Kızıler: 73'üncü ferman, siyasi bir karardı

Êzidî Kürtlerin 2014'te yaşadığı 73'üncü fermanın tanığı gazeteci Kızıler, soykırım konseptinin "sadece askeri mantık hatası" olarak açıklanmayacağını "siyasi bir kararın olduğunu" belirterek, "PKK, direnişiyle o soykırım çarkına bir çomak soktu" diyor.

Binlerce yıldır Mezopotamya coğrafyasında yaşayan ve kültürlerinden taviz vermedikleri için onlarca kez katliam, ihanet ve soykırım kıskacına alınan Êzidî Kürtler, 73'üncü soykırımı 3 Ağustos 2014 tarihinde yaşadı.

Yaşadıkları soykırımları "ferman" olarak isimlendiren Êzidî Kürtleri, 2014 yılının 3 Ağustosu'nda bu kez DAİŞ vahşet çetesinin yok etme, esir alma ve köleleştirme ablukasıyla karşı karşıya kaldı.

21'inci yüzyılda tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan bu soykırımdan daha ağır olanı ise Êzidîlerin yaşadıkları ihanetti.

DAİŞ çeteleri Şengal'in kapılarına dayandığında, o güne kadar kentin kontrolünü elinde tutan Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) binlerce kişilik pêşmerge ve asayiş gücüyle kenti terk etti ve Êzidîleri soykırımla yüz yüze bıraktı.

Yaşanan ihanet sonucu binlerce Êzidî, çeteler tarafından katledildi, çoğunluğu kadın ve çocuk binlercesi kaçırılarak köle pazarlarında satıldı.

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nin 17 Ekim 2014'de yayımladığı verilere göre, 3 Ağustos saldırılarında; 5 bin kadar Êzidî erkek katledildi, 100 Êzidî erkeğin kafası kesildi, 7 bin civarında Êzidî kadın kaçırılarak köle pazarlarında satılığa çıkarıldı, binlerce Êzidî kadın tecavüze uğradı...

Bunlar soykırıma ait bazı genel bilgi ve veriler... Ama bir de 21'inci yüzyılda tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan bu soykırıma yaşayarak tanıklık edenler var. Onlardan biri de gazeteci Hayri Kızıler. Gazeteci Hayri Kızıler, 73'üncü ferman öncesi, ferman günü ve fermandan sonra yaşananları ANF'ye anlattı.

ŞENGAL'DE İKİLİ BİR YÖNETİM VARDI

2013 yılında Çira TV çalışmaları için Şengal'e gittiğini söyleyen Kızıler, o zamanlar DAİŞ tehdidinin o kadar belirgin olmadığını, ancak 2014 yılında özellikle de Musul'un düşmesiyle bu tehdidin görünür hale gelmeye başladığını kaydetti.

Şengal'de yaklaşık 450 bin Êzidî Kürd'ün yaşadığını ve onlarla beraber, Şii ve Sünni Müslümanların da yaşadığını dile getiren Kızıler, katliamdan önce kentte, Irak merkezi hükümeti güçleri ile KDP güçlerinin ikili bir yönetiminin olduğunu ifade etti.

1975 AŞBETAL'ININ ETKİSİ

Kızıler, "2003 Irak'a yapılan müdahale sonrası pêşmerge gücü bölgeye gelmişti. Aslında 1975 öncesi de pêşmergenin olduğu bir alan ama 75'te KDP aşbetal ilan edince pêşmerge buradan da çekilmişti. Aslında 2014'te nasıl çekildilerse aşbetal (Mele Mistefa Barzani'nin silah ve direnişi bırakmasına verilen ad) zamanında da aynı şekilde çekiliyorlar. Yeni bir durum değil aslında. Bir yaranın nüksetmesi olarak okuyabiliriz" diye kaydetti.

SADDAM'IN ÊZIDÎLERİ DAĞDAN OVAYA İNDİRMESİ

KDP'nin aşbetal ilan etmesinden sonra Şengal'in de Saddam'ın insafına terk edildiğini kaydeden Kızıler, "İnsanlar Saddam zulmüyle yüz yüze kalıyorlar. Tabi Saddam da onları dağdan indirip mücemma dedikleri şimdiki yerleşim yerlerine yerleştiriyor. Bir nevi dağdan indirip çölün ortasındaki savunmasız alanlara yeni yerleşim yerleri kuruluyor" diye ifade etti.

