bitmediğine yakıcı bir şekilde tanık oldum. İlk karşılaşmaydı, ortak bir geçmişin ağırlığıydı gözlerinden dökülen yaşlar. Bu yüzden ne Samer konuşabildi ne de ben, sadece bir sonraki buluşma için sözleştik ve vedalaştık.

BİR GÜN GELECEK DİYE…

"Sürekli rüyama Amudê’deki evimize geldiğini ve kimseyi bulamadığını görüyorum. Rüyalarım gerçek olur da bir gün geri gelir diye evi boş bırakmadık. Onun da doğup büyüdüğü ve en son ayrıldığı eve akrabalarımızı yerleştirdik. Hala bir gün geri gelecek umudu var içimde..."

İkinci buluşmamızda böyle başlıyor söze abla Samer... Melek’ten ayrıldığından bu yana belli ki birlikte geçirmiş olduğu zamanın çokça muhasebesini yapmış. "Kaç defa kırdım, incittim, kaç defa doya doya sarıldım, öptüm" sorularını sormuş kendine, eksik kalan, yarım bıraktığı ne varsa içinde bir yaraya dönüşmüş.

"…Melek benden iki yaş küçüktü. Melek de okulunu birincilikle bitirdi. Liseyi bitirdikten sonra Türkiye’ye gitmeye karar verdi. Yüz üzerinden 98 aldı, üniversite sınavını başarıyla geçti. Hacettepe Tıp Fakültesi'ne kayıt yaptırdı ve onunla ilk ve en uzun ayrılığımız oldu bu. Gidip gelme olanağımız pek yoktu, oradaki akrabalarımız yoluyla ondan haber almaya çalışıyorduk. Bir gün akrabalarımız babamı arıyor ve haber alamadıklarını söylüyor. Bir süre sordurduk ve izine nihayet rastladık; İstanbul Çapa Tıp Fakültesi'ne geçiş yaptığını öğrendik. Orada hem okuyor hem de çalışıyordu."

SON KARTPOSTAL…

Bir soluk alıyor Samer ve Melek’i anlatmak istiyor, herkes bilsin, herkes tanısın istiyor. O yüzden bir telaş, hüzün ve hafızanın geride bıraktıklarıyla devam ediyor: "1991 yaz aylarıydı, son kez geldi, bir daha geri gelmedi, biz de haber alamadık. Aramızda yaş farkı azdı, aile içinde en yakın olduğu bendim. 10-15 günde bir mektup yazardı, hala göndermiş olduğu tüm mektupları saklıyorum. En son deniz kenarında ağlayan bir kadın fotoğrafının olduğu bir kartpostal göndermişti. Kartı görünce çok duygulanmıştım. O gece uyuyamadım sabaha kadar, bir saniye bile aklımdan çıkmadı.

Sabah uyandığımda, aileye onu aramaya gideceğimi söyledim. Melek’in peşinden gittim, Ankara ve İstanbul’daki tüm tanıdık arkadaşlarına ulaştım. Eylül başında iki sınava katılmış ve bir daha hiç kimse onu görmemişti. Bana dağa gittiğini söylediler. En son bir arkadaşını gördüm, bana ‘ona söyledik, gelecek’ dedi. Ben de bir umutla gelir diye günlerce bekledim, ama gelmedi. Şehit ilan edildi, ama biz bir türlü inanmadık şehit düştüğüne. Hala da kendimizi ikna etmiş değiliz."

SAMER’İN DİLEĞİ

Samer’in Melek’e dair hatırladıkları içinde en belirgin olan ülke sevgisi. "Kürt ve Kürdistan’a çok bağlıydı. Canını verirdi Kürdistan için" diyor ve devam ediyor: "Haksızlığı hiç kabul etmezdi. Buradayken de Baas rejimine karşı çok tepkiliydi. Türkiye’ye gittiği dönemde burada Suriye rejimi onun arkadaşlarının birçoğunu yakaladı. Gelip kısa kısa kalıyordu, o yüzden onu yakalayamadılar. Gittiği yıl ben yeni klinik açmıştım.

Gelip benden bir çanta istedi. Ben de ona ‘çantan yeni, başka bir taneye ihtiyacın yok’ dedim. Giderken öptü beni, sarıldı, ama ben her nedense bana küstüğünü hissettim. İçimde kaldı. Hala neden o zaman almadığımı düşününce büyük bir pişmanlık duyuyorum. Ondan sonra çocuklar benden ne istediyse, gerekli ya da gereksiz kırılmasınlar diye alıyorum…

Ve bir isteği var Samer’in: "Kulîlka Azadî ve Newroz parçalarını çok severim, sürekli dinlerim. Okuduğu şarkıların yeni kayıtlarının yapılmasını ve dağıtılmasını çok isterdim..."

MELEK’İN DAYÊ ÊDÊ’YE EN DEĞERLİ YADİGARI

"Dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur derler. Hep bu umutla bekledim Melek’i, ama gelmedi... Hala bekliyorum..."

