İran devleti dönüşemezse yıkılır

İran devletinin gerekli değişim ve dönüşümü yaratmadığı durumda yıkılmaya mahkum olduğunu söyleyen PJAK Eşbaşkanı, “Hamlemizin başarıya ulaşma çabası, rejimin kabusudur” dedi.

İran’da demokrasi ve hak mücadelesinin zemininin, tamamen kurutulduğunu; seçim, meclis, parlamenter sistem, yasama, yargı ve yürütme organları, siyasi partiler ve sivil örgütlerinin göstermelik ve tamamen denetim altında varlığını koruyabildiğini söyleyen PJAK Eşbaşkanı Zîlan Vejîn, şunların altını çizdi: “İdam tehdidi altında ne demokrasi olur ne de özgürlük. Her ikisi için idamın kaldırılması şarttır. İdamın kaldırılması için ise demokrasi mücadelesinin büyütülmesi, tüm halk kesiminin katılması gerekir. PJAK olarak halkların, Kürt halkının arzuladığı, umut ettiği ve katıldığı büyük bir direniş ve mücadele ile kazanacağımıza inanıyoruz.”

PJAK Eşbaşkanı Zîlan Vejîn, ANF’nin sorularını yanıtladı.

İçinden geçtiğimiz dönemi nasıl tarif ediyorsunuz ve çatışmanın tarafları kimlerdir?

İçinden geçtiğimiz dönem, birçok yönüyle eski oluşumların çözülmeye uğradığı, yeni oluşumlara geçilmek için çekişme ve çatışmaların yoğunlaştığı; eskinin kendi varlığında ısrar ettiği, yeninin ise tam oturmadığı ve oluşum aşamasında olduğu; bu kaos aralığının birçok hızlı gelişmeyi, zıtlaşmayı ve farklılaşmayı bağrında taşıdığı, son derece zorlu ve bir o kadar da yeni imkan ve fırsatlara da el verdiği bir dönemdir.

Şu açıktır ki; özellikle son 10 yıllık süreç boyunca yaşananlar birçok alt-üst oluşu ve yeniyi, hem de çok hızlı bir şekilde içinde barındırdı. Bu durum, özellikle Ortadoğu gerçekliğinde somut olarak görüldü ve yaşandı. Körfez Savaşı’yla beraber Ortadoğu’da uygulanmak istenen yeni model, verilmek istenen yeni statü, etki-tepki biçiminde çok farklı gelişmelere neden oldu. Bölge sistemlerinin, bölge halklarının ihtiyaç ve gerçekliğine tam karşıt, engel ve aşılması gereken bir yapılanma konumunda olduğu anlaşıldı. Kapitalist modernite, bu devletleri finans çağına uyarlamayı, neo-liberal sistemine entegre etmeyi, adeta yeniden yapılandırmayı hedeflerken; yöntem olarak savaştan ziyade liberal-yıpratıcı bir tarz seçti. Halklar ise bu sistemleri yıkmayı, yerine demokratik-halkçı bir sistem geçirmeyi kurgularken devrime başvurdu. Nitekim kapitalist sistem, gelişen halk devrimlerinin eksikliği ve tam sistemleşememe sorununu çok erkenden fark ederek müdahale etti; değişimi kendine mal edip çıkarları çerçevesinde biçimlendirmeye çalıştı. Bu konuda halklar açısından doğru analiz etmeye, eksik kalınan yönleri gidermek için daha güçlü örgütlenme, bilinçlenme ve sistem oluşturmaya çok acil ihtiyaç duyulduğunu da belirtmek gerekir. Halklar ve halk cephesinin ulaşması gereken en önemli sonuç ve tecrübe şu olmalıdır; yıkma ve devrimi gerçekleştirmenin büyük cesareti, bedeli ve fedakarlığı gösterildiği oranda, kendi gerçeğine göre oluşuma gitmenin yoğunlaşması, bilinci, çabası, sabrı ve cesareti de gösterilmelidir. Zaten halkların geleceğini en çok etkileyen, en kritik eşik, yeniyi neye göre oluşturma sorununa ve sorusuna cevap aramak ve cevaplandırmak, bu doğrultuda ise pratik sergilemektir.

