Brezilya seçimleri ve Latin solunun etkileri

Latin kıtasında Hugo Chavez’den sonra o kadar etkili olabilecek lider halihazırda yok. Genelde sistemlerin sol tarafını temsil eden liderler var. Brezilya'da hem askeriyenin hem de sermayenin bir bölümünün desteğini alan Lula da bunlarda biri.

Brezilya, Latin kıtası için çok önemli bir ülke. Önemi şuradan ileri geliyor: Latin kıtasının en büyük ülkesidir. Yine ulaşım bakımından Avrupa, ABD ve Afrika’ya yakındır. Endüstri olarak ABD ve Kanada’dan sonra geliyor. Tarım ve hayvancılık olarak da dünya çapında belirli yeri vardır. Koşulları bütün kıtayı besleyecek kapasitededir.

Bütün kıtada olduğu gibi burada da eşitsizlik hat safhadadır. Denilebilir ki kıtada en fazla eşitsizliğin olduğu ülkedir. 30 milyon insanın açlık sınırının altında yaşadığı söylenir. Uluslararası şirketlerin ve mafyanın en fazla kontrol ettikleri ülkelerden biri olduğu da söylenebilir. Daha birçok şey söylenebilir ama şimdilik bununla yetinelim. 

Ülke hakkında bu kısa bilgilerden sonra kısaca seçim sonuçlarına bir göz atalım ve olası ikinci tur için de öngörülerimizi sunalım.

İlk soru şu; başkanlık seçimlerinin ilk turunu Lula de Silva kazandı ama gerek eyalet valiliklerinde gerekse de parlamento ve senatoda azınlık durumunda. Bu durumda Lula’nın kazanma şansı var mı?

Brezilya’daki durum Kolombiya, Şili, Peru ve Ekvador’a çok benziyor. Buralarda da ya parlamentonun çoğunluğu muhafazakarlarda; dolayısıyla başkanlık solda ya da tam tersine başkanlık muhafazakarlarda, parlamentoda ise çoğunluk solda.

Brezilya dışındaki bütün bu ülkelerde seçimlerden önce çok büyük olaylar yaşandı. Olaylar daha çok ekonomik ve biraz da sosyal sorunlardan kaynaklıydı. Kolombiya dışındaki bütün ülkelerde zamanında sol iktidarlar hüküm sürmüş; o açıdan da toplum hem solu tanıyor hem de sağı. Her iki kesim de sorunları çözmek yerine hep erteledikleri için her seferinde toplum heyecanla yeni başkanı seçme yarışına giriyor. Aslında toplum başka alternatifi olmadığı için bir dönem solu seçer, bir dönem ise sağı...

Daha iyi anlaşılması açısından şöyle bir örnek verebiliriz. ABD’de ya demokratlar iktidar olur ya da cumhuriyetçiler. Maalesef başka alternatif yok. Genelde dünyada devletli sistemlerde bu böyledir. Burada bu sistemlerin sorunlara yaklaşımını tartışmayacağız. Aslında hepimiz bu hükümetlerin gün be gün bu sorunlara yaklaşımını hissediyor ve yaşıyoruz.

Bir başka örnek de Türkiye’den verecek olursak; toplum ya CHP’ye (solculuk adına) ya da AKP’ye (muhafazakarlık adına) mahkûm. Bu partilerin isimlerini değiştirebilirsiniz ama bu iki kesimin mantığı hüküm sürer.

Yukarıda saydığım ülkelerde toplumun hemen hemen yarısı bu her iki kesimin de aslında kendisinin sorunlarını çözemediğini bildiği için sandığa gitmiyor. Diğer yarısı da bir vesile ile bu partilerin sempatizanları veya etkisi altında.

Buralarda seçim sonuçlarına baktığınızda toplum adeta şöyle bir görev dağılımı yapıyor. Toplum diyor ki, bizim sizden başka alternatifimiz yok. O açıdan yönetim güçlerini her iki grup arasında bölüşüyor. Sol ile sağ arasında bir denge oluşturuyor.

