Stêrk: 15 Ağustos, yeniden var olma, varlık kazanma bayramıdır

KCK Genel Başkanlık Konsey Üyesi Zilar Stêrk, “Biz ve Kürt halkı için 15 Ağustos bir bayramdır, diriliş bayramıdır. Bir yeniden var olma, varlık kazanma bayramıdır. Bu açıdan en önemli değerlerimizin başında geliyor” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü için yürütülen kampanyalara dikkat çeken KCK Genel Başkanlık Konsey Üyesi Zilar Stêrk, “Türkiye’nin cumhuriyet tarihiyle beraber başlayan bir soykırım tarihi bir sömürgecilik tarihi vardır. Yani cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürt halkına karşı içine alındığı ciddi bir soykırım, bir sömürgecilik cenderesi vardır” diye konuştu.

“Medya Savunma Alanları’na 23 Nisan’dan bu yana başlayan saldırılar, yani cumhuriyetinin kuruluşunun 98’ci yıldönümünde başlatılan işgal operasyonu, işgal saldırısı var. Bu işgal saldırısı sıradan bir işgal saldırısı değildir” diyen Zilar Stêrk şunları belirtti: “15 Ağustos Atılımı’nın 37’ci yılında tüm Kürtleri cesurca ve özgür iradesini ortaya koyarak serhildan havasında tüm bu ırkçı şoven soykırımcı, sömürgeci imha ve inkar siyaseti karşısında bütün gücüyle özgür iradesini ortaya koymaya çağırıyorum.”

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kırılması ve fiziki özgürlüğü için açlık grevleri, eylemler sürüyor. Ayrıca Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatlarının Avrupa Konseyi ve CPT’ye görüşmelerin gerçekleşmesi için başvuruları var. Tecridin kırılması için gerçekleşen eylemleri ve başvuruları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle İmralı direnişini ve Önder Apo’yu selamlıyorum. 23 yıllık tutsaklık koşullarında gerçekten emsalsiz bir direniş İmralı’da yürütülüyor. Bu direnişin dışarıya, halka ve topluma da yansıması var. Oradan moral alma durumu hem halkımız, hareketimiz için söz konusu. Uzun süredir Önder Apo ile görüşmeler yapılmıyor. Fakat asıl mesele görüşmelerin yapılıp yapılmaması meselesi değil, var olan esaret koşullarına ek olarak benzersiz bir siyasal ve hukuksal tecrit uygulanıyor. Bunun karşısında halkın toplumun hareketin belli bir karşı duruşu söz konusudur. Neden? Çünkü Önder Apo, Kürt halkı ve toplumu açısından büyük bir değer ifade ediyor. Kürt halkı Önder Apo’yu siyasal, tarihsel iradesi olarak görüyor. Bunun için de sahip çıkıyor. 23 yıllık İmralı süreci boyunca Önder Apo’nun halkımıza, toplumumuzla bağı aslında manevi açıdan hiçbir zaman kesilmedi. Yani görüşmelerin yaptırılmıyor olması Önder Apo’nun halktan, toplumdan ve hareketten koparıldığı anlamına gelmiyor. Çünkü Önder Apo ve Kürt halkı arasında aynı zamanda hareketi arasında kopmaz bir bağ vardır. Çok derin ideolojik, siyasal, toplumsal, ruhsal ve manevi bir bağ vardır. Halkımızın en büyük değeri ve sevgi ve moral kaynağıdır. O yüzden Önder Apo’nun var olan durumu Kürt halkının nabzını aslında belirliyor.

Geçtiğimiz 15 Şubat’ta her tarafta Kürdistan’ın her yerinde Avrupa’daki halkımız çok kitlesel bir biçimde Önder Apo’yu sahiplendi. Önder Apo’nun üzerinde yürütülmekte olan tecride karşı sesini çok yükselterek tavrını tutumunu ortaya koydu. Önder Apo’nun özgürlüğünü haykırdı. Bu görkemli tavır ve tutum sadece Kürt halkıyla da sınırlı kalmadı. Kürt halkının aynı zamanda dostları tarafından da Önder Apo sahiplenildi ve özgürlüğü haykırıldı. Bu anlamda anlamlı tutum ve refleksler de ortaya çıktı. İngiltere’deki işçi sendikaları konfederasyonu ‘Önder Apo’ya özgürlük; Özgürlük zamanı geldi’ kampanyası başlattı. Buna destek mahiyetinde Güney Afrika’da yürütülen özgürlük kampanyaları da oldu.

İtalya’da ve Avrupa’nın diğer bazı ülkelerinde de Norveç gibi bazı batı Avrupa ülkelerinde de Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanabilmesi ve gündeme alınması için ciddi bir kampanya, tartışma ve güncelleştirme durumu ortaya çıktı. Bunun yanı sıra yine dost diyebileceğimiz, Önder Apo’nun düşünce ve fikirleriyle tanışmış dost diyebileceğimiz bazı çevreler aydın, yazar, akademisyen, gazeteci, sanatçı çevreler de Önder Apo’yu ciddi bir biçimde sahipleniyor ve özgürlüğünü savunuyor.

