Güney Kürdistan’ın ekonomik işgali

Başur, tarih boyunca tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlamasıyla biliniyor. Yanlış politikalar ve ekonomik işgal ise halkın geçim kaynaklarını ve ekonomisini çökertti.

Halk ayaklanmasıyla 1991 yılında Baas Rejimi’nin Başur’un birçok bölgesinden çıkarılmasından ve KDP ve YNK’nin, ABD’nin kendilerine belirlediği sınırlar içinde iktidar olmaya başlamasından sonra, tarım ve hayvancılığa dayalı toplumsal özellikler yavaş yavaş yitirilmeye başlanır. ABD’nin Irak’a 2003 yılında müdahale etmesinden sonra 2005 yılında Bölgesel Yönetimin oluşmasıyla birlikte, bu özellikler neredeyse tümden yitirilme noktasına gelirken, Başur, ekonomik olarak özel politikalarla Türkiye’nin işgaline açılır.

BİR TARIM ÜLKESİ

Uluslararası egemen güçlerin planlarından ötürü, Başur, savaşın en fazla yaşandığı parça oldu. Savaşın eksik olmadığı bu coğrafya, bir yandan savaş ile iç içe yaşarken, öte yandan tarım ve hayvancılık yapmaktan vazgeçmedi. Her koşul altında bulabildikleri bir karış toprağı bile ekip biçerek, birkaç baş hayvanlık ev ekonomisi ile kendi ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştı. 1978 yılında peş peşe gelen soykırımlar döneminde de Başur halkı, göç yollarına düşerken bile yanlarında, alabildikleri birkaç hayvanını da götürüyordu. Bu nedenle hiçbir dönemde tarım ve hayvancılıktan uzak kalmayan bir toplumsal yapı oluştu.

BAŞUR PARTİLERİ, PETROL GELİRLERİ İLE TANIŞTI

Uluslararası güçler tarafından Başur için yapılan planlamalar, zenginlik kaynağı olan petrolden ötürüydü. Petrol rezervleri üzerine yapılan planlamalar, Başur'a yönelik düşünülen yönetim ve siyasi statüyü de belirliyordu. Başur, zengin ve verimli toprakları, doğal su kaynakları ve dağlık alanları ile tarım ve hayvancılığa elverişli olduğu için, tarım köy toplumu normlarına göre yaşadı. 1990’lı yıllarda ABD ile Irak arasında Birinci Körfez Savaşı yaşandı. ABD bölgedeki amaçlarını gerçekleştirmek için bölgeye çekiç güç uygulamasına geçti. Çekiç güç uygulaması ile Başûrê Kurdistan sınırlarını da 36-42’nci paralel olarak belirledi. Başur halkı, 1991 yılında Saddam Hüseyin diktatörlüğüne isyan başlattı. ABD’nin çekiç güç uygulaması Başur halkının isyanına denk getirilerek, Başur halkının kendi gücü ile bir diktatörlüğü yenmesi gölgede bırakılmak istendi. ABD planı, siyasi partilere dayalı bir plandı. İsyan eden ise halktı. Halk isyan ederken Başur’un şimdiki iktidarını elinde tutan siyasi partiler Başur'da değildi. Siyasi partiler Başur’da döndükten sonra ABD tarafından Başur Parlamentosu da kurduruldu. Parlamento kurdurulduktan sonra YNK ve KDP uzlaştırılarak Başur iktidarı yapıldı. Bu iktidarla birlikte Başur partileri, petrol ticaretine başladı. Bu başlangıç fabrikaların devre dışı bırakılarak, burada çalışan işçi, memurlar, kırsal kentte tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlayan halkın maaşlı peşmergeliğe yönlendirmesi sürecini beraberinde getirerek, tarım ve hayvancılığın sonuna doğru bir gidişi başladı.

Başur partileri bu dönemde kaçak yollarla İran ve Türkiye’ye petrol göndermeye başladı. Öyle ki Irak’ın çıkarıldığı alanlardan ayda150 bin varil civarında petrol, kaçak yollarla Türkiye ve İran’a bu partiler tarafından gönderilmeye başlandı.

Partiler ve yetkilileri gelirlerini kaçak yollarla Türkiye ve İran’a gönderdikleri petrolle elde etmeye başlarken, bu gelirden hiçbir şekilde faydalanmayan halk, kırsal kesimde tarım ve hayvancılığını sürdürdü.

SADDAM'IN KATLİAM VE SÖMÜRÜ POLİTİKALARI

Irak diktatörü ve Kürt soykırımcısı Saddam Hüseyin, Başur'da bir yandan soykırım, katliamlar gerçekleştirirken, öte yandan da ekonomik sömürüyü geliştirmek ve kendisine bağlı kişiler yaratmak için bazı fabrikalar kurdu.

