Ural: Taraflar üzerine düşeni yaparsa zafer Suriye halkları ile Kürtlerin olacak

Siyasetçi ve Suriye Mukaveme Güçleri Komutanı Mihrac Ural, Suriye’de 10 yılı aşkın süredir yaşanan iç savaş, bu savaşta yangına benzin döken misali rol alan ülkeler, Erdoğan'ın planları, gelinen aşamada yapılması gerekenleri değerlendirdi.

Mihrac Ural, Kürtlerin başta Kobanê olmak üzere birçok yerdeki direnişleri ile başarı elde ettiklerini söyledi. Ural, sorunların çözümü ve Suriye iç savaşının bitmesi, işgalci Türk devletinin işgali altındaki toprakların özgürleştirilmesi için halkların direnişinin olması gerektiğini ifade ederek, “Taraflar üzerine düşenleri yerine getirirse kazanan halklar, Kürtler ve Suriye olur” dedi.

İşgalci Türk devletinin saldırıları Suriye topraklarının genelinde aralıksız bir şekilde sürüyor. Türk devleti, uluslararası alanda işledikleri suçlarla mahkûm edilen çeteleri artık çok açık bir şekilde sahipleniyor. Ancak bu sahiplenmeye rağmen uluslararası güçler neden bir adım atmıyor?

Suriye’ye iç savaşı, 10 yıldır kıran kırana devam eden ve ölümcül dönemeçleriyle, örneği az rastlanır bir kıyım ve yıkım savaşıdır. Bu savaş, dıştan dayatılmış, desteklenmiş vahşice sürdürülen kirli bir savaştır. Bu savaş, aynı zamanda ve özellikle Kürtler için ölüm kalım savaşı olmuştur. Direnen Suriye yönetimini yok etmek kadar direnen Kürt halkının her türden varlığını yok etme amacı taşıyan bir savaştır. Çok taraflı bir imha savaşıdır. Küresel, bölgesel birçok güç bir taşla on kuş vurma hesabı ile kısa zamanda sonuç alacağını sanarak bu vahşete benzin dökmeye koştu. Bunun önemli nedenlerinden birisi de Katar’da çıkarılan gazın Avrupa’ya aktarılmasıdır.

Katar gazı Avrupa’ya ancak Suriye üzerinden gidebilir, en kestirme yol Suriye yönetiminin direnişiyle yüz yüze kalınca, terör ve kıyım ileri sürüldü. Bu aynı zamanda 'Yüzyılın Anlaşması' denilen asrın vurgunu olan Rusya, Çin ve Hindistan gibi gelişen ekonomilerin kuşatılma amacına yönelikti. Bu ülkelerin tüm sınırdaşlarında yangınları yükseltme bir stratejik hedef olarak emperyalistlerin ve kuklalarının gündemine oturdu.

Bu vahşetin devlet düzlemindeki eşbaşkanı ve tetikçisi olarak diktatör Erdoğan yönetimi görevlendirilmiştir. Türkiye’nin sürece katılmasıyla, geleneksel Kürt düşmanlığı, sahte gerekçeleriyle Kobanê zaferine kadar sürdü durdu. Binlerce sivil katledildi, zalim bir soykırımıydı olan.

Bu dönemeçte alınan hezimet, artık geri dönülmeyecek adımların atıldığını gösteriyordu. Kürt halkı bu mücadelenin bir parçasıydı ve çözümünün de olmazsa olmazı haline böylece geldi. Bu Başkan Öcalan’ın uzun yıllara yayılan akılcı politikasının Rojava’da yarattığı değerlerin de dolaysız sonucuydu ki, bugün Başkan Öcalan’ı ve Özgürlük Hareketi’ni 'Rojava’nın sırtındaki kambur' sayanların cehaletine, anlamsız kin ve intikamlarına ve sonuçta işe yaramaz nefret söylemlerine işaret eder. Öcalan ve çizgisi olmadan Rojava diye bir gerçek asla olamazdı. Burada yüz yıla yakındır çalışanların hiçbir sonuç almadıklarını hesaba kattığımızda, dile getirdiğimiz tarihsel gerçeklerin ciddiyeti daha iyi anlaşılır.

80 şer devletinin Suriye’ye karşı yaptığı yasadışı terör ve tecavüzleri sonuçta ağır bir hezimet aldı. Kobanê’deki hezimet de buna eklenince, çözülme başladı. Artık şer güçleri çözülüyordu. Şam yönetimi dizginleri ele geçirince, büyük kentler arasındaki yollar (Halep-Lazkiye otoyolu hariç) güvenli hale gelince, Batı pragmatizmi hemen devreye geçerek iç savaşın bittiğini ilan ettiler. Ama bu açıklamalar gerçekti, iç savaşı bitirmiyordu. İç savaş kor ateştir, alevleri sönse bile közü el yakmaya devam eder.

