Kürt sorunundaki iki yüzlü politikaları ile son üç yıldır Rojava’da Kürt halkının kazanımlarına her türlü destekle saldıran Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP'nin, uluslararası alanda DAİŞ çeteleri ile birlikte anılmaya başlandığı bir süreçte Kürt halkına karşı topyekûn saldırıları pervasız düzeyde devam etti.
AKP bu savaşı Rojava’ya da taşırmak için sürekli tahrikvari bir şekilde YPG mevzilerini bombalıyor, sınır hattında sivilleri katlediyor; en son yaralı 6 YPG savaşçısını El Nusra çetelerine teslim etmeye kadar ileri gitti.
Tüm hesaplarını Rojava üzerine kuran ve bundan dolayı iç ve dış siyasetteki tüm gücü ile Rojava’ya karşı ÖSO’dan başlayıp, DAİŞ çetelerine kadar verdiği açık desteğe rağmen Tel Ebyad’ın YPG tarafından özgürleşmesi ile Erdoğan ve AKP’nin politikaları tamamen iflas etti.
Erdoğan ve AKP’nin Kürt sorununun çözümünde iki yüzlü, hileci, yalancı ve oyalama yaklaşımlarına 7 Haziran’da Türkiye ve Kürt halkı 'dur' deyince tamamen bir boşluğa düşmüş oldular. AKP seçimlere hazırlanırken her türlü devlet baskısı ile HDP’yi baraj altına bırakmayı ve bu şekilde Erdoğan’ın tekçi faşist yönetimini sağlamlaştıracağını düşünüyordu. Bu amaçla HDP’ye onlarca saldırı yaptı, açık infazlar düzenledi; Adana, Mersin ve Amed'de gözü kara bir şekilde katliamlara başvurdu.
Bu savaş Erdoğan’a iktidar sunar mı?
20 Temmuz’da Erdoğan’ın 'yeşil gladyosu' -DAİŞ maskesini kullanıyor- tarafından Kobanê ile dayanışma ve inşa çalışmalarına katılmak için Suruç’ta bulunan 32 genç katledildi. Erdoğan ve AKP 13 yıllık iktidarı sürecinde gerçekleştirdiği kirli işler ve katliamlarına Kobanê, Amed ve Suruç katliamlarını da katarak suç dosyasını oldukça kabarttı.
Tüm bu katliamlarının hesabını vereceği yerde Erdoğan, iktidarları uğruna Kürt halkına karşı topyekûn saldırı gerçekleştirdi. Şimdi 24 Temmuz’dan bu yana bir yandan Kürdistan dağlarını bombalıyor, yakıyor, yıkıyor, diğer yandan HDP ve Kürt siyasi kurumları ile demokrat Türkiye halkına siyasi soykırım gerçekleştiriyor. Tüm bu faşizan uygulamaları da dünyanın gözüne baka baka sözde DAİŞ'e karşı mücadele başlatma adına yapıyor!
Erdoğan ve AKP, hiçbir zaman ilkeli, seviyeli ve ahlaklı bir siyaset yürütmedi. Sürekli "köy bakkalı" kafası ile olay ve olgulara pragmatist yaklaştılar.
Gelinen aşamada Erdoğan ve AKP'nin faşizan, ülkeyi felakete götüren savaşlarına içten ve dıştan tepkiler yükselmeye başladı. Van ve İstanbul barış mitingleri Erdoğan’a Türk ve Kürt halkının gösterdiği kırmızı karttır. Seçim hesapları ile başlatılan savaşa içte ve dışta gelen tepkiler üzerine Erdoğan ve tayfası, seçimlerde de başarı getirmeyeceğine inandığı için giderek barış söylemlerini dillendirmeye çalıştırıyorlar. Davutoğlu’nun liderlere çağrısı şimdiden içinde bulundukları çıkmazın bir sonucudur.
AKP psikolojik savaşı kullanıyor
13 yıllık iktidarı süresince sürekli kendini örgütleyen ve bu süre zarfında sürekli topluma umut taşımaya çalışan AKP’nin en büyük argümanlarından birisi, şüphesiz eskinin "Mehmetçik Basını"nı geride bırakan havuz medyası ile yaptığı psikolojik baskı ve algı yaratmadır. Ancak gelinen aşamada tüm argümanları tükendi. Artık AKP çevresi bile bu boş tehditlerin, bu içi boş bağırmaların kimseyi etkileyemediği ve giderek AKP'nin eridiğini görüyor. Yüksekova'daki faşist kontranın inşaatta sivilleri yere yatırıp tehditler savurması korkunun, çaresizliğin ve içinde bulundukları zavallılığın bir sonucudur.
