Kürdistan'ın yedi renkli toprağı: Heftanin

Yola çıktık. Uzun bir yoldu, upuzundu. Ülkemize kaçak giriyoruz, yakalanmamak, öldürülmemek için kaçak gidiyoruz ülkemize…

Bu sömürge değil de nedir ki? Daha önce hiç bu yoldan gitmemiş gibi gidiyorduk. Bazen evrenin en kısa yolu size en uzunu gelir, bazen gerillanın yürüdüğü bir patika size çok kısa gelir. Gördüklerim, duyduklarım, hâlâ kulaklarımda misafir gibi duran o kadar isyancı kelime ve gözlerimde emanet binlerce acı gibi. Bir yola varıyoruz, turuncu bir tabela bizi karşılıyor, üzerinde 'Sure köyü' yazıyor Arapça.

Ağaçların dalları köklerini bırakmış, yere, hemen dibine düşmüş, siyahlıklar içerisinde küle dönüşen ama altında özünü koruyan toprağa uzanmış şekildeler. Yapraklar yok bile, bir kırıntısı kalmamış toprağın üzerinde… Bu toprak ki kimine ev, kimine mezar oldu. Köylüler evlerini bu toprakla yaptı, ölülerini, sevdiklerini bu toprağa gömdüler, mezarlık yaptılar. Mezarlığı bile yanmış köyün. Yerde toprağın üzerinde ölen arıların sayısı ne kadar sayamıyorum. Belki on binler gibi saldırmak istediler işgalcilere ve öylece toprağa serptiler kendilerini. Bir cennet bir ceng meydanına dönüştü işte. Tam yüz günü geçti. Yüz günden fazladır bu halkın, bu toprakların, bu ağaçların karşılaşmadıkları ve karşılamadıkları hiçbir acı kalmadı sanırım. Yaşlı bir adam, koyunlarını otlatıyor ileride…

“Sattılar topraklarımızı kızım, sattılar. Kimse affetmeyecek Barzani Ailesi'ni! Kim affedecek bu kadar ihanetçiyi” deyip durdu. Binlerce kelime kavga ediyor şimdi sayfaya dökülmek için bu yaşlı amcayı anlamak için. O yaşlı amca, Başur’da kimsenin görmediği bir yara gibi, kimsenin duymadığı bir ses gibi. Kimsenin uğramadığı, farkına varmak için gözlerini açması gerektiği bir vicdan gibi duruyor karşımda. O amcanın söyledikleri Kürdistan tarihinin en hakiki sayfalarında yer alıyor ve şimdi de tarih 21. Yüzyılda yenisini yazıyor.

“Cehennem acı çektiğimiz yer değil, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir” diyor Hallac. Belki de bu cennetin böylesi bir bombalamada cehenneme dönüşmesidir. Yüreği sıkışıyor insanın, ne diyeceğini bilmeyen bir dil, nasıl anlam vereceğini bilmeyen bir akıl ve vicdan sıkıştırıyor tüm hisseden hücrelerini. Ne çekmedi ki Güney Kürdistan halkı, nelerle karşılaşmadı, kimleri görmedi, ne işkencelerden geçmedi ki bu halk. Yamaçlara doğru gitmeye çalışıyoruz. Yürüdükçe yürüyoruz. Köyün yamacında bile evler var.
 

Gece yarısı olmasına az kaldı, saatler on biri gösteriyor. Keşif hiç durmuyor, üç keşif takılı kalmış Kürdistan’ın göklerinde. Ve işte karıncanın bile toprağını sarsan, kuşu dalından düşüren, uykudaki çocuğu ağlayarak uyandıran, gerillayı harekete geçiren, sağır kulağı açan, kör gözleri tozla dolduran, kameranın ekranını zorlayan o büyük patlama… Çok kısık bir ses kulağımda küpe gibi takılı kaldı. “Bektorya’yı vuruyorlar” diyor.

Yanımdaki genç gerillaların hepsi gözleri gökyüzünde bile özgür olmayan o kirli dumanına bürünen yıldızlara takılı kalmıştı. Tek diledikleri yoldaşlarına bir şey olmamış olmasıydı. Bugüne kadar çok yoğun hava saldırısı olmasına rağmen, belki de hiçbir zaman, hiçbir yerde kullanılmayan teknik Heftanin’in bu cennet tepelerinde, toprağında bu kadar yoğun kullanılmasına rağmen, gerilla kendini her türlü saldırıda koruyabilecek profesyonelliğe ulaşmaktaydı ve ulaşmıştı da. Ve o belki de hiçbir zaman unutmayacağım, hâlâ hafızamda olan o görüntüyü gördüm işte. Belki de yirmiden fazla sayıda skorsky ve kobra Kela Şabanike üzerinden, Şehit Kendal tarafından, Dubişk tarafından Gre Biye tarafına, Boxaza Spi’ye, Koordine’ye doğru gidiyor. Burası, şimdi ne 1914 Birinci Dünya Savaşı'nda olan Avrupa ne de 1895'teki savaşta bir Küba dağı…

Şimdi tam olarak 2020 yılında, 107 güne aşkındır tüm tekniğe, tüm ihanetçilere karşı, tüm işbirlikçiliğe karşı savaşan ve hâlâ eylemlerle, direnişleriyle Güney topraklarını savunan HGP ve YJA Star gerillalarının ceng meydanına dönüştürdüğü Kürdistan’ın yedi renkli toprağı Heftanin alanı!

“Tanrı öldü” demişti, Nietzche. Ve devam ediyordu: "Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu öldüren biziz. Fazla büyük değil mi bu davanın yüceliği? Buna layık olmak için birer tanrıya dönüşmeli değil miyiz?”

Kürtler için öldü mü dersiniz, Tanrı? Belki de artık Tanrıçaların zamanıdır!