Aldar Xelîl: Rojava’yı NATO roketleriyle vurdular

PYD Eşbaşkanlık Konseyi Üyesi Aldar Xelîl, Türk devletinin Rojava’da kullandıkları roketlerin NATO ve Amerika tarafından yapıldığı belirterek, yeşil ışık yakan güçlerin saldırıya ortak olduklarını söyledi.

PYD Eşbaşkanlık Konseyi üyesi Aldar Xelîl, işgalci Türk devletinin cumartesiyi pazara bağlayan gecede Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik gerçekleştirdiği saldırılara ilişkin ANF’ye değerlendirmelerde bulundu.

Türk devleti Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik hava saldırısı başlattı. Bu saldırı HTŞ çetelerinin Efrîn’e yerleşmesi ve İstanbul patlaması ardından geldi. Sizce bu saldırılar nasıl okunmalıdır? Diğer saldırılar ile bağlantısı nedir?

Türk devleti, Suriye krizinin başlamasından bugün de kadar bilindiğini gibi Suriye’ye her zaman müdahale etti. Çoğu kez çete gruplarını ve farklı grupları kullanarak hâkim olan sakinliği bozmak için bir yol arayışı içerisindeydi. Bulduğu yol aracılığı ile demokrasi ve özgürlük projesinin gelişmemesi ve krizin büyümesi sağlayarak faydalanmak istiyor. Türk devleti, Kuzey ve Doğu Suriye ve Suriye’ye bağlı bazı parçaları işgal etti. Cerablus, Bab, Ezaz’dan başladı İdlib, Efrîn, Girê Sipî ve Serêkaniyê’yi işgal etti. Şimdi de işgal çabası içindeler. Bu onların genel bir politikasıdır. Türk devleti, Suriye’de barışın sağlanmasını, demokrasinin gelişmesini aslında bölgede krizin sonlanmasını istemiyor. Daimî bu krizler üzerinden kendisini yaşatıyor.

Bilindiği gibi Türkiye Misak-ı Milli sınırları dahilinde hareket ederek Suriye ve Irak’ın bir kısmını ele geçirmek, işgal etmek istiyor. Böylece yeni bir Türkiye Cumhuriyeti’ni ilan etmek istiyor. Özellikle Türkiye Cumhuriyetin 100’üncü kuruluş yıl dönümünün yaklaşmasıyla büyük bir zafer ilan etmek istiyor, hem de bu zafer ile gelecek seçimleri karşılamak istiyor. Yaşanan olay basit, sıradan bir durum değildir. Günlük ya da saatlik bir durumdan ziyade uzun vadeli bir plan. Öncesinde işgal altındaki çete gruplarını değiştirdi ve Heyet Tahrir El-Şam ya da Cephet El-Nusra olarak bilenen çeteleri bu işgal bölgelerine yerleştirdi. O süreçte de değerlendirmelerimiz oldu. Getirilen bu çete gruplarıyla bölgemize bir saldırı başlatılacağının işaretiydi. Suriye krizinin ve devrimimizin başlangıcında da Cephet El-Nusra yoluyla sarıldı. Ardından farklı çete grupları ve DAİŞ devre konuldu. Şu anda da Cephet El-Nusra’yı canlı kılarak, bu çete grupları aracılığıyla saldırılarına gerçekleştirmek istiyor. Fakat senaryosunu tamamlamak için İstanbul patlamasını gündemleştirdi.  İstanbul patlamasının tüm kesimleri ikna etmesini, bu yalanlarını kabul görülmesini umut ediyorlardı. Aslında öyle bir konuma geldiler ki üstünü bile nasıl kapatacaklarını bilemediler. Öyle bir hal aldı ki halkı nasıl ikna edecek yol arayışlarına başvurdular. Ama yine bir gerekçe olarak çıkarları için kullanmak istediler. Tabi herkes biliyor ki İstanbul patlaması MİT’in bir uygulamasıydı, Türk devleti içerisinde gizli güçler tarafından yapıldı. Cephet El-Nusra’nın getirilmesi ve İstanbul patlaması ile saldırı konseptini tamamlama istediler.

