Ronahi: Türk devletinin çökertme planı kendisini çökme noktasına getirdi

Gerilla direnişi karşısında ilerleyemeyen Türk devletinin kimyasal silah kullanarak savaşı kazanmaya çalıştığını belirten Elif Ronahi, “Türk devletinin bize uygulamak istediği çökertme planı kendisini çökme noktasına getirmiştir" dedi.

KCK Genel Başkanlık Konsey Üyesi Elif Ronahi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komployu, KDP ihanetine karşı direnen Gülnaz Karataş’ın (Bêrîtan) 29’uncu şehadet yıldönümünü ve Türk devletinin saldırılarına karşı gerillanın direnişini Medya Haber televizyonuna değerlendirdi.

Türk devletinin yıllardır PKK’ye ömür biçtiğini hatırlatan Ronahi, “Bazen bir aylık bazen 6 aylık en son 2017’de yine bir yıllık ömür biçildi bitireceğiz diye. Şunu da çok iyi bilmeleri gerekiyor ki son 50 yıllık tarihlerine baktıklarında nasıl bir yenilgiyle yüz yüze kaldıklarını gördüler. İşte bundan birkaç gün önce Türk devletinin bize yönelik yürüttüğü savaşta 3 trilyon dolar harcadığı belirtildi. Türk devleti bu parayı savaşa harcayacağına çözümde kullanmış olsaydı bugün Türkiye Ortadoğu’da önemli bir güç haline gelecekti. Demokratik çözümü geliştirmiş olsaydı, Kürt sorunun çözmüş olsaydı, Önderliğimiz üzerinde uygulamış olduğu tecridi kaldırmış olsaydı; bugün Türkiye her yönüyle çok farklı olurdu. Olumlu anlamda çok çok farklı olurdu” diye konuştu.

Bêrîtan şahsında Ekim ayı şehitlerini anan Ronahi, “Bêrîtan arkadaşın şahsında şunu görmek gerekiyor. Orada Ferhat gidip KDP ile YNK ile görüşerek aslında bir işbirliği yapmak istiyor. Ama bunun karşısında da sonuna kadar direnen bir Bêrîtan çizgisi var. Burada iki çizginin savaşımı var. Biri direniş çizgisidir Bêrîtan arkadaş şahsında yaşam bulan, diğeri de Ferhat şahsında gelişen işbirlikçi, ihanetçi çizgidir. Buna karşı bir mücadele vardır. Kürtlerin tarihine baktığımızda da bu böyledir. Sürekli bir direniş çizgisi ile bunun karşısında düşmanla işbirliği içinde olan bir çizgi vardır. Sürekli yenilen de geleneksel işbirlikçi çizgi olmaktadır, tarihe baktığımızda da bu böyledir” dedi.

Uluslararası komplo 23 yılı geride bıraktı. O günden bu yana hem Kürt halkı hem de demokratik çevreler ve Kürt dostları Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için sürekli eylemsellik halinde oldular. Yine özgürlüğü için başlatılan “Dem Dema Azadiyê ye” kampanyası 2. yılını geride bıraktı. Bu kadar talebe rağmen Türk devleti neye dayanarak Öcalan üzerindeki tecridi ağırlaştırmaya devam ediyor?

Bu ay mücadele tarihimizde önemli bir aydır. 9 Ekim uluslararası komplonun filli olarak devreye konulduğu gün ve aydır. Dolayısıyla bu komployu gerçekleştiren uluslararası hegemonik güçleri, yine Ortadoğu ve Kürdistan’da buna işbirlikçilik yapan güçleri büyük bir nefretle kınıyorum. “Güneşimizi Karartamazsınız, Önderliksiz Yaşam Olmaz” şiarı ile fedai eylemi yapan tüm yoldaşlarımızı saygı ile anıyorum.

Önderliğimize neden 23 yıldır tecrit uygulanıyor? Tabii bunun tarihsel toplumsal, güncel, siyasi nedenleri vardır. Bu yıl içerisinde özellikle hem uluslararası düzeyde dostlarımızın, hem sosyalist ve devrimcilerin geliştirmiş olduğu “Kürdistan’ı Savun” girişimi ve mücadelesi geliştirildi. Bununla birlikte KCK ve KJK’nin geliştirdiği hamleler oldu. “Dem Dema Azadiyê ye” ile “Civak û Jinê Biparêze” hamleleri KJK tarafından geliştirildi. Hedefi sadece Önderliğimizin üzerindeki tecridi kırmak değil, bununla birlikte faşizmi yıkmak, Kürdistan’da geliştirilen işgal hareketlerine son vermek ve esas amacı da Önderliğimizin fiziki özgürlüğünü sağlamaktır.

