Kadınlar: Koruma kağıt üzerinde

Danıştay, İstanbul Sözleşmesi davasını reddederken ‘yasalarda kadını koruyan düzenlemeler var’ dedi ancak artan kadın cinayetleri bunların yetersiz olduğunu ortaya koyuyor. Kadınlar ise yasaların kendilerini korumadığını vurguluyor.

İstanbul Bahçelievler’de hakkında koruma kararı bulunan 16 yaşındaki Beyza Doğan’ı, 35 kez hakkında şikayetçi olduğu Selim Tekin isimli erkek katletti. İzmir’in Konak ilçesinde boşanmak istediği Deniz Özarslan tarafından tabanca ile vurulan Ezgi Zerkin ise hastanedeki yaşam mücadelesini kaybetti. Annesi ise hastane önünde defalarca polisi aradığını, koruma kararı aldırdığını ve devletin kızını korumadığını anlattı feryat figan…

Danıştay’ın İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline ilişkin açılan davaları reddetmesindeki temel dayanak, Türkiye yasalarında kadınları koruyan kanunları gerekçe göstermesiydi. Fakat haberin başında andığımız iki cinayetin de ortak noktası, defalarca polise şikayet etmelerine rağmen Ezgi ve Beyza’nın katledilmesi ile sonuçlandı.

Danıştay’ın ‘yasalarda kadınları koruyan maddeler ve düzenlemeler var’ demesinin ardından devam eden cinayetleri, kadınlara sorduk.

Kadınlar yasaların onları korumadığını, dahası uygulamaların olması gerektiğini söylüyor. Konuştuğumuz kadınlar da dahil birçok kadın kendisini güvende hissetmiyor.

KAĞIT ÜZERİNDE VAR AMA UYGULAMA YOK

Deniz, İzmir’in Aliağa ilçesinde özel eğitim veren bir kurumda çalışıyor. Danıştay’ın gerekçesini sorduğumuzda Aliağa’dan başka bir yaşam mücadelesini benzeştirerek cevap veriyor: “Evet, kısmen doğru bir söylem, Türkiye’de kadınlara ilişkin yasalar yok değil, var. Özellikle Avrupa uyum süreçlerinde çıkarılan yasalar bunlar.

Ama sadece yasa yeterli mi? Örneğin Aliağa'daki gemi sökümüyle ilgili de bir sürü yasa, yönetmelikler var. Bunlar uygulansa belki bugün yaşadığımız sorunların pek çoğunu yaşamamış olacağız. İşçiler belki ölmemiş olacak ya da asbest yüklü bir gemi buraya doğru yola çıkmamış olacak. Ama ülkemizde yasaların var olmasından ziyade yasaların uygulanmasıyla ilgili bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Bu en çok da bizi, kadınları vuruyor. Örneğin, İstanbul Sözleşmesi yürürlükteyken de ‘sözleşmeyi uygulayın’ diye bağırıyorduk. Kağıt üzerinde evet bir şeyler var ama uygulama aşamasında hiçbir şey yok.

Ben zihin engelliler öğretmeniyim. Bizim okullarda İçişleri Bakanlığı’nın KADES (Kadın Destek Uygulaması) uygulamasına dair çocuklara bilgilendirme yapılması gerekiyordu. Çocuklara derste videosunu izlettim, anlattım. Bir öğrencim dedi ki ‘Olay yerine polis gelse ne olacak ki? O kadını bugün öldürmeseler yarın öldürürler. Polis hiçbir şey yapmıyor ki!’ Hala anlatırken tüylerim diken diken oluyor. Hiç öyle bir tepki beklemiyordum. O çocuk bile artık durumun o kadar farkında ki devletin kadınları korumadığının, her şeyin sadece kağıt üzerinde kaldığının. Yasaların olmaması değil, yasaların uygulanmaması sorunumuz var bizim. Bu da tamamen mevcut anlayışla alakalı.”

