Barzani liderliği ve KDP çizgisi

KDP ile MİT ve Özel Kuvvetler toplantılar yaptı. Bu toplantılardaki karar sonucu Zînî Wertê’ye pêşmerge ve pêşmerge elbisesini giyen Özel Kuvvetler elemanları gönderildi.

Yurtseverlik, bu toprakta yetişen ağacın, meyvenin, buğdayın, beslenen hayvanların, öten kuşların, esen rüzgârın, yağan yağmurun, kütlesel hale gelmiş taşın, dağın ve inşa edilen yaşamın bilinç ve ruhta hakikatine ulaşmanın en derin halidir…

Eğer tüm bu oluşum ve anlamsal haller bir bütünselliği ifade etmiyorsa, bir zincirin halkaları gibi bilinç ve ruhta birbirini tamamlamıyorsa ve "Sadece bir ağaç, bir meyve, bir ırmak, bir taş ve bir dağ benim içindir" deniliyorsa yurtseverlik değildir. Olsa olsa bencilliğin deryasında kulaç atan ve boş bir arazinin bir yerlerinde kurulmuş bir barakayla mutluluktan uçan ilkel bir düşünce yapısıyla kendini tatmin etme halidir.

Bu, her türlü yanlışı bağrında taşıma halidir. Burada ölüm de öldürme de teslimiyet de teslimiyeti besleyen savaş da uzlaşmayı da ihaneti de derinden yaşama halidir…

Burada yurtseverliğin dışında her şey vardır: Teslimiyet de ihanet de… Burada ruhta ve düşünce dünyasında ülke ve halk yoktur, "Benim evim, benim arazim, benim ekinim, benim ağacım, benim aşiretim, ailem ve ‘karım" vardır.

KDP FELSEFESİNDE KÜRDİSTAN YOKTUR

Bu ruh ve bilincin ulusla, vatanla özgür bir yaşamla herhangi bir bağı yoktur. Bunun testi için tarihin derinliklerine, uzak kıtalara gitmeye gerek yok. Bugüne kadar "milliyetçilik, vatanseverlik, ülkeye bağlılık" adı altında vatanı satanların hikâyelerini de anlatmaya gerek yok. Vatan ve ülkenin, para ve zenginlik içinde düşkünce bir hayatı yaşamakla eşdeğer olduğunu düşünen maskeli riyakârların ne kadar bol olduğunu biliyoruz. Bunları çok uzaklarda aramaya gerek yok. Bizim için en somut örnek Barzani aşiretinde liderlik konumunda olan kişiliklerdir.

Bu "liderliğin" izlediği çizgide doğru bir yurtseverlik bilinci, gerçek anlamda vatana bağlılık oldukça zayıftır. Bu "liderliğin" esas amacının Kürdistan’ın bütünlüğü olmadığı, sadece aşiretinin üzerinde yaşadığı bölgeyi savunmak olduğu gelinen aşamada artık aşikârdır. Bu aşiret liderliği ve KDP’nin kendi çıkarları için savaşmakla yetindiği, elindeki parçayı, hatta bu parçanın kendi aşiretinin bulunduğu Barzan bölgesini "aldıktan" sonra diğer parçalarla ilgilenmeyeceği yıllarca anlatıldı. Onların bilinç dünyasında özgür bir Kürdistan, düşmanın parçaladığı dört parçayı, tek bir parçada birleştirme yaklaşımı yoktur… KDP gerçekliğinde Güney parçası, bu parçanın içerisinde de Barzan bölgesi, bu bölgenin içerisinde de aşiretin bulunduğu merkez alan vardır. Bunun için pêşmerge ordusu da kurulmuş, hatta bunun için savaşılmış da…

