GÖRÜNTÜLÜ

Abbas Vali: Kürtlerin İran’da ortak askeri güç oluşturmaları hayati önemde!

İsrail-İran savaşını ABD hegemonyasında kurulmak istenen düzenin parçası olarak değerlendiren Prof. Dr. Vali, “Ne ABD ne İsrail, İran’da devrimle gelecek bir iktidar istemiyor. Rojhilat Kürtlerinin birleşmesi ve ortak askeri güç oluşturması hayati” dedi.

İsrail ile İran arasındaki uzun süreli gölge savaşı, artık doğrudan hava saldırılarıyla birbirini hedef alan bir savaşa dönüşürken, 7 Ekim’de Hamas’ın saldırılarının ardından başlayan Ortadoğu’daki dengeler de değişmeye devam ediyor. İsrail’in İran topraklarında gerçekleştirdiği son saldırılar - özellikle nükleer tesislere ve İran'ın üst düzey askeri komuta kadrosuna yönelik suikastlar-, bu çatışmanın artık alışılagelmiş vekâlet savaşlarının ötesine geçtiğini gösteriyor. İran’ın tüm bu saldırılara rağmen ABD’nin koşullarını kabul etmeyi reddetmesi ve füze saldırılarıyla doğrudan İsrail’i hedef alması, savaşın daha da derinleşeceğine işaret ediyor.

Hiç kuşkusuz ki, bu karmaşık denklem, sadece iki devlet arasındaki askeri hamlelerden ibaret değil, aynı zamanda bölgesel güç mücadelesinin, ideolojik rekabetin ve devlet krizlerinin iç içe geçtiği bir yapının yansıması.

İsrail-İran savaşının arka planını, bu savaşın ne anlama geldiğini, İsrail ve ABD’nin bu savaştaki temel amacının ne olduğunu, bu savaşın Rojhilat Kürtleri için ne anlama geldiğini ve birçok önemli noktayı, Ortadoğu ve özellikle İran ve Kürtler üzerine yaptığı çalışmalarıyla isim yapmış Ortadoğu Uzmanı  Prof. Dr. Abbas Vali ile konuştuk.

Özellikle 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e saldırmasıyla birlikte tırmanan İsrail-İran gerginliği, İsrail’in doğrudan İran’ı hedef almasıyla başka bir aşamaya taşındı. Bölgede İran’ın vekil güçlerini zayıflatan İsrail’in bugün artık doğrudan İran’ı hedef alması ne anlama geliyor?

Bu savaşın, Ortadoğu'daki yeni gelişmelerin bir parçası olduğuna inanıyorum. Ortadoğu'da, Amerikan’ın hegemonyası altında kurulmakta olan yeni bir düzen var. Bu hegemonya süreci 7 Ekim 2023’te başlamış durumda ve İran, bu hegemonyanın kurulmasındaki son halkayı oluşturuyor.

Bu bağlamda İsrail'in iki yönlü bir rol oynadığını söylemek yerinde olur. Birincisi, İsrail kendi çıkarlarını sürdürmeye çalışıyor; ki bu çıkarlar, İran’ın Ortadoğu’daki çıkarları ve varlığıyla çelişiyor. İkincisi ise İsrail, bölgede Amerika’nın bir vekil gücü olarak hareket ediyor.

Bu savaşta bu iki rol birleşmiş durumda. İsrail, hem kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden bir askeri güç olarak hem de Amerika'nın vekil askeri gücü olarak savaşıyor. Bu operasyonun amacı iki yönlüdür.

Bu saldırıların amacının iki yönlü olduğunu belirttiniz. İran’a dönük bu savaşın temel amaçları tam olarak ne o zaman? 

Bu saldırıların iki hedefi var. Birincisi, İran’a çok ağır bir darbe vurmak; ekonomik altyapısını, askeri kapasitesini ve güvenlik aygıtlarını yok etmek ve İran’ı "nihai" hedefleri kabul etmeye zorlamak. Bu "nihai" hedefler, Donald Trump’ın İran’a dayattığı hedeflerdir.

Bu hedefler üç maddeden oluşuyor: İran uranyum zenginleştirmeyi tamamen durdurmalı; İran füze geliştirme programını sonlandırmalı, İran bölgedeki vekil güçlerini yeniden yapılandırma ve konuşlandırma faaliyetlerine son vermelidir. Amerika’nın İran’dan istediği üç temel talep bunlar.

