Bakur’da serhildan ateşi

Bakurê Kurdistan (Kuzey Kürdistan) 1990’daki Newroz’a doğru yeni bir uyanışa gebeydi. Girê Şêra’da 13 ARGK gerillasının şehadeti ve Kamuran Dündar’ın cenaze töreni sonrası Nusaybin’de başlayan serhildan, dalga dalga yayıldı.

Girê Şêra, Mardin’in Savur ilçesine yaklaşık 30 km uzaklıkta bulunan dağlık bir alandır. Barman (Yeşilalan), Kinifir (Durusu) köyleri ile Ewêna (Surgücü) Beldesi arasında kalan bu bölge, 200 yıl öncesine kadar aslanlar yatağıydı. Kimi kaynaklara göre buralar tarih boyunca direnişçilerin de sığınağıydı, Girê Şêra (Aslanlar Tepesi) ismini de zaten bu yüzden almıştı.

Sığ kayalıklar ve mağaralarla dolu Girê Şêra, 1980’li yılların ortasından itibaren bir başka direnişçi grubun barınağı olacaktı. Mardin bölgesine yeni yeni gelen Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu (ARGK) gerillaları için Girê Şêra’yı içine alan Stewrê (Savur) bölgesi stratejikti; Amed, Garzan ve Botan’a açılan kapıların geçiş noktasıydı. 1988’in baharında itibaren buraya yerleşen gerillalar bir ucu Çiyayê Mazî ve Dêrik’e, diğer ucu Kerboran, Cizre ve oradan da Nusaybin’e ulaşan geniş bir yelpazede gidip-gelmeye başladı. İşte o dönem “yarı kır- yarı şehir gerillacılığı” diyebileceğimiz bir savaş tarzını deniyordu dönemin gerillası. Silahlı eylemlerle eş zamanlı olarak köy, kasaba ve ilçelerde halkın örgütlenmesi ve gerillanın ideolojik-askeri eğitimi gibi birçok faaliyet iç içeydi.

Kentlere girip-çıkan gerillalar, 1989’un ilk günlerinden itibaren ya pusularda şehit düştü ya da sağ yakalanarak infaz edildi. Binevş Agal’ın (Berivan) 18 Ocak 1989’da Cizre’deki şehadetiyle başlayan bu süreç, Nafi İmret (Nizar), Enver Ökten (Bawer) ve Adil Arslan (Baran) gibi yerli halkın tanıdığı/sevdiği birçok gerillayla devam edince, Kürt özgürlük mücadelesinin adını “halk ayaklanması” olarak koyduğu dönem gecikti.

MARDİN EYALETİ ÖRGÜTLENMESİ

1989’un sonlarında ise bu kez deneyimli gerilla komutanı (Ocak 1990’da PKK MK Üyesi seçilecek) Süleyman Aslan (Sarı Hüseyin) “Mardin Eyaleti” merkezli Cizre ve Silopi’ye kadar uzanan bir hatta kent örgütlenmeleri için görevlendirildi. Sarı Hüseyin’in komutasındaki gerilla birlikleri, Şubat 1990’un son günlerinden itibaren aralıksız biçimde hem Türk devlet güçlerine saldırılar tertipliyordu hem de halk ayaklanmasını ateşleyecek “Serhildan Komiteleri”ni sevk-idare ediyordu. Onun imzasıyla 28 Şubat 1990’da Cizre’de dağıtılan yüzlerce bildiri, 1990’daki Newroz’la yakın Kürdistan tarihine geçecek gelişmeleri haber veriyordu; “Kürdistan halkı faşist Türk devletine acıyı tattıracak” diyordu.