Önder Apo’nun fikir ve düşünceleriyle tanıştıkça Önder Apo’nun neden böylesi bir tecrit altında ve neden böylesi esaret koşullarında tutulduğu da giderek daha geniş çevreler tarafından tartışılıyor. Aynı zamanda kitlesel olarak da bir sahip çıkma durumu da var. Bunlar çok değerli sahiplenme düzeyleridir.

Şimdi bu süreç devam ediyor, örneğin bu yıl sadece 15 Şubat’ta değil, 8 Mart’ta da Önder Apo kadınlar tarafından çok görkemli bir biçimde sahiplenildi. Tecrit koşullarının kaldırılması ve önderliğin fiziki özgürlüğü için kitlesel bir eylemsellik düzeyi de ortaya çıktı. Aynı zamanda Newrozlarda Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü talebinin haykırıldığı Newroz oldu. Önder Apo’ya özgürlük Newroz’u olarak adlandırdık. Halkın sahip çıkışı bu tanımlamayı yapmamıza yol açtı. Bir kez daha gördük ki halkın ve toplumun Önder Apo’yu sahiplenme derecesi komplo sürecindekine denkti. Özellikle son iki yıldır var olan korona koşullarında AKP-MHP faşist hükümeti Kürt halkının Önder Apo’ya yaklaşımında bir değişikliğin olabileceği konusunda umutlanmıştı, bundan medet umuyordu.

Fakat Newroz meydanlarındaki görkemli kitlesellik Önder Apo ile Kürt halkının kopmaz bağını bir kez daha ortaya koydu. Aynı zamanda Newroz’dan hemen önce Önder Apo’nun sağlık durumu konusunda hoş olmayan bir haber de yaydılar. O Newroz meydanlarındaki sahipleniş aslında biraz da ona cevaptı. Halkın ve toplumun ortaya koyduğu tavır ve tutumdan sonra AKP-MHP faşist hükümeti ne yaptı? Önder Apo’da bir ses vermeye mecbur kaldı. Ardından birkaç dakikalık bir telefon görüşmesiyle bu süreci geçiştirmeye çalıştı. Bu her zamanki taktiğidir ve faşist hükümet bir aymazlık içerisindedir. Kürt halkı buna hiçbir zaman aldanmıyor, bununla yetinmiyor. O birkaç dakikalık telefon görüşmesi içerisinde de Önderliğin durumu nedir, yanındaki tutsakların durumu nedir, İmralı’da neler olduğu anlaşılmadı, Önderliğin fiziksel olarak yaşadığını öğrendik. Tabii ki bu durum, Önderliği sahiplenme, tecridin kırılma süreci ve hamlelerimizi daha da geliştirmemiz gerektiğini ortaya koydu. AKP-MHP hükümetinin geçici taktiklerine karşı mücadeleyi yükseltmemiz gerektiğini bir kez daha görüyoruz.

Asrın Hukuk Bürosu’nun CPT ile acil görüşme başvurusunu basından takip ettik, olumlu bir başvurudur. O birkaç dakikalık telefon görüşmesinde biz neler olup bittiğini anlayabilmiş değiliz. CPT bir an önce İmralı’ya gidip neler olup bittiğini öğrenip, sonuçları Kürt halkına ve Kürdistan toplumuna açıklaması gerekiyor.

Önderliğimize, idam cezası ortadan kaldırarak ağırlaştırılmış müebbet cezasına verildi. Ağırlaştırılmış müebbet cezası idamdan cezasından çok daha berbat bir cezadır. Bunu hukukçular insan hakları çevreleri “ölüm tüneli, ölüm sokağı” olarak adlandırıyor, gerçekten doğru bir tespittir. Nefesiz bırakan bir ceza biçimidir. Zaten önderliğimize bu ceza verildiği zaman söylemişlerdi. Sömürgeci devlet yetkililerin de bu kararı alırken “bir kerede idam etmeyelim de her gün idam edelim” diyerek böyle bir cezayı verdi.

Bu ağırlaştırılmış müebbet cezasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile çeliştiğine daha 2014 yılında karar verilmişti. Türkiye’nin bu konuda böyle bir ceza üreterek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili maddesini ihlal ettiğine karar verdi. Bu ne demektir? Türkiye’nin bu kararını gözden geçirmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Bu ihlalin kaynağını oluşturan da bu kararı almış olan mahkeme değildir. Hukuk çevreleri, avukatlar bu cezaya ilişkin infaz kanununda değişiklik gerektiğini tartışıyor. Bu ceza infaz kararında değişiklik süreci nasıl işletiliyorsa ya da nasıl işletilmesi gerekiyorsa Türkiye’deki hukuk çevrelerinin, Türkiye’deki insan hakları çevrelerinin bu konuyla ilgili olması lazım. Söz konusu Önder Apo olduğu için durum siyasallaştırılıyor.

