Maxmûr'da direnen anneler kim?

Maxmur Mülteci Kampında yaşayan Barış Anneleri 12 gündür KDP Asayişi önünde başlattıkları direnişle kamplarına uygulanan ambargonun kaldırılmasını istiyor. Ambargo kaldırılmadan direnişlerine son vermeyeceklerini söyleyen annelerin ömrü direnişle geçti.

Başûrê Kurdistan'da MİT sorumlusu Osman Köse’nin 17 Temmuz’da öldürülmesinden sonra KDP, bölgesel yönetim tarafından ilk yapılan şey, Şehit Rustem Cudi (Maxmûr) Mülteci Kampı'na ambargo uygulamak oldu. Kamp sakinleri ambargonun kaldırılması için birçok girişimde bulundu. Üniversitelerin açılması ile birlikte Hewlêr ve Selahaddin'de okuyan birçok öğrencinin okullarına gitmesine de izin verilmedi. Bunun üzerine bir grup avukat, öğrencilerin okullarına dönmesi için başvuruda bulundu. Avukatların başvurusundan sonra bazı üniversite hocaları da öğrencilerin okuma haklarının elinden alınamayacağı yönünde başvuruda bulundu. Maxmûr Kaymakamlığı tarafından kendilerine bir belge imzalatıldıktan sonra öğrenciler okullarına dönebildi.

Kamp halkının tüm girişimlerinin sonuçsuz kalması üzerine kamp sakinlerinden olan Barış Anneleri harekete geçti.

12 GÜNDÜR OTURMA EYLEMİNDELER

Kampta sakinlerinden bir grup Barış Annesi, kamplarına uygulanan ambargonun nedenlerini öğrenmek ve Başur ve asayiş yöneticileri ile görüşmek için 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde Hewlêr’e gitmek istedi. Anneler, KDP asayişi tarafından Hewlêr'e sokulmadı. Anneler, bunun üzerine asayiş önünde oturma eylemini başlattı. Annelerin ambargoya karşı oturma eylemi 12. gününde.

AYRI AYRI DİRENİŞ HİKÂYELERİ VAR

KDP asayişi önünde direnişlerini sürdüren, Şehit Rustem Cudi Kampı'ndaki Barış Anneleri'nin her birinin, direnişle içi içe olan ayrı bir hikâyesi var. Türk devletinin baskı, zulüm, işkencelerinden ve köylerinin yakılmasından ötürü kaçarak Başur'a gelen bu anneler, 25 yıldır Başur'un çeşitli yerlerindeki kamplarda mülteci olarak kaldılar. Kaldıkları kampların hepsi çeşitli gerekçelerle birçok kez saldırıya, ambargoya maruz kaldı. Anneler bu saldırılara karşı direnerek bugünlere geldiklerini söylüyor.

'AMBARGO KALKANA KADAR BURADAYIZ'

Başûrê Kurdistan’ın çeşitli yerlerindeki kamplarda 25 yıldır kalan ve ömrü direnişle geçen annelerden biri, Hacer Kara. 'Şerbet Ana' diye bilinen Kara, Botan’da yaşayan Mamxuri aşiretine mensup 60 yaşında, 9 çocuk annesi. 9 çocuğundan çoğunu Başur'da kaldığı kamplarda doğurmuş. Kamplarda doğurduğu çocuklarını yine buralarda büyüttü. Botan’dan göç edip Başur’a geçtikten sonra kaldıkları kamp ve yerleri şu şekilde anlatıyor:

"Türk devletinin saldırılarından ötürü 1990 yılında köyümüzü bırakıp önce Zaxo’ya geçtik. Zaxo’dan sonra Etruş, oradan Nehdara kamplarında kaldıktan sonra Maxmûr’a geldik. 25 yıldan fazladır kendi ülkemizde göçmeniz. Daha önceki kamplarda da bize çok baskı uygulandı. Kamplarımıza saldırılar oldu. Vurulan gençlerimiz oldu. 20 yıldan fazladır burada, Maxmûr’dayız. Burada da şu ana kadar çok sayıda yönelim oldu. Çeşitli dönemlerde ambargolara da maruz kaldık. Şimdi yine yaklaşık 60 gündür nedenini bilmediğimiz bir ambargo uygulanıyor. Hastalarımızın hastaneye gitmelerine izin verilmiyor. Kampa gıda, ilaç ve birçok ihtiyaç maddesinin girmesine izin verilmiyor. Hewlêr, Selahaddin'de okuyan çocuklarımızın okula gitmesine bile izin verilmiyordu birkaç güne kadar. Neden bu ambargo uygulanıyor, onu da bilmiyoruz. Bunu öğrenmek için buraya geldik ama bizi Hewlêr'e sokmadılar. Biz de burada eyleme başladık. Tek bir isteğimiz var; bu anlamsız ve nedensiz ambargoyu üzerimizden kaldırın, diyoruz. Ambargo kalkana kadar buradan gitmeyeceğiz.”

