Gazetecilerin bakışıyla 19 Temmuz Rojava Devrimi

19 Temmuz Rojava Devrimi’nde yaşananları takip etmek için bölgeye gelen gazeteci Gulan Botan  Rojava Devrimi'ni anlattı.

Kürtler öncülüğünde gelişen ve ardından tüm toplum ve inançların katıldığı Rojava Halk Devrimi 9’uncu yılına girdi. Rojava Devrimi halkların yanı sıra gazeteciler, sanatçılar ve tarihçilere de kapılarını açtı.

Rojava Devrimi'ni gazeteci Gulan Botan ile konuştuk.

Botan sorularımızı şöyle yanıtladı:

 

Rojava alanına neden ve ne zaman geldiniz?

2015 yılı sonunda Rojava-Kuzey-Doğu Suriye alanına geldim. Kuzey-Doğu Suriye’de yeşermiş olan bir devrim vardı, bütün gazeteciler gibi ben de burada yaşananları takip ediyordum. Rojava Devrimi’nin Kadın Devrimi olarak tanınması bende de bir merak uyandırmıştır. Kuzey-Doğu Suriye’de bir devrim gerçekleşiyordu ve yaşanan bir hakikat vardı, ben de buraya gelip bunu görmek istiyordum. Bir kadın olarak gelip dokunmak, içinde yaşamak istiyordum. Gerçekten o hakikatin var olduğunu bilmek istedim. ‘Bir devrim kadın öncülüğünde gerçekleşebilir mi? Kadın buna öncülük yapabilir mi? Kadın öncülük yapıyor mu?’ merakıyla Rojava topraklarına geldim. Geldiğim zaman Kobanê kent merkezi özgürleştirilmiş, Tişrin hamlesi sonlanmak üzereydi.

 

Yaklaşık 5 yıldır bu alanda çalışma yürütüyorsunuz. Bu süre zarfında neler yaşadınız ve yaşadıklarınız arasında en çok ilginizi çeken neydi?

Rojava topraklarına ayak bastığım ilk günden bu yana hem toplumda hem savaşçılarda hem gittiğim her alanda en çok ilgimi çekenlerden biri, 7’den 70’e herkesin bu devrimi sahiplenişiydi. Farklı toplumlar olmasına rağmen ortak bir dilin oluşmasıydı. Ortak dil neydi, demokrasi ve özgürlük arayışıydı. Rojava-Kuzey-Doğu Suriye alanında farklı halk bileşenleri yaşıyor. Buradaki halkların birlikte bir umudu yaratma arayışı en çok ilgimi çekiyordu. Birçok alana (savaş alanları, sivil yerleşim alanları) gidip dosya haberler yapıyorduk. İnsanların bir araya geldiği nokta ilgi çekiciydi. Farklı halk ve inançlardan halkların birlikte devrim yapma gücünü göstermesi, farklılıklara rağmen birlikte bir şeylere koşma, bir şey yaratma telaşı ilgimi çekiyordu. Bu özellikle kadın ve çocuklarda göze çarpıyordu. Çocukların bir araya gelişi, birlikte oynayışı, kadınların özgürleşen yerlerde bir araya gelip bir şeyler yapması, kendilerine ve çocuklarına bir şeyler yapma telaşı...