Saddam Hüseyin, Süleymaniye, Hewlêr ve çevresinde 500 ile 600 kişinin çalışabileceği kapasiteli fabrikalar kurdu. Saddam Hüseyin, ABD’nin 1990’daki 1. Körfez Savaşı'ndan sonra Irak’a uyguladığı ambargonun etkilerini azaltmak amacıyla bu fabrikaları kurdu. Süleymaniye Serçinar’da yaklaşık 300 kişinin çalıştığı çimento fabrikası, Süleymaniye merkezde 400 ile 600 kişi çalışabilen sigara fabrikası, Süleymaniye Bekrajo’da pancar üretiminden dolayı şeker fabrikası, buğday üretimini arttırmak için Süleymaniye merkezde büyük bir buğday silosu, şehir merkezinde tekstil fabrikaları açmıştı. Hewlêr'de ise tüm Irak’a yetecek kapasitede salça fabrikası kurdu; aynı salça fabrikasından -daha düşük kapasiteli- Süleymaniye’ye de kurulmuştu. Ayrıca Hewlêr'de halı fabrikası, düşük kapasiteli sigara fabrikası, tüm Irak’a yetecek düzeyde birkaç tane tavuk çiftliği kurmuştu. Aynı tavuk çiftliklerinden birkaç tane de Süleymaniye’de kurulmuştu. Bu fabrikalara işçi-memur alınırken, zamanla bu insanlar Baasçı yapılmak isteniyordu.

Bu fabrikalara rağmen Başur halkı, özellikle de dağlık bölge olan Qendil, Deşta Herir, Akre, Pencwin, Şeqlawa, Rewandüz, Çemçemal, Seyid Sadık, Ranya, Xurmal, Ahemdava, Qaledizê ve Başur’un diğer tüm bölgelerinde hayvancılık ve tarımsal üretimle geçimini sağlamaya çalışıyordu.

Bunun yanı sıra Süleymaniye ve Süleymaniye’ye bağlı ilçe ve merkezlerde pirinç üretim bölgeleri oluşturulmuştu. Sadece Süleymaniye’ye bağlı Şarezor, Pencwin, Derbendixan, Bazyan, Dukkan ve Ranya olmak üzere beş pirinç üretim merkezi oluşturulmuştu. Bu merkezlerde tüm Irak ve Başur’e yetecek düzeyde pirinç üretiliyordu.

Saddam Hüseyin, ABD’nin uyguladığı ambargoyu hafifletmek için Kürdistan’ı sömürmek amacıyla fabrikalar kurarken, Şii Arap bölgelerinde ise pirinç üretim merkezlerini oluşturdu. Necef, Kerbela, Divaniye, Mussena bölgelerinde yüz binlerce tonluk pirinç üreten merkezler oluşturdu. Bu bölgelerden elde edilen pirinç İran ve Pakistan’a kilosu 50 sent karşılığında ihraç edilerek, ambargonun etkileri hafifletilmek istendi.

TÜRK İŞGALİNE AÇILIŞ

ABD’nin 2003 yılında Irak’a müdahale etmesinin ardından Irak geneli ile Başur'da siyasi, ekonomik, toplumsal ve sosyal anlamda yeni bir süreç başladı. Bu süreç Başur için diğer üç parçanın kurtuluşu, Kürt kültürü, tarihinin kökleştirilip yaşatılabileceği bir zemin sunuyordu. Bunun yanı sıra bağımsız bir Kürt ekonomisinin gelişmesine büyük imkânlar sunuyordu.

Ancak gerek ABD’nin izlediği politikalar, gerek Başur’da iktidar olan partilerin izledikleri siyasi, ekonomik politikalar işgal için pusuda bekleyen Türkiye’ye büyük fırsatlar sundu. İzlenen politikalar Türkiye’ye daha doğrusu AKP ve Erdoğan’a ekonomik, siyasi ve daha önce askeri üsler kurarak geliştirilen fiilen işgale altın tepside fırsatlar sundu.

Türkiye ve AKP, 2003 yılından sonra Irak ile yaptığı anlaşmaların birçoğunu ya iptal etti yada kendi istediği gibi uygulamaya başladı. 2003 yılında Saddam Hüseyin iktidardan düşürüldükten sonra, 1946 yılında Türkiye ile Irak arasında yapılan ve daha sonra birçok kez yenilenen su anlaşmasını Türkiye tek taraflı olarak iptal etti. Irak ve Başur'a gelen suyu istediği zaman keserek Irak ve Başur’dan tavizler kopardı. 1946 yılında yapılan ilk anlaşmada "ihtiyaca yetecek kadar su bırakılacak" maddesi Türkiye tarafından geçersiz sayılarak, su kesildiği için sulu tarım arazileri etkilendi. Böylelikle tarımsal üretim, su sorunu yaşanmaya başlandı. O yüzden daha önce ekilen pirinç tarlaları başta olmak üzere birçok tarım arazisi sulu tarıma kapandı. Ancak buna rağmen Başur'da, özellikle de Süleymaniye çevresinde pirinç üretimine devam edildi.