SARI HÜSEYİN’İN KOMUTASINDAKİ 13 GERİLLA

Newroz’a günler kala Girê Şêra’da Abdullah Avcı (Salah), Abdülkerim Temel (Zinar) ve Süleyman Aslan (Sarı Hüseyin) komutasındaki gerilla birliği ihbar sonucu Türk ordu güçlerince çembere alındı. Helikopter desteğiyle yüzlerce asker ve özel timini bölgeye sevk eden Türk ordusunu fark eden gerillalar, harekete geçmeye çalışırken garip bir şekilde halsizleşiyordu, çünkü onları ihbar eden milis (6 ay sonra ARGK tarafından infaz edilecekti) yemeklerine uyku ilacı karıştırmıştı. Savaşamaz durama gelen gerillalar, 14 Mart 1990’da teker teker uykuda katledildi.

CENAZELERİ MARDİN’E GÖTÜRÜLDÜ

Üç komutanın dışında Abdulkadir Alptuğ (Bedran), Zeki Doğan (İsa), Mahsum Tepe (Haşim), Diyan Oso (İbrahim), Kamuran Dündar (Zana), Ömer Kavak (Necdet), Cesur Şahin (Doğan), Hıdır Yalçın (Şervan), Galip ve ismi hala öğrenilmeyen bir başka gerilla, yaşarken nasıl ki son nefeslerini birlikte vermişlerse cenazeleri de birbirinden ayrılmadı. 13 gerillanın cenazesi üst üste bir kamyonete atılarak önce Savur’a oradan da Mardin’deki devlet hastanesi morguna götürüldü. Gerilla cenazelerinin toplu olarak kent merkezine götürülmesi beklenmeyen bir durumdu. O yıllara kadar gerilla cenazeleri ya Siirt kırsalında bulunan Kasaplar Deresi’ne ya toplu olarak şehit düştükleri yerde ya da sır gibi saklanan bir çukura atılıyordu.

ÖFKE KININDAN ÇIKMAK ÜZEREYDİ

Evlatlarının cenazelerine yapılan bu hakaret yetmezmiş gibi, bir de çoğu yerde cenazelerin parçalanması adeta damla damla biriken Kürdistan halkının öfkesini kınından çıkartmak üzereydi. Özgürlük kokan, gülüşleri yüzlerinde asılı kalan, güzel günlerin habercisi Kürt savaşçılarının, şair Evdilla Pêşew’in dediği gibi “her derenin kenarında, her caminin sekisinde her evin kapısında, her köşede, her mağarada, her dağın başında, her bahçenin dalları üzerinde, bu ülkede, gökyüzünün altındaki, her karış toprakta” yatmaları, Kürdistan coğrafyasını tılsımlı hale getiriyor ve bu durum sömürgeci devletin işine gelmiyordu. Çünkü her şehidin yattığı her toprak parçasının kutsal olduğu kulaktan kulağa yayılıyor, özellikle de kadın gerillaların mezarları Mardin/Botan halkına gözünde evliya ziyaretgahıydı.

İKİ KENTTE KEPENKLER AÇILMADI

Üstelik Girê Şêra’da şehit düşen 13 gerilladan önce de arka arkaya gruplar halinde şehit düşen gerillaların cenazelerinin verilmemesi, parçalanması (4 Aralık 1989’da Ava Mezin’de şehit düşen 9 gerilla gibi), deyim yerindeyse Nusaybin ve Cizre’de kopacak fırtınanın zeminini hazırlamıştı. İki kentte 14 Mart 1990 günü dükkanlar kepenk indirdi, Girê Şêra katliamına tepki olarak halk hayatı durma noktasına getirdi. Tüm bu faktörleri hesaplayan Türk devlet yetkilileri, aynı gün akşam saatlerinde morga kaldırılan 13 cenazenin, hastane önünde toplanan ailelere teslim edeceği sözünü verdi, ilk niyetleri halkı oyalayarak zaman kazanmaktı.