Aynı zamanda YPG ve YPJ savaşçılarının kendi toplumları içinde örgütlenip savaşçı olması çok ilgimi çekti. Örneğin Kobanêli bir kadının gelip bu savaşta yer alması ve orayı özgürleştirme duygusu. Bunu Reqa ve Derazor gibi birçok alanda gördüm. En son katıldığım hamlelerden bir tanesi Derazor hamlesi. Derazorlu kadınlar mesela. Kobanê’de bunu gördük, Kobanê çok sembolik olduğu için belki kadınların bu kadar buraya aktığını düşündük. Onlarda da bir heyecan oluşuyor. Ama bunu diğer yerlerde de görmek. Bu yaşadığım alanda ve dünyanın hiçbir yerinde karşılaşmadığım bir şeydi. Toplumdaki herhangi bir kız ya da anne mücadelenin farkına varıyor, gidiyor silahlanıyor ve gelip topraklarını özgürleştiriyor. Ve kendi topraklarını özgürleştirdikten sonra orada yeni yaşam kuruyor. Savaşçı olarak ya da normal bir kadın olarak yaşamını devam ettiriyor. Orada kalıyor, kendi toprağını özgürleştiriyor. Bir yere kaçıp özgür yaşamaktansa kendi toprağının savaşçısı olarak orayı savaşarak elde etmek ve gerçekten orada yaşam mücadelesi vermek.

 

Bölgeye geldiğinizden bu yana Kuzey-Doğu Suriye’de ne tür değişimler oldu? Kimler nasıl etkilendi?

Devrim 8’inci yılını doldurdu, 9’uncu yılına giriyor. 2015 yılı sonundan bu yana burada çalışma yürütüyorum. Burada gözle görebildiğimiz değişiklikler oldu. En çok da yaşam sisteminde, halkların birbiriyle ilişkilerinde, erkek-kadın ilişkilerinde ve mücadeleye kadın anlamında yaşanan değişiklikler oldu. Bunları birebir günlük olarak takip ediyoruz, insanların yaşamının nasıl değiştiğini görüyoruz. Birincisi sistem olarak dünyanın hiçbir yerinde olmayan en küçük komün örgütlenmesinden en üst yönetime kadar eşbaşkanlık sisteminin oluşu. Bu hem toplumsal alanda kadın-erkek ilişkilerini etkiledi. Hem de her halk açısından kendini ifade edebilme olanağını açtı. Bir gazeteci olarak çok araştırmalar yapıyorum, böyle somut olarak daha önce yaşamadığım bir sistem. Çok özgürlüğün ve demokrasinin hayalini kuruyoruz. Ama bunu çok uzaklarda kuruyoruz, yakınlara getiremiyoruz. Ama diyebilirim ki Rojava Devrimi’nde bu alanda kaldığım süre içerisinde demokrasiye böyle dokunabildik. Demokrasiyi hissedebildik.

Özellikle insanların kadın-erkek ilişkilerinde eşit olabileceğinin somut örneklerini gördüm. Nasıl, mesela, küçük bir mahalle komünü kuruluyor, mahallede eşbaşkanlık sistemi var... Bu diğer alanlarda da (eğitim, sağlık vb.) böyle. Yani toplumsal bir örgütlülüğün olup da kadının olmadığı, kadının kendini ifade etmediği hiçbir yer yok. Hem genç kadınların hem bütün kadınların, hem de erkeklerin. Bu sadece kadınlar açısından değil erkeklerin de ifade özgürlüğü. Böylece aslında bunu gördük, bir sistemde toplumun kendi kendini ifade edebileceğini. Toplumun kendi kendinin ifade edebileceğini, toplumun kendi iradesini ortaya koyabileceğinin somut örneklerini gördük. Önceden birçok toplumun birçok alanından kendini ifade etmekten korkan, çekinen kadın uluslararası çapta siyaset alanına girdi. Daha kendi evinde kendinin söz hakkını görmeyen kadının, gün gün gelişip silahlı mücadelede dünyaya kafa tutan DAİŞ’e karşı cesaret örneğini gördük.

 

Rojava Devrimi aynı zamanda Kadın Devrimi olarak da nitelendiriliyor. Sizce kadınlar bu devrimin neresinde?

