Yüz yıllık sorun ve çözüm imkânı

Türkiye Cumhuriyeti Devleti için çok açık bir beka sorununun yaşandığı bu süreçte, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın sunduğu “Kürt özgürlüğüne dayalı Türkiye demokratikleşmesi” projesi ve planı, Türkiye için çok büyük bir fırsat ve imkân olmaktadır.

Kürt Direniş Önderlerinden Şêx Sait ve arkadaşlarının 29 Haziran 1925’de Amed’te idam edilişlerinin yüzüncü yıldönümü yaşanıyor. Yüzüncü yıldönümü olması nedeniyle bu yıl anmalar her alanda daha etkili oluyor. Yüz yıldır bu Kürt Direnişçilerinin mezar yerleri bile hala bilinmiyor. “Kürt sorunu nedir, anlamıyoruz” diyenlere işte iki sorun: İdam ve mezarsızlık!

İyi biliniyor ki, Şêx Sait ve arkadaşları Lozan Antlaşması’nın ve TC Devleti’nin 1924 Anayasası'nın “Kürt halkını yok sayan ve yok edilmesini öngören” gerçeğine karşı “Kürt varlığı ve özgürlüğü için” direnmişlerdi. Yani o dönemde hemen herkesin kabul ettiği “Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” ilkesinin Kürtlere de uygulanmasını istemişlerdi. Zira sosyalist cephede bizzat Lenin, kapitalist cephede ise ABD Başkanı Wilson söz konusu ilkeyi geliştirmişti. BM’nin o dönemdeki yapılanışı olan Cemiyet-i Akvam da bu ilkeyi benimsemişti.

Dahası Kürtlerle Türklerin ilişkileri Türk boylarının Ortadoğu’ya geldikleri döneme dayanıyordu. 1071 Malazgirt Savaşı’nı kazanan Selçuklu ordusunda Kürtlerin varlığı neredeyse belirleyici düzeydeydi. Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’ya yayılıp imparatorluk haline gelmesinde de Kürtlerin desteği belirleyici rol oynamıştı. İmparatorluk yönetimi içinde Kürt Beylikleri özel bir otonomiye sahipti.

Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen Osmanlı kalıntıları üzerinde yeni bir devlet kurma arayışına yöneldiğinde Mustafa Kemal de Erzurum ve Sivas Kongreleri’yle işe Kürdistan’dan başlamıştı. Amasya’dan Erzurum’a oluşturulan Misak-ı Milli, vatan olarak “Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı toprakları” belirlemişti. 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan “Millet Meclisi’nin neredeyse yarısı Kürt delegelerden oluşmuştu. Adına “Kurtuluş Savaşı” denen savaşta İngiliz ve Fransız işgaline karşı Kürt halkı savaşmıştı. Ankara’da çalışan meclis, 1921’de hazırladığı ilk anayasasında Kürtler için muhtariyet öngörmüştü. Ankara’daki Millet Meclisi yönetimi, kendini Türklerin ve Kürtlerin ortak yönetimi olarak ifade ediyordu.

Bu durum ilk olarak 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile bozuldu. Lozan’da Kemalist Hareket, o zamana kadarki düşman olan İngiltere ve Fransa ile anlaşarak, o zamana kadar dost olan Sovyetler Birliği’ne karşı cephe aldığı gibi, söz konusu anlaşmada Kürt halkının haklarının yer almamasını da kabul etti. Belli ki İngiltere ve Fransa, 29 Ekim 1923’de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edilmesini bu iki şartla kabul etmişti. Dönemin galip ve egemen güçleri İngiltere ve Fransa’nın bu biçimde desteğini alan Türkiye Cumhuriyeti Devleti de ilk iş olarak 1924’te yeni anayasa yaparak, o zamana kadarki anlayış ve siyaseti değiştirip “Kürtleri inkâr etmeyi” anayasal hüküm haline getirdi. Ardından da bu zihniyet ve siyasetin gereğini hayata geçirmek üzere Kürt varlığının imhasına yöneldi. İşte “Kürt sorunu” denen sorun bu biçimde ortaya çıktı ve “Kürt varlığını inkâr ve imha zihniyeti ve siyaseti” olarak şekillendi.

Bir provokasyon sonucunda 1925 Şubat ortasında Şêx Sait önderliğinde başlayan direniş, işte bu zihniyet ve siyasete karşı Kürtlerin ilk büyük tepkisi oldu. Yüz yıllık Kürt sorunu ve bu temelde gelişen Kürt varlık ve özgürlük direnişi işte bu temelde ortaya çıkıp yaşandı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kürt direnişine cevabı hep ezme ve idam oldu. Direniş ve imha sarmalı yüz yıldır böyle iç içe sürüp geldi.

Halbuki Şêx Sait ve arkadaşları Türklere de Cumhuriyete de karşı değillerdi. Erzurum ve Sivas Kongreleri’nden itibaren Kürtlere verilen sözlerin tutulmamasına, Lozan Antlaşması ile TC Anayasası’nda yok sayılmalarına karşı çıkıp, bizzat Mustafa Kemal’in ilan etmiş olduğu “Kürt muhtariyet yönetiminin” verilmesini istiyorlardı.