Böylesi bir durumda 2023 yılına ve seçimlere gitmek istiyorlar. Bir yandan özgürlük ve demokrasi projesine darbe vurmak, Suriye krizini uzatmak istiyorlar bir yandan ise iktidarda kalarak sanki büyük zafer elde ettiklerini göstermek için Türkiye kamuoyunu ve dış kamuoyunu kandırmak istiyorlar. Örneğin SİHA’lar dışında 50 savaş uçağı ve farklı silah türlerini kullandılar. Hedef aldığı yerler nelerdi? Sivil alanlardı. Dikkat ederseniz hedef aldıkları yerler buğday depoları, elektrik santrali ve hastanelerdi. Yani tümü sivil yerleşim alanı. Aslında bu gerçekliklerini gözler önüne seriyor. Onların dediği gibi hedef aldıkları yerlerin güvenlikleri için hiçbir tehlikesi yoktur. Fakat bölge halkına bakın sadece askeri güçleri hedef almayacağım yaşam için gerekli olan yerler, karar alınan yerler ve sağlık yerlerini de vuracağım mesajı veriyor. Fakat onların saldırıları hiçbir zaman mücadelemizi geriletmek için veya geri adım atması için etkili olmayacak. Aksine zafere yönelik ısrarımızı yüceltiyor. Bu kadar savaş uçağı ve silahlı insansız hava aracının bölgeye saldırması tüm ulusların birliktelik mücadelesini güçlendirmesine ve bu saldırılara karşı tavır almaya sevk ediyor.

Türk devletinin saldırılarında kullandığı mühimmat detayı ortaya çıktı. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz, ortak bir saldırı mıydı?

Şimdi böyle bir gerçeklik var. Türk devleti Suriye coğrafyasında özellikle Kuzey ve Doğu Suriye’de kendilerine yeşil ışık yakılmadan veya Suriye dosyasında etkili olan uluslararası güçlerin onayı olmadan yapamaz. Biz biliyoruz onlar “tamam” demeden gelemezler. Bu konunun bir tarafı. İkinci husus ise zaten basına da yansıdı. Kullandıkları roket NATO ve Amerika tarafından yapılmış. Zaten kullandıkları uçaklar onlara ait fakat kullanılan roketler bile onlara ait. Bu da bu güçlerin Türklere yok demediğini gösteriyor. Aksine ses etmeden yeşil ışık yakıyorlar. Böyle bölgemize yönelik saldırıların ortakları oldukları da anlaşılıyor.

ABD saldırıdan iki gün önce kendi vatandaşlarına Irak ve Suriye’nin kuzeyine gitmeme çağrısı yapmıştı. Sizce ABD vatandaşlarını çekerek Kürdistan halklarını Türk faşizminin insafına mı bırakıyor?

Amerika kendisini herkesten üstün görüyor. Böyle bir yaklaşımı var. Bir çatışma, savaş ortamında dünyada yıkılsa vatandaşlarına sahip çıktığını göstermeye çalışıyor. Ama insan haklarını, yaşam haklarını, bölge güvenliğini ilke olarak esas almıyor. Aslında bu farklı bir durumun işaretidir. Saldırı öncesi eğer vatandaşları dikkatli olma çağrısında bulunuyorsa böylesi bir saldırının olacağının bildiğinin ispat ve itiraftır. Biliyorlardı ama eğer böyle bir saldırının olmasını istemeselerdi Türk devletine saldırıdan haberdar olduklarını ve bu saldırıyı kabul etmediklerini söylerdi. Ama bu uyarıyı yapmadılar. Sadece güçlerini, Türk devletinin saldırılarının olacağını ve duyarlı olmaları için bilgilendirdiler. Bu yapılan açıklamada saldırıdan haberdar olduklarını gösteriyor.

Saldırının yapıldığı üç bölgede Rus askeri üsleri de bulunuyor. Rusya’nın saldırıya karşı bir karşıtlığı veya ortaklığı var mıydı?

Bu saldırıda rejimin askerleri de hayatını kaybetti. Rejimin merkezlerine de saldırdı. Bazıları rejimin olduğu yerlerde rejimin önünü açın oralara gelsin ve vurmasınlar diyorlardı. Bakın rejimde vardı ama yine de vurdular. Bazıları kendilerini kandırıyorlardı. Rejimin olduğu bölgeleri Türklerin vurmayacağını söylüyorlardı. Yok. Bakın vurdular. Bu da Rusya’nın Suriye’yi birinci dereceden esas almadığını gösteriyor. Rusya için Ukrayna ile yürüttüğü savaş birinci derecededir. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı sıkıştığı bir süreçte yükünü hafifletmek için Türk devletine ve farklı güçlere tavizler verme durumu da söz konusu olabilir. Yani Rusya’da içerisinde olduğumuz süreçte bu saldırıları hayır, kabul etmiyoruz diyecek durumda. Dolayısıyla bu saldırılara karşı Rusya’nın sessiz kaldığını söylenebilir.

Kuzey ve Doğu Suriye halkları, tüm halk bileşenleri ile saldırılara karşı ilk tepki olarak bugün alanlardaydı. Bundan sonraki süreçte Devrimci Halk Savaşı stratejisine göre nasıl bir mücadele yürütülmelidir?