KÜRDİSTANİ OLMAK DEĞİLDİR

Dağda kalmak, pêşmerge ordusunu kurmak, parti inşa etmek, ölmek ve sürgünde yaşamak demek, Kürdistani olmak, Kürdistan bütünlüğü için savaşmak ve onun için her türlü fedakârlıkta bulunmak demek değildir. Her şeyden önce derin bir yurtseverlik bilinci gerek. Bu bilinçle kurulan partiler, oluşan ordular, verilen mücadele gerçek anlamda Kürdistani olur. Yoksa büyük bir yalan ve yanılsama yaklaşımı ortaya çıkar. Şu an Güney’de bu yaklaşım hakimdir, yani bir yanılsama ve gerçekleri saptıran bir yalan gerçekliği vardır. Öncelikle bunun ortadan kaldırılması gerek. Bu yalan ve yanılsama ortadan kaldırılmadan doğru ile yanlış, yurtseverlik ile dar-ilkel milliyetçilik arasındaki doğruyu tespit etmek mümkün olmayacaktır. Çok ince bir çizgi üzerinde yan yana duran bu iki tutum, doğru ve objektif olarak tespit edilirse, işte o zaman sahte vatanseverlik ile gerçek yurtseverlik arasındaki farkı çok daha net bir biçimde görmüş oluruz. Bu anlamda askeri, siyasi veya başka anlamda güç sahibi olmak yurtseverliği ve Kürdistani olmak anlamına gelmez. Her savaş, yurtseverlik savaşı değildir, her ordu doğru bir yaşam ve halk için savaşacağı anlamına gelmez. Bu anlamda oluşturulan pêşmerge ordusu da yurtseverlik bilinci ile oluşturulmamış, bu bağlamda örgütlendirilip savaşan bir güç konumuna getirilmemiştir. Tabii ki burada tek tek pêşmergeden bahsetmiyoruz. Biz aşiret ve yerelliğin, ilkel milliyetçiliğin esasları temelinde oluşturulan pêşmerge gücünden bahsediyoruz. Önemli olan bu gücün nasıl ve hangi amaçla kullanıldığıdır. Gerçekten de pêşmerge gücü tüm Kürdistan için mi oluşturulmuş yoksa sadece Barzani aşiretinin “işte burası benim aşiret alanımdır” dediği yer için mi oluşturulmuş, önemli olan budur. Hepimiz biliyoruz ki; pêşmerge, Barzani aşiretinin bir kesiminin, KDP yönetimde yer alan bir kesimin elinde ve bu bir kesim pêşmerge gücünü istediği gibi kullanmaktadır. Siz bugüne kadar bir pêşmergenin Dersim’de, Hakkari’de, Amed’de veya diğer parçalarda, hatta Süleymaniye bölgesinde şehit düştüğünü, buralarda Kürdistan için savaştığını duydunuz mu? Elbette ki hayır. Hayır, çünkü Barzani liderliği pêşmerge gücünü tüm Kürdistan için değil, sadece kendi bölgesi için oluşturmuş bir güç olarak kullanmaktadır. Peki gerillanın şehit olmadığı, savaşmadığı, canını, kanını dökmediği tek bir Kürdistan parçası var mı, elbette ki yoktur. Gerilla teçhizat ve sırt çantası ile Kürdistan’ın dört parçasında savaşan Kürdistani bir güçtür. Gerilla böyle eğitilmiş, böyle yaşamayı öğrenmiş, bu amaçla oluşturulmuş, yani Kürdistani bir kuvvet olarak var olmuştur. Gerilla Şengal’de Kürt katliamının önüne geçmiştir, gerilla Mexmûr’dan Hewlêr’e doğru akın akın giden DAİŞ’in önünü kesip onu yenilgiye uğratmıştır, gerilla Doğu ve diğer parçalarda da Kürt düşmanlarıyla savaşmıştır.