Kürt halkı '90’lı yılların Çiller-Ağar ve Güreş çetesinin en üst düzeydeki saldırı ve katliamlarını görmüş bir halk. Bu gerçeğe rağmen insani, ahlaki ve evrensel değerlere rağmen Erdoğan ve AKP çeteleri, şehit düşen savaşçıların cenazelerini bir psikolojik savaş aracı olarak kullanacak kadar alçakça bir duruş içindedir.
Dünyanın hiçbir yerinde yaşamını yitirenlere şiddet uygulanmaz. Habur Sınır Kapsı'nda YPG savaşçılarının cenazelerini 13 gün bekleten AKP şimdi de Mürşitpınar Sınır Kapısı'nda cenazeleri bekletiyor; ailelere ve Kürt halkına psikolojik savaşını sürdürüyor.
Kürt halkı son 35 yıldır çağın en vahşi ordusuna karşı ki,- gerçek yüzü DAIŞ’tir- savaşarak bugünlere geldi. Bu savaşta on binlerce can verdi. Bu çete devleti binlerce yerleşim yerini yakıp-yıkarak adete Kürdistan'ı yaşanmaz kılmaz kılmaya çalıştı. Hani yaprak kıpırdamaz, deniliyor ya, işte öyle bir süreci yaşayarak bugünkü dik duruşunu sağladı. Buna rağmen AKP'nin halen mutlak itaatı dayatması acıları çoğaltmanın dışında asla tek bir geri adımı Kürtlere attıramaz. Aksine bu saldırılar giderek AKP’yi kendisinden önceki DYP, ANAP ve DSP gibi tabela partisi yapmanın yanında tarihsel bir yargıdan da kurtaramayacaktır.
AKP tahriklerle savaşı Rojava'ya taşırmak istiyor!
Erdoğan başlattığı bu faşizan, topyekûn savaşın boyutlarını tahriklerle Rojava'ya da taşırmaya çalışıyor. Rojava'daki savaşın Erdoğan ve AKP faşizminin desteği ve onayı ile yürütüldüğü artık gizlenemez. Bu planın çökmesi ile AKP fiili bir şekilde bu savaşa Rojava’ya taşır mı, bilinmez.
YPG mevzilerinin bombalanması, keşif uçuşları, sınırdaki infazlar ve 6 YPG savaşçısının El Nusra’ya teslim edilmesi ve YPG savaşçılarının cenazelerinin ailelerine verilmemesinin Rojava’da Türk devletine karşı öfkeleri kabarttığını söylemek mümkün. Bundan sonrası Türk devletinin bu düşmanca yönelimlerine karşı gelişen bu öfkenin bir patlamaya dönüşmemesi için hiçbir neden yok.
Yanlış hesap çarşıdan döner misali, AKP ve Erdoğan faşizminin seçim hesapları üzerine devirdikleri barış masası ve başlattıkları topyekûn savaşa karşı Kürt halkı şüphesiz direnişi yükselterek AKP’yi de kendisinden önceki faşist iktidarlar gibi yenilgiye uğratacaktır. Ancak kısa sürede bu savaş konseptinin şimdiden çöktüğünü, ne içte ne de dışta bir desteğinin kaldığını söylemek zor değil.
Şüphesiz savaşın durması ve acıların daha fazla gelişmeden kalıcı bir barışın sağlanması tüm toplumun arzusu. Ancak AKP ve Erdoğan’ın "hasta ruh halleri" ile bu sürecin gelişemeyeceği ortada. Kalıcı bir barışın sağlanması için başta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgür kalması ve müzakerelerin bir devlet politikası olarak yasal-anayasal bir güvenceye kavuşması gerekir. Bunun dışındaki yol ve yöntemlerin asla sonuç alamayacağı ve Kürtlerin her koşulda saldırılara karşı direneceği ve giderek mücadeleyi boyutlandıracağı bir başka gerçek.