KAMURAN DÜNDAR (ZANA)

Saatler ilerledikçe gergin bekleyiş Mardin’den Nusaybin’e oradan da kısa sürede bütün bölgeye yayıldı. Zira 13 şehidin 5’i Nusaybinliydi ve onlardan biri de SHP’den ihraç edilen Nusaybin Belediye Meclis Üyesi Yusuf Dündar’ın oğlu Kamuran Dündar’dı. 1970 yılında dünyaya gelen çocuklarına Kamuran Bedirxan isminden esinlenerek Kamuran koyan Dündarlar, Nusaybin’in tanınmış yurtsever ailelerindendi. 1988 yılında PKK saflarına katılan Kamuran Dündar’ın yolu Mahsum Korkmaz Akademisi’ne düştü.

ANNESİ FEHİME DÜNDAR ANLATIYOR

Annesi Fehime Dündar o günleri ve oğlunun şehadet haberini nasıl duyduğunu şöyle anlatıyor: “Kamuran’ın peşine düştük, bir süre sonra Serok Apo’nun yanına gittiğini öğrendik. Ben de babasına ‘dayanamıyorum, ben Başkan’a mektup yazacağım, diyeceğim ki benim 5 çocuğum var, tek oğlum Kamuran, ne olur onu geri gönder diyeceğim’ dedim. Babası kızdı önce, ‘sen kafayı mı yedin?’ dedi, ama sonra kabul etti. Mektubu benim adıma yazdık ve Qamişlo’daki tanıdıklar üzerinden partiye oradan da Başkan’a ulaştırdık. Daha sonra öğrendik ki Başkan mektubu Kamuran’ın da bulunduğu bir eğitim sırasında okumuş ve ona ‘Kamuran sen evin tek erkek çocuğuymuşsun, seni eve gönderelim mi?’ diye sormuş. Kamuran da kalkıp şöyle demiş; ‘Başkanım annem doğru söylemiyor, bir erkek kardeşim de İzmir’de yaşıyor’.

ŞEHADETİNİ YOLDA ÖĞRENİYOR

Velhasıl mektup girişimim başarısız oldu. Şehit düştüğü sırada ise İzmir’deydim. Benden şehadetini gizlediler, tabi televizyonlarda sürekli Nusaybin ile ilgili haberler var ama ben Türkçe bilmediğim için Nusaybin kelimesi dışında bir şey anlamıyorum ve bana da kimse bir şey anlatmıyor. Sonunda dayanamadım, otobüsle Nusaybin’e doğru yola koyuldum. Tabii anne yüreği bir şeyler hissediyor, otobüsün ön tarafında oturun bir Kürt genci elindeki gazeteyi okuyordu. Ben de ‘Hele oğlum, bir oku, gazetede ne haberler var?’ diye sordum. O da Kamuran Dündar isimli bir gerillanın öldürüldüğünü ve Nusaybin’de olayların çıktığını söyledi. Hiçbir şey diyemeden yerimde kala kaldım ve hiç kımıldamadan Nusaybin’e bu şekilde ulaştım.”

CENAZEYİ BEKLERKEN

Kamuran’ın şehadet haberini anneden saklayan ailenin diğer fertleri, 13 şehitten biri olan kendi çocukları için soluğu önce Suvar’da ardında da Mardin’de almıştı. Kamuran Dündar’ın amcasının oğlu Halil Dündar o kritik saatleri ve hastane önündeki bekleyişlerini şöyle aktarıyor: “Saatler ilerlemesine rağmen cenazemiz verilmiyordu. Bu kez akşam saatlerine doğru amcam Yusuf Dündar gibi SHP’den ihraç edilen Mardin Milletvekili Ahmet Türk devreye girip savcıyı aradı, ardından da bize sabah saat 07.00’de sessiz bir şekilde cenazemizi gömme şartıyla alacağımız söylendi. Ancak bu söze rağmen cenaze hala verilmiyordu. Ertesi sabah (15 Mart), saat 05.00’e doğru ben ve amcam hastanenin önünde park ettiğimiz aracımızın içinde uyuduğumuz sırada, aracın camlarına sert bir şekilde vuran bir özel tim ‘gelin cenazenizi alın’ dedi. Biz de bunun üzerine hemen ilk telefon kulübesinden Nusaybin’deki akrabaları arayarak haber verdik.”