BURJUVAZİ DE SAVAŞTI AMA KENDİSİ İÇİN

Burjuvazinin yurtseverlikle, ülkeye bağlılık ve özgürlükle ilişkisinin olmadığını biliyoruz. “Yurtseverlik", "kardeşlik", "eşitlik" ve "özgürlük" adı altında sahtece davranarak uzun bir süre, daha doğrusu iktidarı tamamen eline geçirene kadar gerçek özünü gizlemeyi başarmıştır. Gerçekten de burjuvazi, ulus-devlet için çok savaştı, çok kan döktürdü, ordular kurdu, partiler inşa etti, uluslar ve halklar arasına çitler çekti, duvarlar yükseltti. Tüm bunlara rağmen burjuvazi devrimci olamadı; emekçilerden, halktan, doğru ve gerçeklerden yana bir duruş sergilemedi. Bir ulusu yarattığı, bir devleti inşa ettiği, iktidara geldiği ve kendini her şeyin merkezine koyduğu doğru ama halka lazım olan özgürlüğü, demokrasiyi vermedi, tam tersine yeni bir kölelik sistemini başka adlar altında sürdürdü. Yani burjuvazi, halk ve özgürlük için değil; kendi sınıfı, kendi iktidarı için savaştı. Tüm bunlara rağmen burjuvaziye halkçı ve özgürlükçü diyebilir miyiz? Elbette ki hayır!

Bunları şunun için vurguluyoruz: Ulus-devlet yaratmakla, bir başka ulus-devletle arasına çitler çekmekle, ordu ve parti kurmakla ne devrimci ne yurtsever, ne halkçı, ne demokrat ve ne de özgürlükçü olunur. Oysa yurtsever, özgürlükçü ve hakikatçi olmak, halk için savaşmayı, vatan için mücadele etmeyi gerektirir. Barzani liderliği için de böyledir. Pêşmerge gücünü oluşturdu, parti kurdu ama hiçbir zaman yurtseverlik bilincini oluşturmadı, hiçbir zaman Kürdistani olmadı, özgür bir Kürdistan için hep ayak diretti. Bununla da yetinilmedi, oluşumundan bugüne kadar hep dış güçlere bağlandı, bağlandığı güçlere de o parçada bulunan Kürtleri sattı. Barzani liderliği gün geldiğinde İKDP’yi İran’la olan ilişkilerine feda etti, gün geldiğinde Rojava Kürtlerini Suriye yönetimine sattı, gün geldiğinde Kuzey Kürtlerini Türkiye’ye sattı.

YURTSEVERLİK BİLİNCİ OLUŞMADI

Burjuvazinin yaptıklarını anlatırken ilk akla Barzani aşiretinin liderliği ve Bölge Hükümeti’ni oluşturan kabine geliyor. Kabine aşiret liderliği Güney’de "yarım" bir devlet inşa etti ama gerçek anlamda yurtseverleştirme konsepti oluşturmadı, daha çok güncel anlamda maddi ihtiyaçlarını karşılama temelinde bir yaklaşım geliştirdi. Kürdistan halkının genel çıkarlarını savunma, demokratik ve toplumsallığı esas alan bir sistem oluşturma, yönetimi halka devretme, diğer grup ve partilerle ortak ama demokratik bir irade oluşturma yerine daha çok petrolden gelen gelirle uğraşma yaklaşımını esas aldı. Aşiret liderliği diğer parçalarda yaşayan Kürtleri satma konusunda da tereddüt etmedi. Daha da kötüsü aynı bölgede bulunan diğer tüm partilere karşı savaş açan bir konseptin yanında, yıllarca süren birakujî politikasını hayata geçirdi. Barzani liderliğinin damgasını taşıyan bölge hükümeti kardeşlerinin kanı üzerinde ayakta kalan bir rejime dönüştü. Türkiye olan ilişkisi bu temelde gelişerek derinleşti, derinleştikçe de bugünkü düzeye ulaştı. Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme, gerilla alanlarını daraltma, Özgürlük Hareketi ile savaşma, Güney'i MİT karargâhına dönüştürme karşılığında ayakta kalan bir birakujî rejimi haline geldi. Türkiye, “ya PKK’yi alandan çıkartacaksın, gerillayı tasfiye edeceksin ya da seni yaşatmam, hükümet olmana izin vermem, Güney'i bir gecede işgal ederim” tehdidi karşılığında, Barzani liderliği de sınıfsal kimliği ve duruşu gereği PKK’ye düşmanlık eden bir noktaya geldi. Bugün Güney Kürdistan’da onlarca Türk askeri karargâhının bulunması, yüzlerce karakolun inşa edilmiş olması, Türk devletine çalışan binlerce ajan ve muhbirin bulunmasının nedeni budur.

