İşçinin yılın başında cebinde olan 100 lira bugün 83 liraya düştü

Memur ve memur emeklilerine verilecek zam oranı belli oldu. Bu rakamın tüm ücretli kesimi etkileyeceğini ifade eden Özgür Müftüoğlu, özellikle ara zam yapılmayan asgari ücretlilerin günden güne açlık sınırının altına gerilediğine dikkat çekti.

MEMUR VE EMEKLİLERE ZAM

Milyonlarca memur ve memur emeklilere verilecek zammı belirleyen haziran ayı enflasyon rakamları açıklandı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre haziran ayında yıllık enflasyon yüzde 35,05 aylık enflasyon yüzde 1,37 oldu. 6 aylık enflasyon ise yüzde 16,67 olurken memur ve memur emeklileri yüzde 15,50, SSK emeklileri yüzde 16,67 zam alacak. İktidar asgari ücrete ise ara zam yapılmayacağını ifade etti.

Çalışma ekonomisti Özgür Müftüoğlu asgari ücretlilerden başlayarak tüm ücretli kesimin açlık sınırına itildiğini söyledi. Son enflasyon rakamıyla memur ve emeklilere verilen bu zam oranının özel sektöre de yansıyacağını kaydetti.

TÜM ÜCRETLİ KESİM ETKİLENECEK

Özgür Müftüoğlu 3 temmuzdaki enflasyon rakamlarıyla verilecek memur zammının aslında daha geniş kesimlere de uygulanacak ücret politikasını da belirleyeceğini ifade etti: “3 temmuzda açıklanan enflasyon rakamlarla birlikte, ben şöyle bir hesaplama yaptım, DİSK'in önceki yaptığı hesaplamalara bir kademe daha eklediğiniz zaman, asgari ücretten, yani 22 bin 500 liradan 3 bin 685 civarında bir eksilmenin olduğunu görüyoruz. Yani işçinin yılın başında cebinde olan 100 lira bugün 83 liraya düşmüş durumda. Bundan daha vahim olan, ara zam hükümetin de gündeminde olmadığı için önümüzdeki 6 ayda durumun ne olacağı belli değil. Çünkü Merkez Bankası'nın hedeflediği %24’ün daha ilk 6 ayda TÜİK'in verileriyle yüzde 17'si, yüzde 16,5'u alındı, geriye zaten yüzde 7-7,5 kaldı önümüzdeki 6 ay için. Önümüzdeki 6 ay herhangi bir artış yapılmadığı takdirde ücretlerin çok daha geriye gideceği ortadır.

Türk İş'in açıkladığı açlık sınırı 26 bin lira civarında ve asgari ücret 22 bin 500 ve daha ilk 6 ayda bile müthiş bir yoksullaşma, açlık sınırının altında kalacak. Açıklamak gerekli ki açlık sınırı sadece besin, yani doğru dürüst sağlıklı beslenebilmesi için bir ailenin gerekli olan ihtiyacını tanımlıyor. Onun dışında ev kirası yok bunun içinde, eğitim yok, ulaşım yok hiçbir şey yok…

Zaten yoksulluk sınırına baktığınız zaman Türkiye'deki kamu emekçilerinin, memur statüsündeki emekçilerin dahi çok önemli bir kısmı yoksulluk sınırının altında. 85 bin lira civarında belirlenmiş yoksulluk sınırı. Ortalaması 49 bin lira civarında şu anda kamu çalışanlarının maaşı. Ve buradan daha da geriye doğru gitmeleri söz konusu. Çünkü kamu emekçileri için olacak toplu sözleşme döneminde bu enflasyona bakılıp zam verilecek. TÜİK üzerinden bunlar hesaplandığı için bu kayıplar devam edecek. Aynı şeyi tabii ki şu an toplu sözleşme döneminde olan 600 bin civarında olan kamu işçisine de yansıyacak. Bu silsile yoluyla özel sektördeki ücretleri ve toplu sözleşmeleri de belirleyecek. Sessiz kalındığı için sadece onlar değil onunla beraber Türkiye'deki tüm ücretli emekçiler burada açlığa mahkûm edilmiş durumda.”