Dolayısıyla hukuki gereklilikler işletilmiyor, örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı üzerinden tam 7 yıl geçti. Sömürgeci rejim, Türk devleti ve yargı kurumlarının gündemine almamış olması, bir suçtur. Bu suçun karşılığı nedir? Avrupa hukukundaki karşılığı Türkiye’nin Avrupa Konsey üyeliğinin aslında tartışmaya açılmasıdır. Avrupa Konseyi ve ilgili bakanlar komitesinin bu durumu tartışmaya açması lazım. Bu insan hakları çevrelerinin ve kurumlarının açmış olduğu davayı dikkate alarak onu işleme koyarak, gündemine alarak Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğini tartışması, gözden geçirmesi lazım. Çünkü ilkelerine ve yasalarına uymuyor. Yani sömürgeci Türk devleti altına imza attığı konsey üyeliğinin ilkesel ve hukuksal gereklerini yerine getirmiyor. Bu anlamıyla suçlu konumundadır. Hukuk çevrelerinin bu konuda daha aktif bir mücadele içerisinde olmalarını umut ediyoruz. Buna paralel olarak CPT’nin Kürt halkının ve hareketinin Önder Apo’nun durumuna ilişkin İmralı’da neler yaşandığına ilişkin merakını giderme temelinde mutlaka ziyaret etmesi ve bir sonuç raporu yayınlaması konusunda beklentimizi ifade etmek istiyoruz. Aynı zamanda halkımızın Kürdistan toplumunun “Şimdi Özgürlük Zamanı” hamlesi çerçevesinde Önder Apo’yu sahiplenme tutumunu daha da geliştirmesi, dostlarıyla beraber bu yönlü çabasını daha da büyütmesi gerekiyor. Özellikle de Kuzey Kürdistan, Avrupa’daki halkımızın belli bir aktivitesi var. Kuzey’deki halkın da aynı zamanda Türkiye demokratik güçleriyle beraber siyasal, hukuksal ve insani tecride karşı mücadelesini daha da yükseltmesi gerekiyor. Bu yönlü eylem ve etkinlikleri tavır ve tutumunu daha da büyütmesini bekliyoruz.

Neden 15 Ağustos Atılımı, neden silahlı mücadele, ilk kurşun?

15 Ağustos’un 37’ci yıldönümünde başta Önder Apo’ya, Kürt halkına, Ortadoğu halklarına ve tüm PKK’li, PAJK’lı yoldaşlara kutluyorum. Biz ve Kürt halkı için 15 Ağustos bir bayramdır, diriliş bayramıdır. Bir yeniden var olma, varlık kazanma bayramıdır. Bu açıdan en önemli değerlerimizin başında geliyor. Büyük bir coşkuyla kutladığımız bir gündür. Gelenekselleşmiş kültürel bayramlarımız gibi 15 Ağustos bayramını da kutluyoruz. Bu anlamıyla bir gerilla bayramı da oluyor. Çünkü 15 Ağustos atılımıyla beraber Kürtler için yeni bir takvim ve zaman, yeni bir milat başladı. Kürtler için bir 15 Ağustos öncesi ve sonrası vardır. Öncesi durum 15 Ağustos Atılımına sebep olan nedenleri teşkil ediyor. Kürtler atılım öncesi nasıl bir durumdaydı? Bunu çok uzun bir geçmişi var uzun bir tarihçesi var, bunun için Kürt tarihini bilmek lazım.

Özelde de Türkiye’nin cumhuriyet tarihiyle beraber başlayan bir soykırım tarihi bir sömürgecilik tarihi vardır. Yani cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürt halkına karşı içine alındığı ciddi bir soykırım, bir sömürgecilik cenderesi vardır. Hem kültürel hem fiziksel soykırım vardı. Buna karşı Kürtler sessiz kalmadı. Daha Cumhuriyetin ilk yıllarında Kürt isyanları ünlüdür. Herkes bilir Dersim, Amed, Şêx Sait, Serhat isyanı vardır, bu konuda ciddi bir tarih ve hafıza vardır. Fakat bu isyanların hepsi kanla, soykırımla, katliamlarla bastırıldı. Ardından da Kürtler, büyük bir kültürel soykırım kıskacına alındı. Biz buna beyaz soykırım diyoruz. Yani Kürtler üzerinde kanlı-kırmızı soykırım hem de beyaz soykırım yürütüldü. Dolayısıyla PKK’nin çıkışına kadar hem fiziksel soykırım hem de kültürel soykırım cenderesinde olan Kürt halkının yaşayabilmesi, varlık olarak yaşamını sürdürebilmesi için ve var olabilmesi için çok ciddi bir özgürlük hareketine girişmesi gerekiyordu.

Özgürlük iradesi de sadece soyut ideolojik, siyasal özgürlük anlamında değildir. Yani varlık olarak yeniden var olma iradesini göstermesi gerekiyordu. Var değilseniz özgür de olamazsınız zaten. Özgür olabilmeniz için önce var olmanız lazım. Varlığınız inkar ediliyorsa size özgürlük vermezler. Önce var olacaksınız. Kürt sorunu denen sorun bir varlık sorunudur, yaşayabilme öncelikle fiziki olarak var olabilme sorunudur. Bir kimlik sorunudur. Kimliğiniz, varlığınız yok sayılıyorsa ve bu inkarı kabul etmeyen yanlarınız da imha ile karşı karşıya bulunuyorsa sizin bu imha ve inkar yasaları ve siyaseti karşısında kendinizi yeniden var etmenin yollarını bulmak dışında başka çareniz kalmaz. Dolayısıyla Önder Apo öncülüğündeki PKK’nin çıkışı Kürdün yeniden var olma çıkışıdır. Bu yüzden Kürt varlığı için büyük bir bayramdır.