Burada öne çıkan İran ve Türkiye ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin rolünü nasıl görmek gerekiyor?

Kapitalist sistemin müdahale ettiği ve kendine uyarladığı sistemler çok geçmeden yine halk karşıtı yüzünü açığa çıkarttı, tepkileri beraberinde getirdi. Mısır, Ürdün, Tunus bu örneklerin başında gelirken, diğer bölge ülkelerinde halen sular durulmadı, eski yapılanmalar, kapitalist sistemin oturtmaya çalıştığı yeni oluşum ve halkların ulaşmaya çalıştığı sistem arayışı arasında yoğun çatışmalar devam ediyor. Burada Irak, Yemen, Libya, Suriye örnek verilebilir. Bir de bölge gücü olarak bu süre boyunca rol verilen ve Ortadoğu’da kapitalist sisteme hizmet doğrultusunda yayılmasına izin verilen Arabistan ve Türkiye’nin yanı sıra oyun dışında kalmak istemeyen ve dahil olan İran’ı da hesaba katmak gerekir. Son 10 yılda Ortadoğu kaynayan kazan misali, birçok sistemin karıştığı, müdahil olduğu, çatıştığı bir ortam oldu. Boşlukları doldurmayı, krizler yaratarak kendilerine yeni alanlar açmayı, sahalarını genişletmeyi İran ve Türkiye belli bir düzeyde ilerletti. Halklar cephesinden de özellikle Kürt Özgürlük Hareketi bölgede rolünü ve devrimci karakterini belirgin bir şekilde göstermeyi başardı, bölgede önemi küçümsenmeyecek bir etkinliğe ve ağırlığa kavuştu. Halklar adına ilk defa alternatif bir sistemin oluşmasına öncülük etti.

İran ve Türkiye’nin sahalarını genişletmeleri meselesini biraz daha açabilir misiniz?

ABD ve Rusya, bölgede çakışan ve çatışan planlarını gerçekleştirmek için pratik sahaya müdahale etmeyi gerekli gördü. Bu karmaşık durum içinde öne çıkanlar, zayıflayanlar, geri çekilenler oldu. Özellikle 2018 yıllarına dek öne çıkan bölge gücü İran’dı. İran’ın Şia sahasında etkinliğini stratejik bir atak olarak görmek mümkün. Çokça değinildiği gibi bir yandan çatışmaları ülke dışında tutmak, bir yandan kendi müttefiklerinin yıkımını engellemek, gerekirse bizzat müdahale etmek ve varlığını kalıcılaştırma, bölgede yeniden güçlü bir Şia-İrani blok oluşturma yönünde epey ilerlediği görüldü.

Aynı biçimde Türkiye, Sünni cepheden devreye girmeyi amaçlasa da en çok Kürt Özgürlük Hareketi’nin gelişmesini engellemeye dönük plan ve politika geliştirdi. Bunun için en ahlak dışı uygulamaları devreye soktu, çeteler ile iş birliği yaptı. Etnik katliamlar uyguladı, bölgenin nüfus yapısını değiştirdi. Göçmen kitleleri AB’den taviz kopartmak için kullandı.

Batı dünyasının İran ve Türkiye’ye yaklaşımı nasıl oldu?