TÜM ÇABALARIMIZA RAĞMEN BURADA SIĞINMA EVİ YOK

Eren de Aliağa Kadınlar Platformu’nda çalışmalar yürüten bir kadın. O yüzden burada yaşanan olayları anlatıyor. Şuna da dikkat çekiyor; tüm çabalarına rağmen ilçede hala sığınma evi olmayışına: “Biz Aliağa’da oldukça geniş bir kadın grubu olarak İstanbul Sözleşmesi’nden imza ile çekilmesi sürecini konuştuk. Çünkü hayatın farklı alanlarından gelen kadınlar için bu durum, öncelikle korku demek oldu ve tabii ki öfke.

Aliağa’da iki farklı kadına şiddet vakası gündeme geldi geçtiğimiz süreçte. O da kamuya açık alanda olduğu için. Biri çarşının orta yerinde yıllar önce eşini terk ettiği için çalıştığı yerde vurulan bir kadın, diğeri de tüm mahallenin gözü önünde dayak yiyen bir başka kadın. İki olaydan da kadınlar sağ çıktı ama biri şimdi kimliğini gizleyerek ağır hasarlarla sığınma evinde çaresiz bekliyor. Diğeri vatandaşlık hakkı dahi olmadığı için kendini öldüresiye döven, çocuklarını tedavi ettirmeyen adama geri döndü.

Bir de yasada var ama Aliağa'da sığınma evi yok. Belediye kapattı ve biz bunu yeniden talep eden yüzlerce imza topladık ama bağlayıcı değil. Taleplerimiz havada süzülüyor.”

RUHUMDAN, CANIMDAN BİR PARÇA ALINIYOR

Melisa İzmir’de yaşayan bir üniversite öğrencisi. Melisa artan kadın cinayetleri ve şiddeti karşısında en yalın şekilde korktuğunu söylüyor: “Yaşam hakkı elinden alınan tüm kadın arkadaşlarım için diyebileceğim tek bir cümle var; o da ruhumdan, canımdan bir parça alınıyor gibi hissediyorum. Araştırdıkça, kadın haklarını aradıkça geleceğime, bugünüme güvenim gün geçtikçe azalıyor.

Artan kadın cinayetlerine, şiddete rağmen dünyaya sözde meydan okuyan devlet büyüklerimin(!) kınamak dışında bir şey yapmaması beni sadece korkutuyor. Çünkü insan hayatı sadece bir kere alınır, dönüşü de yok. Önlem almak yerine İstanbul Sözleşmesi gibi önemli bir sözleşmeyi fethedecek kadar bizi ikinci sınıf insan derecesinde görmeleri ayrıca korkutucu. Açıkçası sadece korkuyorum sokakta tek yürümekten, hak aramaktan, sevmekten…

O kadar üzücü, o kadar vicdan dışı ki yaşadıklarımız, her geçen gün korkum, kinim artıyor. Kadınları korumuyorlar. Kadınları katlediyorlar, korkutuyorlar. Ne yazık ki yasalar da kadınları korumuyor.”

BUNU YİNE BİZ KADINLAR DEĞİŞTİRİYORUZ

Sevda eski bir gazeteci ve Türkiye’de kadın cinayetlerinin geldiği noktanın tüm kadınlar için korkunç durumda olduğunu söylüyor: “Bu şiddet her gün yeniden üretilirken, diğer yandan da bizden beklenen ‘makul kadın olma’ dayatmasıyla karşı karşıya bırakılıyoruz. Korkup, sinip benliğimizden, kendimizden vazgeçmemiz isteniyor. Bu topraklarda kadının adı yüzyıllardır yok. Böyle bilindiği için böyle de gidilmesi isteniyor ama o iş öyle değil artık. Bunu yine biz kadınlar değiştiriyoruz.

Bir kadın olarak kadın mücadelesinden alıyorum bu gücü, her türlü şiddette karşı büyüyen bu güç beni şiddette karşı örgütlüyor. Çünkü korkmadan, kendimizden vazgeçmeden yaşayabilmenin tek yolu bu.”