Nispi dinginliğe yönelen iç savaş, terörün sıkışıp kaldığı her yerde can almaya, yakıp yıkmaya devam etti. Geride kalan ateşin körükleyicisi diktatör Erdoğan oldu, hâlâ bin bir bahaneyle özellikle Kürt düşmanlığı üzerinden buna devam ediyor.

Geride kalan iç savaşın verileri, diktatör Erdoğan’ın askeri işgal altına aldığı ve terör şebekeleriyle yakıp yıktığı yerlerdir. Zira, sivil yetkili atamaları yaparak uluslararası suç işleyen bu diktatör, Suriye topraklarında ayakta kalmak için ısrarla inatla can almaya yakıp yıkmaya ve bunu yapacak kuklaları beslemeye mecburdur.

Hiçbir uluslararası camiadan destek almayan bu kin ve düşmanlık abidesi diktatör, Suriye’de işgali altına aldığı toprakları ve gözlem noktalarını kazanılmış savaş ganimeti sayarak elde tutmaya çalışmaktadır. Bu tutuşun böylesine kanlı ve uzun oluşu, bir yandan Erdoğan’ın aldığı ağır hezimetin yüzü hürmetine bir prestij kurtuluşu anlamındadır. Diğer yandan ise korkusu olan Kürt direnişini yok etmektir. Bu durumun sürmesinde ise Rusların rolüne gelmiş oluruz. Zurnanın son deliği de burasıdır.

Türkiye’nin işgal saldırıları ABD ve Rusya ile yaptığı anlaşma sonucunda gelişiyor, bunu nasıl değerlendirmek gerekir?

Diktatör Erdoğan'ın, Rusya’yla giriştiği büyük ölçekli mali süreçlerin arkasına gizlenerek bu yasadışı işgali sürdürdüğünü belirteceğim. Burada dost Rusların ağırdan almaları, yaptıkları çok iyi niyet açıklamalarına rağmen, artık Suriye halkını hiç tatmin etmiyor.

Uluslararası güçler Suriye sahasını ABD Rus ilişkisine ve çok bilinmeyenli denklemlerine ait sorunlar olarak görmekle yetiniyorlar. Batının derdi mültecilerin ya Suriye‘nin işgali altındaki topraklarında tutulması ya da Türkiye’de kalmalarıdır. Kendi demografik siyasi kültürel dengelerinin bozulmaması için de balans ayarlarını yapan, Rus ve ABD kararlarına uymayı yeterli görmekteler. Arada kaynayan Suriye vatanı ve halkının çıkarlarıdır; Kürtler için de bu durum geçerlidir.

Bu savaşın içinde, merkezinde, karar düzlemlerinde yer alan Mukaveme Suriye güçlerinin komutanı olarak birebir yaşadığım ve gördüğüm gerçek Suriye’nin dostluk adına Filistinliler için ödediği tarihsel bedeller kadar, Ruslarla dostluğu adına bedel ödemektedir. Bu, Suriye’nin uygar ilişki algısının sonucudur; kabile ve aşiret ilişkilerinde vuku bulan ihanetler Suriye’de gündeme gelmez. Suriye’nin bu özverili davranışını anlamayan kimileri 'Suriye’de Esad’ın karar yetkisi kalmamıştır' demeye kadar işi götürmektedir.

Suriye elbette Rusya-ABD arasındaki dengeleri gözetleyecektir. Rusların desteği Suriye ordusunu ayakta tuttuğu kadar teröre karşı başarılı mücadelesinin de teminatıdır. Ama kimse yanılmasın, Kobanê’de Kürt yiğitleri IŞİD ve onun arkasında açıkça duran diktatör Erdoğan’ı nasıl dize getirirken müttefiklerin hava ve lojistik desteğini aldıysa, aynısı Suriye için geçerlidir. Bu sürecin içinde biri olarak biliyorum ki, Suriye’nin yiğit ordusu ve Mukaveme Suriye’nin başında olduğu destek güçleri olmazsa hiçbir dost yardımı hiçbir sonucu değiştiremezdi. Zafer bu yiğitlere Kürdüyle Suriyelisiyle, bu ortak vatanın evlatlarına aittir. Rusların, İran ve Hizbullah’ın çabaları önemli ama asıl ayakları yere basan mevzileri ele geçirip özgürleştiren kara güçlerinindir. Bir de olaya vakıf olmayanlar şunu bilmeli ki, tarihte hiçbir savaş teke tek bir dövüş olarak gündeme gelmemiştir. O nedenle de her savaş çeşitli biçimlerde geliştirilen ittifaklarla yürümüştür. Suriye de bu hakkını kullanmıştır. Kürtler de bu hakkını kullanmaktadır. Zaten Türkiye'nin de tüm emperyalistlerin ve bölge gericiliğinin mali ve lojistik desteğini alması, kukla terör örgütlerinin mayın eşeği olarak kullanılması bu gerçeğin bir belirtisidir.