LULA KAZANIR MI?

Bu değerlendirmeden sonra Lula kazanır mı, sorusuna geçelim. Lula’nın iyi kötü geçmiş bir pratiği var. Bolsonaro’yu da tanıyorlar. Sorunları çözme noktasında başka da alternatif yok. Dolayısıyla ikinci turda toplum Lula’ya onay verecek. Bolsonaro’ya valilik, parlamento ve senatoda muhalefet etme görevi verdi zaten. Başkanlığı da Lula’ya verecek.

Yalnız toplum, Lula’nın gelmesini istemiyor. Kıtada yaşanan ayaklanmaların neden ve sonuçlarına bakıldığında görünen o ki, hem askeriyenin bir bölümü hem sermayenin bir bölümü Lula’dan yana tavır alacak. Bu tavır Lula için değil elbette; ayaklanma olasılığına karşı toplumun gazını alma desteğidir. Çünkü Bolsonaro’nun son dört yıllık pratiği toplumu patlama noktasına getirdi. Örneğin daha önce Kolombiya, Ekvator ve Şili’de olduğu gibi patlamaya hazır kitleler var.

O açıdan Brezilya’daki sistem, Bolsonaro’yu bir dönem daha kaldırmaz. Türkiye’nin de Erdoğan’ı kaldıramayacağı gibi.

Brezilya’da hemen hemen her kesim şunun farkında; Lula’nın başkan seçilmesi toplumun gazını almak için bir fırsat. Bu açıdan çok ters bir olay olmazsa Lula seçilir. Muhafazakarlar olmadan da Lula, hükümeti yürütemez, bu bakımdan da hem Lula hem de diğer muhafazakarlar ortak bir yol bulmalı. Ki aslında bunun tartışmaları seçimlerden önce yapılmaya başlanmıştı.

Şimdi ikinci soruya geçelim; Yerli halklar, Siyahiler ve kadınlar bu seçimde nasıl bir rol oynadılar?

Bu kesimler karşılık beklemeden Lula’ya destek sundular, başka çareleri de yoktu. Bolsonaro’ya karşı en çok çalışan kesimler bunlar oldu, çünkü Bolsonaro en çok bunları hedef aldı. Erdoğan nasıl ki Kürtleri, Alevileri ve kadınları hedefe alıp saldırıyorsa Bolsonaro da yerlileri, siyahileri ve kadınları hedefe aldı.

Yerli halklar ve Siyahiler, parlamento ve senatoya kendi adayları ile gireceklerini söylediler. 180 adayları vardı ama bu adaylardan fazla seçilen olmadı. Çok örgütlü ve mücadeleci olabilirler ama partililer gibi seçim sisteminde acemiler.

BOLSONARO NE VAAT EDİYOR Kİ BU KADAR OY ALIYOR?

Diğer bir husus; Brezilya’yı bu kadar kötü yönetmesine rağmen Bolsonaro hala 50 milyondan fazla oy alıyor. Bolsonaro ne vaat ediyor ki bu kadar oy alıyor?

Soruyu şöylede sorabiliriz. Erdoğan bu kadar kötü gidişata rağmen hala neden MHP ile beraber yüzde 35-40’larda seyrediyor?

Lula iki dönem başkanlık yaptı, Lula’dan sonra gelen Dilma ve Temer de çok başarısız oldular. Lula’nın topluma vaatleri Erdoğan karşısında 6’lı masanın vaatleri gibi duruyor, o açıdan Bolsonaro hala kazanabiliyor.