Önderliğimize yönelik 23 yıldır uygulanan tecridin nedenlerini şöyle sıralamak mümkündür: Kürdistan üzerinde uygulanan 200 yıllık bir politika vardır. Bu 200 yıllık politikada Kürtler ne vardır ne de yoktur. Ne halk olarak kabul ediliyor ne de edilmiyor. Hegemonik güçlerin bu 200 yıl içerisinde ve özellikle son 30 yıl içerisinde Ortadoğu’da oluşturmak istedikleri bir sistem var. Bu sistem kendi çıkarları doğrultusundadır. Dolayısıyla bu uygulamak istedikleri sistemin merkezinde Kürdistan vardır. Son 20 yılda çok somut ifade ettikleri Ortadoğu projesi vardır ve bunun merkezinde Kürdistan vardır.

Önderliğimizin geliştirdiği tarihsel, toplumsal, politik çözümler vardır. En temelinde öfke duydukları budur. Çünkü 200 yıllık politikada Ortadoğu’da esas aldıkları güçler; Farslardır, Türklerdir, Araplardır. Hem bu güçlere yönelik Kürdistan’ı demokrasinin kılıcı gibi kullanmak hem de bunları Kürtler ne zaman direnirlerse Kürtlerin arkasında durarak destek vermektedir. Böyle hem ilişki, hem çelişki, çıkarları neye elverdiyse ona göre bir gücü diğer güce karşı kullanan ve sürekli Kürtlerin bir savaş halinde olmasını sağlayan, bunun üzerinden Ortadoğu’da istedikleri plan, projeleri ve sistemi uygulamak istiyorlar. Buna karşı PKK’nin geliştirmiş olduğu bir mücadele vardır. Bu 40 yıllık mücadele, geliştirmek istedikleri sisteme bir darbe vurdu. Bundan dolayı da hem hareketimize hem de Önderliğimize karşı bu kadar öfke ve tepki vardır. Önderliğimizin yaratmış olduğu bir Kürt halkı gerçekliği vardır, en büyük öfkeleri bunadır. Özgürlük yolunda ilerleyen bir Kürt hareketi var. Bir Kürt halkı vardır; Konuşan, düşünen, güzel yaşamı hedefleyen, köleliği reddeden, özgür yaşam için sonuna kadar mücadele eden direnen bir halk gerçekliği vardır. Önderlik bunu oluşturdu. Kürt var mıdır yok mudur noktasından Kürt vardır, Kürt gerçekliğini kabul ediyoruz.

Kürt halkı var mıdır yok mudur noktasından, Kürt halkı vardır ama kendi oluşturmak istedikleri Kürtleri oluşturma politikası uygulanmak isteniyor. Çünkü Önderliğimizin yaratmış olduğu özgür Kürtleri kabul etmek Ortadoğu’daki çıkarlarının yok olması anlamına geliyor. Onun için Önderliğimize karşı bu kadar öfke ile tecrit uygulanıyor. En temel nedenlerden bir tanesi de şudur. Önderliğimizi İmralı’ya aldıklarında susturma, anlamsızlaştırma planını yapıyorlardı. Ama buna karşılık Önderliğimiz üçüncü bir doğuşu gerçekleştirdi. Bir paradigma gerçekleştirdi. Bu paradigma sadece Kürt halkını değil dünyada ezilen tüm halkların yüz yüze olduğu sorunları çözebilecek, sistemini, yaşam tarzını oluşturacak olan bir paradigmadır. Dolayısıyla en büyük öfke buna olduğu için tecrit bu kadar derin ve kapsamlı uygulanıyor. Önderliğimiz üçüncü doğuşla birlikte uluslararası uygulanan komployu tümüyle boşa çıkardı. Tümüyle anlamsızlaştırdı. O açıdan bu tecrit uygulanıyor. Önderliğimiz kapitalist moderniteye karşı demokratik moderniteyi geliştirdi. Ulus devlete karşı, demokratik ulus projesini geliştirdi. Tüm halkların Kürdistan’da bir arada yaşamaları açısından demokratik konfederalizmi geliştirdi. Yine Önderliğimiz Ortadoğu’daki tüm sorunları çözebilecek demokratik Ortadoğu konfederalizm perspektifini geliştirdi.