Ancak dost çıkarlarını gözetmenin de bir sınırı olduğu bilinmelidir. Sorunuza verdiğim cevap daha iyi anlaşılması için şu an Suriye halkının sabrının çok taştığını, Rusların kendi çıkar hesaplarıyla bu sürecin kapanmasını yavaşlatmasına ciddi tepkilerin olduğunu söylemeliyim ki, bunları en yetkin Rus generallerine şahsen kendim de ilettim; Rusların İstanbul’a kadar uzanan Karadeniz gaz boru hattı, nükleer enerji yapılandırması, S-400 gibi kitle tüketiminden bağımsız ticaretin akıl almaz kârlı süreçlerinin bu ağır döngüde önemli roller oynadığını belirtmeliyim. Yoksa İdlib çoktan kurtarılırdı. 12 gözlem noktasının nasıl da bir çırpıda esir edildiğini hatırlatırsak konu daha iyi anlaşılır sanırım, Serakab’in alınmasının mantıki ve askeri sonuçları İdlib’in de kurtarılmasını getirecekti. Ancak ateşkes ilan edildi ve Halep Lazkiye otoyolunun kuzeyi TSK’ye, güneyi Rus ve Suriye ordusunun denetimine bırakılarak bir ara aşama yaşanmak istendi. Rusya da gördü ki diktatörle hiçbir anlaşma hayata geçmez. Suriye bunun sancısını yaşamaktadır; sorunun çözümünün yavaşlatılmasında Rusların vebali büyüktür, diyeceğim.

Türk devleti sadece saldırılarla sınırlı kalmıyor. İşgal ettiği Ezaz, Çobanbey, El Bab, Cerablus, Ehterin, Efrîn, Serêkaniyê, Girê Spi gibi yerlere kaymakam atamaları yapıyor. Mahkemeler kuruyor, okullar açıp eğitim veriyor. Yani bu coğrafyayı ilhak ederek sömürgeleştiriyor. İşgale karşı hangi güçler nasıl bir tutum almalı? Devlet olarak Suriye’nin buna karşı tavrı ne olmalı?

Bu menfur tecavüzler, uluslararası savaş suçu sayılacak, yargılanması gereken suçlardır. Bunun gündeme gelmesinin tek yolu, dostların çıkarları gözetlense de halkın direnişiyle olur. O nedenle işgal edilen tüm bölgelerde Suriye halkının, hükümet dışı güçlerin yani halkın direnişi gereklidir. Halk, kabilelerin, kabile reislerinin çıkarlarına göre hareket eden kitle değildir. Vatanseverlik ile bulunduğu bölgeyi savunur.

Bu nedenle Mukaveme Suriye gibi yapılanmaların, yani halkın yarattığı kendi kendine yeterli olan ve devletten mutlaka destek görmesi gereken güçlerin direniş öncüsü olarak mücadele etmeleri gerekmektedir. Çözüm buradadır. Zira Türkiye bir işgalci güç olarak girdiği yerleri gönül rızası ve siyasi görüşmelerle terk etme eğiliminde olmayacaktır.

Hatay’ın ilhakı olayı herkese ders olmalıdır. Tekrar edilmek istenen zamana yayılmış işgali meşrulaştırmaktır. İsrail’in Golan üzerinde zamana yayılmış konuşlanmasının yarattığı sonuçlar ortadadır.

Bu noktada, bizlerin yaptığı ve üzerinde çalıştığı şey Kürt halkıyla Suriye halkının omuz omuza Türk işgaline ve ilhak politikalarına, terörü destekleme girişimlerine karşı ortak cephede direniş örgütlemeleridir. Bunun için de tüm gücümüzle çalıştığımızı belirtmek isterim.

ABD ve Suriye’deki diğer yabancı güçlerin çekilmesi konuşuluyor. Sizce yakın zamanda bu mümkün mü? Başta işgalci Türk devleti olmak üzere Suriye’deki yabancı güçler olduğu sürece iç savaş biter mi?