15 Ağustos Atılımı ardından Kürtler artık yeniden var olmaya başladı. O yitirilmekle yüz yüze kaldığı tarihsel hafızasını kültürel hafızasını yeniden kazanmanın örgütsel araçlarına kavuştu. Kürtler için sadece kültürel ve siyasal bir yok oluş durumu söz konusu değildi. Kürt sorunu bambaşka bir sorundur. Diğer ulusların yaşadığı sorunlara benzemiyor, sadece özgürlük sorunu değildi, kimlik sorunuydu. Mesela Avrupa’da ciddi bir toplumsal mücadele tarihi vardır. Bu mücadele tarihleri daha çok özgür yaşayabilme, yaşam koşullarını düzeltebilme temelindeki mücadelelerdir. Kürtlerin yaşadığı sorun bir insan hakları, siyasal baskı, yaşamı daha modern kılma, yaşamı daha özgür kılma, gericilikle mücadele etme, ekonomik baskı ve sömürü sorunundan ziyade varlık sorunuydu. Bu varlık sorunu sadece iki kelimeden ibaret değildir. Bu çok derin bir sorundur. Var değilseniz, varlığınız tartışmadaysa siz istediğiniz kadar ideolojik felsefik açıdan özgürlüğü tartışın. Özgürlük gelmez, özgürlüğü bulamasınız. Çünkü önce varlığınız tartışmadadır. İnsan, halk, kültür olarak varlığının tartışılmasından daha büyük bir zulüm olamaz. Bundan daha büyük bir soykırım olamaz. Neden? Kürt sorunun adı bir soykırım sorunudur? Çünkü soyunu kırıyor, yok sayıyor. Tarihini yok sayıyor. Güncel olarak da bu hala devrededir. Yürütülen kırk, elli yıllık mücadeleye rağmen hala Kürt varlığını tartışmayı sürdürüyorlar. O dönemler açısından durum daha içler acısıydı. 15 Ağustos atılımı Kürtlerin kendilerini yeniden var etme mücadelesinin başlangıç tarihidir. Bu nedenle bütün Kürtler için önemli bir yıldönümü, bayramdır.

Mücadelenin yaratmış olduğu direniş kültürü kadın ve Kürt toplumunun hayatında ne gibi değişiklikler yarattı?

37 yıl öncesinin Kürdisatan’ını göz önüne getirdiğimizde gerçekten 15 Ağustos’ta patlayan ilk kurşunla beraber büyük bir uyanış ortaya çıktı. Büyük bir sarsılma yaşandı, başkaldırı hareketi, iradesi ortaya çıktı. Kürtler yeniden var olduklarını anladı. 15 Ağustos Atılımı Kürtlerin yeniden bir halk, ulus oluşunun çıkışıdır.

Kürtler açısından 15 Ağustos Atılımı bir Rönesans çıkışıdır. Bir Kürt aydınlanmasının, fişeğinin patlamasıdır. Bu ilk kurşun sadece fiziksel bir kurşun değildi. Bu ilk kurşun ilk etapta sömürgeci, soykırımcı devlet gerçeğine sıkıldığı kadar, Kürdün kafasındaki gericiliklere karşı da sıkıldı. Kürt toplumunun toplumsal geriliklerine karşı da sıkılmış bir kurşundur. Kendisiyle beraber bu güne kadar çok büyük zihinsel değişimleri de ortaya çıkardı. Yine çok büyük toplumsal dönüşümler de ortaya çıkardı. Bunun çok ciddi sosyal, toplumsal analizleri de giderek ortaya çıkıyor. Yine kadının yaşamında çok ciddi değişikliklere yol açtı. Kürt varlığının kabul edilmesi, hem Kürdün kendi varlığını yeniden görmesi, varlık iradesi kazanması boyutunda çok ciddi bir gelişmeye, kimlik mücadelesini sahiplenmesine yol açtı.

Kürdistan’da ve Kürt toplumunda çok ciddi bir mücadele boşluğu vardı. PKK’nin bu kadar sahipleniliyor olması ve özellikle de silahlı mücadelenin başlamasıyla birlikte PKK’nin bu kadar kucaklanıyor olması Kürt toplumuyla bütünleşiyor olması o haklı mücadele sebeplerinden kaynaklanıyor. Onun için Kürt halkı bunu çok haklı gördü. Bu haklılık, bu silahlı mücadelenin, gerilla mücadelesinin ortaya çıkardığı iradi düzeyin Kürtlere kazandırdığı varlık ve irade düzeyi ile bağlantılıdır. Gerilla mücadelesi Kürdistan’da başlamamış olsaydı; Kürtler bugünkü kazanımlara kesinlikle sahip olamazdı. O yüzden Kürt toplumu aslında yeniden bir toplum, varlık haline geldi, öz kimliğine kavuştu.