NE HALKÇI NE DE YURTSEVER

Çok iyi biliyoruz ki halkçılık ve özgürlükten yana olma duruşu, ideolojik bir duruştur aynı zamanda. Bu nedenle halkçılık ve özgürlükten yana olmak ideolojik bir duruşu da ifade eder… KDP’de ideolojik duruş olmadığı için ne halkçı olabildi ne de yurtsever… Tamamen feodal-ağa ve giderek derebeyliğe dönüşen otoriter bir parti ve yönetim yapısına dönüştü. Her şey oldu, ama yurtsever olamadı…

KLAN DESPOT YAPISI OLARAK ÖRGÜTLEDİ

Barzani liderliği ve KDP yönetimi, kendini öz güçten yoksun, başkalarına dayanan, Kürt düşmanlarıyla sıkı ilişkileri içinde olan, yine maddiyatı, petrol ve parayı esas alan, aşiretsel savunmayı biricik amaç olarak gören devletsel bir zihniyet üzerinde inşa etti. Parti programında Kürdistan’ın kurtuluşundan bahsedilse de esas olarak aşiretin, ailenin, petrolün kurtuluşu hedeflendi. Pratiği de bu eksende gelişti. Zaman zaman "Büyük Kürdistan"dan, dört parçadan, bağımsızlıktan bahsetse de esas yaklaşım hiçbir zaman böyle olmadı. Ne ideolojisi ne siyaseti ne de duruşu bu eksende gelişti. KDP ve Barzani aşiretinin önde gelen yönetim yapısı, modern anlamda bir burjuva sınıfı kadar bile olamadı. Burjuvazi, vatan derken malını, metasını ve ürettiği malı daha fazla satabilmek ve pazarlamak için mümkün oldukça toprak bütünlüğünü geniş tutmak için az savaşmadı, yani sadece kendisinin yaşadığı bölgeyi değil mümkün oldukça sınırlarını daha fazla genişletme çabası içinde oldu. Bunun için hem ordu kurdu hem örgütlendi hem de savaştı. KDP yönetimi bir burjuva sınıfı kadar bile olamadı, çünkü KDP ve yönetimi bir derebey mantığıyla sadece Barzani aşiretinin hâkim olduğu yerle sınırlı kalmayı esas aldı. Yani “küçük olsun benim olsun” yaklaşımını sürdüren bir derebeyi gibi hareket etti.

BİR BURJUVA SINIFI GİBİ DE DEĞİL

KDP yönetiminin bir burjuva mantığıyla ulus devlet kurma gibi bir niyeti olabilir ama kendini sermaye sahibi yapmak isteyen ilkel milliyetçilik çizgisi, oluşturmak istediği devleti bir burjuva sınıfı gibi tek değil, başka güçlerle paylaşmak istiyor. Biliyoruz ki bu geleneksel "milli burjuvazi"den bile çok geri bir konumdur. Milli burjuvazi, ülkesindeki pazara tek başına hakim olmak ister. KDP ise pazara hakim olmak şöyle dursun; bir kırıntı karşılığında ülkeyi, yani Kürdistan’ı uluslararası güçlere teslim etme derdinde. Kendine biçtiği rol ise kendi vatanında taşeronluktur. Eğer böyle olmasaydı Barzani "birakujî" siyasetine bu kadar sık sık başvurmazdı. Dış ülkelerle birleşip kendi kardeşlerine tuzak kuramazdı. Bazen Türk devletiyle, bazen diğer Kürt düşmanlarıyla birleşip kendi kardeşlerinin kanına girmezdi…

ŞEHADETLERDEKİ ROLÜ

Saidler’in, Çekolar'ın, Brusklar'ın hunharca öldürülmesi, Hewlêr katliamı, Beritan ve daha yüzlerce demokrat, aydın, devrimci ve yurtseverin katledilmesi KDP yönetiminin yurtseverlikle herhangi bir bağ içinde olmadığını gösteren en temel gösterge olarak karşımıza çıkmaktadır.