ABD, çıkarlarının bittiği yerde herkesi satar ve çekip gider. Bu pragmatik algıya dayanarak kimse bir sonuç alamaz. Haklı davalar, özelde Kürt davası kendi halkının elleriyle olmalıdır ve olacaktır. ABD çıkarlarının bittiği yerde ilk elden Kürtleri satacağı bölgedeki tüm gelişmelerde açıkça ortaya çıkmıştır. Kuzey Irak Kürt referandumu ve ardından gelen gelişmeler herkese yeterince bilgi vermiş olmalıdır derim.

ABD’nin yaptığı, diktatör Erdoğan’ın “Çözüm Süreci” gibidir; başkanlığı ele alana kadar yalancının mumu yanmış, sonra sönmüştür. ABD ile ilişkide durum budur. Bu durumda ABD’nin Kürtleri er ya da geç satacağını belirtmem gerek.

Ama bugün Kürtleri satanlar gelecekte tüm bölgeyi de kaybedecektir. Bunu da bilmek gerekir. İşte bu nedenle de ABD politikalarında gelgitleri yaşanmaktadır.

Trump'ın “Suriye demek kum ve ölümden başka bir şey değildir” diyerek çekilme kararı aldığını hatırlatırım. Ama araya giren kimi stratejistler bu adımın (çekilmenin) ABD çıkarlarına aykırı olacağı üzerinde durarak Beyaz Saray'ın geri adım atmasını sağladı. Bu oynak politika üzerine Kürtler asla strateji kurmamalıdır derim. Buna rağmen ABD’nin Suriye’de Tenif bölgesinin zengin silikon kumları (ki bu kumların yüzde 70’leri aşan verimlilikleri, Hindistan’ın teknolojik olarak ileri atılımını sağlayan silikona göre çok daha verimlidir) silikon petrolden çok daha geniş bir rezerv ve kullanılabilir hammadde olarak bu coğrafyada bulunmaktadır. ABD 2004'ten beri bunun üzerinde çalışmaktaydı ve bu konu BM zirvelerinde sert tartışmalara ve protestolara yol açıyordu. ABD bu ve diğer nedenlerle bu alanları kolay terk etmeyecektir.

Türkiye’nin derdi ise başkadır. Onun öncelikli hedefi Kürde ait her türden siyasal-sosyal ekonomik varlığı yok etmektir. O nedenle TC tek başına kalsa da bu hayasız işgalci, tecavüze devam etmek isteyecektir. Kürtlerin bu noktada taktik geliştirmesi, kendi deneyleriyle sonuca gitmesi hakkı vardır. Ve bu konuda tek karar sahibi de Kürt halkıdır.        

Sizin de bildiğiniz gibi Kürtler Suriye iç savaşında bölgelerini tüm çete saldırılarına karşı korudu. Böylelikle Suriye’nin bir anlamda daha fazla zarar görmesinin önüne geçti. Çeşitli dönemlerde verdiği çeşitli isimlerle adlandırdığı bir yönetim de oluşturdu. Şimdi Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi olarak kendisini adlandırmış durumda. Suriye merkezi yönetimi ile Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi arasındaki ilişkiler nasıl olmalı? Aralarındaki diyalog kanalları nasıl kurulabilir?

Bu iki dost güç Suriye birliğinin de kesin askeri ve siyasal ve ekonomik zaferinde temel güçleridir. Bunun öncelikle bilinmesi gerek; her kim ki taraflardan biri, diğerine karşı olumsuz bir yol izlerse kaybedecek taraf da o olacaktır. Ve sonuçta da Suriye halkları kaybedecektir.

Bu iki dostu dost yapan tarihtir, tarihin tüm verileridir.

Bu iki dost arasında bölgede vuku bulan hiçbir kıyım yaşanmamıştır. Bunu bilmeyenler olayı tüm bölge devletlerini aynılaştırarak bir sonuca varmaya çalışmaktadırlar.

Kimsenin dikkatini çekmeyen, Esad-Erdoğan Ekim 2010 ortak basın açıklaması ise dananın kuyruğunun koptuğu yerdir. Bu nokta kendini aydın sayan tüm Kürtlerin üzerinde durup düşünmesi gereken noktadır. Bu ortak basın açıklamasında, sorulan bir soru üzerine Esad, diktatörün sapsarı kesilmesine yol açarak şu açıklamayı yapmıştı: "Biz Kürt kardeşlerimizle sorunlarımızı barış içinde çözmeye muktediriz, bizden talep ettiğiniz 'takıp, tutuklama' gibi girişimler Kürt sorununu çözmez. Bu zorlama, Kürt sorununu Suriye’ye taşıma anlamına gelir ki biz bundan yana değiliz. Herkes kendi Kürt sorununu çözmelidir, üstelik barışçıl yolla ve genel aflarla bunu yapmalıdır. Bir kişiye mahsus af değil, (Başkan Öcalan kast edilerek), defalarca af çıkarılmalıdır, af bir kurum olmalı ve sorunların ortak algıyla barışçıl yollarla çözümü sağlanmalıdır."