Dolayısıyla bu operasyonun birinci amacı, İran'ı bu talepleri kabul etmeye zorlayacak kadar zayıflatmak. Bu durumda İran, Amerikan hegemonyasının bir parçası hâline gelir. Fakat bu durum aynı zamanda zayıflatılmış, Amerikan çizgisini izlemek zorunda olan bir İran karşımıza çıkarır. Bu, birinci hedef.

İkinci hedef ise, İran’ın teslim olmayı reddetmesi hâlinde bir rejim değişikliği gerçekleştirmek. Bu rejim değişikliği, Suriye'de, 2003’te Irak’ta ya da Afganistan’da yaşananlara benzemeyecek. Bu durumda rejim değişikliği büyük olasılıkla İran içinde mühendislik ürünü bir değişimle; yani bir iç darbe ile gerçekleşecek. Bu darbe sonucunda İran lideri Hamaney görevden alınacak ve yeni bir hükümet ortaya çıkacak.

Bu senaryo, Amerika ve İsrail için ideal olandır. Bu savaşın başında belirlenen hedefler bunlardı. Şu anda savaşın sekizinci ya da dokuzuncu günündeyiz ve durum değişmiş durumda.

Bu hedeflere kısa sürede ulaşılamamasında, İran’ın ilk günlerde aldığı ağır darbelere rağmen saldırı pozisyonuna geçmesi mi etkili oldu?

İran, askeri komutasının bir kısmını kaybetmesine ve savaşın ilk iki gününde ağır darbeler almasına rağmen direnç gösterdi. İran toparlandı ve şu anda İsrail ile bir füze savaşı yürütüyor. Bu füze savaşı giderek daha etkili hâle geliyor; çünkü İran farklı türlerde füzeler kullanıyor ve bu füzelerden bazıları İsrail’in savunma sistemi olan Demir Kubbe'yi delmeyi başarıyor. Özellikle İran, İsrail'de üç önemli hedefi vurmayı başardı.

Bu durumun ardından İsrail içinde Netanyahu üzerindeki baskı artmış durumda. Tıpkı 7 Ekim'de olduğu gibi, İran’ın saldırıları Netanyahu’nun güvenlik stratejisinin başarısız olduğunu ve İsrail’i koruyamadığını gösterdi.

Unutmayalım ki İsrail, nüfus ve yüzölçümü bakımından çok küçük bir devlettir. İran’dan yaklaşık 72 kat daha küçük ve bu nedenle oldukça savunmasızdır. Şu anda İsrail içinde Netanyahu ve yürüttüğü savaşla ilgili eleştiriler artarken, burada önemli olan nokta şudur: Netanyahu, kendi iktidarını ve hükümetini korumak adına savaşı sürdürmek zorunda kalıyor.

Bu savaşı, bir tür zafer elde edilene kadar sürdürmek zorunda. Bu zafer, İran’ın teslim olması, İran’da iç değişikliklerin yaşanması ya da İran rejiminin yıkılması olabilir.

İsrail’in tek başına İran rejimini devirebileceğini düşünmek ne kadar gerçekçi? İsrail’in bu saldırılarının olası sınırları ve sonuçları neler olabilir?

İran rejiminin tamamen yıkılması seçeneğini, doğrudan Amerikan müdahalesi olmadan düşünmek zor.

İran rejimini yıkmak için Amerikan müdahalesi gereklidir, diye düşünüyorum. Çünkü bu savaş iki ülke arasında geçen bir hava savaşıdır. Kara birlikleri savaşmıyor. İsrailli askerler İran’da savaşmıyor, İranlı askerler de İsrail’de değil.

Bu savaş tamamen hava gücüyle; füzelerle, uçaklarla, bombalarla yürütülüyor. Bu da demektir ki bu savaş, yapısı gereği İran rejimini kısa vadede yıkma amacına ulaşamaz. Ayrıca bu savaş iki-üç ay süremez. İsrail de İran da bunu göze alamaz. Dolayısıyla sadece hava saldırısıyla bir rejim değişikliği yaratmak için belirli bir koşulun oluşması gerekir. Şu ana kadar o koşullar ortaya çıkmadı.

Yanılmıyorsam bahsettiğiniz bu koşullar, İran’da bir halk ayaklanması beklentisiydi.

