Diktatörlük, denge ve demokrasi arasındaki Irak

Bugün Irak ve Başûr açısından en acilinden gerekli olan, Üçüncü Yol olarak demokratik sözleşmedir. Etnik ve mezhep sınırlarının ötesinde, özellikle genç kuşağın ve kadınların öncülük edeceği demokratik bir ittifaka ihtiyaç var.

Irak’ın yeni hükümetini, dolayısıyla cumhurbaşkanı ve başbakanını belirlemek amacıyla yürütülen diplomatik trafik son günlerde epey yoğunlaştı. Önce Mukteda es-Sadr ve el-Fetih koalisyonu başkanı Hadi el-Amiri, Şiilerce kutsal sayılan Necef’te bir araya geldi. 15 Ocak’ta yapılan bu görüşmeden sonra Amiri önce Bağdat’a geçip Fetih koalisyonu ile toplantı aldı, ardından Hewlêr’de KDP temsilcileriyle görüştü. 16 Ocak’ta ise İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani, Irak’a geldi. 2 yıl önce Bağdat’ta suikast sonucu öldürülen Kasım Süleymani’nin yerine atanan Kaani, önce Necef’e geçip Süleymani ile birlikte öldürülen Ebu Mehdi Mühendis’in mezarını ziyaret etti, ayrıca Mukteda es-Sadr’ın babası olan ve 1999’da suikast sonucu hayatını kaybeden Ayetullah Muhammed es-Sadr’ın da kabrine gitti. Ardından Sadr ile görüştü. 20 Ocak’ta ise BM’nin Irak temsilcisi Jeanine Hennis Plasschaert Kürdistan Bölge Hükümeti Başbakanı Mesrur Barzani ve yardımcısı Kubat Talabani ile ayrı ayrı bir araya geldi. Bu ve basına yansımayan görüşmelerin tümü, Irak’ta yeni hükümeti oluşturma çalışmaları kapsamında yapıldı.

Irak’ta hükümeti oluşturma çalışmalarının ayları bulması yeni bir durum değil. Ancak son seçimleri öncekilerinden ayıran üç temel husus var.

Birinci husus, seçimlerin zamanlaması. Normalde bu yılın baharında yapılması gereken seçimler öne alınmıştı. Önceki dönem başbakanı Adil Abdul-Mehdi 2019 sonunda, haftalar süren protestolardan sonra istifa etmişti. Yerine atanan Ulusal İstihbarat Dairesi Başkanı Mustafa Kazımi görev başına geldikten bir süre sonra, Haziran 2021’de erken seçimlere gidileceğini açıkladı ve bu kararı da protesto hareketinin talebine dayandırdı. Daha sonra erken seçimler 10 Ekim 2021’e ertelendi.

NEDEN ERKEN SEÇİMLERE GİDİLDİ?

Peki neden erken seçimlere gidildi? Gerçekten halkın talebine kulak verildiği için mi, yoksa işin içinde daha farklı hesaplar mı belirleyici oldu? Bu sorunun yanıtını vermek için kimin en fazla erken seçimler için çalıştığına bakmak gerekiyor. Cevap: BM ve onun şahsında Batı uygarlık güçleri. O dönem diplomasi sahasında en çok hareket eden, erken seçim için sadece Irak ve Başûr’da değil, Tahran’da dahi lobi yapan isim, BM Irak Özel Temsilcisi Jeanine Hennis Plasschaert oldu. Bir önceki dönemde ABD doğrudan kendi temsilcileri üzerinden Irak ve dolayısıyla bölgedeki çıkarlarını gözetlerken, geçen süreçte dolaylı bir temsiliyet üzerinden işlerini yürütmeyi tercih etti. Dolayısıyla 2019 krizinde Irak topraklarındaki mekik diplomasisinin öne çıkan isimleri Brett McGurk ve Kasım Süleymani olurken, bu kez Batı hegemonyasının sözcülüğünü BM temsilcisinin yaptığını görüyoruz.