TÜRK DEVLETİ ÖNDERLİĞİ İZOLE EDEREK UNUTTURACAĞINI DÜŞÜNÜYOR

Dünyada şu an bir çok boyutuyla ezilen varlığı anlamsız kılınmak istenilen tüm hegomonik güçlerin çıkarlarını esas alan bir avuç insan elinde toplanan tüm imkanlar ve değerler insanlığın elinden alındı. Önderliğimiz bunun tüm halklara ve insanlığa mal olması açısından demokratik konfederalizm çatısı altında örgütlenme perspektifini geliştirdi. Bunu uluslararası demokratik bir kongre ile yapılabileceğinin perspektifini insanlığa sundu. Dolayısıyla Önderliğimize yönelik bu kadar tecrit uygulanıyor. Önderliğin kendi anlamını çok güçlendirerek geliştirmesi ve Türkiye devletinin uyguladığı 200 yıllık Kürdistan üzerindeki politikalara yönelik bu zihniyete yönelik Önderliğimiz çok yoğun bir ideolojik, tarihsel, toplumsal, sosyolojik bir mücadele yürüttü. Bu mücadeleyi en zirvede yürüttü. En büyük öfke bunadır. İnsanı yalnızlaştırmak en büyük suçtur. Türk devleti, bu suçu işleyerek Önderliğimizi anlamsızlaştırmak istiyor.

Bir diğer yön ise Önderliğimizi bu biçimde tutarak tümü ile dünyadan izole ederek, Kürt halkından izole ederek unutturacağını düşünüyor. Bırakın Önderliğimizi unutmayı, gün geçtikçe daha güçlü sahiplenen ve kendi varlığını Önderliğimizin varlığında gören bir halk gerçekliği var. Bu hiçbir zaman zayıflamadı, her zaman en üst düzeyde mücadelesini yürüterek Önderliğimizin fiziki özgürlüğünü isteyen bir özgürlük mücadelesi vardır. Hegomonik güçler de, Türk devleti de bunu çok güçlü görmek zorundadır.

Amerika Vietnam’a müdahale ettiğinde 58 bin askerinin ölüsünü geride bırakarak döndü ve yıllarca kaos yaşadı. Günümüzde de Amerika başta olmak üzere birçok ülke, Taliban’a karşı 20 yıl  savaş yürüttü. 20 yıldan sonra Amerika yenildiğini kabul ederek Afganistan’ı Taliban’a devretti. Bu, onların Ortadoğu gerçekliğinden ne kadar uzak olduklarını gösteriyor. Geleneğin gücünü Amerika bir kez daha gördü ve bunu yenilerek gördü.

 Dolayısıyla Kürdistan’da da bu böyledir. Son 50 yıllık mücadeleyle birlikte her zaman bize ömür biçildi. Bazen bir aylık bazen altı aylık, en son 2017’de yine bir yıllık ömür biçildi, bitireceğiz diye. Türkiye devleti ve bu Türkiye devletini destekleyen hegemonik güçler, artık bundan sonuç çıkarmayacaklar mı? Burada da bir yenilgi yaşıyorlar. Bu yenilgiyi yaşayan güçler, gerçekten kendi Ortadoğu politikalarını, sistemlerini gözden geçirmeleri gerekiyor. 20. yüzyılın siyaseti nasıl çöktü ise 21. yüzyılın başında da uygulamak istedikleri Ortadoğu projesinin stratejisi de çöktü.

Bundan birkaç gün önce Türkiye’nin bize yönelik yürüttüğü savaşta 3 trilyon dolar harcadığı, yani milyonlarca dolarlık bir harcamanın yapıldığı açıklandı. Türk devleti bu parayı bu savaşa harcayacağına çözümde kullanmış olsaydı, bugün Türkiye Ortadoğu’da önemli bir güç haline gelecekti. Demokratik çözümü geliştirmiş olsaydı, Kürt sorunun çözmüş olsaydı, Önderliğimiz üzerinde uygulamış olduğu tecridi kaldırmış olsaydı: bugün Türkiye’nin her yönüyle geldiği düzey çok çok farklı olurdu. Olumlu anlamda farklı olurdu. Ama şimdi hem ekonomik olarak, hem siyasi olarak çökme noktasına gelmiştir. Bize yönelik uygulamak istediği çökertme planı kendisini çökme noktasına getirmiştir. Dolayısıyla bu Önderliğimizin üzerine uyguladıkları tecrit ile birebir bağlantılıdır.