Evet. Amerika ve İsrail’in umduğu bu şey, rejim saldırıya uğradığında halkın ayaklanmasıydı.

Ayağa kalkacaklar ve rejime karşı bir tür halk ayaklanması olacak, vs. Ama bu henüz yaşanmadı. Bu olmadı. Etnik, dilsel ve ulusal topluluklar, -örneğin Belucistan, Kürdistan, Huzistan ve Azerilerin yaşadığı belli bölgeler gibi- içinde sivil toplum oldukça radikal olmasına rağmen, merkez bölgelerde bu radikallik henüz görülmedi. Jin Jiyan Azadî devriminden, Kürt, Beluc, Arap ve Türkmen topluluklarına yönelik baskıdan sonra, bu topluluklar artık öyle bir durumda ki sivil toplum radikal ve harekete geçmeye hazır. Ancak bu topluluklar, eğer Tahran’da bir hareket olmazsa, geçen seferki gibi ayağa kalkmayacaklar. Çünkü geçen sefer ayağa kalktılar, rejime karşı savaştılar ama Tahran, Meşhed, İsfahan; yani Farsça konuşulan iç bölgeler onlara katılmadı.

Bu sefer Kürtler, Beluclar, Araplar ve Türkmenler şöyle diyorlar: “Rejimin gitmesini istiyoruz ama ilk ayağa kalkıp baskıya maruz kalacak olan biz olmayacağız.” Bu kesimler ayağa kalkmadığı için, İsrail savaşta şiddeti artırmak zorunda kaldı ve İsrail aynı zamanda Amerika’yı savaşa katılmaya ikna etmek zorunda.

ABD’nin doğrudan bu savaşa müdahil olabileceğini düşünüyor musunuz? Veya Irak ve Afganistan deneyiminden sonra ABD’nin böylesi bir savaşa doğrudan ortak olma ihtimali ne kadar gerçekçi?

Bu, Trump için zor bir durum, çünkü Amerika’daki güç bloğu, yani güç yapısı bu konuda bölünmüş durumda. İran’la savaş isteyen eski muhafazakârlar -Bush dönemi havasındaki eski neocon’lar- Amerika’nın savaşa girmesini istiyor. Ama “Amerika’yı Yeniden Harika Yap” sloganını taşıyan popülistler -Amerikan yönetimi ve güç yapısı içindeki popülistler-, İran’da doğrudan askeri müdahale istemiyor.

Dolayısıyla Trump’ın bir karar vermesi gerekiyor. Ve bu karar, elbette savaşa girip girmemekle ilgili. Bu arada İsrail lobisi, Yahudi lobisi ve Amerika’daki diğer tüm güçler, şimdi Amerikan yönetimindeki savaşa karşı olan kesimi ikna etmeye çalışacaklar. Ama bence Trump, “iki hafta verdik, iki hafta içinde düşüneceğiz ve savaşa girip girmeyeceğimize karar vereceğiz” dedi.

Bunun taktiksel bir hamle olduğunu düşünüyorum. Trump’ın yaptığı şey, bir taktik. Trump, bu iki hafta içinde iki hedeften birine ulaşmak istiyor. İlki şu: İsrail’e savaşa devam etmesi için serbestlik tanımak.

Hedef gerçekleşir. Yani İran gelir ve der ki, “Tamam, yeniden müzakereye başlayalım ve koşullarınızı kabul etmeye hazırım.” Bu, oldukça düşük bir olasılık. Ancak İsrail gerçekten başarılı olursa, yani İran’ın siyasi gücünü, siyasi liderliğini, güç yapısını yok ederse ve rejim içinde bir değişim mühendisliği yaparsa, o zaman yeni bir liderlik ortaya çıkar. Yeni liderlik gelir ve der ki, “Ülkeyi kurtarmak istiyoruz, Amerikan birlikteliğini kabul ediyoruz.”

Yani şu anda bulunduğumuz durum bu. Benim tahminime göre, bu savaş iki haftadan fazla sürmeyecek ve bu iki hafta içinde bir sonuç alınacak. Bu sonuç, bence, Amerika’nın İsrail’i ne ölçüde desteklemeye devam edeceğine, hiç frene basmadan, lojistik olarak tam destek verip vermeyeceğine bağlı. Ve eğer İsrail başarılı olamazsa, Amerika devreye girip hava gücüyle İran’ın nükleer tesislerini yok edecek. Bu bir seçenek.

