Karayılan: Terörist olan Türk devletidir

Halk Savunma Merkezi Karargâh Komutanı Murat Karayılan, Türk devletinin soykırım saldırısına karşı savaşçılar ve halkın direnişinin belirleyici olacağını belirterek, bu imtihandan başarıyla geçilirse Kürdistan’da yeni bir dönemin başlayacağını söyledi.

Savaş isteyenin Türk devleti olduğunu belirten Halk Savunma Merkezi Karargâh Komutanı Murat Karayılan, Türk devletinin 96 yıldır Kürdistan toprakları üzerinde amansız bir devlet terörü uyguladığını vurguladı. ABD ve AB’nin haksız ‘terör listesi’ ve Lozan Antlaşması’nın Türk devletine kapı açtığını kaydeden Karayılan, Avrupa Adalet Divanı ve Belçika Mahkemesi’nin kararına atıf yaparak, ABD’de dava açacaklarını söyledi. Karayılan, Türk devletinin ‘PKK teröristtir’ düsturuyla tüm Kürtleri de ‘PKK ve terör’ çerçevesine alıp saldırılarını perdelediğini kaydederek, bunun için Rojavayê Kurdistan’a bile ‘terör koridoru’ dediğine dikkat çekti. Karayılan, “Terörist olan biz değiliz, Türk devletidir. Biz, Türk devlet terörüne karşı savaşmak zorunda kalıyoruz” dedi.

Stêrk TV’nin Özel Program’ında Arjîn Ferat’ın sorularını yanıtlayan PKK Yürütme Komitesi Üyesi ve Halk Savunma Merkezi Karargâh Komutanı Murat Karayılan, Uluslararası Komplo’dan bugüne uzanan saldırı ve direnişi, özellikle Rojavayê Kurdistan’a hedef alan işgali anlattı.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şahsında Kürdistan halkını hedef alan, özgürlük mücadelesini tamamen tasfiye etmeyi hesaplayan 9 Ekim 1998’de startı verilen Uluslararası Komplo’nun 22. yılına girildiğini hatırlatan Karayılan, “Önder Apo’nun İmralı’daki eşsiz duruşu, fedai şehitlerin kahramanca eylemi, halkımızın büyük emeği ve bu temelde 21 yıldır giderek yükselen mücadelemiz bu komployu boşa çıkardı. Bir başka deyişle, komplo amacına ulaşamadı. Hareketimizin büyümesi ve gelişmesi durdurulamadı. Hareketimiz bugün 21 yıl öncesine göre çok daha büyüktür” dedi.

KOMPLOYU YENİLEME PEŞİNDE

Özellikle soykırımcı sömürgeci Türk devletinin her fırsat bulduğunda hemen komployu yeniden geliştirme; şimdi de kapsamlı kılma çabasında olduğunu kaydeden Karayılan, “Şimdi geliştirilen saldırılar 1998-99 yıllarını aşan bir genişlik ve derinliktedir. Tüm parti yönetimimize, tüm kadrolarımıza, tüm yurtseverlere, tüm dostlarımıza ve hatta tüm halkımıza karşı saldırı vardır. Kürt halkının bütün kazanımlarına karşı bir saldırı vardır. Saldırılar sadece bir alanla sınırlı olmayıp ideolojik, kültürel, siyasi ve askeri olarak yürütülmektedir” şeklinde konuştu.

KOMPLONUN ZEMİNİ ZAYIFTIR

Tüm dünya kamuoyunun bazı gerçekleri bugün daha iyi anladığını, dolayısıyla komplonun zemininin zayıflığına işaret eden Karayılan, mücadelenin de her zamankinden daha çok sonuç almaya ve zafere yakın; komployu tümden kırabilecek durumda olduğunu söyledi.