KDP ve YNK iktidara geldikten sonra her ne kadar ABD tarafından uzlaştırılıp iktidar ortağı haline getirilseler de, parti olarak kendilerini örgütleme yollarını aradılar. '90’lı yıllarda tanıştıkları petrol ticaretinin yollarını arayarak yönetici kesimlerin zenginlik peşinde koşması; elde edilen gelirle parti örgütlemeleri hesaplarını yaptılar. Bunun için her parti kendi bölgesinde ve taraftarlarından maaşlı peşmergelik örgütleme politikasını izlemeye başladı. İzledikleri bu politika ile kırsal kesimlerde her evde en az bir kişiye peşmerge maaşı bağlandı. Şehirlerde ise her ne kadar tek otonom bölge olarak kabul edilmiş gibi görünse de her parti kendi bölgesinde kurduğu devlet kurumlarında parti kadrolarını memur statüsünde işe aldı. İç güvenlik güçleri olarak da köylerde bile asayiş örgütlendirilerek insanlar maaşa bağlandı. İzlenen bu politikalar giderek kırsal ve il, ilçe, kasabalar ile köylerde tarımsal üretim ve hayvancılığın yerini maaşlı yaşama bıraktı. Zaman ilerledikçe tarım ve hayvancılık yok olma noktasına geldi. Her iki partinin izlediği bu politikalardan ötürü yaklaşık 5 milyon civarında olan Başur nüfusunun dörtte biri, memur statüsü aldı. Memur olarak gösterilenlerin hemen hemen hepsinin, her iki partinin kadroları olduğu da bilinmiyor değil. Bu durum Bağdat merkezi hükümeti ile Başur bölgesel yönetimi arasında yaşanan sorunlardan biri olarak da kabul edildi. Merkezi hükümet ile Başur bölgesel yönetimi arasındaki bütçe sorununda parti kadrolarının memur statüsünde gösterilmesi sürekli sorun oluyor.

ÖZELLEŞTİRME POLİTİKALARI KİME YARADI?

Başur iktidar partileri olan KDP ve YNK, Türkiye ile 1992 yılından sonra çok daha sıkı ilişkiler geliştirmeye başladı. Bu ilişkiler Kürt özgürlük hareketine düşmanlık üzerinden kurulan ilişkiler oldu. Öte yandan Türk hükümetleri, işgal politikalarını ekonomik, eğitim alanlarında geliştirmek için adımlar attı. 1992 yılında ABD tarafından sınırları belirlenen Başur’dan Türkiye’ye kaçak yollarla petrol gönderilmesi ile ekonomik altyapı temelleri atıldı. Aynı yıl Fetullah Gülen Süleymaniye’de Işık Koleji adıyla ilk okulunu açtı. 2003 yılından sonra Gülen Cemaati tarafından ekonomik ve eğitim alanında atılan bu adımlar hızla yaygınlaştırıldı.

Gülen Cemaati tarafından Başur'da, özellikle de Hewlêr çevresinde inşaat, gıda, sağlık, petrol ticareti önemli şirketler başta olmak üzere yüzlerce şirketin açılmasına referans oldu.

Kurulan şirketlerin hemen hemen hepsinde KDP yetkililerine pay verildi. Sadece pay vermek değil, şirketlerin hepsinde ortaklıkları vardı. Bunun yanı sıra KDP yetkilileri çok büyük meblağda petrol, gıda ticareti ile inşaat sektöründe yer alan şirketler de kurdu. Bu şirketlerin başında Kar Grup, Mihtap, Selahaddin, Kürdistan adındaki şirketler geliyor. Bu şirketlerin sahipleri ise Neçirvan Barzani, Mesrur Barzani ve kardeşleridir. Bu şirketlerin çoğunluğu da Gülen Cemaati ile ortak kurulan şirketlerdi.

Saddam yıkılıp 2005 yılında Bölgesel Yönetim de oluşturulduktan sonra uygulanan ekonomik politikalar, yeni iktidara gelen AKP’nin ekonomik olarak işgalini geliştirip, kendisini örgütlemesi için muazzam bir zemin sundu. Bu zemin üzerinden başlayan ekonomik işgalin kökleşmesinin sonucu olarak, Başûr'da Türk devleti ile çalışan 6 bin şirket kuruldu. Çeşitli dallarda ticaret yapan bu şirketler üzerinden Türk devleti yıllık 10 milyar dolar kazanıyor. Bir nevi Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürüttüğü özel savaşın bütçesi neredeyse Başur’da kurulan şirketler ve bu şirketlerle yapılan ticaretten elde edilen gelir ile karşılanıyor.