Diğer seçenek ise şu: İran bu iki hafta içinde yıpranacak ve rejim içinde bazı değişiklikler olacak. Ve sonra Amerika’ya dönüp diyecekler ki, “Hadi yeniden müzakerelere başlayalım.”

Şunu da unutmamak gerekir: Trump, son altı ay içinde; yani göreve geldiğinden beri geçen yaklaşık 200 günde ilan ettiği hiçbir hedefe ulaşamadı. Ukrayna-Rusya savaşını bitiremedi. Gazze krizini çözemedi. Çin’e tek tip gümrük tarifeleri uygulayamadı, vesaire. Ve şimdi de İsrail savaşı yoluyla İran’a barış getiremedi. Bu hesapların hepsine baktığımızda, Amerika iç siyaseti açısından Trump zayıf bir konumda.

Trump, bu çatışmanın müzakereyle sonlanmasını memnuniyetle karşılayacaktır. Ama aynı zamanda Trump kendini güvensiz hissediyor ve hedeflerine ulaşamadığını düşünüyor. Eğer İran sonunda hiçbir şekilde teslimiyeti kabul etmezse, Trump’ın savaşta elindeki büyük hava gücünü İran’a karşı kullanması olasılık dışı değildir. Ancak İran’a kara birlikleriyle çıkarma yapma fikri söz konusu değil.

Bu olmayacak. Yani Amerika’nın kara birlikleri gönderip İran’a asker çıkarması ve İsrail’in İran’a asker çıkarması son derece düşük bir olasılık. Eğer Amerika bu savaşa dahil olursa, bu yalnızca hava gücüyle olur.

Peki, İran Trump’ın koşullarını kabul ederse, yani bir anlamda teslim olmayı kabul ederse, İran’da nasıl bir durum şekillenir? 

Bence bu savaş, İran’ın teslim olması ve Trump’ın koşullarını kabul etmesiyle sonuçlanırsa ya da İran’ın askeri yenilgisi ve liderliğinin yok edilmesiyle sonuçlanırsa, iki farklı senaryo ortaya çıkar. Birinci senaryo şu: Eğer bu savaş İran’ın yenilgisiyle sonuçlanır ve İran teslim olursa bu, İran’ın güvenlik ve askeri yapılarının ülkede kalacağı veya koruyacağı anlamına gelir. Bu da olası bir halk ayaklanmasında bu yapılar ayaklanmayı bastırmak için hazır olacak demektir.

Ama rejim hava gücüyle, Amerikan müdahalesiyle ve savaşın devam etmesiyle yıkılırsa, o zaman İran’da halk ayaklanması olasılığı ortaya çıkar. Savaşın stratejik olarak nasıl tasarlandığına bakarsanız -bu önemli bir nokta-; İsrail, İran’ın ekonomik altyapılarına, füze sistemlerine, askeri liderliğine, nükleer tesislerine saldırdı; İsrail bunların hepsini yaptı.

Ama İsrail, iç baskı güçlerine saldırmadı. Yani, bir ayaklanma durumunda bu ayaklanmayı bastırmak için gerekli olan güçlere... Bu da Amerika ve İsrail’in İran’da devrimci bir halk ayaklanmasından korktuğu anlamına geliyor.

Eğer böyle bir şey olursa, savaşla ilgili stratejik hesaplamalar -hedefler ve bu hedeflere nasıl ulaşılacağı- artık geçerli olmaz. Yeni bir durumu değerlendirmeleri gerekir. Burada önemli olan şu ki; ne Amerika ne de mevcut İsrail liderliği İran’da devrimci bir ayaklanma sonucu iktidara gelecek radikal bir rejim istemiyor. Böyle bir rejimi Amerika da istemiyor, İsrail de istemiyor.

Yaşanan bu gelişmeler bölgenin en büyük nüfusuna sahip Kürtler için ne anlama geliyor? Yıllardır baskıcı bir rejimle yüz yüze olan Rojhilat, bu süreci bir kazanıma çevirebilir mi?