PKK’NİN MÜCADELESİ MEŞRUDUR

“Eğer bugün Avrupa’da veya dünyanın herhangi bir yerinde bir halkın ülkesi işgal edilir, varlığı ve kimliği inkâr edilir, dili ve kültürü yasaklanır, tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarına el konulursa ne yapar, yurtseverleri nasıl bir tutum alır” diye soran Karayılan, işte bu sorularının cevabının Kürtlerdeki ifadesinin PKK olduğunu vurguladı. Karayılan, şöyle devam etti: “PKK, Kürdistan üzerindeki inkâr, imha ve soykırım siyasetine karşı büyük bir insanlık direnişi sergileyip bunun meşru mücadelesini veriyor. PKK terörist değildir. Dünyadaki tüm halklar gibi Kürdistan halkının da kendi topraklarında, kendi kimliğiyle özgürce yaşamasını istiyor. Bu amacını gerçekleştirmek için diyalog ve siyasetle sonuca gitme çabasına soykırımcı güçler her türlü araçla saldırdığı için PKK askeri olarak da bir direniş içerisinde. Önder Apo, daha 7 Ağustos’ta avukatlarıyla yaptığı görüşmede ‘Kürt sorununu bir haftada çözebilirim’ diyerek barış çağrısında bulundu ve ‘2013 yılındaki çizgimdeyim’ dedi. Hareket olarak tümüyle arkasında olduğumuzu ve vereceği kararlara bağlı olduğumuzu açıkladık. Peki T.C. devleti ne yaptı, çağrısına nasıl karşılık verdi? Mêrdîn, Wan ve Amed büyükşehir belediye eşbaşkanlarını görevden alıp belediyeleri gasp ederek, askeri operasyonlar geliştirerek, aynı gün yüzlerce Kürt’ü tutuklayarak karşılık verdi.

96 YILDIR TERÖR UYGULUYOR

Savaş isteyen Türk devletidir. Türk devleti, 96 yıldır Kürdistan toprakları üzerinde amansız bir devlet terörü uyguluyor. Terörist olan biz değiliz, Türk devletidir. Biz, Türk devlet terörüne karşı savaşıyoruz. Şiddet uygulayan, insanları soykırımdan geçirerek, kan dökerek sonuca gitmek isteyen biz değiliz, Türk devletidir. Tüm dünya bu gerçeği görmeli ve bilmeli.

ABD’DE DE DAVA AÇACAĞIZ

Türk devleti tüm dünya kamuoyu ve uluslararası güçler üzerinde bugün baskı yaptığı gibi o zaman da baskı yaptı, bu yüzden de önce ABD ve 2002’de Avrupa, PKK’yi ‘terör listesi’ne koydu. Biz de buna karşı Avrupa’da dava açtık. Avrupa Yüksek Adalet Divanı, PKK’ye terörist denilemeyeceğine hükmetti. Yine Belçika gibi bazı Avrupa devletlerinde bağımsız mahkemeler PKK’nin terörist olmadığına dair karar verip, Kürt halkı ile Türk devleti arasında bir savaş olduğunu, PKK’nin de bu savaşta bir taraf olduğuna hükmetti. Biz PKK’nin tümden bu listeden çıkarılmasını istiyoruz ve bu dava halen sürmektedir. Aynı şekilde ABD’de de dava açacağız, çünkü PKK’ye ‘terörist’ demek çok büyük bir adaletsizlik ve haksızlıktır. PKK devlet terörüne karşı mücadele yürütmektedir. Asıl gerçek budur.

TÜRK DEVLETİ ‘TERÖR LİSTESİ’NDEN YARARLANIYOR

Soykırımcı sömürgeci faşist Türk devleti, PKK ‘terör listesi’nde olduğu için ‘HDP, PKK’dir’ diyor. HDP’yi yargılamak ve zindana koymak için bunu yapıyor. Sadece ve sadece kültür çalışmaları yapan bir kuruma da haman ‘bu kurum PKK’dir’ diyor ve zindana atıyor. Bir yerde dil üzerine çalışmalar yapılıyor, ‘PKK’lidir’ deyip zindana atıyor. Kürtlerin Avrupa’da yürüttüğü faaliyetler var, bunların hepsini PKK olarak sayıyor. Rojava’da Kürt, Arap, Asuri, Süryani halkları birlikte bir sistem kurdular. Bunu da ‘PKK’ ve ‘terör koridoru’ olarak adlandırıyor. ‘Terör koridoru’ dediği yer ise Rojavayê Kurdistan'dır. Elbette Önder Apo orada 20 yıl kaldığı için etkilendiler ama bu gerçeklik, hepsinin PKK ile örgütsel ve organik bir ilişkileri olduğu anlamına gelmez. Böyle bir şey yoktur. Türk devleti, PKK haksız yere ‘terör listesi’nde olduğu için böyle yaparak, tüm Kürtleri, Kürtlerin bütün kazanımlarını hedefliyor. Açıkça ‘Kuzey Irak’ta fırsatı kaçırdık, Kuzey Suriye’de statü almalarına müsaade etmeyiz’ dediler. Türk devletinin Rojavayê Kurdistan’a el uzatmasının esas amacı da budur. Bu amacını gerçekleştirmek ve saldırmak için oradaki herkesi PKK’li gibi göstermeye çalışıyor.