Devrimler gerçekleşirken, devrimler tarihine bakıyoruz. Devlet desteğiyle ordular gidiyor, bir yeri özgürleştiriyor, sonra insanlar, toplumlar gelerek orada yaşamaya çalışıyor. Ondan sonra bu sistemin tartışması yürütülüyor. Rojava Devrimi’nde bunu tartışmak biraz zorlayıcı olacak, çünkü öyle olmadı. Devrimin gerçekleşme hali öyle olmadı. Devrimin gerçekleşme hali, kadının bizzat kalbinde yer alarak kalp atışının kendisi olarak gerçekleşen bir devrim olduğu için Rojava Devrimi, kadın devrimidir. Bunu biz somut olarak kendi gözümüzle gördük. Yaşamın hangi alanına gittiysek, hangi alanını incelemeye kalktıysak, hangi alanında bir haber yapmaya kalktıysak, orada kadın mücadelesini gördük.

Aslında Kuzey-Doğu Suriye topraklarında kadınların yaşadığı değil, insan şunu görüyor; yıllardır, kaç çağdır bastırılan, sessizleştirilen kadının isyanı, kadının çığlığı. O yüzden de mesela dikkat edersek, bu Kuzey-Doğu Suriye topraklarında sadece Kürt kadınları değil, diğer kadınlar da bu devrime koşuyor. Neden bu kadınlar devrime koşuyor, çünkü kadının kalbiyle ve gözüyle gerçekleşen bir devrim. Bu böyle olduğu için kadın zihniyle, düşüncesiyle, kadın iradesiyle gerçekleşen bir devrim olduğu için bütün kadınlar orada kendini buluyor.

Birçok yerden enternasyonal kadınlar geliyor. Devrim şehitlerine bakarsak da görebiliriz. Devrim alanından toplumsal alanın örgütlenmesine kadar her yerde kadınlar yer alıyor. Kendilerini orada buldukları için yer almak istiyorlar. Kadının kendini bulduğu devriminin gerçekleştiği bir yerdir. Tabii yeryüzü coğrafyasına baktığımızda da kadının yüzünün somutlaştığı, iradesiyle somutlaştığı yerlerden bir tanesi Rojava-Kuzey-Doğu Suriye topraklarıdır. O yüzden hem askeri hem siyasi hem ekonomik hem toplumsal hem örgütsel anlamda hem eğitim alanında, her alanda -asayiş, güvenlik, iç güvenlik- kadının iradesini görüyoruz. O yüzden Rojava Devrimi kadın devrimidir. Çünkü iradesinin gerçekleştiği, çünkü çağlardır, yitirilmiş sesini bulduğu, kendi rengini bulduğu, tek sistemlerin kadına büründürdüğü kılıfların çıkarıldığı, zaten Rojava Devrimi’nin en büyük simgelerinden bir tanesi de kara çarşafların yakılmasıydı. Hatırlarsanız, hafızalarımızda canlıdır halen. Kadınların özgürleştirildiği yerlerde yaptıkları ilk şey o kara çarşaflığa öfkedir. Bu aynı zamanda tek renkli sistemlere de öfkenin çığlığıdır, haykırışıdır.

Ayrıca diğer bir şey, birçok yerde bunun hayali kuruluyor, tartışması yürütülüyor. Önder Apo’nun düşüncesiyle Kuzey-Doğu Suriye’de kadın köyü kuruldu. Diğer sistemlerden farklılığına ilişkin gösterebileceğimiz somut bir örnek. Kadınların kendi düşünceleriyle, kendi emekleriyle kurdukları bir sistem kurdukları bir yaşam ve her kadının gidip yer alabileceği, her kadının kendini ifade edebileceği bir yer oluşturuldu. Jinwar köyü oluşturuldu. Bu jineoloji ve Kongreya Star çalışmalarıyla bağlantılı bir çalışma. Bu da devrimdeki kadının ne kadar örgütlenebileceğini ortaya koydu.

 

Kadın mücadelesinden ve iradesinden bahsettiniz. Yaşadığınız ve sizin üzerinizde etki bırakan anılarınız oldu mu?