2 OĞLU GERİLLADA, 1 KARDEŞİ ŞEHİT...

Maxmûr üzerindeki ambargonun kaldırılması için 12 gündür direnişte olanlardan biri de Hacer Ana. 7 çocuk annesi ve 2 oğlu gerillada. 1 kız kardeşi de şehit. Ailesinden çok sayıda şehit var. Ailede şimdi 6 gerilla var.

Hacer Ana, göç hikâyesini ve yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

“1994 yılında köyümüzden göç etmek zorunda kaldık. İlk önce Bihêre kampına geldik. 6 ay kadar orada kaldıktan sonra oradan çıkmak zorunda kaldık. Bir gece yarısı bizi oradan çıkardılar. Bizi oradan Bêrsiwê diye bir alana götürdüler. Orada zorluklar içinde bir süre kaldık. Çadır yoktu, ev yoktu. Kendi imkânlarımızla bulduğumuz naylonlardan çadır yaparak içinde yaşamaya çalıştık. Çamur ve hastalıklar içinde geçti oradaki yaşamımız. Oradan Etruş’a gittik. 1.5 yıl kadar Etruş’ta yaşamak zorunda kaldık. Orada da kalamadık. Çünkü gittiğimiz her yerin koşulları bir diğerinkinden daha zordu. Oradan da Nehdara’ya gitmek zorunda kaldık. O zaman dört çocuğum vardı. Dört çocukla kamp kamp dolaşıyordum. Oradan Ninova’ya gittik ama çok kalamadık, yine Nehdara’ya geldik. Oradan da göç edip Maxmûr’a geldik. 20 yıldan fazladır Maxmûr’da yaşıyoruz. Kampa geldik ancak kamp diye bir şey yoktu. Bir damla su bulamıyorduk. Akreplerle başımız beladaydı. Akreplerin ısırdığı birçok çocuk öldü. Altında oturabileceğimiz tek bir ağaç yoktu. Ellerimizde gaz bidonları akreplerle mücadele ediyorduk. Çalıştık, didindik, kendimize çevreden topladığımız taşlarla evler kurduk. Ve burada yaşamaya başladık. Buraya geldiğimizden beri başıma gelmedik kalmadı. Defalarca kampımıza ambargo uygulandı. Ekmek bulamadığımız günler oldu. Ama. irademizi kırmak ve bizi teslim almaktı. Ama başaramadılar. Şimdi yine üzerimize ağır bir ambargo uyguluyorlar. Ambargonun neden uygulandığını bile bize söylemiyorlar. Ambargo uygulamalarının hiçbir nedeni yok. Onlara gidip bize nedenlerini anlatın, diyecektik ama bizi Hewlêr'e bile sokmadılar. O yüzden biz de burada eylem başlattık ve sonuç alıncaya kadar da eylemimizi devam ettireceğiz.”

KENDİ ÜLKESİNDE GÖÇ YOLLARINDA...

KDP asayişi önünde Maxmûr kampı üzerindeki ambargonun kaldırılması için direnişte olan analardan biri de Kumru Tunç. Kumru Ana, ömrünü kendi ülkesinde göç yollarında tüketti. Kürt Özgürlük hareketi ile henüz kendi köyündeyken, 1984 yılında tanıştı. 1988 yılında kardeşi gerillaya katıldı. 1994 yılında Türk devletinin aileye, çocuklarına, kardeşlerine baskı ve işkence yapmasından sonra kendi ülkesinde göç yollarına düştü. Hâlâ göç yollarında yaşamına devam ediyor.