Türkiye’nin girişimleri, Batı hegemonik güçlerin himayesinde ve kontrolünde olduğundan kimi bazı durumlar dışında kaygı uyandırmadı. Nitekim İran’ın bölgedeki etkinliği, Batı güçleri ve bölge iş birlikçileri tarafından yakın mercek altına alınıp frenlenmeye çalışıldı. İran-Batı çelişkisi, sistem içi eski bir çatışmadır, buna rağmen İran’ın 2011’den sonra ilerleyişi ve etkinlik sahasını büyütmesi büyük kaygılara neden oldu. Bu yüzden Batı hegemonik güçleri, İran’ı engellemek için birçok yöntemi devreye soktu. Bir yandan İran’ın aksi, neo-liberal sisteme tam girmeyen ekonomik tutumu, siyasi sahada ise başka güçler ile ittifak kurma eğilimi, bunun yanı sıra karşıt örgütler ile ilişkisi ve desteği, İsrail’e karşı bazı ülke ve güçleri desteklemesi uzun süredir çelişki maddeleri arasındadır. Buna rağmen İran’ın bizzat Ortadoğu gibi önemli bir sahaya müdahale etmesi ve dengeleri değiştirme çabası Batı hegemonik güçlerin göz ardı edebileceği bir durum değildir. Ekonomik yaptırım ve ambargo, siyasi saha da ise engelleme girişimi, bu yıl daha farklı bir veçheye büründü. Yıl başında Kasım Süleymani’nin Irak’ta öldürülmesi ve yıl sonunda da Muhsin Fexrizade’nin İran’ın göbeğinde öldürülmesi gibi çok sayıda hamle yaşandı. İran’a verilmek istenen mesaj çok net ve anlaşılır; sizi dışarıda da içeride de rahatça vurabilir, kimyasal merkezlerinizi imha edebiliriz, şeklindeydi. İran’ın vereceği net cevabı Ruhani hükümetinden ziyade askeri kanat olan Sıpay Pasdaran ve rejimin rehberi olan Hameneyi’den beklendiği biliniyor.

İran tarafından daha ılımlı mesajların verilmesinin anlamı nedir?

Her ne kadar İran’ın son dönem açıklamalarında yumuşadığı, teslim olacağı gibi yansıdıysa da bunun gerçekte öyle olup olmadığı söylemek için erkendir. İran, ABD seçimlerini çok yakından ve ilgiyle takip etti, ABD’nin yeni dönem alacağı tutumun endişesini yaşıyor. Trump’ın kaybetmesi ve Biden hükümetinin iş başına gelişi, baharda İran’ı bekleyen Cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkileyecektir. Genel gidişat İran’da Hameney çizgisine bağlı muhafazakar kesimin ağırlığı teşkil edeceği yönünde. Muhafazakar kanadın dış politikası ılımlı ve yumuşak olabilir, bunu belirleyecek olan kişi Hameney’in kendisidir.

Halklar açısından buradaki sonuçların önemi var mı?

Bunun halka nasıl yansıyacağını hesaplamak, asıl konudur. Var olan baskıların dozajı artırılacak. Kadınlara daha fazla cinsiyetçi yaklaşımlar uygulanacak. Etnik ve ulusal kültürlere daha fazla dışlayıcı ve asimilasyonist politika reva görülecek. Basın-yayın özgürlüğü yönündeki kısıtlamalara yenileri eklenecek. İdam-işkence, yolsuzluk ve hukuksuzluk oranları ise artarak devam edecektir. Tersi durumda ılımlı, reformist kesimlerin seçimleri kazanması da bir şeyleri değiştirmek yerine sadece sistemin ömrünü uzatmaya yarayacak. İran’da yapılan seçimlerin, salt kendi iktidarlarına bir meşruiyet kazandırmak için biçimsel olarak anti demokratik yapıldığı açıktır ve bunu herkes de çok iyi biliyor.

İran devleti salgını nasıl karşıladı, salgın sürecini nasıl yönetti?

Rant ve çıkara dayanan devlet yüzünden ölüm oranlarının artığı ülkelerin başında İran geliyor. Bunun nedenlerini irdelemek önemlidir. İnsan hayatını önemsemeyen, insani değerlere saygısı olmayan, insan kaynakları ise oldukça yetersiz olan bir ülkede, bu virüsle mücadele etmek, önünü almak tabi ki son derece zordur. Zaten korona, devlet yetkilileri tarafından adeta Allah’ın lütfu gibi algılandı, kullanıldı ve halka karşı savaşta etkince devreye sokuldu. Bu kadar maddi-insani kaynağa mal olmasının tek sorumlusu devlettir. Halkı zamanında bilgilendirmemek, halkı yanlış yönlendirmek, tedbir geliştirmemek büyük bir suçtur. Eğer başka bir ülkede olsaydı büyük ihtimalle bu yaklaşım isyan nedeni olacaktı fakat İran rejimi, kuruluşundan günümüze dek her şekilde halkı sömürmeye, yaşamdan bezdirmeye, kölesi ve mülkü gibi muamele etmeye, dilediği gibi kullanmaya çalıştığı için kimse şaşkınlık yaşamadı. Bunun normal görülmesi de son derece sakıncalıdır. Sadece halkın içine düştüğü durumun anlaşılması için belirtilmesinde fayda var.

