‘İhtiyaç duyulan tek şey, gerçek emekçi eliyle toprağın buluşmasıdır’

İhtiyaç duyulan tek şey, gerçek emekçi eliyle toprağın buluşmasıdır; buna fırsat yaratacak toplumsal zihniyet devriminin gerçekleştirilmesidir; toplumsal ahlâk ve politikanın tekrar temel dokular, organlar olarak işlevine kavuşmasıdır.

ABDULLAH ÖCALAN'IN 'ÖZGÜRLÜK SOSYOLOJİSİ' KİTABINDAN

Bir kez daha “Artık-değer üzerine kurulu azami kâr politikası ve sistemi ortadan kalkmadan, toplumun işsizlikten ve yoksulluktan kurtulamayacağını iyi bilmek gerekir” diyorum.

Ekonomik sorunlar denince karınca topluluğu aklıma gelir. Karınca kadar ufak bir hayvanın bile ekonomik (Ne de olsa her varlık için ekonomi beslenmedir) sorunları olmuyorken, insan gibi gelişkin akıl ve tecrübe sahibi bir varlığın nasıl yaman ekonomik sorunları olabiliyor, hatta nasıl işsizlik gibi yüz kızartan durumları yaşayabiliyor? Zekâ sahibi insanın doğada üzerinde çalışıp iş haline getiremeyeceği ne olabilir? Sorun kesinlikle ne doğal işleyiştedir ne de çevreyle ilgilidir. İnsanın zalim kurdu kendi içindedir. Başta işsizlik olmak üzere her ekonomik sorun toplumun sermayeleştirilmesiyle bağlantılıdır.

Marks’ın sermaye konusundaki tahlili şüphesiz değerlidir. Bunalım süreciyle ilgili işsizliği de açıklamaya çalışır. Acı olan, pozitivizm hastalığının onu da çok kötü durumda yakalamış olmasıdır. Bilimcilik hastalığı çok daha kapsamlı tarihsel-toplum analizi yapmasını engellemiştir. Benim yapmaya çalıştığım şey sermayenin ekonomi olmadığını, tersine ekonomiyi ekonomi olmaktan çıkarmanın etkili aracı olduğunu göstermektir. Bunun için en başta gelen nedenim, toplumun gelişiminde kâr ve sermayenin hiçbir zaman hedef olmadığı, toplumda kendine yer bulmadığıdır. Zengin, refah içinde toplum düşünülebilir, ahlâk ve politika buna açıktır. Ancak toplum ihtiyaç ve işsizlik içinde kıvranırken etrafta zenginlik ve sermayeden bahsetmek, suç olmanın ötesinde toplumsal kırımla ilgili olmalıdır. Uygarlığı bizzat sorun yumağının kendisi olarak tanımlamak, sermaye tekeline dayanmasından ötürüdür.

Rosa Luxemburg, sermaye birikimini kapitalist olmayan toplum koşuluna bağlarken çok önemli bir hâkikatin kıyısında seyretmektedir. Kıyıdan daha içeri yürüyebilseydi, onun sadece kapitalist olmayan toplumun varlığına bağlı olmadığını, toplumun değerlerine el koyup kene gibi kanını emerek şiştiğini, bundan bir damla kanı içirdiği işçiyi de kendisine suç ortağı haline getirdiğini görebilecekti. Net vurguluyorum, işçinin çabasını da inkâr etmiyorum, ama sermaye oluşumunun işçinin emeğine ancak çok cüzî miktarda bağlanabileceğini, hatta felsefi-tarihsel-toplumsal olarak düşünülürse bu cüzî miktarın da anlamını yitireceğini belirtiyorum.