Serêkaniyê savaşında yer alıyorduk. Mücadele tüm yoğunluğuyla devam ediyordu. Tabii bütün halk öz savunma sistemiyle birlikte savaşçıların yanında yer alarak mücadelesini yürütüyordu. Biz de basın çalışanları olarak orada yaşananları takip etmeye çalışıyorduk. Genç bir kadın ağlıyordu, yaralanmıştı da. Tabii insan etkileniyor, yanına gidip ne olduğunu öğrenmek istiyor. Biz ilk önce yaralandığı, yarasının ağır olduğu için ağlıyor olabilir dedik ve öyle de gittik yanına. Kadınların çok cesaretli olduğunu biliyorduk ama bu derece somut örneğini görmek de farklı etkiliyor. Yanılmıyorsam adı Viyan’dı. 16 yaşlarında vardı ya da yoktu. Böyle biraz da dolguncaydı. Ağlıyordu, biz de gittik niye ağlıyor, yarası çok mu ağır, saralım diye. Ya da yardım edebileceğimiz bir şey var mı, diye.

Savaşçıların yanındaydı. Herkes gülmeye başladı, bir tek o ağlıyordu. Biz tabii şaşırdık herkes niye gülüyor, o ağlıyor. Hem yaralandığı için hem de çok genç olduğu için savaş alanından uzaklaştırılmak isteniyordu. Ama o gitmek istemediği için ağlıyordu. Genç bir kadının yaralanması çok dikkat çekiyor, yarası da ağırdı, hem sırtından hem de ayağından yaralanmıştı. Ama yarasına ağlamıyordu, yarası çok ciddiydi, ağırdı. Ama o yarasına ağlamıyor, bedensel istem dışında bir direnç insan görüyor. Ben çok etkilenmiştim. Bir kadın o kadar değişebiliyor ki hem toplumsal yargıları kırabiliyor, bir kadın genç olmasına rağmen savaş alanlarında yer alabiliyor. Aynı zamanda o bilinen beden direnç acılarını aşarak, yaralanmış olmasına rağmen arkadaşlarının onu tedaviye götürmek istemesine rağmen o gözyaşı döküyordu, biz bu duruma şoke oluyorduk. Nasıl bir genç kadın bu düzeye gelebiliyor... Bu aslında Kuzey-Doğu Suriye’deki değişen toplumun da bir göstergesidir. 16 yaşındaki bir genç kadın nasıl böyle bir kişiliğe bürünebiliyor, böyle bir cesaret örneği gösterebiliyor... Bu adım adım gerçekleşen devrimin somut bir örneğiydi. Toplumun her alanında değişiklikler görüyoruz.

Yine çatışmalarda yaralanıp şehit düşen Şehit Tolhildan’ın annesi vardı. Çocuklarının olması ve belli bir yaşta olmasına rağmen işte benim ana dilim özgürleştirilmiş ben ana dilimi öğreneceğim... Dilini öğrenmek istiyor. Ama diğer yandan böyle bu yaştan sonra ne öğrenebilir ki, en fazla harfleri öğrenebilir. Biz öyle yaklaşıyorduk. Bir süre biz diğer savaş alanlarına gittik. Efrîn direnişi vardı, oraya gittik, geldik. Diğer alanlara da gidip geldik. Kaç yıl sonra karşılaştığımda Şehit Tolhildan’ın annesi Kürtçe dil öğretmeni olmuş. Ondaki bu değişim Kuzey-Doğu Suriye topraklarında kadınlardaki değişimin simgesi oluyordu. Hem kadının kendi devrimine ve mücadelesine sahip çıkmasını gösteriyor, aynı zamanda kadının gelmiş olduğu düzeyi gösteriyor. Hiç evinden çıkmamış, sadece çocuk doğurmuş bir ana çocuğunun da şehadetini gördükten sonra nasıl mücadeleyi sahipleniyor... Nasıl bir yürek, nasıl bir beyin? Kürtçe okuma yazmayı öğreniyor. Ve birkaç sene sonra kendi toplumunun öğretmeni oluyor. Merkez öğretmenler toplantısından gelirken karşılaştım kendisiyle. Bana ‘Görüyor musun, artık ben bir öğretmenim, kendi toplumumda hem de kendi dilimde. Ana dilimde Kürtçe öğretmeniyim. Artık ben buna öncülük yapabiliyorum. Bu devrimde ben de varım diyebiliyorum’ diyordu.