LOZAN ANTLAŞMASI’NA DAYANIYOR

Türk devleti Kürt halkına bu kadar saldırmayı, bahşedilmiş meşru bir hakmış gibi görmesinin temel kaynağı Lozan Antlaşması’dır. Türk devleti, 96 yıldır Kürdistan’ı inkâr ve imha siyaseti yürütüyor. Bu siyasetin temel amacı Kürdistan’ın dört parçasında Kürtleri, Türkleştirmektir. Uluslararası güçler ve devletler de Lozan Antlaşması’yla buna cevaz vermiş oldu.

BM’NİN HALİ BUNA ÖRNEKTİR

Lozan Antlaşması her ne kadar birçok cihetten anlamsızlaşmış olsa da bugün dünya güçleri halen o eksende hareket ediyor. Mesela Birleşmiş Milletler’in (BM) hali, buna örnektir. Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan, son BM Genel Kurulu’na gidip harita göstererek Rojavayê Kurdistan’ı işgal edeceğini; 2 milyon mülteciyi buraya yerleştirmek istediğini söyledi. Açıkça Kürtleri soykırımdan geçirip yurtlarına başkasını yerleştireceğim, dedi. Jenosidin alenen pazarlamasını yaptı. Yüzlerce kez maalesef ki; orada hiç kimse ses çıkarmadı, itiraz etmedi. Bu durum insanlık için gerçekten de bir kara lekedir. Sonradan Yunanistan Başbakanı ve bazı siyasetçiler ‘Erdoğan’ın söyledikleri demografik değişimdir’ diyebildi. Bu şekilde dile getirip Erdoğan’ın söylemlerini deşifre ettikleri için bugün kamuoyunda Erdoğan’ın bu sözlerine karşı bir tepki var. Demografik değişim bile hadi kalıyor, etnik temizliktir. Burada asıl mesele BM’nin kendisidir. BM’nin sekreter yardımcısı birkaç gün önce bir açıklama yaptı ve ‘Türkiye ile koordinasyon halinde olmaya hazırız’ dedi. Türk devleti, Rojava’ya saldıracak, orada kendi işinde gücünde olan bir halkın yaşamına müdahale edecek, etnik temizlikten geçirecek ve BM de ‘biz Türkiye ile koordinasyon halinde olmaya hazırız’ diyebiliyor. BM’nin bu açıklaması, Türk devletinin bu insanlık suçuna ortaklığını göstermiyor mu? Açıkça söylüyorum: BM bu suça ortaktır. Biz Kürtler de bir millet değil miyiz? Neden BM’de bizim de temsilcimiz yoktur? Neden bizi inkâr ediyorlar. O zaman ismini değiştirsin, Birleşmiş Milletler yerine Birleşmiş Devletler koysun.

SURİYE ANAYASA KOMİTESİ

Suriye Anayasa Komitesi kuruldu. İran, Rusya ve Türkiye’nin oluşturduğu Astana platformu buna vesile olsa da BM öncülüğünde gelişti. BM, katılacak kişilerin listesini hazırlayıp onayladı. Peki bu listede Kürtler var mıydı? Hayır. Oysa Kürtler Suriye’nin yüzde 13’lük nüfusunu temsil ediyor ve 150 kişilik komitede en az 20 temsilcisinin olması gerekirdi ama sadece 2 tanesi Kürt’tür. BM temsilcisi bu durum karşısında ‘Kürtlerin de içinde olduğuna inanıyorum’ diyebiliyor. BM’nin bu kararı Türk devletinin Kürdistan üzerindeki sömürge-soykırım siyasetini kabul ettiğini gösteriyor.