SERMAYE TEKELLERİ, İŞÇİ KAVRAMINI ANLAMSIZLAŞTIRMIŞLARDIR

Endüstriyalizmin toplumun ve çevrenin sırtından bir vurgunlar yapma aracı olduğu ekolojik sorunlardan ötürü giderek açığa çıkmaktadır. Günümüzde işletme yöneticilerinin ve usta işçilerin toplumun en ayrıcalıklı kesimi haline geldiğini ve bunun karşılığının çığ gibi büyüyen işsizlik olduğunu hangi bilgi ve izan sahibi insan inkâr edebilir? Gelişmiş endüstri katmanları, tekelci ticari ve finansal kesimler, yani sermaye tekelleri ‘çok hisseli ortaklık’ projeleriyle işçi kavramını iyice anlamsızlaştırmışlardır. İşçinin giderek toplumu sermaye tekeline bağlayan kayış rolüne indirgendiğini görmek önemlidir. Devlet kapitalizmi olarak reel sosyalizm nasıl ‘tavizci işçi’ye dayanan bir sistemse, klasik özel kapitalizmin de benzer tavizci işçisi vardır. Bunlar toplum içinde her zaman bir arada olagelmişlerdir. Geriye kalan toplum, Rosa’nın aklına gelen kapitalist olmayan toplumdur.

Dikkat edilirse, burada kapitalist olan ve olmayan farkı tarif edilmektedir. Rosa’da her ikisi de toplum biçimidir. Ben daha farklı olarak, kapitalizmi bir toplum biçimi değil, toplumun üzerinde kurulup artık-değer sızdıran, ekonomiyi kurutan, işsizliği doğuran, devlet ve iktidarla kaynaşıp güçlü ideolojik hegemonya araçlarını kullanan geniş bir şebeke, bir örgütlenme olarak değerlendiriyorum. Son dönemde tavizci işçi kesimi de bu örgütlenmeye eklenmiştir. Tekelci ağın içeriğini bir kez daha böyle tanımlarken birçok yanlış anlamayı gidermeyi amaçlıyorum. Özellikle ‘kapitalist toplum’ kavramının tuzak karakterini deşifre etmek durumundayım. Kapitalist tekele böyle bir sıfat bağışlamak fazlasıyla lütufkâr davranmaktır. Sermaye şebeke ve örgütsel ağ oluşturabilir. Mafyanın da değme bir sermaye şebekesi olduğu çok iyi anlaşılmalıdır. Sermaye şebekesinin mafya olarak adlandırılmamasının tek nedeni, toplumdaki hegemonik gücü ve resmi iktidarla olan bağlantılarıdır. Yoksa mafya kadar bile etik kuralları olmayan bir şebeke olarak kalacaktı.

Şu hususu da önemle eklemeliyim ki, orta boy sanayici, tüccar ve tarımcıyı kapitalist saymıyorum. Sermaye tarafından çok yönlü kıskaca alınsalar da, bunlar büyük ölçüde gerçek ekonomik ihtiyaçlar için üretim yapmaya çalışan toplumsal kesimlerdir. Ayrıca pazardaki küçük meta alışverişini ve bu metaları küçük işletmelerinde üretenleri de kapitalist saymıyorum. Çeşitli meslek sahipleri haliyle kapitalist sayılmaz. Tavizci kesim dışındaki tüm işçiler, köylüler, öğrenciler, memurlar, zanaatkârlar, çocuklar, kadınlar toplumun belkemiğini oluşturur. Kapitalist olmayan toplum olarak bu tanımı geliştirmeye çalışıyorum. Kapitalist olmayan toplum derken çoğu Marksist’in feodal, Asya tipi, yarı-feodal gibi kavramlarla dillendirdiği toplumu kastetmiyorum. Bu kavramların gerçeği öğretici kılmadıklarına, daha çok perdelediklerine dair ikna olmuş durumdayım. Kaldı ki, bu çözümlemeyi sadece 16. yüzyıl sonrasında Avrupa’da merkezileşen sermaye şebekeleri için değil, tarih boyunca artık-değer gasp eden tüm sermaye şebekeleri (ticari, siyasi, askeri, ideolojik, tarımsal, endüstriyel tekeller) kapsamında yapıyorum. Günümüz küresel finans sermayesinin bu çözümlemeyi çarpıcı biçimde doğruladığını görmek için fazla incelemeye gerek olmadığı açıktır.