Samer’e Melek’in anne ve babasını görmek istediğimi söylediğimde birlikte yola koyulduk. Bizi karşılayan Dayê Êdê oldu. Melek’in annesi 85 yaşında. Babası Alzheimer hastası ve Dayê Êdê bir çocuk gibi bakıyor hayat arkadaşına. Baba geçmişe dair birçok şeyi unutmuş, belleğinde sadece Melek kalmış. Sevginin, özlemin bilince baskın gelmesi bu olsa gerek. Akıl silse bile kalbin silemediği birileri hep vardır. Fotoğraflarını alıp sokaktan geçen herkese "bu benim oğlum, gördünüz mü?" diyor.

"Kadın hafızadır, tarihtir, birikimdir" denilir ya Dayê Êdê de hafızayı koruyan olarak orada karşımızda duruyor. Melek’e ait ne varsa hepsini özenle bir sandıkta biriktirmiş. Koma Amed’in ‘Kulilka Azadiyê’ kasedi, fotoğraf albümünü, kitapları, dergileri… Melek’in elinin değdiği, gözünün baktığı ve o büyülü sesinden kalan ne varsa Dayê Êdê’nin kıymetli emaneti.

BİR GÜN KUŞ OLUP RÜYAMA GELDİ…

Fotoğraf albümünü özenle çıkarıp bizimle bakmak için getirdiğinde gözlerindeki dinmeyen yaşlarla her bir ayrıntısını anlatıyor Meleği’nin: "Çocukken başı ağrısa alıp Qamişlo’ya doktora götürüyordum. Dört kız çocuğumdan sonra doğdu, o yüzden çok severdim. Nazlıydı, herkesin üstünde tutardım. 7 yaşına kadar da gece yanımda yatardı. Evimiz iki katlıydı, üst katta ona bir oda vermiştik. Arkadaşları gelip aşağıdan pencereye taş atarlardı o da aşağı inerdi. Onlara dergi verirdi.

Bir seferinde bana denk geldi, yukarı odasına gittim, merak ettiğim ne yaptığını, kontrol etmek istedim. Gittiğimde ders kitapları önündeydi, ders kitabının arasına dergi koymuş, onu okuyordu. Ben hep ‘içinizde doktorlar azdır, okulunu bitir, ondan sonra ne yapıyorsan yap’ derdim. O da bana ‘biz şehit vermezsek Kürdistan’ı nasıl özgürleşecek’ derdi.

Bir gün bir kuş olup rüyama geldi, ben hep peşinden gidiyorum, yakalamaya çalışıyorum, ama bir türlü yakalayamıyorum. Uçup gitti..."

Dayê Êdê ve Samer 28 yıllık hasret ve özlemle ilk kez anlattılar ‘hikayenin kahramanı’ Evdilmelik Şexbekir’i. Dayê Êdê’nin dinmeyen özlemi hiçbir söze sığmayacak denli ağır ve hala yoğundu. Onların Melek’i hala yanı başlarında, özledikleri an dokunabilecekleri yakınlıkta; yüreklerinde... Dayê Êdê kilometrelerce mesafeye sinen bir ax çekiyor, Melek’i gittiğinden bu yana üzerine çektiği yas mevsiminden sıyrılan bir keder ile bitiriyor sözünü ve "acısı dinmez, ta ki ben ölüp toprağın altına girene dek acısı dinmez" diyor...

Evdilmelîk Şex Bekir’in sesinin büyüsüne kapılan, o sesle yolunu bulan herkes adına, onu anlatmayı bir borç bilerek yazdım. Ve bitirirken ‘Kulîlka Azadiyê’ çalmaya devam ediyor, Evdilmelîk Şex Bekir’in güzel bir özgürlük esintisi gibi olan sesiyle yürümeye devam ediyorum"...

EVDİLMELİK ŞEXBEKİR KİMDİR?

1968 Yılında Kuzey Doğu Suriye Özerk bölgesinin Cizre Kantonu’na bağlı Amudê’de dünyaya gelir. Orta halli bir ailede büyür. 1987 yılında Hacettepe Tıp Fakültesi’ni kazanır ve Amudê’den Ankara’ya gider. Müzik, resim ve şiir ile de ilgili olan Evdilmelik Şexbekir, 1988 yılında çoğunluğu tıp öğrencisi olan bir grup arkadaşıyla Koma Amed’i kurar. 1990 yılında İstanbul Çapa Tıp’a geçiş yapar ve aynı yıl Koma Amed ‘Kulîlka Azadiyê’ albümünü çıkarırlar.

Siyaset ve sanata ilgili olan Melek, Kürt dili ve kültürünün gelişmesi için dönemin baskıcı politikalarına rağmen sanat alanında ilerleme yönünde kararlılığını korur ve İstanbul merkezli kurulan MKM’nin temellerinin atılmasına büyük katkı sunar. 1991 Eylül ayında Kürt özgürlük mücadelesine, gerilla saflarına katılır. 1992 yılının Mayıs ayında Engizek’lerde şehit düşer.