'DAĞ O GÜNE KADAR ÊZIDÎLERİ KORUMUŞTU'

"İnsanlar doğal savunma hatlarından koparılıyor. 73'üncü ferman diyoruz. Demek ki bundan önce 72 ferman olmuş ve insanlar da ona göre bir savunma modeli geliştirmiş. O da dağdır" diyen Kızıler, şunları dile getiriyor: "Dağ da onları korumuş. Ama Saddam onları çölün ortasına indirip savunmasız bırakınca o savunma hattı da yok olmuş doğal olarak. Eğer o savunma hattı kırılmamış olsaydı, belki bugün katliamın boyutu bu kadar büyük olmayacaktı."

'KDP HALKIN HAYATINI İPOTEK ALTINA ALMIŞTI'

Hayri Kızıler, 73'üncü fermanın boyutlarının bu kadar ağır olmasının bir nedeninin de KDP'nin bölgede uyguladığı toplumsal yönetim modeli olduğunu belirtiyor. Kızıler, "Diğer bir boyut ise 2003'te KDP geldikten sonra insanların hayatlarını ipotek altına aldı. Êzidîleri kendisine bağlamak için onların çoğunu maaşa bağladı, pêşmerge yaptı ve toplumsal örgütlülüğü dağıldı. Daha doğrusu bir toplum nasıl savunulmaz üzerine gelişen bir strateji de diyebiliriz" diyor.

MUSUL DÜŞÜNCE...

Musul'un düşmesiyle tehlike çanlarının Şengal için de çalmaya başladığını ifade eden Kızıler, o günlerdeki atmosferi şu şekilde dile getiriyor: "9 Haziran 2014'te Musul düşünce bunun sancıları Şengal'de de hissedilmeye başlandı. İnsanlar çaresiz kaldı. Çünkü özgür bir toplum yok ve insanlar bir bütünen KDP'nin eline bakıyor. Çıtını çıkaranın maaşı kesilir ve aç, açık ortada kalır. Tabi Musul düştükten sonra insanlar oradaki KDP yetkililerine, kendi durumlarını soruyorlar. Onlar da biz hazırız, savunuruz, gücümüz var, 17 bin pêşmergemiz var vs. gibi yanıtlarla süreci götürüyorlar."

'SAVUNMAYACAKLARINI BİLİYORDUM'

KDP'nin Şengal'i savunmayacağını bildiğini de söyleyen Kızıler, "Savunulmayacağını görüyorduk. O zaman gazeteci bir arkadaşım, soykırımdan yaklaşık 15 gün önce arayıp durumu sormuştu. Ben ona 'bunlar savunmayacak' dedim. O da 'prestij için de olsa savunmazlar mı?' diye sormuştu. Ama biz orada öyle bir ciddiyet görmüyorduk. Çok gayrı ciddi bir yönetim tarzı vardı" diye kaydediyor.

TELAFER'İN DÜŞMESİ VE ŞENGAL'E GÖÇ...

DAİŞ'in Musul'dan sonra Telafer'e yöneldiğini ve orayı da işgal ettiğini anlatan Kızıler, Telaferli Şii Türkmenlerin büyük kısmının Şengal yolunu tuttuğunu söyledi. Kızıler, "Telafer'deki Şii Türkmenler Şengal'e, Sünni Türkmenler ise Musul'a göç etti. Şengal halkı da kapılarını onlara açtı. Bir ay içerisinde Şengal'e göç etmiş olan Türkmenleri Duhok ve Hewlêr üzerinden Kerbala ve Necef'e naklettiler. İlginçti, çok fazla zaman almadan ve kamuoyuna çok yansıtılmadan öyle bir nakletme durumu oldu" diyor.

ŞENGAL ÇEMBERE ALINIYOR

Kızıler, Şengal'in adım adım çembere alındığını ve bu noktada hala ciddi tedbirler alınmadığını kaydederek, o günleri şu şekilde anlatıyor: "Telafer de gittikten sonra Şengalliler, dertleriyle baş başa kaldı. Şengal ile Telafer arası 45 kilometre. Yine Rabia, Zumar gibi bölgeler de düşmüş. Daha sonra Şengal'in güneyindeki Bilec ve Baac gibi yerler de düşünce Şengal çembere girdi. Mesela ilginçtir, Rabia bölgesi 4-5 defa el değiştirdi. Sınırda olduğu için YPG'liler orayı alıp KDP'ye teslim ediyor ama DAİŞ saldırıp alıyordu. Ertesi gün yine aynı şekilde..."