Kürtler kendilerini inkar eder düzeye, kendi varlığından utanır, korkar duruma getirilmişti. Varlığı başına bela olmuş bir gerçekliği yaşıyordu Kürt halkı. Aynı zamanda sömürgeci soykırımcı, ulus devlet rejimi de Kürt halkının bu varlığını ona karşı kullanıyordu. Ona sadece biyolojik sınırlarda bir yaşam hakkı tanıyordu. Silahlı atılım ile gelişen gerilla mücadelesi ardından Kürt varlığının yaşam koşulları ortaya çıktı. Tarihsel, kültürel ve toplumsal kimlik bilincinin gelişmesiyle birlikte kimliğini sahiplenmeye başladı. Ortaya çıkan yeni halk, ulus kimliği üzerinden kendi kimliksel mücadelesini de sahiplenir bir konuma geldi. Kürdün varlık sorunun giderilmesinin yanı sıra çeşitli toplumsal kesimlerin özgürlük bilinci edinmesine de yol açtı.

15 Ağustos Atılımı’nın Kürt halkında ortaya çıkardığı düzeye ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

PKK’nin ortaya çıkardığı mücadele, gerilla mücadelesi, özgür gerilla mücadelesi dağlarda yürüttüğü mücadele sadece Kürdün varlık sorunlarıyla uğraşmadı. Aynı zamanda özgürlük problemi ile de uğraştı. Toplumsal gerçekliğimizin kendi içinde barındırdığı gericiliklere karşı da ciddi bir mücadele dinamiğini ortaya çıkardı. Bu kadının özgürleşme düzeyini ortaya çıkardı. Bu gençliğin uyanışına yol açtı. Bu aynı zamanda kültürel açıdan Kürt kültürünün Kürt dilinin, Kürt tarih bilgisinin ve gerçeğinin yani Kürt hakikatinin her açıdan ortaya çıkarılmasına yol açtı. Yani Kürt toplumunda Kürt kadının eski konumu ile bugün yakaladığı özgürlüksel düzey arasında büyük uçurumlar var. Bunu herkes gözlemliyor, görüyor. Ayrıca özgür insanın yaradılışı konusunda da çok ciddi gelişmeler ortaya çıktı. Eski Kürt kişiliği köleleştirilmiş, iradesizleştirilmiş bir kişilikti.

Elinde Kürt değerleri adına bir şey bırakılmamıştı. Geçen 37 yıllık mücadele ardından çok ciddi Kürt kazanımları, toplumsal kazanımlar ortaya çıktı. Gerilla mücadelesi Kürtlerin yaşamakta olduğu her yerde dört parça Kürdistan’da ve diasporada bulunan bütün Kürtler açısından hem bir yeniden kimliklenme gerçekliğini ortaya çıkardı, hem de yeniden bir varlığını yaşama varlığını kabul ettirme gerçeğini ortaya çıkardı. Yine sömürgeci soykırımcı sistem karşısında kendini savunabilme, örgütlü kılabilme, özgürlük araçlarını mücadele iradesini kazanma gerçeğini ortaya çıkardı. O eski köle Kürt kişiliğinden geriye neredeyse bir şey kalmadı. Yeni özgür Kürt kişiliği ortaya çıktı, bu çok ciddi bir toplumsal gelişmedir.

Günümüzde de Türk devletinin tekniğine dayandırdığı saldırılar bütün yoğunluğu ile devam ediyor, buna karşı yeni dönem gerillasının direnişi var. Siz bu direnişi nasıl değerlendiriyorsunuz?

15 Ağustos Atılımı bugün de Kürt gençleri öncülüğünde Kürdistan’ın dağlarında ve ovalarında silahlı bir direniş olarak büyüyerek devam etmektedir. Bu konuda da gerilla mücadelesinin gelişmesi bakımından da 37 yıllık mücadele geçmişi ardından bugün gelinen düzeye baktığımızda çok büyük gelişmeler ortaya çıktı. Askeri strateji ve taktiksel açıdan gün geçtikçe Kürt gerillasında büyük gelişmeler ortaya çıktı. Mücadele geliştikçe savaş devam ettikçe mevzilenmede ve taktiksel gelişmede Kürt gerillası giderek daha modern bir düzey kazanmaya başladı, amansız bir mücadele yürüttü. Dünyanın en büyük ordularından birine karşı mücadele ediyor. Bu sömürgeci, soykırımcı ordunun işgalci ordunun, TC ordusunun arkasında büyük NATO gücü var. Büyük uluslararası kapitalist güçlerin desteği var. Dolayısıyla özgürlük, Kürt gerillası sıradan bir devletin askeri ile ordusuyla savaşmıyor. Büyük bir özel savaş ordusuna karşı aslında NATO ordusuna karşı savaşıyor. Çünkü sömürgeci soykırımcı TC ordusunu NATO destekliyor, sadece desteklemiyor bütün modern silah gücünü bütün modern askeri gücünü sömürgeci orduya tahsis etmiş durumdadır. Bu soykırım savaşını NATO’nun kendisi de destekledi ve desteğini de sürdürüyor.