 

Bildiğimiz kadarıyla savaş alanlarının da olduğu birçok alanda çalışma yürüttünüz. Bölgeye dönük saldırılarda neler hedeflendi?

Kuzey-Doğu Suriye’ye geldiğimden bu yana birçok alanda gazetecilik yaptım. Hem toplumsal alan örgütlenmelerini, hem kadın örgütlenmelerini (ekonomi vb.) savaş alanında da birçok yerde bulundum. Efrîn, Serêkaniyê ve Derazor. Serêkaniyê alanından çıkamadığımız için Girê Spî alanında bizzat bulunmadım. Buralarda en çok karşılaştığım ve aslında saldırıların ne olduğunu somutlaştıracak olursak, iradeleşen bir halkın ilerleyişine dönük bir saldırı var. Efrîn’de saldırılar neden gerçekleşti... Biraz Efrîn halkının kendi kendini örgütlemesinden, kendi iradesiyle ayakları üstünde durmasından, kadın rengiyle gerçekleşmesinden rahatsız olan Türk devleti, DAİŞ çeteleriyle birleşerek Efrîn’e saldırı gerçekleştirdi. Serêkaniyê ve Girê Spi’ye de.

Diğer yerlerde ‘DAİŞ çeteleri saldırıyordu’ diyordu, dünyaya da öyle haber yapıyordu.  İşte ‘DAİŞ çeteleri saldırıyor, DAİŞ çeteleri insanlara saldırarak kadınları öldürüyor, onları kaçırıyor' diyordu. Ama birçok yerde de gözlemlediğimiz kadarıyla DAİŞ çok zor duruma düştüğü zaman Türkiye’ye gitmek istiyor. Derazor’da bunun çok somut örneğini gördük. DAİŞ taleplerde bulundu, ‘Ben Türkiye’ye gitmek istiyorum’ dedi. Neden Türkiye’ye gitmek istiyor? Bir insan korktu mu en güvendiği yere gitmek ister. En güvendiği yeri neresidir, evidir. Çocuksa annesinin yanıdır. Bir askerin en güvendiği yer mevzisidir. DAİŞ neden Türkiye’ye gitmek istiyordu? Çünkü onun kendi mevzisiydi, zihniyet aynıydı. İradeleşen topluma karşı bir saldırıydı.

 

Saldırılarda gazeteciler de hedef alındı. Takip ettiğimiz kadarıyla siz son anlara kadar o alanda kaldınız. O dönemde neler yaşadınız?

Serêkaniyê’de hatırlarsanız, saldırılar başlamadan önce canlı kalkan eyleminin gerçekleştiği bir çadır vardı. Bu çadırda bütün halklar kendi iradelerini ortaya koydular. Dediler ki ‘Bu topraklar bizimdir, yıllardır biz burada yaşıyoruz ve bu topraklara saldırılara göz yummayacağız.' Aslında bu haykırışa bir saldırıydı. Türk devletinin DAİŞ çeteleriyle gerçekleştirmiş olduğu saldırı buydu. Oradaki halkın iradesi de orada halkın demokratik sistemine en çok da kadınların sesine saldırdı. Kadınların özgürleşen, çağlardır bastırılmış sesine, iradesine, yüreğine, beynine saldırdı. Ve halen bu saldırılar devam ediyor. Neden devam ediyor çünkü halen onun karşısında direnen bir renk var, direnen bir irade var. Yani kendi sistemini kendi zihniyetiyle yaşamsallaştıran bir yaşam, örgütlülük var. Bu saldırı bu örgütlülüğedir. Bu saldırı bu iradeyedir, halen devam ediyor. Türk devletinin zihniyetini kabul edemediği budur.