Güney savaşında öne çıkan Bêrîtan çizgisi günümüzdeki kadın özgürlük mücadelesini nasıl etkiliyor, özellikle Kürt toplumu ve kadının yaşamında ne gibi değişikliklere sebep oldu?

Bêrîtan şahsında tüm Ekim ayı şehitlerini büyük bir minnetle anıyorum, anıları önünde saygı ile eğiliyorum. PKK, Mayıs ayını şehitler ayı olarak ilan etti. PAJK da Ekim ayını şehit düşen kadın yoldaşlarımızın şehadet ayı olarak ilan etti. Bu ayın şöyle bir önemi var. 1992 Güney Savaşında her taraftan gerillaya yönelik bir saldırı yapıldı. Hem Türk devletinin hem de işbirlikçilerinin ortak yürüttüğü çok kapsamlı havadan ve karadan bir operasyon vardı. Buna karşı Xakurkê cephesinde direnen yoldaşlarımızla birlikte buna öncülük eden savaşın en ön mevzisinde yer alan Bêrîtan arkadaştır. Bêrîtan arkadaş son mermisine kadar savaşarak teslim ol çağrılarında bulunan pêşmergelere teslim olmuyor. Pêşmergeler çağırıyor, işte “biz de Kürt’üz, bize teslim olursan sana bir şey yapmayacağız” diye. Bêrîtan arkadaş ise mermileri bittiğinde keleşini parçalayıp kendisini uçurumdan atıyor. Bêrîtan arkadaşın kendisini uçurumdan attığı yere baktığında bir insanın normal atlayarak şehit düşebileceği bir yer değildi. Ama Bêrîtan arkadaş kendisini o kadar kilitlemiş ki mutlaka şehit düşmeli ve yaralı bir şekilde pêşmergelerin eline geçmemeli. O biçimde odaklanarak kendisini uçurumdan atmıştır.

Bêrîtan arkadaşın şahsında şunu görmek gerekiyor. Kürtlerin tarihinde nasıl ki isyanlar geliştiğinde Türk devletine karşı Besêler, Zarifeler kendilerini uçurumlardan atmışlarsa, Dersimli Kürt kadınları köprülerden, uçurumlardan düşmanın eline sağ geçmemek için kendilerini atmışlarsa bu çizgiyi, bu geleneği yaşatan Bêrîtan arkadaştır.

Bêrîtan arkadaşın şahsında şunu görmek gerekiyor. Orada Ferhat gidip KDP ile YNK ile görüşerek aslında bir işbirliği yapmak istiyor. Ama bunun karşısında da sonuna kadar direniş çizgisini uygulayan bir Bêrîtan çizgisi var. Burada iki çizginin savaşımı var. Biri direniş çizgisidir Bêrîtan arkadaş şahsında yaşam bulan, diğeri de Ferhat’ın şahsında gelişen işbirlikçi ihanetçi çizgidir. Buna karşı bir mücadele vardır. Kürtlerin tarihine baktığımızda da bu böyledir. Sürekli bir direniş çizgisi ile bunun karşısında düşmanla işbirliği içinde olan bir çizgi vardır. Sürekli yenilen de geleneksel işbirlikçi çizgi olmaktadır. Tarihe baktığımızda da bu böyledir.

Bêrîtan arkadaşın böyle bir tutum ortaya koyması bizim açımızdan esas perspektifi oluşturan bir gerçekliktir. Bu tutum herhangi ve sıradan bir tutum değildir. Özgür yaşam tutumudur. İhanete karşı bir tutum ve tavırdır. Kadın hareketinin gelişmesinde de, özellikle kadın ordulaşmasının gelişmesinde esas alınan tutum, esas alınan çizgi Bêrîtan çizgisi ve tutumudur. Dolayısıyla kadın ordulaşmasının gelişmesinde Bêrîtan arkadaşın tutumu çok tarihsel bir role sahiptir. Çünkü bu tutum kadının ordulaşabileceğini ortaya koydu. Bu tutum kadının komutanlaşabileceğini ortaya koydu. Bu tutum, her türlü köleliğe, her türlü ihanete, işbirlikçiliğe, kimliksizleştirilmeye, her türlü anlamsızlaştırılmaya karşı bir mücadelenin kadın cephesinden de yürütülebileceğini ortaya koydu.