Bu cevap, diktatör Erdoğan’ı çılgına döndürmüştür. Türkiye-Suriye ilişkileri, bu noktadan itibaren geri dönülmez hale gelmiştir. Bu noktanın bilinmesi çok önemlidir. Suriye ve diktatör Türkiyesi arasında sorunun esası da bu olmuştur. Bu noktayı atlayarak Suriye’nin Kürt tutumunu anlamak mümkün değildir. Suriye bölgenin hiçbir devletiyle, Kürt sorununda aynılaştırılamaz.

Buradan yola çıkarak bu iki dost güç sürekli diyalog içinde olmalıdır, derim. Her iki taraf Suriye’nin toprak bütünlüğünde hemfikirdir. Bu, işin ilk ve en önemli adımıdır.

Elbette iki taraf arasında güvensizlikler bulunmaktadır. Arap milliyetçiliği bu güvensizliğin temel nedenlerinden biridir. Ayrıca, Arap milliyetçiliği, teröre bulaşmamış İslamcılarla da ittifak halindedir. İşin paradoks yanı teröre bulaşmamış İslam, Kürt İslam bilginlerinin omzunda yükselmiştir. Rahmetli Suriye Cumhuriyeti eski müftüsü Koftaro ve teröristlerce camide vaaz verirken katledilen Ramadan Buti gibi dehalar, sadece Arap değil, İslam aleminin de önemsediği alimleridir. Yani Kürtler sanat, edebiyat etkinlikleri kadar İslam bilimlerindeki etkinlikleriyle de Arap milliyetçiliğine su taşımıştır diyeceğim.

Suriye yönetimi, Kürtlerin kimi davranışlarını bölücü olarak görmekte ve son olarak ABD ile ilişkilerinden kaygı duymaktadır. Bunlar zor da olsa ortak tarihin güvencesiyle kolay aşılabilecek durumlardır. Bunun için daimi bir komisyonun ilişkileri kontrol etmeli ve sürekli diyaloglarla sorunun çözümü için çalışılmalıdır derim.

Kürtler mutlaka ama mutlaka anayasal kurumsal ve yasal güvenceler almalıdır, bu onların hakkıdır. Bunun için hedef belirlenmeli. Kaygılar uzaklaştırılmalı, iyi niyet adımları atılarak sorunu tüm bölgeye örnek olacak şekilde çözmelidirler. Bu başarılırsa Başkan Öcalan’ın dediği gibi; Kürtlerle ortak olan, kazanır, güçlenir. Bunun en uygun zemini Suriye’dir.

Geçtiğimiz günlerde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad bazı açıklamalarda bulundu. Açıklamaları bazı tehditleri içeriyordu. Bölgedeki yönetim 'terörist' olarak tanımlanıyordu. Böyle açıklamalarla sorun çözülebilir mi sizce? Bunun yerine daha uygun ve diyalog içeren ifadeler kullanılması gerekmez mi?

Kimi medyatik söylemleri esas almadan verili durumların anlattığı gerekçelerle siyasal rota belirleyecek olursak, Suriye yönetimi iyi niyetini taşımaktadır, diyebilirim. Bu, Kürtlerin iyi niyetle hareket etmelerini önermek değildir, ama gerçek budur. Başkan Öcalan’ın bölge ve ülke içi dengeleri göz önüne alarak mevzi kazanma stratejisi bunu anlatır. Bakıyorum ki tüm Kürt siyasi-askeri liderler, hâlâ Suriye güvenlik güçleriyle sıkı bir ilişki içinde bulunmaktadırlar. Yanıma da öyle gelip gitmektedirler. Bu karşılıklı güvenin bir zemini olduğunu göstermektedir. Yani barışçıl çözüm için zemin var ve buradan yola çıkarak kalıcı kurumsal ve yasal kazanım tespiti yapılmalıdır.

Bunu reddeden kim olursa olsan kaybetmeye mahkûmdur. Kürt halkı barışçıl bir halktır, toprak şovenizmi peşinde de koşmamaktadır. Haklı olduğu hakları talep etmekte ve bunun anayasal, kurumsal ve yasal güvencelere bağlanmasını istemektedir. Bu, Kürtlerin haklılığının, barış için el uzatmalarının da bir ifadesidir.

Her taraf üzerine düşeni yaptıkça buradan güçlü bir birlik ortaya çıkacaktır, derim.