Güney Kürdistan’da onlarca gerilla, gerilla komutanı Türk devleti tarafından katledildi. Çok iyi biliniyor ki tüm bu katliamda KDP’nin mutlak anlamda parmağı oldu. Türk devletinin yapmış olduğu her kara ve havada gerçekleştirdiği nokta operasyonlarda mutlak anlamda önceden istihbarat aldı, sonra da nokta saldırısı ile onlarca gerilla komutanını, halk önderini katletti. Mam Zeki, Diyar Garip, Tekoşer Zagros gibi gerilla ve halk önderleri KDP’nin verdiği istihbarat temelinde katledildiler… Bunu bilmeyen yoktur. Güney Kürdistan’da birçok parti ve şahsiyetler de KDP’nin ipinin tamamen Türk devlerinin elinde olduğunu söylemektedir. Türk devletinin yapmış olduğu operasyonların KDP ile yapıldığına dair çok ciddi kanıtlar ileri süren birçok şahsiyet ve Güneyli parti vardır.

ROJAVA DEVRİMİ’NE YAKLAŞIMI

Eskiden KDP yönetiminin başında olan kişinin sadece Rojava Devrimi’ne ilişkin sözleri bile, yurtseverliğinin sorgulanması için yeterlidir. Açık ki bir Kürt, Rojava Devrimi’ne karşı çıkamaz, aleyhinde çalışma yapamaz, Kürt düşmanlarıyla birlikte devrimi tasfiye etme konseptinin içinde yer alamaz ama bu zat, bu konseptin içinde yer almış bir "lider" olarak karşımıza çıkmıştır. Bu kişinin herhangi bir sözünden bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz, devrimi tasfiye etmek isteyen, karşı devrimi örgütleyen güçlerle ittifakıdır. "O bir devrim değildir, rejimle işbirliği temelinde ortaya çıkan silahlı bir güç hareketidir. Ortadoğu’da baş ağrıtan bir çıbandır, terörist bir grubun silahla iktidarı ele geçirme hareketidir" diyen bu zat, Rojava Devrimi’ne karşı sözlerinden de çok daha ileri düzeyde eylemler içerisindedir.

KDP NEDEN ULUSAL KONGRE'YE GELMİYOR?

KDP neden Ulusal Kongre’ye gelmiyor? Neden ulusal ittifak geliştirmiyor da Türkiye’yle, İran’la, ABD’yle ikiz kardeş gibi oluşumlar, konsept saldırılar geliştiriyor; her türlü birakujî savaşı içerisinde yer alıyor? Bu soruların yanıtı mutlak anlamda olmalıdır. Geçiştirilerek, "PKK politika yapıyor", "Silah kullanıyor", "Gerillayı dağıtmıyor" demekle, artık gelinen aşamada sorulan soruları geçiştirmek mümkün olmuyor. KDP ulusal birliğe, ulusal kongre çalışmalarına gelmiyor, bu konuda karşı konumda çalışıyor, kendisi gelmediği gibi gelmek isteyenlere de engel oluyor. Her ulusal kongre tartışmasında mutlak anlamda Türkiye gider, başbakan ve değişik çevrelerle görüşmelerde bulunur, sonra da yapılan ulusal çalışmaları boşa çıkartan tarzda tutum geliştirir. Yıllardır böyle devam eden bir çizgisi vardır.

YURTSEVERLİKLE İFADE MÜMKÜN MÜ?