Kadın ordulaşmasının geldiği düzeyi anlatmak açısından şöyle bir örnek vermek istiyorum. 1993 yılında kadın ordulaşması geliştiğinde yapılan iki özgün eylem vardır. Biri Cûdî’de yapılıyor, biri Amed’de. Ama günümüzde şu an yıllık YJA-Star’ın açıkladığı bilançoya baktığımızda 150 ile 160 civarında YJA-Star’ın yaptığı özgün eylemler vardır. Tabii HPG ile YJA-Star’ın ortak yaptığı eylemler vardır. Ama bunun yanı sıra sadece YJA-Star’ın yaptığı özgün eylemler vardır. Bu kadın ordulaşmasının gelmiş olduğu düzeyi, aşamayı, kapsamı, derinliği ortaya koyuyor. Bu, Bêrîtan arkadaşın ortaya koyduğu çizginin özüne dayalı olarak gelişen bir kadın ordulaşmasıdır. Dolayısıyla kadın ordulaşması sadece askeri anlamda gelişen bir boyut kazanmadı, bununla birlikte özgür yaşam kapsamını kazandı. Bununla tarihsel, toplumsal yönde kadına yapılanlar açığa çıkardı, buna karşı mücadele etti. Beş bin yıllık erkek egemen sisteme karşı yürüttüğü mücadelede kadın özgürlüğünün gelişmesinden yana büyük bir gedik açtı. Bu anlamda gerçekten Bêrîtan çizgisi kadın ordulaşmasının tarihsel gelişimidir. Bêrîtan arkadaşın çizgisi, özgür kadın yürüyüşünün gelişmesidir. Bêrîtan çizgisi tanrıçaların günümüzde hayat bulmasıdır. Dolayısıyla tüm köleliklere karşı özgür yaşam çizgisinin ortaya çıkarılmasıdır. Bunun üzerinden büyüyen bir mücadele gerçeği vardır.

BÊRÎTAN KÜRDİSTAN TOPLUMUNDA ÇOK BÜYÜK ETKİ YARATTI

Bununla birlikte bu ay içerisinde şehit düşen yüzlerce kadın arkadaş vardır. Gurbetelli Ersöz arkadaşın şehadeti vardır, Delal ve Azê arkadaşın 2017’deki şehadetleri vardır. Yine 1998’de Enternasyonalist olan Alman Ronahi arkadaşımızın Beytüşebap’taki şehadeti vardır. Sosyalist olan bir yoldaşımızdı. Düşmanın tüm işkencelerine rağmen “Bijî Serok Apo” diyen sosyalist bir insan, “Benden hiçbir bilgi alamazsınız” diye tutum koyduğu için işkence ile şehit düşürülen bir yoldaşımızdır. Rojîn Gewda arkadaşımız 2012’nin Ekim ayında şehit düştü. Yine Meryem Çolak arkadaşın 1997’de Heftanîn ve Metîna arasında tank pususunda şehit düştüğü ay, bu aydır. Yine ismini şu an sayamayacağım yüzlerce yoldaşımızın şehadeti var bu ay içerisinde. Bunların hepsi gerçekte Bêrîtan çizgisini, Sara çizgisini esas alan, kendi yaşamında bu çizgide sonuna kadar mücadele edenlerdir. Örneğin Delal arkadaş YJA-Star karargah komutanlığını yaptı, şehit düştüğünde Botan komutanıydı. Düşmana karşı her an büyük bir öfke ile mücadelenin olması gerektiği her yerde olan ve görevi başındayken şehit düşen bir yoldaştır. Bu kadın ordulaşmasına yeni bir aşama, yeni bir ivme kazandırdı. Bu dönemde kadın komutanlaşmasının nasıl olması gerektiğini, kadın özgürlük çizgisinin nasıl temsil edilmesi gerektiğini kendi şahsında çok çarpıcı bir biçimde ortaya koyan bir gerçekliktir.