Medya Savunma Alanları’na 23 Nisan’dan bu yana başlayan saldırılar, yani cumhuriyetinin kuruluşunun 98’ci yıldönümünde başlatılan işgal operasyonu, işgal saldırısı var. Bu işgal saldırısı sıradan bir işgal saldırısı değildir. Aslında komplo temelinde uluslararası komplonun ısıtılması, tekrarlanması ya da devamı niteliğinde bir işgal saldırısıdır. Bu işgal saldırısına Kürt özgürlük gerillası muazzam bir direnişle cevap veriyor. Geçen gün HSM komutanlığımız üç aylık bilançoyu açıkladı, o bilançolardan da anlaşıldığı kadarıyla özgürlük gerillamız büyük, örneksiz bir irade düzeyini ortaya çıkarıyor.

NATO tarafından bu kadar modernize edilmiş işgalci bir orduya karşı; sadece elindeki silahlarla ve geliştirdiği taktik gücüyle aynı zamanda modern gerilla yöntemleriyle, bu modern gerilla yöntemlerini de kendi öz gücüyle geliştiren Kürt özgürlük gerillası mücadele ediyor ve direniyor. Gerçekten diyebiliriz ki şu anda Kürt özgürlük gerillası 21. yüzyılda modern sömürgeci, soykırımcı, askeri düzenlerin karşısında halkların ve toplumların mücadele iradesi nasıl ortaya konur, nasıl ortaya çıkarılır Kürt özgürlük gerillası şu anda onu gösteriyor. Bütün dünya halklarına ve toplumlarına bunu gösteriyor. Bu açıdan özgürlük gerillamızın göstermiş olduğu irade açığa çıkarmış olduğu irade bütün dünya halklarına da var olan savaş ve şiddetin bu kadar tırmandırıldığı bir dönemde adeta mücadele örneği oluyor. Herkesin bu teknik karşısında artık ‘çağımızda gerilla savaşının, mücadelesinin zamanı dolmuştur’ dediği bir süreçte Kürt özgürlük gerillası geliştirdiği modern taktiklerle ve ortaya koyduğu fedaice duruş bunun nasıl alt edilebileceğini bu savaş ve şiddet stratejisinin, soykırımcı, sömürgeci, işgalci stratejilerin ve saldırıların nasıl boşa çıkarılabileceğini yeniden herkese gösteriyor. Bu açıdan da özgürlük gerillası aslında 21. yüzyıl toplumsal mücadele gerçeklerine şimdiden damgasını vurdu ve bunu büyük bir irade ortaya koyarak gösteriyor. Aslında çok acımasızca, ahlaksızca, alçakça bir saldırı yöntemini geliştiriyor devlet. Kürt genç kadın ve erkekleri bu alçaklığa, ahlaksızlığa bu Kürt düşmanı saldırılara karşı insanüstü bir irade ortaya koyarak, muazzam bir direniş sergiliyor. Bu direnişi bir kez daha selamlıyorum. Şu an mevzilerde bulunan tüm yoldaşların bu eşsiz, benzersiz insanüstü bir iradeyle ortaya koymuş olduğu görkemli direnişini bir kez daha tüm yoldaşlarım adına selamlıyorum. Selam ve sevgilerimi gönderiyorum.

Halkımızın da bu direnişi bir sahiplenme düzeyi vardır, fakat sadece Kürt gerillasının direnişiyle Kürt sorunun çözümü mümkün değildir. Gerilla görevlerini yerine getiriyor, tarihte görülmemiş bir şekilde görevlerini yerine getiriyor, direnişini sürdürüyor. Fakat bu işgal saldırılarına karşı bütün Kürtlerin, bütün halkımızın ve dostlarının gerçekten daha fazla sahiplenmesi gerekiyor. Halkımızın da dostlarımızın da görevlerini yerine getirmesi gerekiyor. Daha üst düzeyde bir sahiplenme tavrını tutumunu ortaya koyması gerekiyor. Buna serhildanla cevap vermesi gerekiyor. Bu büyük görkemli gerilla direnişine büyük yüksek serhildan gücüyle serhildan iradesiyle karşılık vermesi gerekiyor. Halkımız bu yılın Newroz'unda iradesini ortaya koydu. Gerilla, Önder Apo mücadelesini sahiplendi yeniden kucakladı. Fakat 15 Ağustos vesilesiyle bir kez daha özel olarak da 23 Nisan’dan bu yana Medya Savunma Alanları’nda başlatılmış olan imha ve işgal saldırısına karşı bu tarihi direnişi yeniden sahiplenmesi gerekiyor. Tavrını çok kitlesel bir düzeyde ortaya koyması gerekiyor.

Son 5 yılda Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerleşim yerlerinin ormanlık alanlarına, şehitliklere saldırılar arttı. Yine ırkçı, faşist saldırılar da son zamanlarda gerçekleştiriliyor. Türk devleti ise cezasızlık politikası ile bu tür saldırıları daha fazla teşvik ediyor, AKP-MHP’nin ırkçı, faşist saldırılarını nasıl ele almak gerekiyor?

Gerçekten Kürdün varlığı hala kabul edilmemiş. Yoğun mücadele yıllarına rağmen Kürdün varlığı hala yok sayılıyor. En son Konya’daki soykırım ve katliam örneği bunu ortaya koydu. Geçen gün Mardin’de bir Kürdün aracına yapılan ateşli saldırı ve ardından yaşananlar var. Son günlerde yaşananlarla örneklendiriyoruz, ama bu tür saldırılar her zaman oldu.