KDP yakın tarihte Rojava ve Kuzey Kürtleri için hendekler kazdı, Türk devletiyle birlikte büyük operasyonlar düzenledi, sivil kurum ve partileri kapattı, Türk ordusuna istihbarat topladı, gerilla hakkında tekniki bilgiler verdi. Güney’de faaliyet yürüten yurtseverlere baskı uyguladı, sınır dışı etmekle tehdit edildi. AKP ve Erdoğan’ın istemi üzerine onlarca Kürt siyasetçi, gazeteci gözaltına alındı. KNK, DİHA, Rojî Welat, RJAK ve Komeleya Ciwanên Welatparez büroları kapatıldı. Bazı siyasetçiler ise Türkiye’ye, Rojava’ya gönderilerek, "sınır dışı" edildi. Yine yakın tarihte Federe Kürdistan Bölgesi’nde, bir saat içinde onlarca Kürt kurumunun basılması, birçok sivil çalışma alanının kapatılması, bir siyasi parti olan PÇDK’nin çalışmalarının yasaklanması, onlarca yurtseverin gözaltına alınması, bazılarının sınır dışı edilmesi yurtseverlikle ifade etmek mümkün mü?

KÜRTLER TARTIŞMALI, SORGULAMALI

Şunu vurgulamak yerindedir: Kürtlerin ihtiyacı yurtseverlik bilinciyle Kürdistan’ın dört parçasını savunmak ve ulusal birlik temelinde özgür bir ülke ve ulus yaratmak mı; yoksa Kürdistan’ın bir parçasındaki bir aşiretin diğer parçalara karşı bile saldırgan, Kürt düşmanlarıyla ortaklaşa hegemonyası mı? Kürtler bunu tartışmalı, sorgulamalı ve artık "Devlet kurduk!" sözleriyle kardeşlerine saldıran, halkı kandırmaya, aldatmaya çalışan siyasetlere "Dur" demeli. Devlet kurmuşsan o zaman devlet gibi davran. Güney Kürdistan’ın her tarafı Türk askerleriyle doludur, onlarca üssü, yüzlerce karakolu, binlerce aşanı vardır. Bir devlet başka bir devlete bu kadar teslim olur mu? PKK’ye çık huzurumuzu bozuyorsun, diyeceğine önce Türk askerlerini çıkart, Türk karakol ve üslerini kapat, ajanlarını tutuklat, daha sonra da PKK ile diyalog temelinde sorunlarını çöz. Doğru yaklaşım budur. Bunu yapmazsan o zaman işbirlikçi ve birakujî’nin tek sorumlusu sensin, deme hakkımız vardır.

GÜNEY KÜRDİSTAN İŞGAL ALTINDADIR

Güney Kürdistan için tehlike Kuzey Kürtleri değildir, en büyük tehlike Kürt düşmanı devletlerdir. Bu devletlerin içinde en tehlikeli ve soykırımcı olan ise Türk devletidir. Tük devletinin, dört parçada bulunan Kürtlere ve Kürdistan’a düşman olduğu artık tartışılmaz bir gerçektir. Türk devleti açıkça söylüyor, “ben üç Kürdün bile bir araya gelmesini istemiyorum. Ama eğer benim için, Türk devleti, Türk ulusu için çalışıyorlarsa, işte o zaman ben de onlara müsamaha gösteririm” diyor. Evet Türk devleti, şimdi KDP’ye müsamaha gösteriyor. Gösteriyor, çünkü KDP mevcut durumda Türk devleti ile çok sıkı bir bağ içinde çalışıyor. KDP’nin yaptığı diplomasi değildir, iki tarafın karşılıklı olarak birbiriyle dostane veya çıkarları doğrultusunda görüş alışverişinde buluma da değildir. KDP’nin yaptığı teslim olmadır, boyun eğmedir, Türk devletinin işgal etme şantajına boyun eğerek kendi öz kardeşlerini arkadan vurma siyasetidir.

KDP TÜRK DEVLETİNE BİAT ETMİŞTİR

KDP, Türk devletine biat etmiş durumda, çünkü KDP’yi ayakta tutan Türk devleti ve Erdoğan’dır. Türk devleti bunu yapmasının nedeni Güney cephesini tamamen gerillaya ve Kandil’e karşı kullanmaktır. Erdoğan biliyor ki; KDP olmazsa, yerel işbirlikçileri onay vermezse Kandil’e operasyon yapamaz. Daha da önemlisi şu an Güney Kürdistan’da KDP veya yerel hükümetin inisiyatifi de iradesi de yoktur. Güney’i bir anlamda Türk devleti yönetiyor, istediği zaman ve yerde operasyon yapabiliyor, istediği zaman KDP’nin ağzıyla Özgürlük Hareketi’ne karşı açıklamalarda bulunuyor. İstediği zaman kendine göre kararlar aldırtıyor, istediği zaman Barzaniler'i Ankara’ya çağırıp kendi kararlarını dikte ettirebiliyorlar…