'KDP SON GÜNE KADAR HALKA 'SAVUNACAĞIZ' DEDİ'

Şengal'deki KDP yetkililerinin son güne kadar halka, "durun, direneceğiz, ağır silahlar getirmişiz, savunacağız" dediğini belirten Kızıler, "Ama o son gün gelip çattığında KDP'liler halka haber bile vermeden çekilip gittiler. Halk tam bir şok halindeydi, dirensinler mi, kaçsınlar mı bilemiyorlardı. Bazı yerlerde direnişler oldu. Mesela Gir Zêrik ve Siba Şêx Xidir gibi yerlerde direnişler de oldu ama cephaneleri bitti ve hatlar kırıldı" diye kaydediyor.

EL KONULAN SİLAHLAR MESELESİ...

KDP'lilerin çekilmeden önce halkın elindeki bazı silahları toplama meselesini de sorduğumuz gazeteci Hayri Kızıler, o durumu şu sözlerle anlattı: "Merkezi hükümet güçleri, Musul düştükten sonra KDP'nin de sonradan yapacağı gibi çekip gittiler. Onlardan kalan bazı silahlara halk el koydu. Ama KDP sonra onları bir bir tespit edip o silahları halktan topladı. Hangi akla hizmet bunu yaptılar hala çözmüş değilim. Aradan 6 yıl geçmesine rağmen ortada hala birçok soru işareti var. Cevaplanmayı bekleyen birçok soru var."

'YPG SINIR HATTINDA ÇATIŞIYORDU'

DAİŞ çetelerinin 2 Ağustos gecesi Siba Şêx Xidir, Gir Zêrik ve Til Kasap'tan saldırıya geçtiğini ve sabaha karşı Şengal'e ulaştığını belirten Kızıler, halkın ise kendini dağa ulaştırmaya çalıştığını söyledi. Kızıler, "Sinûnê tarafında çatışmalar vardı. Bir YPG birliği oraya ulaşmıştı. Sınıra yakın bir bölge zaten. Orada yoğun çatışmalar oldu. İnsanların geçişini kolaylaştırdılar, bir yerde" diyor.

12 GERİLLANIN DİRENİŞİ...

73'üncü fermanın tanığı gazeteci Hayri Kızıler, Şengal'de soykırımın önüne geçen 12 gerillanın direnişini ise şu şekilde anlatıyor:

"Şengal dağına çıkan iki yol vardı. Biri Şengal merkezden, biri de Sinûnê tarafından. Bu iki yolu tuttun mu DAİŞ'in dağa ulaşmasını engelleyebilirdin. İşte sözü edilen 12 HPG gerillası da bu rolü oynadı.

"12 kişi diyoruz ama onlardan da 3'ü daha önce KDP tarafından tutuklanmıştı. 9 kişiydiler, yani. Onlar da fermandan bir ay önce kaçak olarak Şengal'e gelmişlerdi.

"Daha sonra Zeki Şengalî ve Sozdar Avesta gibi PKK yöneticileriyle de yaptığım röportajlarda bunu onlara da sordum. Onlar da 'biz Şengal'e güç göndermek için çok çabaladık ama KDP gücümüz var diyerek kabul etmedi. Biz de bunun üzerine o arkadaşlarımızı gizlice oraya gönderdik' dediler.

"İşte o sözünü ettiğimiz 12 kişiden 3'ü tutuklu, ikisi de YPG'nin ulaştığı Sinûnê hattında. Geriye dağı tutmak için 7 kişi kalıyor. Onlardan ikisi DAİŞ'in dağa çıkma ihtimaline karşı Şengal yolunda pusu atmıştı, ikisi aşağı yolda pusu atmıştı, 3 kişi de dağa çıkan halkın güvenliğini sağlamaya çalışıyordu. O 7 kişi bu şekilde konumlanmalarıyla dağa sığınan 200 bin insanı büyük bir katliamdan kurtardı."