Gurbetelli Ersöz arkadaş da mücadelemizin her alanında yer alan, ideolojik, sosyalist bir kişiliği kendisinde oluşturan, kadın bakış açısını derinleştiren, dünya kadınların sorunlarına güçlü eğilen komple bir kişilik. Yine kadın ordulaşmasının gelişmesinde büyük rol üstlenen ve oynayan Azime arkadaş, 1994’te Botan’da şehit düşen bir yoldaşımızdır. Adı Büyük Azime olarak tarihimizde geçen gerçek ismi Mihriban Sarı olan yoldaşımız, kadın ordulaşmasının ve kadın hareketinin gelişmesinde temel köşe taşlarından biridir. İlk yıllarda PKK’nin kongresinde PKK merkezine seçilen ve şehit düştüğünde de o an savaşın bir cephesini koordine eden, savaşı koordine ederken düşmanın attığı bir havanla şehit düşen bir yoldaşımızdır. Ekim ayı şehitlerini ele aldığımızda başta Bêrîtan arkadaşın şahsında ve bu ayda şehit düşen tüm yoldaşlarımız gerçekten kadın özgürlük mücadelesinin gelişmesinde temel köşe taşlarıdır. Geleceğimizi, özgürlük mücadelesini garantiye alan yoldaşlarımızdır. O açıdan yoldaşlarımıza vereceğimiz cevap tarihsel olacaktır. Onların hedefini amacını gerçekleştirmek, başarmak bizim boynumuzun borcudur. Bunu başaracağımızı ve onların gerçekte yoldaşlığını hak ederek bu mücadeleyi zaferle taçlandıracağımız muhakkaktır. Halkımızın da, düşmanlarımızın da bu gerçeği bilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bêrîtan arkadaşın direnişi dört parça Kürdistan’da kadını da, toplumu da çok etkileyen bir durum yarattı. Bêrîtan arkadaşın ihanet ve işbirlikçi çizgi karşısındaki tutumu, toplumdaki tüm kadınlara şöyle bir ilham kaynağı oldu. Nasıl ki bir Kürt kadını silah alıp savaşıyorsa ben de toplumun içinde birçok şey yapabilirim. Yani kendine güvenen, inanan, ben de varım, ben de yapabilirim duygu ve düşüncesini kadında geliştirdi. Aynı zamanda Kürt kadını kafasına bir şey koyduğu zaman, ben bunu yapacağım dediği zaman neler yapabileceğini gösterdi Bêrîtan arkadaş.

Bêrîtan arkadaşın bu eylemi, aynı zamanda saldırıya gelen pêşmergeler üzerinde de büyük bir etki yarattı. Bundan beş altı yıl önce bir yurtseverin evine gittik. Güneyli olan bir yurtseverin köydeki evine gittik. Evine girdiğimizde evinin bir köşesinde asılı olan bir keleşin parçası vardı. Biz de merak ettik ve sorduk, bu nedir diye. Bize dedi ki bu Bêrîtan arkadaşın keleşinin bir parçasıdır. Dedi ki o zamanki G0üney Savaşında bir pêşmerge olarak ben de yer aldım. Bêrîtan arkadaşın bize teslim olmamak için kendisini uçurumdan atmasından çok etkilendim. Yine diyordu ki cenazesinin başına gittim, keleşinin bu parçasını getirdim, evime astım. “Onun cenazesinin başında iken söz verdim, bir daha asla Kürtlere karşı, bir Kürt kadınına karşı silah kullanmayacağım. O günden bu yana silah kullanmıyorum. Bir yurtsever olarak yaşamaya karar verdim” diyordu.

Yine Güney’de o dönemde bu savaşta yer alan pêşmergelerin birçoğu yemin ederek silahlarını bıraktı. Ayrıca daha sonra çocuğu olan birçok pêşmerge çocuklarının adını Bêrîtan koydu.