Nitekim bu istek sonraki yıllarda da sürdü ve bu temelde direnmeyen bir Kürt şehri ve kasabası kalmadı. 1925’teki Amed-Bingöl bölgesi direnişinden sonra 1930’lu yıllarda da Serhat bölgesi direndi. 1937-38 döneminde de Dersim bölgesi bu temeldeki direnişe ve soykırıma sahne oldu. Dersim Direniş Önderi Seyit Rıza, görüşüp anlaşmak için devlet tarafından Erzincan’a davet edildi, davete icabet edince de yakalanıp Elazığ’da idam edildi. Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezarları da hala bilinmiyor.

İnkâr ve imha sürecinin ellinci yılında Çubuk Barajı toplantısı ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından yeni bir varlık ve özgürlük direnişi başlatıldı. Modern bilinç, örgütlülük, strateji ve taktiklerle geliştirilen bu direnişi, öncekiler gibi kendi gücüyle ve kısa sürede ezemeyen TC Devleti, Kürt soykırımında müttefikleri olan bölgesel ve uluslararası güçlere ve NATO’ya başvurdu. Sonuçta ABD, İngiltere ve İsrail tarafından örgütlenip yürütülen uluslararası komplo saldırısı ile bu son direnişin Önderi de 15 Şubat 1999 tarihinde Kenya’dan kaçırılıp İmralı tecrit, işkence ve soykırım sistemi içine alındı. Tıpkı ilk Kürt direnişine karşı yürütülen imha saldırısının tarihi izlenerek, Şêx Sait ve arkadaşlarının idam edildiği 29 Haziran günü İmralı mahkemesi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a idam cezası verdi. Şimdi bu cezanın da 26’ncı yıldönümü yaşanıyor.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, inkâr ve imhaya karşı direnişini uzun süreli kılabildiği gibi, idam ve İmralı sistemine karşı direnişini de uzun süreli kılmayı başardı. Bu direnişin 26 ve 27’nci yıllarında, Kürt sorununun ve çözüm direnişinin yüzüncü yıllarında söz konusu sorunun çözümü için ciddi imkân ve fırsatlar ortaya çıktı. Ekim 2024’ten itibaren iktidar ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Çözüm çağrısına” Önder Abdullah Öcalan da olumlu karşılık verip ciddi bir “Çözüm Projesi” ortaya koyunca, yüz yıldır Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt sorunu için çok ciddi bir çözüm imkânı oluştu.

Kuşkusuz böyle bir çözüm imkânının oluşmasını belirleyen birinci neden, Önder Abdullah Öcalan öncülüğündeki direnişin elli yılı aşmasına rağmen devlet tarafından öncekiler gibi ezilip tasfiye edilememesidir. Bu temeldeki çatışma durumu ise Türkiye toplumuna ve devletine çok ağır bir yük yüklemektedir. Çözüm imkânının ortaya çıkmasını belirleyen ikinci neden ise, 1990 yılından bu yana yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı’nın Ortadoğu’da geldiği düzey ve Kürt sorununu çözmeyen Türkiye için oluşturduğu tehdittir. Devlet Bahçeli bu tehdidi “Devletin beka sorunu” olarak tanımlamıştır. Onuncu gününe ulaşan İsrail-İran Savaşı, bu savaşa ABD’nin de bizzat katılmış olması ve savaşın amaçları Devlet Bahçeli’nin “Beka sorunu” değerlendirmesini doğrulamaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti için çok açık bir beka sorununun yaşandığı bu süreçte, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın sunduğu “Kürt özgürlüğüne dayalı Türkiye demokratikleşmesi” projesi ve planı, Türkiye için çok büyük bir fırsat ve imkân olmaktadır. Çok açık ki, Kürt sorununu çözen ve bu temelde kendini demokratikleştiren bir Türkiye, dış müdahaleler için herhangi bir zemin bırakmayacaktır. Demokratikleşme temelinde birleşen ve güçlenen Türkiye, her türlü saldırıyı boşa çıkartabileceği gibi, Ortadoğu için de yeni bir demokratik model sunabilecektir.

Bu durumu anlamak ve Önder Abdullah Öcalan’ın çözüm projesine sahip çıkmak yerine, sürece oyalayıcı yaklaşan, seyirci kalan, geçiştirmeye çalışan, dahası Önder Apo’ya yönelik karalama kampanyası başlatmak isteyen yaklaşım ve tutumlar gözükmektedir. Öncelikle herkes bilmeli ki, güneş balçıkla sıvanmaz! Önder Apo’ya atılmak istenen çamurlar sahiplerinin alnına yapışmaktan ve yüzünü karartmaktan öteye sonuç vermez.

Herkesin geçen yüz yılı doğru değerlendirmesi ve ortaya çıkan çözüm imkânını iyi görmesi dileğiyle, idam edilmelerinin yüzüncü yıldönümünde Şêx Sait ve arkadaşları şahsında tüm Kürdistan şehitlerini saygıyla anıyorum!

Kaynak: Yeni Özgür Politika