KÜRTLERİN KADERİNİ TAYIN HAKKI VAR

Kürtlerin de bu dünyada, kendi topraklarında dili, kültürü, kimliği ve zengin tarihiyle yaşama ve kendini yönetme hakkı vardır. Eğer BM gerçekten de prensiplerine sadıksa o zaman Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını tanımalıdır. BM prensipleri içerisinde bu vardır Ama BM yetkilileri, bu prensipleri görmezden geliyor, dikkate almıyor, bilakis Kürdistan üzerindeki inkâr ve imha siyasetini destekliyor. Bu da onları Kürdistan’da gerçekleştirilen katliam ve soykırımların ortağı haline getiriyor. Hatta soykırımcı sömürgeci faşist Türk devletinin şimdi Rojava’ya dönük soykırım hareketine tepki gösterip tutum almadıkça BM de ortaktır.”

ABD’NİN BAZI YERLERDEN ÇEKİLMESİ

ABD güçlerinin Rojava’nın bazı yerlerinden çekilme kararının, ABD Başkanı Trump’ın mı yoksa devletin mi kararı olduğunun belirsizliğine işaret eden Karayılan, Türk devletinin kendisini tümüyle Rojava’nın işgal edilmesi, halkın oradan göçertilmesi ve soykırımdan geçirilmesi için hazırladığı bir dönemde böyle bir karar almanın, açıkça soykırıma destek anlamına geldiğini söyledi. ABD ve BM’nin, Türk devletinin Efrîn’de neler yaptığını iyi bildikleri halde sessiz kalmayı sürdürdüklerine dikkat çeken Karayılan, şunları söyledi: “ABD Başkanı ile Erdoğan konuşuyor ve aniden çekiliyorum, diyor. Bu, gizli bir anlaşma olduğunu, kirli oyunların döndüğünü gösteriyor. ABD güçleri, 5 yıldır bu insanlarla birlikte yan yana DAİŞ’e karşı savaşıyor. Bu insanlar 11 bin şehit verdi, 24 bin bin gazileri var. Türk devleti de sırf Rojava halkı DAİŞ’e karşı savaştığından ve Amerika’da bu savaşta yanlarında yer aldığından dolayı daha büyük düşmanlık yapıyor.

PKK İÇİN SÜRPRİZ OLMADI

Şunu belirteyim ki; Amerika’nın çekilmesi bizim için bir sürpriz değildi. Biz PKK olarak her zaman böyle bir şeyin olacağını bekliyorduk. Kendi gücüne dayanmayan, bağımsız siyaset yürütmeyen güçler bu karar karşısında şaşırmış olabilirler ama bir gün böyle olacağı biliniyordu.

‘MİLLİ ORDU’ DEDİĞİ DE DAİŞ

Bir de şöyle bir durum var: Türk devleti ve Katar bölgede DAİŞ ve El Kaide’yi besleyip destekledi. AKP ve DAİŞ zaten fikri akrabadır, zihniyetleri aynıdır. Trump’ın bu kararı, AKP-MHP rejimi ile DAİŞ’in ilişkisine meşruluk kazandırdı. Önü alınmazsa DAİŞ’in bölgede yeniden güçleneceği bir dönem başlayacak. Erdoğan, DAİŞ elemanlarını alıyor, sakallarını biraz kestirip adını değiştirerek kendi askeri olarak kullanıyor. İşte şimdi adına ‘Suriye Milli Ordusu’ dediği gücün çoğu El Nusra ve DAİŞ elemanlarıdır. ABD, nasıl olur da bu gerçeği bilmiyor, insan şaşırıyor doğrusu.

HALKIMIZ GÜCÜNE GÜVENMELİDİR

YPG, YPJ, QSD gerçekten de çok önemli iki şey yaptı;

* Tüm insanlık için kendilerini siper ettiler. DAİŞ, tüm dünyaya karşı cihat ilan etti. Herkesten önce Amerika ve Avrupa’ya karşı savaş kararı aldı ama QSD, YPG, YPJ kendini buna siper etti, o kadar şehit verdi. Kürtler, sadece kendileri için Minbic’den Baxoz’a kadar mücadele etmedi.

* İkinci husus ise Kürt, Türk, Asuri, Süryani, Ermeni halkların kardeşliğinin oluşmasını, hepsinin bir arada yaşayabileceği demokratik ulus gerçeğini yarattılar. Yaratılan bu demokratik sistem, Suriye’de çözüm için de örnek bir model durumundadır.