"1994 yılında köyümüzü bırakıp göç etmek zorunda kaldık. Bizim ilk geldiğimiz yer, Bihêrê kampıydı. Adı kamp ama orada kamp diye bir şey yoktu. Orada birkaç ay kaldıktan sonra akşam saat 7’de bir arabaya bindik, kaçak bir şekilde Bêspiyê’ye geçtik. Kendi ülkemizde, topraklarımız üzerinde bize yer kalmamıştı. O yüzden oradan oraya göç edip duruyorduk. Bir insanın kendi ülkesi ve toprakları üzerinde kalacak yer bulmaması kadar zor bir şey yok. Bu duyguyu biz Maxmûrlular çok derinden yaşadık. Oysa hepimizin köyü; köylerimizde evlerimiz, bağ, bahçe, tarlalarımız ve hayvanlarımız vardı. Ama düşmanımızın zulmünden kaçıp ülkemizin bir diğer parçasına geçmiştik. Ama ne yazık ki o parçasında da üzerinde yaşayacak bir yer bulamıyorduk.

GÖZLERİNİN ÖNÜNDE OĞLUNU VURDULAR

Yıl başına kadar orada kaldık. Yıl başı günü yağmur altında yola çıktık. Çamurlu yoldan yürümek çok zordu. Çocuklar, yaşlılar, biz kadınlar aç, perişandık. Yağmur altında ve çamur içinde yürümek onları daha da zorluyordu. Ama başka çaremiz yoktu. Orada kalacak yer vermediler. Oradan Etruş’a geçtik. O gece çamurun içinde biz kadınlar, yaşlılar çocuklar birlikte yağmur altında oturduk. Sabah olmasını bekledik. Gündüz olunca kendimize bulduğumuz naylonla çadır açtık. Daha sonra taş, tahta ve bulduğumuz malzemelerden derme çatma bir yer yaptık kendimize. İki yıl orada kaldık. İki yıl Etruş’ta kaldıktan sonra 15 Şubat'ta Etruş’tan da göç ederek Ninova’ya geçtik. 1997 yılında Ninova'da daha birkaç ayımız geçmeden Birakuji savaşı başladı. KDP peşmergeleri caddenin üzerinde suçsuz, günahsız oğlumu tarayarak vurdular. Bir oğlum da 2006 yılında gerillaya katıldı, 2014 yılında şehit düştü.

'BURAYI ELLERİMİZLE YARATTIK'

Gece KDP peşmergeleri Türk devletinin tank ve topları ile kampın etrafını sardı. Bize saldırmak için gelmişlerdi. Evlerimizden hiçbir şeyimizi almadan karlı, yağmurlu o gece, kampı terk ettik. Binlerce kişi yollara düşmüştük, kar ve yağmur altında. Yaşlılar ve çocuklar yürüyemiyordu. Oradan Nehdara’ya geçtik. Kadın, yaşlı, çocuk hiçbir şeyimiz olmadan kalmıştık. Geceyi o şekilde geçirdik. Gündüz olunca bulduğumuz naylon parçalarını açarak altına girdik. 15 Mayıs’a kadar orada kalabildik. 15 Mayıs’ta oradan yeniden yola çıktık. Bu kez Maxmûr’a geldik. Bir damla su olmayan, altına oturabileceğin tek bir ağacın olmadığı, yılan, çıyan ve akreplerin yurduydu Maxmûr o zaman. İlk geldiğimiz gün çocuklara bir damla su içirmek için iki saat o çevrede su aradık ama maalesef bulamadık. Şimdi kamp olarak yaptığımız akrep, yılan ve çıyanlarla dolu yerin bir yerinde sıcak su çıkıyordu. Çocuklara içirip susturmak için gidip o sudan getirmek zorunda kaldık. Aylarca öyle yaşadık. Önce çocuklarımızı ısırıp ölmelerine neden olan akrepleri bitirdik. Bir yandan da çevreden taş, talaş, toprak topladık ev yapmak için. Çalıştık, çabaladık, sonunda başımızı koyacak bir yer yaptık. Her tarafına ağaç fidelerini ektik. Hiçbir şey olmayan bir yerden yemyeşil bir nahiye yarattık. El emeğimiz, göz nurumuzla bunu yaptık. Burada yaşayacağız sağ kaldığımız sürece. Davamızı ve mücadelemizi de sonuna kadar sürdüreceğiz. Sağ kaldığımız sürece Önderliğimize bağlı, şehitlerimize bağlı kalarak yaşayacağız.”