Erken seçimlerle ulaşılmak istenen hedef ise, Irak’taki Şii güçleri arasındaki dengenin İran aleyhine bozulmasıdır. İran’ın dini lideri Ali Hamenei’nin Şii bölünmüşlüğünün tehlikelerine vurgu yapması bu bağlamda okunmalı. Seçimlerden sonra üçüncü kez Irak’a gelen Kudüs Güçleri Komutanı Kaani’nin önünde duran görev, bu temelde Irak’taki Şii birliğini sağlamaktır. Sadr grubu yanı sıra ikinci bir Şii fraksiyonunun yeni hükümete girmesi amacıyla salt Şiilerle değil, aynı zamanda Kürt ve Sünni güçlerle de görüştü ve onları Koordinasyon Çerçevesi şemsiyesi altında toplanmış Şii güçlerden bir bloğun dahil edilmediği hükümette yer almama konusunda ikna etmeye çalıştı. Bu noktada YNK’nin tavrı belirleyicidir; zira Sadr, KDP ve iki Sünni fraksiyondan oluşacak hükümete girmemesi durumunda çoğunluk sağlanmamış olacaktır. Dikkat edilirse, parlamento başkanı ve iki yardımcısının seçildiği 9 Ocak’taki oturum Koordinasyon Çerçevesi ve YNK vekilleri tarafından boykot edilmişti.  

DENGELER Şİİ GÜÇLERİN ALEYHİNDE DEĞİŞTİ

Bu seçimlerde ilk kez farklı bir oy sisteminin uygulanması da bu çerçevede okunmalı. Fark yaratan ikinci temel husus olarak yeni sistem sonucu 10 Ekim seçimlerinde her zamankinden farklı olarak listelere değil doğrudan adaylara oy verildi, seçim bölge sayısı 18’den 83’e çıkartıldı. Bu ise seçim sonuçları üzerinde belirleyici etki yarattı ve dengeleri, İran çizgisindeki Şii güçlerin aleyhine değiştirdi.

Hatırlatmak gerekirse resmi seçim sonuçlarına göre Sadr liderliğindeki blok 73, Muhammed Hebusi’nin başındaki Sünni Takaddum Cephesi 37, Nuri el Maliki başkanlığındaki Kanun Devleti 33, KDP 31, Hadi Amiri’nin yönettiği Fetih Koalisyonu 17,  YNK 17, Azim Cephesi 14, Tahir Meydanı’ndaki protestocuların oluşturduğu İmtidad Hareketi 9 ve Newaya Nû da 9 sandalye kazanmıştı. Bunun dışında az sayıda milletvekili çıkaran güçler olmakla birlikte, bağımsız adaylardan 43’ü 329 koltuklu meclise girmeyi başardı. Önceki dönemde ise Sadr Hareketi 54, Fetih Koalisyonu 48, Haydar Ebadi’nin başkanlığındaki Zafer Koalisyonu 42, KDP 25, Maliki’nin yönettiği Kanun Devleti 25 (ondan önceki dönemde 92 vekil çıkarmıştı), eski başbakan İyad Allavi’nin Milli Hareketi 21, Ammar el-Hekim’in Ulusal Hikmet Hareketi 19, YNK 18 ve Usame Nuceyfi’nin Kalkınma Cephesi 14 sandalye kazanmıştı.