Toplumsal tabloyu tarif edebilir misiniz?

İşinden olan, hiçbir yaşam güvencesi, geçim kaynağı bulunmayan, okuluna devam edemeyen, umutsuzluğa kapılan, ailesinden en değerli insanlarını kaybeden, aç ve açıkta olan, bu durumda eve hapsedilenlerin trajedisini bilmek ve görmek gerekir. Rojhilatê Kurdistan ve Belucistan’da sefaletin boyutları anlatılamayacak düzeydedir. Bu arada okumayı bırakmak durumunda kalan, okuma imkânı olmayan çocukların intihar etmesi, tablonun en vahim ve korkunç yüzüdür. Ağır işlerde çalışmak zorunda kalan, okuldan mahrum olan çocukların yanı sıra kız çocukları bu listenin başında yer aldı. Kız çocukları okuldan alındı. Zaten erken yaşta evlilikler o denli artmış ki bu konunun acilen toplum tarafından çözümlenmemesi durumunda büyük tahribatlara neden olacaktır. Koronadan dolayı maddi-manevi zorluklar yaşayan toplumun vebali devletin boynundadır. Ne var ki devletin işkence, idam, infaz, tehdit ve baskı mekanizması, hiç aksamadan tıkır tıkır çalışmaya devam ediyor. Bazı siyasetçi, muhalif örgüt üyeleri korsanvari ve hukuk dışı bir biçimde ülke dışından kaçırıldı, bazıları yapılan kirli anlaşmalar ile İran devlet güçlerine teslim edildi, apar topar mahkemesi yapılan ve idam sehpasına götürülen Ruhullah Zem bunlardan biriydi. Zaten İran istihbarat örgütü olan İtilaat her zaman muhalif siyasetçi ve sanatçıları hedef alıyor, infaz ediyor. Ne var ki bu durum artık ülkeler arası anlaşmalar ile yeni bir biçim almış durumda.

Türk devletiyle yapılan anlaşmalar sonucu birçok İran vatandaşı hukuksuz bir biçimde sınır dışı edilip idam tehdidine rağmen İran’a teslim edildi. Tüm bu yaşananları uluslararası örgüt ve kuruluşlar sessizce izlemekle yetiniyor. Şunu belirtmek gerekir ki; İran ve Türkiye gibi gerici, baskıcı, otoriter rejimler söz konusu olunca hukuk ve insan hakları konusu yerine kirli pazarlıklar, hesaplar ve ekonomik-politik çıkarlar devreye giriyor. Yoksa bunca ağır insan hakları ihlalleri ve özellikle faşist baskıcı uygulamalarına karşı ağır yaptırım ve cezalandırmaların gündeme girmesi gerekirdi. İran ile Avrupa birliği ülkeleri arasında yaşanan diplomatik-ekonomik görüşmeler; yine Türkiye-AB ülkeleri arasındaki siyasi-askeri ve ekonomik iş birliği ve anlaşmalar, kapitalist sistemin çirkin ve çıkarcı yüzünü yansıtıyor.

Halka ödetilen krizin faturasını, biraz daha örneklerle paylaşabilir misiniz?

İran, yaşadığı ekonomik krizin faturasını her anlamda halka ödetmeye çalışıyor. Fakirlik son 40 yılın rekorunu kırdı. İşsizlik oranı resmi kayıtlara göre 30 milyona yükseldi. Ruhani ilk seçildiğinde bir dolar 3 bin tümen iken aradan geçen 7,5 yıl sonra bir dolar 24 bin tümen olmuş durumda. Bu da 8 kat artışın olduğunu gösteriyor.

Devletin paylaştığı resmi verilere göre; toplumun yüzde 60’ı açlık sınırında yaşıyor. Tabi buna ne kadar yaşam denilebilir o da başka bir tartışma konusu. İnsanlar ekmek ve aş dışında hiçbir şey düşünemez duruma getirilmek isteniyor. En temel gıda malzemelerine yüzde 300’lük bir zam yapıldı.