Yani benim burada bir gazeteci ve kadın olarak somut gördüğüm, aslında demokratik bir zihniyete, özgür iradeye saldırısıdır. Türk devletinin kabul edemediği, biz gazetecilere saldırmasının nedeni hakikati kabul etmeyişidir. Biz hakikati ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Bu doğrultuda Serêkaniyê ve Girê Spî hamlesinde Dilovan, Mihemed ve Seed arkadaşımızı şehit verdik. Birçok basın çalışanı da yaralandı. Bunların hedef alınmasının nedenlerinden bir tanesi hakikati ortaya koymamızdı. Bu sebepten dolayı hedefleniyoruz. Türk devleti sınırları en çok bu yüzden koymaya çalışıyor. Duvarlarla bir sınır koymaya çalışıyor, buradaki devrimin Kuzey Kürdistan topraklarına akışını engellemeye çalışıyor. Ama devrim zihinsel-iradesel bir şeydir. Elbette ki akış bulacak.

Artık insanlar eski insanlar değil. Öyle eskisi gibi körü körüne yürütebileceğin insanlar değil. İnsanlar gelişiyor ve iradeleşiyor. Haksızlığa boyun eğmiyor. Elinden ekmeğini almanı ve onu izlemeni kabul etmiyor. Eskiden belki ezilmiş toplumlar, kadınlar bunu kabul ediyordu ama artık kabul etmiyor. Kuzey-Doğu Suriye topraklarında bunu somut yaşadık, gördük. Hiçbir iktidar gücünün, hiçbir zihniyetin, özellikle erkek egemenlikli zihniyetin gelip onun yaşamını, onun rengini, onun kültürünü ondan almasına izin vermiyor, vermeyecek de. Tekniğe karşı irade savaşı yürütülüyor burada. Özellikle kadın gerçekliğinde iradeye dönük bir saldırı var, kadın rengiyle, kadın zihniyetiyle iradeleşmiş, örgütlenmiş bir toplum var. Türk devletinin en çok saldırdığı budur ve en çok da bizim bunu somut gözlemlediğimiz ve bunu takip etmekten mutluluk duyduğumuz şey kadının özgürleşmesi, kadının iradeleşmesi ve direncinin de gittikçe büyümesidir.

Son olarak bir mesajınız var mı?

Bir kadın ve gazeteci olarak Kuzey-Doğu Suriye topraklarında çalışmalarımızı sürdürüyoruz ve devam da ettireceğiz. Ama uluslararası çapta haksızlığa bir göz yumma var. Dünyadaki bütün meslektaşlarımdan ve dünyada gerçekten demokrasiyi özgürlüğü savunan insanlardan tek ricam haksızlığa boyun eğmemeli. Haksızlığa göz yummamalı. Ki biz ölümüne bile olsa burada onu yapmaya devam edeceğiz. Çünkü buradaki hakikati gördük. İnsan hakikatin yanında olmadı mı birçok şeyi anlamsız kalıyor. O anlamsız zamanlara göz yummamak. Özellikle çocukların geleceği, burada sadece Kürt çocuklarının geleceği değil bütün insanların yaşamı söz konusu, bütün insanların geleceği söz konusu. Toplumun iradesi söz konusudur. Tüm meslektaşlarıma ve uluslararası alandaki tüm güçlere çağrım olur ki, haksızlığa boyun eğmesinler, sebebi ne olursa olsun haksızlığı kabul etmesinler. Dengesi ne olursa olsun bu dengeleri yıkmak ve hakikati bütün toplumla dünyayla paylaşmak. Dünyayı ve her yeri daha iyi yaşanılabilir yer kılmak.

Yarın: Gazeteci Beritan Sarya, Rojava Devrimi’ne ilişkin izlenimlerini anlattı.