SADR HAREKETİ VE KDP YENİ SİSTEMİ İYİ DEĞERLENDİRDİ

Sadr Hareketi veya KDP gibi güçlerin büyük oy kaybına uğramasına rağmen sandalye sayısını arttırmasının nedeni, söz konusu yeni sistemi iyi değerlendirmeleri oldu. En fazla kadın vekil çıkaran Sadr Hareketi, kazanma şansının düşük olduğu bölgelerde kadın adayı çıkararak kota sisteminden faydalandı. Örneğin Babil 3 bölgesinde Sadr Hareketinden aday olan kadın, Fetih adayından az oy aldığı halde meclise girmeye hak kazandı. Fetih Hareketi, YNK ve Gorran gibi güçlerin ise aynı seçim bölgelerinde sayıca fazla aday çıkarması sonucu oyları bölündü, bu ise rakip partilerine yaradı ki daha az oy almalarına rağmen vekil çıkardılar. Sadr Hareketi bunun sonucu yüzde 40’lık oy kaybına rağmen sandalye sayısını 19 arttırırken, Fetih İttifakı Ninova 4 bölgesinde en çok oy almasına rağmen hiç vekil çıkaramadı. Çünkü aldığı oylar, üç adayı arasında bölündü.

IRAK SİYASİ GELENEĞİNDEN KOPUŞ

Üçüncü temel fark da, 2005’ten bu yana hükümetler konsensüs temelinde oluşturulurken bu kez Sadr’ın milli çoğunluk hükümeti oluşturmak istemesidir. Bu ise Baas rejimi sonrası Irak siyasi geleneğinden kopuş anlamına geliyor. Konsensüs hükümeti geçen yıllarda dış etki alanını geniş tutuyordu. Zira meclise girmeyi başaran partilerin çoğunluğu hükümette yer alıp önce kendi liderlerine, sonra başbakana karşı sorumlu idiler. Milli çoğunluk hükümeti ise daha az partinin hükümette yer alması, dolayısıyla bazı Şii güçlerin iktidardan dışlanması anlamına geliyor. İran’a yakın Şii güçlerin oluşturduğu ve toplamında 88 sandalyeye sahip Koordinasyon Çerçevesi (Hukuk Devleti, Fetih İttifakı, Ata Hareketi, Ulusal Güçler İttifakı, Kataib Hizbullah’ın siyasal kolu Hukuk Hareketi ve İslami Fazilet Partisi) bu nedenle yeniden konsensüs hükümetinin kurulmasını istiyor.

Koordinasyon Çerçevesi, Sadr ile görüşmesinde Maliki’nin başkan yardımcısı olup kendilerine 8 bakanlığın verilmesini talep etti. Ancak Sadr için Maliki kırmızı çizgidir. İran’ın da etkisiyle Koordinasyon Çerçevesi’nin hükümete girebilmek için Maliki ısrarını bıraktığı gibi görünüyor. Sadr’ın öngördüğü çoğunluk hükümeti, kendi fraksiyonu yanı sıra Muhammet Helbusi ve Hamis Hançer’in öncülük ettiği iki Sünni fraksiyon ile KDP ve YNK gruplarından oluşabilir. 5 bağımsız vekilin desteğini de sağlayan Sadr, böylece 164 sandalyeyi güvence altına almış olur. Salt çoğunluk için 165 vekile ihtiyaç var.

CUMHURBAŞKANI KİM OLACAK?

Hükümetin hangi güçlerle kurulacağı sorunu yanı sıra temel bir gündem de kimin cumhurbaşkanı ve başbakan olacağıdır. Anayasaya göre meclisin ilk oturumundan sonra bir ay içinde cumhurbaşkanının seçilmesi gerekiyor. Dolayısıyla son tarih 8 Şubat. 2003’ten sonra oluşturulan etnik-mezhep dengesi temelinde cumhurbaşkanı hep Kürtlerden seçildi. Kürtler arası denge temelinde de Kürdistan Bölge Başbakanlığı ve Başkanlığı KDP’de, Irak Cumhurbaşkanlığı ise YNK’de idi. Ancak bir önceki seçimde bu denge bozuldu, KDP YNK’ye rağmen aday çıkardı ancak YNK adayı olan Berhem Salih seçildi. Bu kez de KDP, Irak Cumhurbaşkanlık makamını kendisi için iddia ediyor ve 2016’da Irak Maliye Bakanı iken yolsuzluk nedeniyle görevden alınan Hoşyar Zebari’yi aday gösteriyor. YNK ise adayının Berhem Salih olduğunu açıkladı ancak kendini aday gösteren 44 kişi arasında, Şehnaz İbrahim’in eşi olan YNK’li Dr. Latif Reşid de yer alıyor. KDP’nin Berhem Salih’in adaylığını kabul etmeyeceğini ancak Latif Reşid’e oy verebileceği, dolayısıyla ortak aday diye üzerinde uzlaşılabileceği yönünde yorumlar yapıldı. Ancak geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlık konusunu görüşen YNK başkanı Bafel Talabani ile KDP lideri Mesut Barzani anlaşamadı. Ardından Pazar günü yapılan YNK başkanlık konseyi toplantısından sonra yayımlanan bildirgede KDP’nin, YNK’nin aday göstereceği isimden bağımsız olarak kendi adayında ısrar ettiği ifade edilip, Cumhurbaşkanı adaylarının Berhem Salih olduğu teyit edildi. 