Ülkeyi yönetenlerin ise servetlerinin hadi hesabı yoktur. Hamaney’in sadece giydiği imamlık hırkalarından bir tanesi, milyon dolar ediyor. Halkı açlığa mahkûm eden bu devlet bir de hiç utanıp sıkılmadan 2021 yılı bütçesini açıkladı.

Bütçede hangi kalemler ağırlıkta?

Geçen yıla oranla yüzde 22’lik artırılan bütçenin özüne baktığımızda Sıpay Pasdaran güçleri için yüzde 58, Arteş için yani resmi ordu güçleri için yüzde 53, Savunma Bakanlığı için yüzde 75 düzeyinde bir artış yapıldığını görüyoruz. Açlıktan ölüm sınırına gelen halkın iş, aş, eğitim ve sağlık hizmetleri için ayrılan miktara baktığımızda bütçenin onda biri bile değildir. Yeni bir yüzyıla nasıl gireceğini açıklamış olduğu bütçeyle açıkça ortaya koydu.

Siyasi tutsakların durumu nedir?

İran’da siyasi tutsakların durumuna ilişkin kamuoyuna yeterli bilgi yansımıyor. Ağırlaştırılan baskılar var. Devletin, tutsaklarla savaş içinde olduğu, onları teslim almak için her türlü insanlık dışı yaklaşıma başvurduğu görülüyor. Zeyneb Celaliyan’ın iradesini kırmak, siyasi kimliğini karalamak, teslim almak için neredeyse denenmedik yöntem bırakılmadı. Yıllardır onuru ve inandıkları için büyük bir iradi direniş içinde olan Zeynep Celaliyan, İran halkları ve Kürdistan halkı için mücadeleyi sahiplenme ve büyütme ilhamı ve umudu haline geldi. Kadınlar, Zeynep’in direnişi ve duruşundan aldıkları güç ve moral ile birçok sahada mücadele ediyor, inanç ve kararlılıklarını koruyor. Ferzatların, Cengaverlerin, Şirinlerin, Heminlerin yaratığı büyük mirası bugün çok sayıda siyasi tutsak, devralmış ve aynı çizgide, aynı mücadele azmiyle direniş halindedir.

Yıl boyunca baskılar, tutuklamalar ve idamlar da sürdü. Bu anlamda 2020’de daha ağır bir süreç mi yaşandı?

İran rejimi, özelde kadınları, genelde siyasi tutsakları sindirme ve mücadeleden kopartmaya çalışıyor. Siyasi aktivist, sivil toplum çalışanı, aydın ve sanatçıları, ekolojist ve basın çalışanını tutuklayarak, işkence ve baskıyla toplum mücadelesinden alıkoymaya uğraşıyor. İran rejimi, yıl boyu idam sehpasında yüzlerce genci astırdı. Yıl boyu binlerce kişi tutuklandı, ağır cezalarla yargılandı. Halen serhildanlarda katledilen, kaybedilenlerin akıbeti ve sayısı bilinmiyor. Yurt dışına kaçmak zorunda kalanların dışında yüzlerce kişi kayıp ve yaşamlarına dair hiçbir bilgi edinilemiyor. Bu insanların aileleri ve tanıdıklarının yaşadığı travmanın ağırlığını da hesaba katarak, serhildanların yıl dönümünde idama mahkum edilen bazı gençler idam edildi. İdam gibi insanlık dışı bir yöntemi neredeyse halkın belleğine kazımak, toplumu bir bütünen sindirmek amacıyla okul kitaplarına bile dar ağacı resimleri çizildi.

Dar ağacının İran’da, özellikle de siyasi-toplumsal hafızasında ne anlama geldiği, idam ile neyi hedefledikleri konusunu da bilmek ve belirtmek gerekir. Dar ağaçlarının İran’da uzun bir geçmişi olsa da en fazla var olan rejim tarafından tırmandırıldı, meşrulaştırıldı. Hedef haline gelen ise halkın en dürüst, cefakar muhalif, devrimci ve aydın kesimi oldu. Bir yandan devrimci genç kadın ve erkekler idam edildi, öte yandan işkence altında öldürülen, sokak ortasında faili meçhul olayları da hiç eksik olmadı. Ayrıca adli suçluların toplum önünde idam veya recmedilmeleri de çokça yaşanan bir durumdur. Planlanan şey ise her kesimi sessizliğe boğmak, boyun eğdirmektir. En ufak bir rahatsızlık ve başkaldırının belirtisini gösterenler, dar ağacına gitmeyi göze almalıdır, mesajı veriliyor.

