İhbar KDP’den infaz MİT’ten

Asgari yurtseverliğin birinci görevi, etrafta olup bitenlere ‘Bana ne’ diyerek seyirci kalmamak, olaylarla ilgili olmak ve bu temelde düşmanın örgütlemeye çalıştığı ajan-ihbarcılığa karşı aktif mücadele edip bunları toplum içine sokmamaktır.

Bazı yürüyüş ve mitinglere katılınca hepimiz kendimizi yurtsever olarak görüyoruz. Ancak gerçekten bu biçimde yurtseverlik görevlerimizi tam anlamıyla yerine getiriyor muyuz? Acaba bir Kürt ve Kürdistan yurtseverinin asgari temel görevleri nelerdir? Bu soruyu kendimize sürekli sorup yeterince cevaplar verebiliyor muyuz? Önder Apo’nun ortaya koyduğu yurtseverlik görevlerimize tam sahip çıkıyor muyuz? Belki biraz anormal bulunacak, ama kendine Kürdistan devrimcisi ve yurtseveri diyenlerin, Kürdistan’da namuslu bir insan olarak yaşadığını sananların bu soruları kendilerine sormaları ve yeterli cevap vermeleri gerekiyor.

Örneğin birkaç gün önce HPG Basın İrtibat Merkezi tarafından Savaş Elbistan ve arkadaşlarının şehadeti açıklandı. Peki söz konusu şehadet olayı nasıl yaşandı? Güvenilir kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, ciddi askeri çalışmalar içinde olan söz konusu devrimci grubu Heftanîn’de çalışma yürütürken bir kişi gördü ve yaptığı ihbar sonucu bu alan TC uçakları tarafından vurularak bu devrimciler katledildi. Tabi bunu yapan kişi bağlı olup bilgi verdiği yere başvurarak yaptığı ajanlığın karşılığı olarak bilmem ne kadar dolar aldı!

‘Böyle şey mi olur?’ demeyelim. Çünkü bu bilgi kesindir ve oluşmuş böyle bir katliam şebekesi söz konusudur. Öncelikle bu şebeke AKP-MHP faşizmi tarafından PKK militanları için hazırlanan çeşitli renklerdeki listelerle başlamaktadır. Söz konusu listelerde yer alan devrimcileri ihbar edip de vurduranlara TC devleti tarafından daha önce belirlenmiş miktarda para verilmektedir. Türk MİT’i dört parça Kürdistan’da ve yurtdışında işte bu temelde kelle avcılığı yapan bir ajan-ihbarcı çetesi örgütlemektedir. Güney Kürdistan’da KDP’nin istihbarat örgütü olan Parastin ya da içindeki bir bölüm Türk MİT’i ile işte bu temelde ilişki kurup ortak çalışma yürütmektedir.

Örneğin PKK militanlarını vurmak veya ihbar edip vurdurmak için Türk MİT’inin Güney Kürdistan’da yürüttüğü faaliyetlere KDP Yönetimi ve onun istihbarat örgütü karşı çıkmamaktadır; tersine MİT’in çalışmalarına destek vermekte ve ortak plan dahilinde çalışma yürütmektedir. Tüm örgütlerini ve Başûr halkını ‘PKK militanlarını ihbar etmeleri için’ teşvik etmektedir. Söz konusu ihbarı yapıp da PKK militanlarının vurulmasına yol açanlara para verileceğini belirtmektedir. Bu temelde Güney Kürdistan toplumu içinde kelle avcılığı anlamına gelen ihbarcılık gittikçe yaygınlaşmaktadır. Türk MİT’i işte buna ve böyle bir desteğe dayanarak Güney Kürdistan’da çalışma yürütebilmektedir. TC Savaş Bakanlığının “MİT ve TSK işbirliği ile” dediği katliamlar işte böyle gerçekleşmektedir.

Elbistanlı PKK militanı Savaş ve arkadaşlarının katledilmesi olayı da işte böyle yaşanmıştır. Söz konusu kişi Parastin yönlendirmesiyle ihbarcı haline gelmiş, edindiği bilgiyi Parastin üzeri MİT’e aktarmıştır. Sonuçta ise otuz yıldır Kürdistan’ın özgürlüğü için en zor koşullarda mücadele yürüten ve yaşamını Özgür Kürdistan’a adayan fedai militan Savaş Elbistan ve arkadaşları ‘Kelle parası için’ şehit düşürülmüştür. Dersim’den Başûr’a Kürdistan’ın dört bir yanında düşmana karşı kahramanca savaşan fedai militanlar böyle ‘Bir tas çorba parası için’ yok edilmiştir.

Peki böyle bir durumu değil bir yurtsever, namuslu bir insan kabul edebilir mi? Edemeyeceği açıktır. Ama KDP’nin izlediği politika sonucunda Güney Kürdistan’ın yurtsever insanları işte bu hale getirilmektedir. Çok açık ki, KDP’nin oluru ve çabası olmasa Başûr’da insanlar beş kuruş para için böyle bir ihanet içerisine giremez. KDP destek verip imkân sunmasa Türk MİT’i Güney Kürdistan’da böyle çalışmalar yapamaz.