Brezilya’da küçümsenmeyecek derecede muhafazakar ve ırkçı kesim var, bir zamanlar Güney Afrika’da olduğu gibi. Bu kesimler sol, yerli halklar ve siyahiler ile çok korkutulmuşlar. Türkiye’de de milletin Kürtler ve Alevilerle korkutulması gibi. O açıdan Türkiye’de olduğu gibi ırkçılar ve muhafazakarlar kazanabiliyor. Diğer taraftan Brezilya’da Amerikan destekli Evangelistler, Ortadoğu’daki gerici dini gruplar gibidir. Daha çok beyaz üstünlüğünü savunurlar. Beyaz olmayanların kendi kaderlerine razı gelmeleri gerektiği yönünde yaratılan algı üzerine kurulu bir dini propaganda yürütürler. Aslında dünya toplumunun yüzde 70’i bu kaderci tarzda yönetiliyor. Bu kaderci tarzı yıkamayan sol da, sağ ve muhafazakar kesimlerin oylarını almak için neo-liberal politikalarla hareket ediyor.

Peki, seçimlerde ABD ve diğer hegemon güçlerin etkisi ne?

Latin’deki sağ muhafazakar kesimlerin Çin ve Rusya ile de ilişkileri çok iyidir. Örneğin, Arjantin’in eski başkanı muhafazakar Mauricio Macri’nin Çin ile ilişkileri çok iyiydi. Babasının Çin’de fabrikası vardı. Çinlilerin bu kıtada hemen hemen bütün ülkelerle en üst düzeyde ekonomik ilişkileri var. ABD’nin de öyle. ABD daha çok siyasi ve askeri alanda, güçlü diğerleri ise ekonomik alanda güçlüler. Örneğin Çin, Nikaragua’da Panama kanalına paralel bir kanal açacak kadar güce sahip.

Kısacası bu durum, Avrupa-ABD ilişkileri gibidir. Avrupalılar da ABD düşmanları ile ilişkilenirler çünkü ABD’nin Avrupalıların her istediklerini karşılama gücü yok. Bu durum Latin ülkeleri için de geçerli.

Beşinci soruya gelirsek; Lula’nın kazanması Latin Amerika’yı nasıl etkiler?

Lula’nın Eski pratiklerine baktığımızda çok aşırı bir değişim veya etki beklemiyorum. Yukardaki sorulara verilen cevaplara bakıldığında Brezilya’da da kıtanın geri kalan ülkelerinde de aşırı bir beklenti yok. Aslında kıtanın basınını takip ettiğinizde Brezilya seçimleri dolayısıyla Lula’nın kazanması sıradan bir olay gibi görülüyor.

Anlaşılması açısından pratik bazı örnekler vereyim. 2018’de Meksika’da sol iktidara geldiğinde “Latin kıtası tekrar sola kayıyor” yorumları yapıldı. Başkan Lopez Obrador (Amblo) o kadar ileri gitti ki devletin kendisine tahsis ettiği uçağa değil de normal bir yolcu uçağı ile seyahat edeceğini söylediğinde, işte adamımız Amblo denildi. İlk senesinden sonra daha önceki hükümetlerden devraldığı neo-liberal politikaları tek tek hayata geçirmeye başladı. Bir diğer örnek; 2019 sonunda Arjantin’de tekrar iktidarı devralan sol ilericilerin durumu gelinen aşamada bir önceki sağcı Macri hükümetinden daha iyi değil. Daha sonra komünist olarak takdim edilen Peru Devlet Başkanı Petro Castillo, sağcılardan daha sağcı bir durumda. Dünyanın umudu Şili Devlet Başkanı Gabriel Boric’in geldiği durum ise ortada. Düşünün, dünyanın en demokratik anayasası yapılıyor ve solun hükümdarlığında bu anayasa maalesef veto ediliyor.

Olumlu olarak şimdiye kadar Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro, örneğin barış, ekoloji ve mafya konularında daha cesur bir görüntü veriyor. Lula, şu andaki haliyle Kemal Kılıçdaroğlu portresi çiziyor. 6. defadır başkanlığa talip, 3 defada başkanlık yapmış birdir. O açıdan büyük bir değişim beklenmiyor.

Bu kıtada Hugo Chavez’den sonra o kadar etkili olabilecek lider halihazırda yok. Genelde sistemlerin sol tarafını temsil eden liderler var.