Bu ağır koşullara rağmen mücadelenin zemini var mı?

İran’da demokrasi ve hak mücadelesinin zemini tamamen kurutulmuş durumdadır. Seçim, meclis, parlamenter sistem, yasama, yargı ve yürütme organları, siyasi partiler ve sivil örgütleri göstermelik ve çok kısıtlı imkanlar dahilinde, tamamen denetim altında çalışabilir, varlığını koruyabilir. Bu durumda İran’da demokrasiye açılan kapı dar ağacı zihniyeti ve uygulamalarını durdurmak ile mümkündür. İdam tehdidi altında ne demokrasi olur ne de özgürlük. Her ikisi için idamın kaldırılması şarttır. İdamın kaldırılması için ise demokrasi mücadelesinin büyütülmesi, tüm halk kesiminin katılması gerekir. PJAK olarak ilan ettiğimiz “İdama hayır, Demokrasi Zamanı” hamlesiyle hem bu mücadelenin önemini belirtmek hem de gerçek bir demokrasiye ulaşmanın mücadelesini vermeyi hedefliyoruz. Bu hamlenin başarıya ulaşma çabası, elbette ki rejimin kabusu olmaktadır. Halkların, Kürt halkının arzuladığı, umut ettiği ve katıldığı büyük bir direniş ve mücadele ile kazanacağımıza inanıyoruz.

Kürdistan genelinde başlayan hamlenin yansıması ne olur?

Kürdistan genelinde başlayan ve küresel çapta gelişen ‘Özgürlük Zamanı’ hamlesi, İran halkları açısından da çok önemli olmaktadır. Bu hamle ulusların, etnik ve kültürel, inanç kimliklerin özgürlük kazanması için önemli bir hamledir. İran’da çok yoğun bir şekilde halklara ve inanç kesimlerine uygulanan baskı, asimilasyon, idam ve kırım politikası derin bir sorun olduğu halde en fazla görmezden gelinen ve üstü örtülmek istenen, inkar edilen bir sorundur. İran rejimi, ulusal-etnik kimlikleri çatıştırmak, çelişki oluşturmak, birliklerini engellemek için uğraşıyor. Bunun için özel politikalar uyguluyor. Son dönemde Karabağ sorunu üzerinden Azeri-Ermeni çelişkisini derinleştirme çabası içinde oldu. Beluci ve Kürt halkını dar ağacı ve tutuklamalarla sindirmek ve tecrit etmek istiyor. Arap halkına ikinci vatandaş, alt sınıf muamelesi yapıyor. Bundan dolayı Azeri, Beluci, Arap ve Kürtler başta olmak üzere diğer etnik ve inanç kesimlerinin hamleyi sahiplenmesi, kendi varlıklarında ısrar, kendi kimliklerini koruma ve geliştirme yönünde ısrar etmektir. Bunun için dünya genelinde başlayan ve gittikçe yayılan, tüm kesimlere yeni umut ve gerçek demokratik bir yaşam ve sisteme kavuşma imkanı sağlayan hamleye katılmak çok önemli sonuçları doğuracaktır. Halkların ve toplumsal kesimlerin gerçek birliği ve bütünlüğü durumunda karşısında duracak ve dayanabilecek hiçbir güç ve sistem yoktur. Tarih kanıtlamaktadır ki; İran halklarının öfkesi, değişim isteminin önü hiçbir diktatör ve baskı sistemi tarafından alınamadı. Bu anlamda İran halk tarihi, devrim tarihidir. Bundan dolayı İran rejimi gerekli değişim ve dönüşümü yaratmadığı, toplumun talepleri çerçevesinde demokratikleşmeyi yaratmadığı durumda yıkılmaya mahkumdur.