Güney Kürdistan bir anlamda Türkiye’nin bir bölgesi, bir eyaleti konumuna gelmiştir. Bir zamanlar "Kuzey Irak’ı Türkiye’nin bir eyaleti haline getireceğiz. Böylelikle hem onları susturmuş olacağız hem de onları ülkemizdeki terör örgütüne karşı kullanmış olacağız. Böyle yaparsak başta ABD olmak üzere herkes bizi destekler, aynı zamanda Kürtlerin hamisi konumuna da gelmiş oluruz” diyen Turgut Özal’ın politikası bugün Erdoğan tarafından uygulanıyor.

TÜRK DEVLETİ ÇIKSIN, DİYEMİYOR

KDP'nin bu haliyle, bu politikasıyla, Türk devletine biat etmiş politikasıyla Kürtler büyük bir çıbanbaşı olarak orta yerde durmaktadır. Her defasında “PKK Güney’den çıksın”, “PKK’nin ne işi var”, “Kuzey’e gitsin” demektedir. Tek bir gün bile “Türk ordusu Güney’den çıksın”, “toprağımızı, ülkemizi işgal etmiş konumunda olan Türk devleti Kürdistan’dan çıksın” dememiştir. Tam tersine Türk işgal kuvvetlerine yer açmıştır, alan vermiştir, ortak operasyonlarda bulunmuştur. KDP Kürdistan için mücadele eden, Kürdistan için canını veren, Kürdistan için bir fedai hareketi olan PKK’yi düşman ilan ederken, Türk ordusunu Güney’e davet etmekle yetinmemekte, neredeyse Güney’deki tüm kurumlarını Türk ordusu ve MİT’in eline vermiştir. Hatta Parastin denilen kurum tamamen MİT’in eline geçmiştir. MİT istediği zaman Parastin’ın tutuklattığı yurtseverleri sorgulayabilmekte, Parastin MİT’in verdiği bilgi ve sorular temelinde yurtseverleri işkencelerden geçirebilmektedir.

MİT’İN GERİLLAYA OPERASYON KARARGÂHI

Güney Kürdistan’ın her kurumu, her resmi binası, her iş yeri MİT’in özel olarak örgütlediği ajan ve ispiyoncuları tarafından kuşatmaya alınmıştır. Birçok KDP bürokratının maaşı Türk devleti tarafından verilmektedir. KDP’li birçok köy ağası ve bazı aşiret liderleri Türk ordusu ile çalışmaktadır. Güney gerillaya karşı yapılan operasyonda bir karargâh konumundadır. Türkiye’den sonra MİT’in en çok örgütlendiği yer Güney Kürdistan’dır. Düzenli olarak MİT’ten maaş alan binlerce ajan ve ispiyoncu vardır. KDP-MİT ilişkisi öylesine sıradan basit birkaç ajan ve ispiyoncuyla sınırlı değildir. Hewlêr, Zaxo ilçesine bağlı Batufa kasabasında ve Dihok’ta MİT’e ait merkezler bulunuyor. Zaxo, Dihok, Amediyê ve Bradost bölgesinde KDP ve MİT tarafından 4 ortak çalışma merkezi bulunmaktadır. KDP ile koordineli olarak bu merkezlerde ajanlaştırma, keşif ve saldırı planları yapılmaktadır. Şimdi Zînî Wertê de bir merkez olarak hazırlanmaktadır.