EBADİ SEVİLMEYEN BİR İSİM

En geç 8 Şubat’ta belirlenecek cumhurbaşkanının ilk işi ise, meclisteki en büyük fraksiyonu hükümet kurmakla görevlendirmek olacaktır. Başbakan olarak farklı isimler geçiyor. Bunların başında mevcut Başbakan Mustafa Kazımi yanı sıra eski Başbakan Haydar Ebadi (Zafer Koalisyonu), eski İletişim Bakanı Muhammed Allavi ve Saddam rejimi tarafından idam edilen ünlü İslam alimlerinden Ayetullah Muhammed Bekir es-Sadr’ın oğlu Cafer es-Sadr (Maliki’nin Dava Partisi) yer alıyor. Şu an yüksek ihtimal verilen seçenek, Sadr’ın bir manevra ile Ebadi’yi gösterip Kazımi’yi yeniden seçtirmesi. Ebadi, hem İran hem de Kürtler tarafından sevilmeyen bir isim; zira onun başbakanlık dönemi Kürdistan Bölge Hükümeti ile Bağdat arasında sorunlar oldukça kızıştı.

YENİ HÜKÜMET MEVCUT SORUNLARI ÇÖZEBİLİR Mİ?

Önümüzdeki günlerde hem Cumhurbaşkanlık hem de yeni hükümet dolayısıyla Başbakanlık üzerinde uzlaşı sağlanabilir. Ancak yeni hükümetin kurulması, üstelik güçler arası çelişkilerin derinleştiği bir süreçte mevcut sorunları çözebilir mi? Yeni meclis bileşeninin ilk kez toplandığı 9 Ocak’tan sonra Bağdat ve çevresinde üst üste bombaların patlaması, yeni hükümette yer alacak Sünni güçlerle KDP’nin ofis ve temsilcilerinin hedef alınması, yine ABD ve Türk üslerine yönelik füze saldırılarının düzenlenmesi, ülkedeki kriz ve kaos durumunun ne denli kızıştığını gözler önüne seriyor.

ABD müdahalesinin üzerinden neredeyse 20 yıl geçtikten sonra Irak hala etnik ve mezhepsel çelişkiler etrafında bölünmüş krizli yapısını koruyor. Dış güçlerin bölgesel hegemonya mücadelesi Irak ve Başûr toprakları üzerinde yürütüyor olması, bu krizli hali daha da derinleştiriyor ve besliyor. Böylesi koşullar altında herhangi bir soruna çözüm bulunması mümkün değil, ancak geçici dengeler oluşturmaktan ibaret bir siyaset yürütülür. Şu anda da seçim ve hükümeti kurma çalışmaları adına yürütülen işler, denge oluşturmaktan başka bir şey değildir. Ki -Irak’ın içinden de dışından da- her gücün temel amacı, dengenin kendi lehine ve rakibinin aleyhine kurulmasıdır.