ÇALIŞANLARIN TEPKİSİNİ ENGELLEMEK İÇİN BİR SÜRÜ YÖNTEM DENENDİ

Müftüoğlu 2025’in işçilerin ve tüm ücretlilerin tepkisinin yükseleceğinin çünkü ücretlerin baskılanacağı bir yıl olacağının öngörüldüğünü, fakat sendikalara yapılan baskılar, grevlerdeki işçilere yönelik düşmanlaştırmanın bunu engellediğini söyledi: “Bir süredir asgari ücretten başlayarak ama daha sonra bütün ücretliler için olacak şekilde hepsinin açlık sınırına doğru itildikleri bir süreç yaşıyoruz. Buna kamu emekçileri de dahil, özel sektördeki toplu sözleşme yapan sendikalı işçiler de dahil. Asgari ücretliler ve emekliler zaten bu sınırın altına düşmüş durumda. Ama önümüzdeki süreç içerisinde kademe kademe diğerleri de bu noktaya doğru geliyor, getiriliyorlar. 2025’te asgari ücreti belirlenirken hedef enflasyon diye bir şey çıkardılar. Merkez Bankası önce hedef yüzde 21 falan diyordu. Daha sonra yüzde 24'e yükseldi. Gerçekçi olmayan bir hedef konuyor ve onun arkasından da TÜİK, bu hedefe uygun rakam açıklıyor.

2025'in emekçi kesimlerinin tepkilerinin yoğunlaşacağı bir yıl olacağı bir şekilde öngörülüyordu. Bu sürecin önüne ket vurulması için BİRTEKSEN veya onun gibi ek ücret isteyen ya da ekonomik hakların düzelmesini isteyen bağımsız sendikalara önemli bir baskı oluşturuldu. Bütün bunlarla beraber sendikacılık bir suç faaliyeti gibi gösterildi. Diğer taraftan İzmir belediye işçilerinin grevinde olduğu gibi bir işçi düşmanlığı ortaya çıkarıldı muhalefet belediye başkanlarının da içinde olduğu.

Dolayısıyla mevcut ekonomik programı meşrulaştıran, muhalefeti de burada siyaseten boşa düşüren bir hamleyle işçilerin tepkilerini engelleyici bir yöntem ve yol izlendi. Bu da yetmedi geçen hafta olduğu gibi Diyanet'in cuma vaazında “Bir kimseye yaptığı iş karşılığında bir ücret verildiyse bunun dışında alacağı veya bunu talep edeceği her şey emaneti hıyanettir” dediğine şahit olduk. Yani biz sana ne verirsek veya sana ne verilirse buna razı ol bunun üzerini talep etmen, istemen, bunun için iş bırakman ya da bu işi yavaşlatman günahtır diyor. Bunun içerisine dolayısıyla dini de koyarak işçi sınıfı ve emekçi kesimlerinin üzerinde manevi baskı oluşturan başka bir yöntemi görüyoruz.”

MÜCADELE ORTAKLAŞMALI

Müftüoğlu tablo böyleyken demokrasi mücadelesi ile emek mücadelesinin de ortaklaşması gerektiğine dikkat çekerek: “Tablo böyleyken sendikalardan beklenen bu tepkiyi örgütlü bir hale dönüştürmesi. Elbette var olan sendikal bürokrasi yapısını göz önüne alırsak da tüm başlangıcın sadece sendikalardan beklenmemesi işçilerin bunu talep etmesi ve baskılaması lazım. Bugün baktığımız zaman elbette tepkiler var, örneğin kamuda da birçok alandaki işçilerden de. Seslerini çıkarmaya çalışıyorlar ama bunu ortaklaştırmak lazım. Çünkü sorun burada sadece bir iş yerindeki işçinin ya da bir sektördeki, bir işletmedeki işçin sorunu değil ki.

Burada hem ekonomik talepleri ortaya koyup hem de aynı zamanda demokratik mücadelenin de önemli bir ayağını bununla beraber oluşturabilirsiniz. Eğer Türkiye'de demokrasi isteniyorsa buna bağlıdır. Karınların aç olduğu bir yerde demokrasi mücadelesinden söz edebilmek çok da mümkün değil. Çünkü insanlar önce karnını doyururlar, bunun için mücadele ederler. Ondan sonra diğer alanlardaki mücadeleyi yürütmeye çalışırlar. Siz de burada ilk adımda eğer etkisizseniz, daha sonraki süreçlerde toplumda demokrasiyi sağlayacak bir mücadele alanını oluşturamazsınız. Bunu da dikkate mutlaka almak gerekir” şeklinde konuştu.