Kürtlerin, Kürt halkının varlığının kabul edilmediğini görmesi gerekiyor. Kürt varlığı da garanti altına alınabilmiş değil. Kürt varlığı hala büyük tehlike ve risklerle karşı karşıyadır. Kürt kimliği hala kabul edilebilmiş değildir. Gündüz ortası yurtsever bir ailenin bahçesine girip akıl almaz bir biçimde tarayıp elini kolunu sallayarak gidebiliyor. Bir aileyi vahşice tarayıp katledebiliyor. Gündüz ortası polis çadırının önünden geçerek girip HDP binasındaki genç kadın arkadaşı hunharca katledebiliyor. Bu akıl almaz bir vahşet, yok sayma düzeyidir, inkar ve imhadır. İmha konsepti devrededir. Kürdü imha etme gerçeği hala sürüyor. Bu imha konsepti karşısında tüm Kürtlerin birlik ve bütünlüğünü sağlayarak birlik bütünlük içerisinde tavrını, tutumunu ortaya koyarak kendi öz gücüne dayalı kendi öz savunmasını gerçekleştirmeden bu konsepti aşması mümkün değildir.

Gerilla bu konuda görevlerini yerine getiriyor. Kendi dönemsel görevlerini büyük bir irade göstererek yerine getiriyor. Artık halkımızın toplumumuzun bulunduğu her yerde bütün örgütlü yapıları ile tüm siyasal ve sosyal kurumlaşmaları ile kendi öz savunma refleksini geliştirmesi gerekiyor. Kürt özgürlük gerillası da Kürt varlığının korunmasının öz savunmasının önemli bir parçasıdır, onu can damarından koruyor. Onun en temel varlık garantisidir. Ama buna paralel bir de halkın, toplumun kendi içindeki örgütlü yapıları da kendi öz savunma refleksini, mekanizmalarını geliştirmesi gerekiyor. Bunu da nasıl geliştirecek? Bunu da serhildan gücünü geliştirerek, refleksi ile gerçekleştirebilir.

Devrimci bir halk gerçeğinin ortaya çıkması gerekiyor, halkımız devrimcileşmiştir. Halkımızın kendini savunma refleksi gelişmiştir. Ama gelişen soykırımcı, faşist saldırılar bunu sindirmek, korkutmak için bu iradeyi bastırmak için elinden geleni yapıyor. Bunun karşısında belli çekimserliklerin de ortaya çıktığı görülüyor. Kürdistan’daki toplumsal yapılara şunu söylemek istiyorum:

Gerçekten kendi savunma refleksi gelişmeden, kendi iradesini sahiplenmeden, birliğini bütünlüğünü sağlamadan Kürtlerin soykırım kıskacından kurtulması mümkün değildir. Yani bu akıl almaz faşist soykırım saldırıları karşısında çok ciddi bir devrimci halk refleksinin gelişmesi gerekiyor. Devrimci halk savunmasının gelişmesi gerekiyor. Ciddi bir devrimci halk savaşı stratejisi temelinde halkımızın da kendini savunma refleksinin gelişmesi gerekiyor. Çünkü öldürüyor, yok ediyor, ortadan kaldırıyor, yaşam hakkı tanımıyor. Kürdistan’daki halkımız zaten buna alışmış. Şimdi metropoldeki halkımıza yönelmeye başladı. Bu duruma alışmamak ve karşı koymak gerekiyor. Gerçekten her gün bir ailemizin, yurtsever bir insanımızın kanı akıtılıyor. Katlediliyor, bunun ötesi yoktur artık. Dolayısıyla bunun karşısındaki refleksin daha güçlü olması gerekiyor. Yoksa ortadan kaldırılacaksın yok edileceksin. Sana diyor ki ben seni kabul etmiyorum.

Özellikle Türkiye metropollerinde yaşayan halkımıza son süreçte geliştirilen ırkçı faşist saldırılar karşısında Kürt halkının çok daha ciddi bir refleks çok daha ciddi bir tepki ortaya koyması gerekiyor ki böyle bir refleks giderek gelişiyor. Her gün Türkiye muhalefet partilerinde de sağduyu çağırıları gerçekleşiyor, bunun sağduyusu yoktur. Sağduyu nedir? Bunun sağduyusu olur mu? Seni öldürüyor, neyin sağduyusunu göstereceksin. Sağduyu çağırısı yapılacağına bunun soğuk kanlılıkla karşılanması gerektiğini belirteceğine Kürdün yanında yer alacaksın. Kürtlerle yapılacak bir dostluk Kürdün yanında görülen bir dostluk olmalıdır. ‘Kürt ile komşuluk etmeyeceğim, mahallemde, semtimde sizleri yaşatmayacağım’ diyor ötesi yoktur.