BÜTÜNLÜKLÜ BİR SİYASİ İKTİDAR YOK

2003’ten sonra Irak’ta dış güçler eliyle sözde çözüm diye geliştirilen dengeye dayalı statükonun temel nedeni, demokratik yeniden inşanın yürütülmemiş olmasıdır. Irak’ın bugün bu denli parçalı olmasının sebebi, ortak bir gelecek kurmak için gerekli olan geçmişle hesaplaşmanın geliştirilmeyişidir. Baas diktatörlüğünden sonra esas ihtiyaç duyulan demokratikleşme sürecine hiç girilmedi bile. Bundan ötürü ne Kürtlerle merkezi hükümet arasındaki ilişki demokratik bir temelde yeniden inşa edildi ne de ülkede demokratik bir sistem kuruldu. Bugün yolsuzluk, hukuksuzluk, mali kriz, sağlık sektörünün iflası, başta su ve elektrik olmak üzere altyapı sorunları, iç ve dış göç, cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığı, güvenlik sorunları ve faili meçhuller, DAİŞ gibi örgütlemeler ve TC’nin işgal saldırıları gibi sorunlar, bunun sonucu olarak yaşanıyor; çünkü aslında ortada bütünlüklü siyasi bir iktidar bile yok.

ÜÇÜNCÜ YOLA İHTİYAÇ VAR

Oysa Irak, bugün bütün Ortadoğu’ya model olabilecek bir potansiyele sahiptir. Hem tarihte hem de yakın zamana kadar bölgenin entelektüel merkezi sayılan bu coğrafya, sahip olduğu etnik, dini ve kültürel zenginliği tehdit olarak görmek yerine Demokratik Ulus esprisi temelinde kendini inşa etmesi yegane çözüm yoludur. Bu topraklarda yaşayan çok sayıda etnik, dini ve kültürel grubun demokratik özerkliğine dayalı olarak yer alacağı demokratik Irak, çok uluslu bir yapı olarak bölgeye model olabilir. Göstermelik temsiliyetler yerine gerçek demokratik temsiliyet ve katılıma dayalı konfederal sistem, hem Irak’ın dokusuna uygundur hem de halkların özlemlerini karşılama gücüne sahiptir. Unutulmamalı ki 10 Ekim seçimleri, Irak tarihindeki en düşük katılımlı seçimler oldu. Ülkenin büyük çoğunluğu seçimleri boykot ederek aslında hem siyasi düzene mesaj verdi hem de mevcut sisteme olan inançsızlığını ifade etti. Özellikle de Şii toplumu içinde boykot edenlerin sayısı, sandık başına gidip oy kullananların sayısının çok üstündeydi. Bu ise Şiilik adına hareket eden siyasi güçlerin Şii toplumunun iradesini ne kadar temsil ettiğini, daha doğrusu etmediğini ortaya koyuyor.

Bugün Irak ve Başûr açısından en acilinden gerekli olan, mevcut iktidarcı güçler ve hegemon dış güçlerin ötesinde Üçüncü Yol olarak demokratik sözleşmedir. Etnik ve mezhep sınırlarının ötesinde, özellikle genç kuşağın ve kadınların öncülük edeceği demokratik bir ittifaka ihtiyaç var.

Ne Irak ne de Başûr’da aslında siyaset diye bir şey yok, siyasetsizlik var. O nedenle toplumun öncelikle kendi demokratik siyaset alanını inşa etmesi ve buradan bir değişimin önünü açması lazım. Mevcut Irak sınırları içinde yaşayan toplumlar, etnisiteler ve inançlar Demokratik Ulus çatısı altında yeni bir kimlik oluşturmayı başarırsa yüz yıl önce Batı hegemon güçler tarafından sınırları çizilen Irak, ebedi kriz ve kaos devletinden demokratik bir modele dönüşebilir. Yoksa bir yüzyıl daha kapitalist modernitenin beslendiği bir kriz ve kaos rejimi olmaya devam eder.