Toplumsal doğanın anti-sermaye karakterini görmek kilit önemdedir. Toplum binlerce yıllık yürüyüşünde sermaye birikiminin en çürütücü etkiye sahip olduğunun farkındaydı. Örneğin sermaye birikiminin etkili yöntemlerinden biri olan faizciliği mahkûm etmeyen hiçbir din yok gibidir.

ÇIĞ GİBİ BÜYÜYEN İŞSİZLİK

Günümüzde çığ gibi büyüyen işsizliği sermayenin ucuz işçi, esnek işçi yaratmak için geliştirdiğini söylemek çok eksik bir değerlendirmedir. Gerçeğin bir yönü bu olmakla birlikte, asıl nedeni sermayenin toplumu kâr peşinde koşturan faaliyetlere bağlamasıdır. Kâr-sermaye için yürütülen faaliyet kesinlikle toplumun temel ihtiyaçlarıyla örtüşmez. Eğer doyurulması için yapılan üretim kâr getirmeyecekse, toplumun açlık ve yoksulluktan kırılması -Nitekim günümüzde milyonlarca insan bu durumdadır- sermayenin umurunda bile olmaz. Örneğin eldeki sermaye miktarı biraz tarıma yatırılsa, asla açlık sorunu kalmaz ve olmaz. Ama tam tersine, sermaye tarımı sürekli boşaltıyor, bozuyor. Bunun nedeni tarımda kâr oranının ya hiç olmaması ya da çok düşük olmasıdır. Paradan dev miktarda para kazanılırken, hiçbir sermayedar tarımı düşünmez. Sermayenin karakterinde bu tür düşünceye asla yer yoktur. Eskiden devlet tekel olarak tarım üreticilerine epeyce yardım yapar, ama karşılığını da ürün veya para-vergi olarak alırdı. Şimdiki sermaye piyasaları devletin bu yönlü faaliyetlerini anlamsızlaştırmışlardır. Bu yüzden tarıma katkıda bulunmaya devam etmek isteyen devletler iflasla karşılaşmaktan kurtulamazlar.

Demek ki, sermayenin toplumun ana gövdesini giderek işsiz ve yoksul bırakması günlük geçici politikalar değil, yapısal karakteri nedeniyledir. Çok az bir ücretle çalışmaya razı olunsa da toplumdaki işsizlik sorununun çözülemeyeceği, incelemeye gerek kalmadan sıradan bir gözlemle rahatlıkla anlaşılabilir. Bir kez daha “Artık-değer üzerine kurulu azami kâr politikası ve sistemi ortadan kalkmadan, toplumun işsizlikten ve yoksulluktan kurtulamayacağını iyi bilmek gerekir” diyorum.

Örneğin tarih boyunca çok sayıda toplumu doyuran, on beş bin yıldır neolitik topluma analık eden Mezopotamya ovalarında neden işsizlik, açlık ve yoksulluk kol geziyor? Kâr amaçlamayan bir üretim hamlesi planlansa, günümüz ölçülerinde yirmi beş milyon insanı rahatlıkla besleyebilecek ve üzerine fazla bırakacak bu ovaların ve insanlarının tek ihtiyacı sermayenin çalıştırmayan eli değil, işsizliğin, açlığın ve yoksulluğun tek nedeni olan bu elin (Özel veya devlet eliyle olması hiç fark etmez) kendi yakasını bırakmasıdır. İhtiyaç duyulan tek şey gerçek emekçi eliyle toprağın buluşmasıdır; buna fırsat yaratacak toplumsal zihniyet devriminin gerçekleştirilmesidir; toplumsal ahlâk ve politikanın tekrar temel dokular, organlar olarak işlevine kavuşmasıdır; demokratik siyasetin bu nedenlerle dört elle ve gözle gerçek beyinlerle görevine koşmasıdır.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Özgürlük Sosyolojisi“ adlı kitabından derlenmiştir.