İşte şimdi Türk devletinin tüm dünyanın gözleri önünde ortadan kaldırmak istediği budur. Bu sistemi kaldırıp Selefilik ve Sünni mezhebi üzerinden çeteler eliyle DAİŞ ve El Kaide çizgisi temelinde Türk devleti hamiliğinde bir sistem oluşturmak istiyor.

Rojava’daki değerli halkımız 8 yıldan bu yanadır savaş içerisinde, hem insanlık, hem Suriye halkları hem de Kürdistan halkı için büyük bir sorumluluk üstlendi. Rojava halkı derin yurtseverliği, kararlı direnişçiliği ve şehitlerin mirasıyla Arap, Asuri ve Süryani halklarıyla oluşturduğu kardeşlik sistemi Kuzey-Doğu Suriye’de direnecek ve bu haksız işgal saldırısını yenecektir. Bunun için halkımız kendine, kendi gücüne güvenmelidir. Kobanê Direniş Ruhu’nu ve Efrîn’deki tecrübeyi birleştirirse kesinlikle başarılı olacağına inanıyorum. Çünkü haklıdır. Dostları daha da artacaktır. Halkımızın başı dik ve kendinden emin olmalı. Halkımızın tümü kendi evinde, köyünde kalmalı. Eğer yapabiliyorsa savaşçıları desteklesin, yapamıyorsa kendi evini terk etmesin ve orada kalsın. Halkımız kendi yerinde kalırsa savaşçılar da rollerini iyi oynar ve sömürgeci Türk devletinin Rojava’ya uzattığı işgalci elini kesip atar. YPG, YPJ fedailerinde bunu gerçekleştirebilecek düzey vardır. Halkımız buna inanmalıdır.

Savaşlarda geri çekilmek de bir taktiktir ve yeri vardır fakat eğer geri çekilme doğru bir yerde ve doğru zamanda olursa sonuç verir. Eğer doğru olmazsa sonuç alıcı olmaz. Bizden ‘Efrîn’den çekilelim mi’ diye sorsalardı, biz ‘yanlıştır’ derdik. Kutsal Kobanê ve tarihsel Serêkaniyê’den geri çekilme olmamalı. Orada yaşanmış bir tarih ve dökülen kanlar var. Sanıyorum Qamişlo halkı, yanı başındaki Nusaybin’de sergilenen tarihi kahramanlık direnişini 9 ay boyunca yakından izledi. Orada 90 savaşçı vardı, bunların büyük kısmı da okul okuyan gençlerdi. Bu gençler 9 ay boyunca Türk devletinin Nusaybin sokaklarına, mahallelerine girmesine izin vermedi. Birçok Türk askeri Nusaybin Sendromu yaşadı, akli dengesini yitirdi. Şimdi halen de birçoğu deli divanedir, iyileşmedi. Doğru yöntemlerle mücadele edilirse onları yenmek mümkündür.

YENİ BİR DÖNEM BAŞLAR

Biz kendilerini sonuna kadar destekleyeceğiz. Tüm Kürdistan parçaları kendilerini destekliyor. Kamuoyunun büyük çoğunluğu kendilerini destekliyor. Koşullar Efrîn sürecindeki gibi değildir, şimdi moralleri düşmüş, her anlamda zayıflamıştır. Bu düşman kırılabilir. Tüm halklarımız bilmeli ki, bu kutsal bir savaştır, gerçekten de insanlık mücadelesidir ve bunun için ne yapılırsa azdır.

Yeni bir dönemdir, sıradan değildir ve tarihseldir. Kürt halkının tümü için varlık yokluk sürecidir. Herkes bu gerçeği böyle bilmelidir. KNK ulusal seferberlik çağrısında bulundu. Ben de çağrıda bulunuyorum: Bu dönem seferberlik dönemidir. Herkes kendi işinde, gücünde değişiklikler yapmalı. İster yurt dışında ister Kürdistan’ın herhangi bir parçasında olalım, bu saldırı karşısında durmalıyız. Kimin elinden ne geliyorsa onu yapmalıdır. Özellikle Kürt gençleri bu dönemde sessiz kalmamalı ve direnişe katılmalıdır. Eğer Kürt halkı olarak, Kürt siyaseti olarak bu imtihandan başarıyla geçersek Kürdistan’da yeni bir dönem başlayacaktır.”