Oysaki Kürdün, Türk halkıyla beraber yaşama sorunu yoktur. Bu bilinçli, sistemli geliştirilen bir konsepttir. 2014’ten beri geliştirilen çöktürme planının bir parçası olarak yürütülüyor. Medya Savunma Alanlarına yönelik geliştirilen işgal saldırıları ile Türkiye metropollerindeki halkımıza dönük geliştirilen katletme konsepti aynı konseptin ürünüdür, devamıdır.

Bu konseptin bir parçası olarak Kürdün en büyük değerleri olan şehitlerine de saldırıyor. Kürdün kemiklerinden, şehitlerinden, cenazesinden korkuyor. Kürdün şehidini kendi toplumsal törelerine göre geleneklerine göre kültürüne göre toprağa vermesine de izin vermiyor. Şehidini sahiplenmesine de izin vermiyor. Şehidinin törenine katılan siyasetçiye davalar açıyor, cezalar yağdırıyor. Böyle bir şey olabilir mi, bunu kabul etmek olabilir mi Kürtler açısından. Dolayısıyla Kürtler bunları kabul etmemelidir.

Gerilla cenazesini ailesinin başvuru yapmasına rağmen, üç yıl ailesine vermiyor. Üç yılın ardından zulüm, işkence olsun diye telefon ‘gel emniyetten çocuğunun cenazesini al’ diyor. Ya emniyetten telefon açılarak ‘gel cenazeni götür’ ya da kargo ile anneni evine kutu içerisinde cenazesi gönderiliyor. Gerilla cenazesi kutuya konulamaz, gerilla, Kürtler sahipsiz değildir. Halkımız, toplumumuz ve dostları bu durumu kabul etmemelidir. Ne şehitliklere saldırıları bu şekilde kabul etmelidir ne de gerilla cenazelerinin bu biçimde ailelerine hakaret ederek gönderilmesine müsamaha edilmemelidir. Böylesi bir durumu hain Kürtler de kabul etmemelidir. Kürdün şerefi ayaklar altına alınıyor.

Bu vesileyle bütün Kürtlere sesleniyorum: Mücadelemizin içinden geçtiği süreç olağan üstüdür. Bu olağan üstü koşullarda olağan üstü bir refleks ortaya çıkmalıdır, olağan üstü bir sahiplenme düzeyi ortaya konmalıdır. Bu sadece öyle dayanışma, destek refleksiyle sınırlı kalmamalıdır. Kürtler bulundukları her yerde artık kendisini savunabilmenin araç ve yöntemlerini geliştirmelidir. Bunun bilincini, araçlarını uygun şekilde geliştirmelidir.

Yani Kürt düşmanlığı zirvededir, örneğin rant için çete-devlet tarafından ormanların yakılması bile Kürtlerin, PKK’nin üstüne atıyor. PKK’nin ne siyasal paradigmasında ne ideolojik paradigmasında Türkiye’nin ormanlarını yakmak yoktur. Soma gibi bir yerin ormanlarını yakmak PKK’nin ne ideolojik ne de siyasal paradigmasında yoktur. Bunu bütün Kürtler, Türkiyeli insan, Kürtlerin dostları da bilsin. Kürtler niye orman yaksın, her gün zaten Kürdistan’ın ormanları yakılıyor. Orman yakmak Kürdün ekolojik paradigmasına da uygun değildir. Dolayısıyla o orman yakmalardan bile Kürde karşı ırkçı, milliyetçi, şoven, soykırımcı bir dalga geliştirmeye çalıştılar; Kürdün ve PKK’nin üstüne atarak. Fakat bunda da başarılı olamadılar.

Ormanları çete devletin kendisi, sermaye kliğinin yaktığı ortaya çıktı, o sermayecilerden hesap sorulmalıdır. Bunlar mevcut AKP-MHP faşist iktidarının denetiminde, kontrolünde yürütülüyor. Günlerdir Türkiye alev alev yanıyor, biz buradan izlerken üzülüyoruz. Kürdistan’ın ormanına, Türkiye’nin ormanına, Ege, Akdeniz’in ormanına da üzülüyoruz. Çünkü bu dünya hepimizin. Dolayısıyla bunun hesabını AKP-MHP yani o alev alev yanan Türkiye’yi izleyerek geçiren acımasız, ahlaksız, alçak hükümetten sorsunlar. Faşist hükümetten AKP-MHP iktidarından bunu sorsunlar. Kürtler adına bunlara karşı bütün Kürt kazanımlarını özgürlük kazanımlarını, toplumsal özgürlük kazanımlarını, savunan özgürlük hareketinden soruyorlar. Gerilladan soruyorlar, üstüne atmaya çalışıyorlar bunlar doğru ve gerçekçi şeyler değildir.

15 Ağustos Atılımı’nın 37’ci yılında tüm Kürtleri cesurca ve özgür iradesini ortaya koyarak serhildan havasında tüm bu ırkçı şoven soykırımcı, sömürgeci imha ve inkar siyaseti karşısında bütün gücüyle özgür iradesini ortaya koymaya çağırıyorum. Hem hareketini hem kazanımlarını hem gerillasını ve gerilla mücadelesini sahiplenmeye kendi varlığını da sahiplenmeye mücadelesini yükseltmeye çağırıyorum. Aynı zamanda dostlarının da yanında görmesini umduğumuzu ve beklediğimizi ifade etmek istiyorum.