DEVLET TEÖRÜRÜ VE SERHILDAN

Küçük kitle, saat 07.00 sıralarında dini vecibeleri yerine getirildikten sonra Nusaybin merkezde bulunan kabristanda Kamuran Dündar’ı toprağa verip mezarlıktan çıktığında binleri bulmuştu. Kitlenin amacı Dündarların evinde kurulan taziyeye gitmekti, ancak Türk devleti provokatif ve saldırgan tutumunu sürdürüyor. Saat 10.00’a doğru sokaklara dökülen insan sayısı 10 bini aşmıştı. Her geçen dakikada artan insan seli karşısında Türk devlet güçleri çareyi kurşun yağmuruna tutmakta buldu. 19 yaşındaki Şemsettin Çiftçi isimli gencin kurşunlarla katledilmesi “bardağı taşıran son damla” oldu. Taş ve sopalarla direnişe geçen halkın karşısında Türk askeri ve polisi karakollara çekilirken, öğleden sonra Siirt ve Mardin’den getirilen özel timler kentte terör estirdi.

HALKTAKİ KORKU DAĞITILDI

Onlarca yaralı, yüzlerce gözaltıyla sonuçlan 15 Mart 1990’ın Nusaybin günlüğü Ankara’da Türk devlet erkanında soğuk duş etkisi yaratmıştı. Kürdistan’da ise Newroz için hazırlığı yapılan serhildanın fitili ateşlenmişti. Aslında Girê Şêra’da şehit düşen Süleyman Arslan (Sarı Hüseyin) ve diğer gerillalar, zaten Newroz’da kentlerde başlatılacak direnişi örgütlüyorlardı. Hatta Kamuran Dündar ve onunla beraber şehit düşen bazı gerillalar, 1989’da Mahsum Korkmaz Akademisi’nde “Halk Ayaklanması’na Doğru” adlı devrenin öğrencileriydi. 13 gerillanın şehadet haberi ve ardından cenazeleri de Bakur’u uyandırmaya yetti, Kürt halkına sinen korkuyu dağıttı.

O KRİTİK HAFTA

Kürdistan’ın “1990 ruhu”nun dalga dalga yayıldığı o kritik haftanın panoraması şöyleydi:

16 Mart: Nusaybin serhildanına ilk destek sınır telleriyle ayrılan yanı başındaki kent Qamişlo’dan geldi. Sınıra yığılan 50 binden fazla Qamişlolu slogan ve zılgıtlarla Nusaybin halkına destek verdi. Aynı gün Cizre, Silopi, İdil, Midyat ve diğer bazı ilçelerde de halk Nusaybin için sokaklara döküldü. Fırat, Çukurova, İnönü ve Dicle üniversitelerinde Halepçe için organize edilen anma etkinlikleri de Nusaybin ile dayanışma gösterilerine dönüştü.

17 Mart: Nusaybin'deki kepenk kapatma eylemi sürdü. Şemsettin Çiftçi’nin cenaze töreni engellenirken, yeni bir serhildan dalgasından korkan Türk devlet güçleri cenazeyi gizlice defnetti.

18 Mart: Devlet güçlerinin tehdit ve kepenkleri kırma girişimine rağmen Nusaybin’deki kepenk kapatma eylemi devam etti. PKK’li tutsaklar da Nusaybin’e destek vermek için süreli açlık grevine başladı.

19 Mart: Nusaybin’in ardından Cizre esnafı da kepenk kapattı. Cizre halkı sokaklara dökülerek Nusaybin ile dayanışma içinde olduğunu gösterdi.