Farklı bir zamanda bir arkadaşımız başka bir pêşmergeyle karşılaşıyor. Arkadaşımız gerilla olduğunu söylüyor. Adam oturup ağlamış ve demiş ki o zaman o savaşta ben de yer aldım. O da Bêrîtan arkadaşı görmüş, cenazesinin başına gitmiş, o zamandan bu yana psikolojisinin bozulduğunu ve yaşama küstüğünü söylüyor. Eşi diyor ki ikna edin, Qendîl’e gidip arkadaşları görsün, özeleştiri versin. Siz ona moral ve güç verin ki kendisine gelsin. O savaştan bu yana onca yıl geçmiş olmasına rağmen o insan hala o savaşın etkisindedir ve yarım bir insan olarak yaşadığını söylüyor. Yaşadığı sürece bu savaşta yer aldığı için kendisini af etmeyeceğini söylüyormuş. Yine PKK’ye karşı da, Kürt kadınına karşı da sürekli boyunun bükük olduğunu söylüyormuş. Bêrîtan arkadaşın hem toplumda, hem de bu savaşa katılan pêşmergeler üzerinde böyle bir etki düzeyi vardır. Dolayısıyla Bêrîtan arkadaşın Kürt halkının üzerinde bıraktığı etki, gerçekten önemli bir direniş halinde olma etkisidir. Asla ihanet etmeyeceklerini, asla ihanete göz yummayacaklarını, işbirlikçilere karşı sürekli mücadele halinde olmanın kararlılığıdır Bêrîtan arkadaştan aldıkları güç. Tabii ki toplumdaki Kürt kadınını çok güçlü etkilediği için yüzlerce binlerce kadının dağlara akmasına ve bu mücadeleye en üst düzeyde katılmasına zemin oldu, neden oldu. Bizim üzerimize düşen de halkımızın bu sahiplenme düzeyine cevap olmaktır. 40 yıllık mücadelemiz zaferin eşiğine getirildi. Bu da başta Bêrîtan arkadaş olmak üzere birçok yoldaşımızın şehadetiyle oldu.

23 Nisan’dan bu yana özgürlük gerillaları eşsiz bir mücadele vererek, çağın teknik ve kimyasalına karşı tüm insanlık adına direniş sergiliyor. Özgürlük gerillasının bu mücadelesini nasıl değerlendirmek gerekiyor?

2020’nin başında Heftanîn’d,e Cenga Heftanîn hamlesi başlatıldı. Düşman imha planını Heftanîn’de uygulayamadı. Buradaki direniş, düşmana karşı yürütülen mücadele çok görkemli ve zirvede oldu. Bununla birlikte düşman Garê’ye bir saldırı düzenlemek istedi 2021’in Şubat ayında. Düşman burada büyük bir darbe yedi ve yenilgisini itiraf etmek durumunda kaldı. Bununla düşman burada da istediği başarıyı elde edemeyince Zap, Metîna ve Avaşîn’e yönelik tümüyle Medya Savunma Alanları’nı kapsayan bir saldırıya geçti. Bu saldırı karşısında devrimci bir hamle başlatıldı. Cenga Xabur, Bazên Zagrosê devrimci hamleleri başlatıldı. 6 ayı geride bıraktı bu direniş. Düşman bu saldırıyla birlikte buraların hepsini iki üç ay içerisinde ele geçireceğini, tümüyle gerillayı imha edeceğini planlıyordu. Bunu başaramadı. NATO’nun her türlü desteği arkasında olmasına rağmen başaramayacağını görünce de KDP’yi devreye koydu. KDP’nin de bir taraftan kuşatmaya almasını istedi.

Buna karşı gerilla eğer bu kadar fedaice bir mücadele, direniş içerisinde ise bunun arkasında çok büyük bir düşünce gücünün olmasındandır. Eğer bu büyük düşünce gücü olmamış olsaydı düşmanın bu kadar tekniğine karşı, şu ana kadar yüzlerce kez kimyasal kullanmalarına rağmen bu mümkün müydü? Bu düşünce gücüne dayanarak yürütülen bir direniş var. Orada her arkadaşımızın ortaya koyduğu direnişi, her arkadaşımızı yazmak mümkün değil, her arkadaşımız bir abidedir. Her arkadaşımız bu direnişte ortaya koyduğu mücadele kitaplara, romanlara sığmaz. Bizim mücadelemiz açısından da, dünya devrimci hareketlerinin mücadeleleri açısından da hiç böyle alçak bir yönelim sergilenmemiştir. Böyle onursuzca bir yönelim sergilenmemiştir. Bunun karşısında direniş en üst zirvesi temsil ediliyor.

Şunu görmek gerekiyor, sadece 21. yüzyıl direnişi yürütülmüyor, tüm çağların, tüm dönemlerin devrimci direnişinin temsili en üst zirvede burada yapılıyor. Onun için bu direniş çok önemli ve çok anlamlıdır.