AKP’nin Başur'da bu kadar köklü bir şekilde ekonomik alanla giriş yapmasına, izlenen ve tavsiye edilen özelleştirme politikaları vesile oldu. Başur Bölgesel Yönetimi 2005 yılında ilan edilirken, aynı yıl ABD’nin Irak Temsilcisi Paul Bremer döneminde özelleştirme politikaları başladı. Başur yönetimi, Bremer’in özelleştirme politikalarına çok kısa zamanda cevap verdi. Cevap şunlar oldu: Süleymaniye ve çevresinde daha önce kurulan ve yüzlerce kişinin çalıştığı Serçinar’da çimento fabrikası, Süleymaniye merkezde 400 ile 600 kişinin çalışabildiği sigara fabrikası, Süleymaniye Bekrajo’da şeker fabrikası, Süleymaniye merkezde büyük bir buğday silosu, şehir merkezinde tekstil fabrikalar ile Hewlêr'de tüm Irak’a yetecek kapasitede salça fabrikası, Hewlêr'deki halı fabrikası, düşük kapasiteli sigara fabrikası, tüm Irak’a yetecek düzeyde birkaç tane tavuk çiftliklerini kapatmak. Kapatılan, üretimi durdurulan bu fabrikaların üretiminden elde edilen ürünler ister istemez dışarıdan temin edilmeye başlandı. Temin edilen ülkelerin başında ise Başur pazarını elinde tutmaya çalışan Türkiye geldi. Böylelikle özelleştirme politikaları kapsamında kapatılan ve üretimleri durdurulan fabrikaların yerine de Türkiye kendi şirketleri ile girerek işgalini bir adım daha ileri götürdü.

PİRİN ÜRETİM MERKEZİYKEN, 14 ÜLKEDEN PİRİNÇ ALMAYA BAŞLADI!

ABD’nin Saddam Hüseyin'e müdahaleden sonra Türkiye ile Irak arasında daha önce var olan ve "ihtiyaca yetecek kadar verilmesi gerekir" şeklindeki su anlaşması da Türkiye tarafından tek taraflı olarak bozulduğu için, Başur ve Irak’taki pirinç üretimi de çok ağır bir darbe yedi. Irak’ın dört eyaletinde üretilen ve ambargoyu delmek için kilosu İran, Pakistan, Afganistan’a 50 cente ihraç edilen pirinç üretimi, Türkiye’nin suyu kesmesi sonucu tamamen durdu. Sadece Irak’ta değil, Irak ile birlikte daha önce Başur'un Süleymaniye kentine bağlı 6 bölgeye ve tüm Irak’a yetecek kadar üretilen pirinç üretimi de durdu. Bırakalım tüm Irak’a yetecek kadar pirinç üretimini, şimdi Başur'a dahi yetecek kadar pirinç üretilmiyor. Bunun bir nedeni suyun kesilmesi olurken, diğer önemli sebepler olarak halkın maaşlı yaşama alıştırılması, üretimden düşürülmesi, üretimden çok hazır geleni tüketme üzerine kazandırılan alışkanlıklar ve kültür olarak sıralanabilir.

Kendisine yetecek ve İran, Pakistan ve Afganistan’a yılda tonlarca pirinç ihraç edecek bir üretim kapasitesine sahip olan Irak ve Başur'da pirinç üretimi darbe yiyince, kendi ihtiyacını dışarıdan pirinç ithal ederek karşılamaya başladı. 14 ülkeden yılda 1 milyon ton civarında pirinç ithal ederek kendi ihtiyacını karşılamaya çalışıyor. İthal edilen yaklaşık 1 milyon top pirinç karşılığında yılda 700 milyon dolar civarında ödeme yapılıyor. Daha önce Irak ve Başur’da pirinç üretimi yapıldığında bu 700 milyon dolar gelir olarak Başur ve Irak halkının cebine giriyordu. Şimdi ise bu para 14 ülkeye ödeniyor.

Türkiye, işgalini kalıcılaştırmak için Bölgesel Yönetim tarafından organize edilen, yapı inşaat, petrol ve enerji fuarına yüzlerce firma ile katılıyor.

Her yıl Hewlêr'de İnşaat ve Yapı Ürünleri Fuarı ile Petrol ve Enerji Fuarı adıyla düzenlenen etkinliklere katılan firmalar, Başur'daki ekonomik işgalin düzeyini gösteriyor. Bu fuarlara katılan firmaların büyük çoğunluğu Türkiye ve İran’dan olurken, Avrupa, Suudi Arabistan, bazı Arap ülkelerinden de firmalar katılıyor. Fuarlara katılan firmaların sayısı genelde 200’den fazla oluyor. Bu firmalar, aynı zamanda Başur’un ticaret, inşaat, ithalat ve ihracatını ellerinde tutuyor.