Bence bu durumdan Kürtler fayda sağlayabilir. Evet ama şu da var: Eğer İran’da rejim değişikliği olursa, Kürtlerin bundan faydalanacağı kesin. Ancak bir iç darbe olur ve bu rejim değişikliği değil de rejimin içinde bir değişim olursa, bu Kürtler açısından nasıl sonuçlar doğurur, belli değil.

Şu an önemli olan şey, Kürtlerin önce kendi aralarında birlik oluşturmasıdır. Birçok Kürt partisi var ve bu partiler birleşmiş değil. Bu partileri birleştirmeye yönelik bir hareket var. Ve bu birlik sağlandığında -ki bunu bu partilerin liderliğine hep söyledim-, bir asgari program etrafında birleşmeleri gerekir.

Bu asgari program, rejimin çökmesi durumunda Kürdistan için birleşik bir yönetim oluşturma hedefini taşımalı. Bunun için, her Kürt siyasi gücünün üzerinde anlaşabileceği bir program gerekli. Bu program ideolojik olmamalı, çünkü bu partilerin hepsinin farklı ideolojileri var.

İdeolojik bir ortak programda anlaşmak zor olur. Bunun yerine, Kürdistan halkının demokratik ve sivil haklarına bağlılığı temel alan bir program olmalı.

Ayrıca Kürtler için, İran halkına ve dünyaya hitap edecek birleşik bir medya da oluşturulmalı. Bu medya ve söylem birleşik olmalı. Bunun için Kürtlerin birlikte, ortak bir söyleme ihtiyacı var. Bu söylem bir parti söylemi değil, ulusal bir söylem olmalı. Tüm Kürtlerin söylemi olmalı, sadece bir partinin değil. Bu şu anda kesinlikle gereklidir.

Kürt partileri aralarındaki farkları bir kenara bırakmalı ve asgari demokratik bir program temelinde, ortak bir demokratik siyasi ve kültürel söylemle birleşik bir cephe oluşturmalıdır. Bu asgari demokratik söylem, etnik bir söylem olmamalıdır. Bu söylem etnik referansların çok ötesinde olmalı ve halk demokrasisi ilkelerine tam bağlılık taşımalıdır.

Bu bağlamda, İran’daki diğer muhalefet hareketlerinden Kürt muhalefetini ayıran iki temel özellik var. Birincisi, Kürt muhalefetinin tarihsel olarak her zaman siyasi partilere sahip olması. Bu, diğerlerinde olmayan bir durum. İkincisi ise Kürtlerin silahlı güçlerinin olması.

Şimdi, silahlı mücadele meselesi, özellikle Abdullah Öcalan’ın son çağrısından sonra Bakur’da (Kuzey Kürdistan) farklı şekilde yorumlandı, bunun farkındayım. Ama bunun mantığı ne olursa olsun, bu durum İran Kürdistanı yani Rojhilat’taki durumdan farklıdır.

Şu an İran Kürdistanı’nda Kürt siyasi partileri silahlı güçlerini korumalı ve geliştirmelidir. Çünkü bu silahlı güç hem İran genelinde hem de Rojhilat’ta olabilecek gelişmeler açısından çok önemlidir.

Benim tavsiyem: insani bir program etrafında birleşmeleri. Ortak, birleşik, halkçı ve demokratik bir söylemle birleşmeleri. Birleşik bir askeri komutanlık oluşturmaları. Bu, mutlak surette gereklidir. Kürtler, rejim yıkıldığında yönetimi devralabilecek bir birleşik askeri komutanlık oluşturmalı. Ve eğer rejim yıkılmaz da sadece iç değişiklikler yaşanırsa, böyle bir komutanlık yine de çok önemli olacaktır.

Bu rejimin Amerikan taleplerini kabul etmesi ve teslim olması durumunda ya da Amerika ve İsrail’le farklı bir tür anlaşma yapılması hâlinde, emin olmalısınız ki bu rejimin yapacağı ilk şey, kendi halkına yönelip, egemenliğini İran’da yeniden tesis etmek amacıyla çok büyük çaplı bir baskı dalgası, idamlar, hapis cezaları, tutuklamalar ve benzeri uygulamalara girişmek olacaktır. Bu ihtimal göz önüne alındığında, İran’daki siyasi partilerin, özellikle İran’daki Kürt siyasi partilerinin hazırlıklı olması, donanımlı ve iyi eğitimli bir askeri güce sahip olması çok gereklidir; hatta hayati önemdedir.