Düşmanın istediği zamanda, istediğini başaramaması da onu oldukça öfkelendirmiştir. Öfkesiyle birlikte aslında içeride de Türk devleti şu an bir çöküntüyü yaşamaktadır. Tüm varını yoğunu beka sorunu yapıp ortaya koyması, özgürleşen Kürt’ü yok etmek ve özgürleşen Kürt’ün temsil ettiği o büyük düşünceyi yok etmek istiyor. Bunu şimdiye kadar başaramadığı gibi bundan sonra da başaramayacaktır. Her arkadaşımızın ortaya koyduğu direnişi yüz defa da, bin defa da dile getirsek azdır. Bunu sürekli dile getireceğiz, bunu halkımız da bilmelidir, düşman da bunu bilmelidir. Düşmanın, işbirlikçi KDP güçlerinin ve NATO’nun tüm gücünü Türk devleti arkasına almış olsa da başaramayacaktır.

Zaten NATO zirvesi yapıldı. NATO zirvesine katıldıklarında NATO gerçekte bir zirve yapamadı. Aslında oraya gidip katılan güçlerin, başta Türk devletinin amacı bize karşı yürüttükleri savaşta NATO’nun her düzeydeki gücünü arkasına almak. Bu devletlerle ikili görüşmeler yaparak gerillaya karşı kimyasal kullanma onayını aldılar. Şimdi bunu yapan güçler, yarın öbür gün Türk devletine karşı da farklı yöntemlerle yönelecekler.

Ortadoğu’da nasıl adım adım yenilgiye uğruyorlarsa, istediklerini elde etmemişlerse 50 yıllık PKK mücadelesinde de elde edemediler, bundan sonra da elde edemeyecekler. Bunu KDP de çok iyi biliyor, Türk devleti de çok iyi biliyor. Ama mevcut MHP-AKP faşist iktidarı iktidarda daha fazla kalabilmenin tek şartı ve elinde tek kalan kozu sürekli direnen Kürtlere karşı savaş halinde olmaktı. Bu da tükendi. Şimdi Türk devletinin önünde iki nokta vardır. Birincisi bize karşı yenilgisini kabul edecek, bununla bağlantılı olarak ikincisi çözümü geliştirecek. Türk devleti bu hareketin bu gerillanın savaş gücünü çok güçlü bir şekilde gördü. Bu savaş gücünü gören bir devletin Türkiye’yi kendi iktidarına kurban etme gibi bir lüksü yoktur. Muhalefet de bunun farkında, Türkiye halkı da bunun farkında bu savaşlarda ölen yüzlerce askeri de gizliyorlar. Onun için de Türkiye’nin hızla baş aşağı gidişi vardır. Türkiye devleti artık bu yenilgiyi kabul etmek durumundadır. Bu aşamaya geldi, bunu ortaya koymak zorundadır, bunun başka bir çözümü yoktur.

Bizden tek bir insan dahi bu dağlarda kalsa yine bu mücadele bitmeyecek, yine PKK bitmeyecek. Türk devleti bunu çok iyi biliyor. Birimiz şehit düşerse onlarcası bunun yerini dolduruyor. Türkiye devleti istediği zaman, istediği yerde girip istediğini elde edemedi. KDP de Kürt halkı nezdinde itibarını yitirdi. KDP bu tutumundan vazgeçip Kürt halkının karşısında onurunu nasıl kazanacağı gerçeğine biraz baksın. Bunu nasıl sağlayacak biraz buna bakması lazım. Bu biçimiyle tümüyle Kürt toplumunun ve Kürt kadının nezdinde itibarını yitirdi. Dolayısıyla her türlü yönelimin ve tekniğin karşısında gerillanın direnişi arkasındaki büyük düşünce gücüdür. Yine özgürlüğe olan inancıdır, bu halka olan inancıdır, bu halkı özgürleştirme onurlu bir yaşamı sağlamaya olan inancıdır. Gerillayı bu kadar güçlü direniş ve fedai bir tarz halinde tutan bu gerçekliktir. Bu süreçte bu hamlede, bu direnişte fedaice savaşıp şehit düşen yoldaşlarımızı bir kez daha anıyorum, anıları önünde saygı ile eğiliyorum.