Kürdistan’da ve yurt dışında alanlara çıkan halkları selamlıyoruz. Saldırıların başladığı ilk saatler yurtdışında yaşayan halklar alanlardaydı. Rojava da, Kürdistan’ın diğer parçalarında da herkes alınması gereken tavrı ortaya koydu. Fakat Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye’de dikkat çeken şuydu: Sadece Kürtler değil Kürt, Arap, Süryani ve tüm uluslar kendi inancı ve dini ile alanlardaydı. Bu da Demokratik Ulus projesinin başarısını göstermekte. Bölge yönetiminin sahiplenildiğinin ispatıdır. Halkalar birlikte alanlara çıkarak, saldırıları kınıyor ve kazanımlarına sahip çıkıyorsa Devrimci Halk Savaşı’na da hazır olmalı. Uzun bir süredir Halk Savaşı eğitimlerde, toplantılarda ve pratik de gündemimizde. Sadece askeri değil, toplumsal, diplomasi, kültürel ve sanatsal olarak tüm boyutlarıyla gündemimizde.  Öylesi bir halk ki, kendini devrimin sahibi görüyor, devrimin kazanımlarını korumak için hazırlık yapıyor. Demokratik Ulus projesinin diğer projelerden farkı budur. Bir devlete yönelik bir saldırı gerçekleşiyorsa sadece ordusu ve ülkenin güvenlik güçleri harekete geçiyor, toplum ise sadece seyirci pozisyonunda ve kazanmalarını diliyor. Ama Kuzey ve Doğu Suriye’de durum böyle değil. Halkımız hem zaferi diliyor hem de savaşın içerisinde yer alıyor. Çocuğunun, ailesinin, köyünün, mahallesini savunmak için kimin elinden ne geliyorsa yapıyor ve savunmada yerini alıyor. Çıkan tabloyu da bu şekilde ele alıyoruz.

Saldırılara karşı bazı Kürdistanlı cephe ve partiler açıklamalar da bulundu. Ancak bu saldırılara karşı yapılan açıklamalar yeterli midir yoksa daha üst bir düzeyde tavır alınmalı mı?

Böylesi varlık ve yokluk savaş içerisinde bir düşman var ve “seni bitireceğim” diyor. Yani yok etmek için saldırıyor. Rojava gibi bir parçaya 50 savaş uçağı ile saldırması yok etmek istediği anlamını taşıyor. Hedef aldığı bölgelerde ispatladı ki sadece askeri güçleri ya da bir tarafı hedef almıyor halkın yaşadığı tüm alanları vurdu. Halkı yok etmek istiyor. Yaşam imkânını elinden almak istiyor. Korkutmak, göçertmek, yaşam gereksinimlerini elinden alan bir gerçeklik ile karşı karşıya kalınca tüm siyasi güçler ve kurumların ortak bir tavırda birleşmesi gerekir. Daha büyük, radikal ve açık bir şekilde sadece açıklamalar yoluyla değil bu güçlere karşı pratik bir tavır alarak, bölge ve projeye yönelik gerçekleştirilen saldırıların herkese karşı olduğu bilinmeli. Rojava’da bir başarı elde edilirse herkesin başarısıdır, bir yenilgi darbe söz konu ise herkesin yenilgisi anlamını taşıyor. Bunun için tüm Kürdistanlı güçler, ne kadar güçleri varsa bu kazanımlara sahip çıkmalı. Bunun örneğini yaşadık. Kobanê’de Kürdistanlı güçler hatta dış güçler bile direnişe sahip çıktılar. Aynısı Şengal’de de yaşandı. Şimdi de Kürdistanlı güçler ve demokratik güçlerden bu direnişe sahip çıkması isteniyor.

AKP-MHP sadece Kürt halkını hedef almadı. Taksim saldırısı ile Türkiye kamuoyu da hedef alındı. Türkiye kamuoyuna bir mesajınız var mı?

Türkiye kamuoyu bilmeli ki AKP-MHP Türk halkının kazanımlarını da yok ediyor. Türk devleti, Türkiye Cumhuriyeti’ni geriletiyor, bozuyor, Türkiye’ye büyük zarar veriyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi biliniyor. Halkların soykırımdan geçirilmesi ile kurulan bir cumhuriyettir. Fakat yaşadığımız yüzyıl gereği Türkiye demokrasi, özgürlüğe kenetlenmeliydi, doğru ilerlemeliydi. AKP-MHP hükümetinin demokrasi temelini tarumar ettiğini görmüyorlar mı? Demokrasi kurum ve kuruluşlarını kaldırdılar, gazetecileri tutukladılar, bir kişi bile görüşünü dile getiremiyor, ifade özgürlüğü çiğneniyor. İstanbul’da yaşanan patlama gösteriyor ki bu hükümet sadece iktidar da kalabilmek için halkını kurban ediyor. Kendi merkezlerinde, güvenliği sağlanan bir yerde amaçlarını elde edebilmek için patlama gerçekleştirdiler. Çok kirli bir politika yürütülüyor. Bu Türkiye halklarını da zarar veriyor. Bu hükümet artık tehlikeli ve bela durumda.