20 Mart: Erkenden başlayan Cizre’deki Newroz kutlamaları serhildana dönüştü. Sayıları 10 bini geçen Cizreliler sokaklara döküldü. Halk ayaklanması karşısında kitleyi kurşun yağmuruna tutan Türk devlet güçleri, Salih Elçioğlu, Mehmet Yılmaz, Yusuf Şahin, Emin Gün ve Abidin Tuncer isimli çocuğu katletti. Kurşun ve panzerlerin set olamadığı Cizre’de devlet daireleri ardı ardına ateşe verildi. Serhildan buradan da Silopi ve İdil’e sıçradı.

21 Mart: Türk devletinin ilan ettiği sokağa çıkma yasağına rağmen Cizre’de direniş sürerken, İstanbul, Ankara, Ege, Eskişehir, Çukurova, Amed, Erzurum ve diğer üniversitelerde binlerce öğrenci bir araya geldi, ilk kez kitlesel şekilde Newroz kutlandı. Aynı gün Nusaybin ve Cizre’de halka estirilen terörü protesto etmek için Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi 3. sınıf öğrencisi Zekiye Alkan, Amed-Mardinkapı'da pankart açarak bedenini ateşe verdi.

22 Mart: Kuzey Kürdistan’ın birçok kenti, ilk kez toplu şekilde kepenk kapatma ve öğrenci boykot eylemlerine tanıklık etti. Hayatı durma noktasına getiren halk, sessizliğe bürünerek katliamları protesto etti.

TÜRK MEDYASININ TAVRI

Bakur’un beklenmeyen bu uyanışı Ankara’yı şok ederken, Yıldırım Akbulut’un başbakanlığındaki Türk hükümeti çaresizdi. Türk medyasının ise ne yazacağını şaşırdığı o günlerde, Günaydın gazetesinin 24 Mart 1990’daki “Cumhuriyet Türkiye’si böyle yürüyüşler de mi görecekti? Tanrım, ne acı” manşeti, Kürt halkının beklenmeyen kalkışması karşısına basınından hükümetine Türk devletinin içine düştüğü acizliğin en bariz örneğiydi. Gazete spotunda şöyle diyordu: "Dün, ulusça kahrolduk... Cumhuriyet tarihimizde ilk kez, bir ilçemizdeki binlerce yurttaşımızdan 'Bölücü' sloganlar duyduk. Kaygılarla kıvranırken, Cizre'de yüreğimizden hançerlendiğimizi hissettik. Çok acı da olsa, gerçekleri görmenin zamanı çoktan geldi.”

Türk basının aksine dünya medyası ise Nisan 1990’ın sonlarına kadar devam edecek olan serhildanı şu başlıklarla tarihe not düşecekti:

* Kürt İntifadası oluşmaya başladı (TAZ, 22.03.1990)

* Kürdistan’da isyan (Frankfurter Rundschau 22.03.1990)

* Türkiye’de Kürt huzursuzluğu kitlesel karakter kazanıyor (The Independent, 22.03.1990)

* Türkiye Kürdistan’ında intifada (Folket i Bild, 22.03.1990)

* ‘Vahşi’ Kürdistan’da kanlı ayaklanma (Kölner Stadt Anzeiger, 19.04.1990)

* Kanlı hareketlenmeler (Le Monde, 06.04.1990)

Kaynaklar:

- Girê Şêra’ya ilişkin yazar Medeni Ferho ve sanatçı Seyidxan’ın anlatımları.

- Stêrk TV’de yayınlanan “Serhildan” belgeseli için Fehime Dündar ve Halil Dündar ile yapılan söyleşiler.

- Murat Karayılan’ın Mezepotamya Yayınları arasında çıkan “Bir Savaşın Anatomisi: Kürdistan'da Askeri Çizgi” kitabı.

- Ali Yılmaz’ın Doğan Kitap’tan çıkan “Karanlık Vardiya: 90’lı yılların Politik Arşivi” isimli kitabı.

- Serxwebûn, Milliyet, Cumhuriyet, Günaydın ve Güneş gazetelerinin arşivi.