Kuşkusuz yukarda ifade ettiğimiz Savaş Elbistan ve arkadaşlarının şehadet olayı son beş yıldır yaşanan olaylardan sadece birisidir. Böyle yüzlerce ihbar olayının yaşandığı ve bunlar sonucunda sayıları bini aşan Kürdistan özgürlük savaşçısının şehit düştüğü bilinen bir gerçektir. Yani en yurtsever ve gözü pek Kürt kızları ve oğulları bu biçimde oluşan ihanet saldırısı sonucunda şehit düşmektedir. AKP-MHP faşizminin katliamları işte bu temelde gerçekleşmektedir. Kürt kasabı Süleyman Soylu’nun kelle sayıcılığı işte böyle işlemektedir. Nitekim bir hafta önce Stêrk TV’de yayınlanan ajan itirafları bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Güney Kürdistan’da PKK’ye karşı nasıl bir ajan-ihbarcı ağının örgütlenip harekete geçirildiğini herkes ibretle izlemiştir.

Bütün bunları burada ifade edişimizin amacı, kuşkusuz KDP’nin yaptıklarını ortaya koymak ve de eleştirmek değildir. Zaten KDP’nin bu konuda yaptıkları birçok boyutuyla basına yansımış ve bu politikaya karşı Kürt kamuoyunda ve devrimci-demokratik kesimlerde önemli bir tepki ortaya çıkmıştır. Yani KDP eleştirileceği kadar eleştirilmiş ve teşhir olacağı kadar teşhir olmuştur. Yine bunları yazmamızın amacı bir tas çorba için onurunu satan bu ajan-ihbarcı güçlerin kötülüğünü ortaya koymak da değildir. Zaten böylelerinin durumu ve onursuz gerçeği Kürt toplumu ve insanlık tarafından iyi bilinmektedir.

Dolayısıyla söz konusu güçlerin yaptıklarının yurtseverliğe sığmadığını elbette söylemeyeceğiz. Çünkü bu tür durumların yurtseverlik kavramı çerçevesinde ölçülemeyeceğini çok iyi bilmekteyiz. Bu nedenle, bunları yazmaktaki esas amacımız, söz konusu olayların gök yüzünde olmadığını, tersine hepsinin bizim çevremizde yapıldığını ve bunları yapanların da bizim içimizde yaşadığını belirtmektir. Yani Güney’de, Kuzey’de, dört parça Kürdistan’da ve Kürt toplumu içinde işte bu tür olaylar yaşanmakta ve bunu yapanlar yaşamaktadır.

Burada ‘bu tür şeyleri biz yapmıyoruz, bu yapılanlardan bize ne’ diyenler olabilir. İşte biz, buradaki ‘Bize ne!’ anlayış ve tutumunu eleştirmek istiyoruz. Söz konusu ajan-ihbarcılık her gün Kürt gençlerinin katledilmesine yol açarken, peki gerçek bir yurtsever “Bundan bana ne!’ diyebilir mi? Bizce diyememeli ve de dememelidir. Böyle deme ortamını bulamamalıdır. Böyle demenin doğru olmadığını ve temel bir yurtseverlik görevini yerine getirmemek olduğunu bilmelidir.

Öyle ya, yediden yetmişe herkesin kendini yurtsever saydığı bir ortamda böyle bir ajanlık ve ihbarcılık yapılabilir mi? Bunu yapanlar toplumun içine girebilir mi? Bütün bunların olamayacağı açıktır. Ama somut pratik de bütün bunların yaşandığını göstermektedir. Bu durumda kuşkusuz ajan-ihbarcılık kötüdür, hem de çok kötüdür, insan denilemeyecek bir durumu ifade etmektedir; ama içinde bazılarının ajanlık yaptığı toplumsal duruş da iyi değildir, tersine kötüdür. Demek ki söz konusu toplumun yurtseverliği yeterli değil, dar ve yüzeyseldir. Çünkü ajan-ihbarcı yapıya karşı mücadele edememekte ve toplum içine giremez ve yaşayamaz hale getirmemektedir. ‘Bana ne’ diyerek ajanla yan yana yaşamayı kabul etmektedir. Bu da onu adeta suç ortağı konumuna getirmektedir.

Demek ki asgari yurtseverliğin birinci görevi, etrafta olup bitenlere ‘Bana ne’ diyerek seyirci kalmamak, olaylarla ilgili olmak ve bu temelde düşmanın örgütlemeye çalıştığı ajan-ihbarcılığa karşı aktif mücadele edip bunları toplum içine sokmamaktır. Eğer yurtseverlik ölçülerimiz böyle olur ve herkes bu temelde görevini yerine getirirse, o zaman MİT’in ve özel savaş güçlerinin toplum içinde herhangi bir örgütleme yapması ve ajan ağı örgütleyip bilgi toplaması mümkün olmaz. Bu da özgürlük güçlerini korur ve mücadelenin gelişmesine hizmet eder. O halde, herkes söz konusu yurtseverlik görevine sahip çıkmalı ve her koşulda gereğini yerine getirmelidir.

Kaynak: Yeni Özgür Politika