KDP GERÇEKLERİ SAPTIRIYOR

KDP, “PKK köylülerin huzurunu bozuyor, köylüleri yeniden yapılandıramıyoruz” diyerek yalan söylemekten öte sözcüğün gerçek anlamıyla ahlaksızlık yapıyor. Herkes çok iyi biliyor ki; Özgürlük Hareketi’nin bulunduğu alanlarda köylüler de yurtseverler de kurum ve bu kurumları temsil eden şahsiyetlerle birlikte tüm aşiret güçleri de memnun ve en ufak bir eleştirisi bile yoktur. Halbuki köylülerin rahatsız olduğu KDP’nin işbirlikçi çizgisidir. Türk devleti günde birkaç kez köylüleri, ovaları, dağları bombalıyor, her bombalandığında onlarca köylü şehit düşüyor, hayvanlar telef oluyor, orman ve geçim kaynağı olan tüm tarım ve meyve bahçeleri tahrip oluyor. Ancak KDP buna rağmen gerillayı, Özgürlük Hareketi’ni suçluyor. Yani ülkesini, bağını, bahçesini, insanlarını bombalayan Türk devletine karşı çıt çıkarmıyor, ancak buna karşılık Özgürlük Hareketi'ni sorumlu görüyor. Kendi köyüne, hayvanına, insanına sahip çıkamayan KDP, yurtsever bir hareket olamaz. Köylüleri bombalayan ve insanlarını katleden işgalciyi alkışlayan, onunla ele ele tutuşup Ankara’da Kürtlerin katliamı için hazırlanan konseptlerin altına imza atan KDP yönetimi, değil yurtsever, kendi halkının katilleri ile işbirliği yapan bir güruh olarak tarihe geçecektir.

ZÎNÎ WERTÊ

Türk devleti yeni bir konseptle sürece müdahale etmek istiyor. İşgal ettiği yerleri yavaş yavaş çoğaltarak büyütüyor. Adım adım Kandil’e doğru ilerliyor, bunun için alan tutuyor, tutuğu alanlarda karakollar inşa ediyor, komando ve özel kuvvetlerden asker konumlandırıyor. Rojava’da şehir şehir, köy köy tutan Türk devleti, Güney’de de aynı taktiği izliyor. Bradost’tan tutalım diğer tüm alanlarda olduğu gibi şimdi de Zinî Wertê alanına yerleşmeye çalışıyor. Türk devleti önce KDP’yi, KDP pêşmergelerini bu alanlara gönderiyor, olmayınca bizzat kendisi fiili olarak işgal ediyor. Bazen pêşmergelerin elbiselerini giyerek onlarla tutmak istediği alanlara yerleşiyor. Bu sorun suni bir sorun olmadığı gibi, KDP’nin “alana koronavirüs için pêşmerge gönderdik” demesi de tamamen yalandır. Bu bir konsepttir, Türk devletinin hem Güney Kürdistan’ı bir bütün olarak işgal etme konseptidir, hem de Kandil’i, Özgür Medya Alan’ı kuşatmaya alma planıdır. Bunu artık YNK de Güneyli birçok şahsiyet de bilmektedir. Pêşmergeler, Zînî Wertê alanına gönderilmeden önce KDP yetkileri, MİT ve Özel Kuvvetlerle birçok kez toplantılar yapıldı, bu toplantılarda tartışıldı ve en son olarak alana pêşmerge ve pêşmerge elbisesini giyen Özel Kuvvetlerden askerler gönderilmiştir.

Herkes iyi düşünmeli, hesabını doğru yapmalı hem kendini hem düşman politikasını doğru hesaplamalı, Kürtler arasında savaşın çıkmasına, kanın dökülmesine izin vermemelidir. KDP ve tüm Kürt partileri Türk devletinin işgaline karşı çıkmalı. Kürtler arasında yaşanan sorunlar Kürtler çözmeli. Bu konuda bir irade oluşturmalı, bu tarihi süreçte tüm Kürt partilerin, aşiret ve kanat önderlerin, sanatçı ve manevi konumunda olan şahsiyetlerin bir an önce bir araya gelmeli, ulusal birlik ve ulusal kongre çerçevesinde çözüm arayışını derinleştirerek en üst düzeyde bir örgütlemeye gidilmelidir…