'DAĞA ULAŞMAK, TEK BAŞINA KURTULUŞ DEĞİLDİ'

"Ama dağa sığınmak kurtuluş değildi. Daha başka sıkıntılar başladı" diyen Kızıler, şunları dile getiriyor: "Ağustos ayı ve hava çok sıcak. Çöl iklimi var. Gündüz sıcak, gece ise soğuk. Dağa çıkan birçok yaşlı ve çocuk orada sıcaktan, susuzluktan yaşamını yitirdi."

'YOL BOYUNCA CENAZELER VARDI'

Hayri Kızıler, Şengal dağında daha sonra karşılaştığı tabloyu anlatmaya sözcüklerin yetersiz kalacağını ifade ediyor ve şunları dile getiriyor: "Mesela o zaman Solax tarafında bir vadiye indim. Kokudan insan giremiyordu. Yüzlerce insan cenazesi yerdeydi. Sıcaktan, susuzluktan vs. yaşamını yitirmişlerdi. Yine Gabarê köyünde büyük bir katliam olmuştu. Yol boyunca cenazeler vardı."

'7 KİŞİ BU KADAR İNSANI KATLİAMDAN KURTARDIYSA...'

İstenmesi durumunda Şengal'in çok rahat bir şekilde savunulabileceğini belirten Kızıler, "Aslında Şengal'de bırakalım askeri stratejileri, bir çocuk aklı bile olsa, oranın savunmasını bir şekilde alırdı. Şehir dağın eteğinde. Koskoca bir dağ var orada. O dağa yerleştireceğin birkaç ağır silahla katliamın o kadar büyük olmasının önüne geçilebilirdi. Eğer 7 kişi bu kadar insanı katliamdan kurtardıysa 17 bin kişi isteseydi neler yapmazdı?" diye soruyor.

'SİYASİ BİR KARAR VARDI İŞİN İÇİNDE'

Hayri Kızıler, "Böyle bir şey için askeri mantık hatası dersek, 1946'dan beri savaşın içerisinde olan bir güç için çok mantıklı gelmiyor bana" diyor ve ekliyor: "O yüzden askeri mantık hatası olduğunu sanmıyorum. Siyasi bir karar var bu işin içinde. Bu karar alındı mı, aldırıldı mı ya da KDP'nin siyasi programında halkı düşünmek gibi bir şey yok mu, bunların hepsi soru işareti."

'SAHTE KAHRAMANLAR YARATMAYA ÇALIŞTILAR'

Şengal'in özgürleştirilmesinden sonra başlatılan karalama kampanyalarına da değinen Kızıler, sahte kahramanlar yaratılmaya çalışıldığını kaydederek, "Bundan önce 72 ferman oldu, bu da 73'üncü fermandı. Her fermanın kahramanları da vardı. Bu fermanın kahramanları da çıktı. Fakat bütün dünya o kahramanları gördü. Şimdi bazı sahte kahramanlar yaratılmaya çalışılıyor. Fakat dünya kimin kahraman, kimin ihanet içerisinde olduğunu çok açık şekilde gördü" diyor.

'O SOYKIRIM KONSEPTİ BUGÜN DE DEVAM EDİYOR'

"Tüm verileri bir araya getirdiğimizde görünen şey şu ki; Êzidîler soykırımdan geçirilmek istendi. PKK, soykırım çarkına bir çomak soktu ve o çark onların istediği gibi işlemedi" diyen Kızıler, şunları belirtiyor: "Bunu başaramayınca şimdi farklı yollara başvuruyorlar. O soykırım konsepti, bugün bile Efrîn ile Serêkaniyê, Girê Spî ve Güney Kürdistan'daki işgal saldırılarıyla devam ediyor."

'TARİHTEN HİÇBİR BELGENİN EKSİK OLMAMASI GEREKİYORDU'

O koşullarda gazetecilik çalışmalarını nasıl yürüttüğünü sorduğumuz gazeteci Hayri Kızıler, her anı kaydetmeye çalıştıklarını ve kaçırılan her anın tarihten bir belgenin eksik olacağı düşüncesiyle hareket etmeye çalıştıklarını ifade ediyor. Kızıler, "Her anın belgelenmesi gerekiyordu. O düşünceyle hareket etmeye çalıştık. Belgesiz kalmamalıydı. Çünkü kaçırılan her an, tarihten bir belgenin eksik kalması anlamına gelirdi" diyor.