Filistin’e ağlayanlar Kurdistan’a ölüm yağdırıyor

Kürtlere kıyameti yaşatan Türk yönetimi şimdi insan hakları havarisi rolüne soyunmuş. Türk basını Filistin için kamuoyu oluşturuyor, hükümetin isteği üzerine Yahudi ve Batı düşmanlığını pompalıyor. Bir yandan da Kürt düşmanlığı tam hız devam ediyor.

7 Ekim’de Hamas’ın saldırılarıyla başlayan savaş tam bir yıkıma ve trajediye dönüştü. İsrail yönetimi ateşkes taleplerini reddederek, Hamas’ı bitirmediği sürece saldırılarını durdurmayacağını tekrarlıyor. ABD ve Avrupa’nın desteğiyle İsrail tarihsel bir fırsat yakaladığını düşünerek Gazze’yi tümden ortadan kaldırmayı hedeflemiş durumda. Dar bir alana sıkıştırılmış ve tamamen kuşatmaya alınmış Gazze can çekişiyor. Sorun artık Hamas’ı aşmış, Filistinlilerin varlık yokluk sorunu haline gelmiş durumda.

Mevcut ulus devletler güvenliklerini ve egemenliklerini diğer devletleri, halklarını etkisiz hale getirme ve karşısında konumlanma ekseninde ele alıyor. Halkların çıkarlarını esas alma ve kaynakları birlikte kullanma, birbirlerinin varlıklarına saygılı olma ulus devletlerin doğasıyla çelişiyor. Bu açıdan ulus devletler sorunların çözümü aracı değil, tersine sorunların kaynağı haline gelmişlerdir. Ulus devletler aşılmadan halklar barış ve birlik içinde yaşayamazlar. Buna alternatif olarak Önder Apo’nun geliştirdiği demokratik ulus projesi sözü edilen karşıtlıkları ortadan kaldırıyor.

Daha önce Bağdat bombalandığında dünya ilk defa bir bombardımanı ve savaşı canlı yayında izlemişti. Şimdi canlı yayınlarda dünya halkları Gazze’deki katliamları, çocuk ve kadınların, sivillerin öldürülmelerini izliyor. Savaş bir ayını doldurmak üzere ama ölenlerin sayısı on bini aşmış. Ve bunların çoğu sivil insanlar. Savaş yasalarına göre de sivillerin vurulması yasaktır ve savaş suçları kapsamına girer. Ama dünyanın çivisi çıkmış, ne uluslararası kurumların etkisi kalmış ne de yasaları takan var. Gücü olan her şeyi yapabiliyor. Dünya ezilenler ve halklar için son derece tehlikeli bir duruma getirilmiş durumda.

İsrail ve Filistin coğrafya olarak küçük bir bölge. Ama adeta uzaydaki kara delik gibi bütün dünyayı içine çekmiş durumda. ABD savaş gücüyle bölgeye ağırlığını koymuş. Avrupa arkasına dizilmiş. Rusya ve Çin bir biçimde müdahil olmaya çalışıyor. Bölge güçleri İran ve bağlaşıkları fiili savaşa girmemiş gibi görünse de aslında içindeler. Sıcak savaşın yayılma tehlikesi de çok fazla. Türkiye gibi ülkeler bir biçimde krizden, fırsatlardan yararlanıp Kürtleri hedef alarak savaşın yayılmasına çalışıyorlar. Kısacası Filistin’deki savaş bütün dünyayı etkileyen ve içine çeken sıcak bir çatışma ve kriz alanı olarak ön sırada olmaya devam ediyor.

Televizyonlardan sadece kadın ve çocukların ölümünü, ölüm kıskacına alınmış bir halkı seyretmiyoruz. Sürekli bombardıman altında tutulan Gazze’nin, bir şehrin de öldürülmesini seyrediyoruz. Bir şehir nasıl öldürülür, dünyaya gösteriliyor.

Olanlardan ders çıkarılmayacağı açık. Buna en iyi örnek Türkiye’dir. Erdoğan "dünyayı ayağa kaldıralım, İsrail savaş suçları işliyor, yargılanmalıdır" diyor. Filistinliler topraklarından sürülüyor, kadınlar ve çocuklar öldürülüyor vb. diye bol bol propaganda yapıyor. Ama kendisi Kürtlere karşı aynı suçları işliyor. Diyarbakır’ın Sur ilçesini tank ve top atışlarıyla yerle bir etti. Sur, beş bin yıllık tarihi geçmişe sahip bir ilçeydi. Yine Cizre, Nusaybin vb. şehirler yıkıldı. BM’nin bir komitesi bu yıkımlarla ilgili bir rapor hazırlamıştı. O raporda mevcut manzara ‘’kıyamet sonrası’’ gibi tarif edilmişti. Kürtlere kıyameti yaşatan ve sistematik biçimde kimyasal silahlar kullanan Türk yönetimi şimdi insan hakları havarisi rolüne soyunmuş. 

Türk basını Filistin için kamuoyu oluşturuyor, hükümetin isteği üzerine Yahudi ve Batı düşmanlığını pompalıyor. Bir yandan da Kürt düşmanlığı tam hız devam ediyor. Erdoğan Batı dünyasının içindedir. Ekonomik olarak Batı’dan kopmak istemiyor. Tersine gidip ekonominin başına Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası için birisini Batı’dan getirdi. Neden? Çünkü Türkiye’de ekonomi kötü durumda. Batı’dan sermaye çekmeye ve kaynak bulmaya ihtiyacı var. Erdoğan soygun ve vurguna dayalı bir ekonomi kurdu. Kendisi de çok çaldı, havuz medyasını öyle satın aldı. Tam kapitalist düzene göre bir kişilik. Erdoğan’ın karşı olduğu ve almak istemediği şey sadece ve sadece demokratik ölçülerdir. Çünkü demokrasi ve hukuk işlerse diktatörlük kuramaz, halkın ve bölgenin başına böyle bela olamaz. Batı karşıtlığı da belirttiğimiz bu değerler nedeniyledir.

Erdoğan basını çok kötü kullanıyor. Özgür basını ise bastırıp susturuyor. Dünya Gazze’yi canlı yayında izliyor. Ama o Kürtlerin şehirlerini yıktığında basının bölgeye girmesine izin vermedi. Efrîn’i işgal edip yüzbinlerce insanı sürdüğünde, etnik temizlik yaptığında oraları dünyaya kapattı. Şimdi de 'profesör ve terör uzmanları' diye bazı tipleri televizyonlara çıkarıp Türkiye’de ırkçılık ve savaş kışkırtıcılığı yaptırıyor. Kürt sorunu artık tartışılamıyor. On binlerce insanın canına mal olmuş ve onlarca yıldır süren bir savaş terör kavramına sıkıştırılmış durumda. Kürt halkı PKK’ye indirgenmiş ve PKK de terörle özdeşleştirilmiş. PKK’yi bitirirsek Kürt halkından ve bu sorundan da kurtulmuş olacağız algısını dünyaya ve Türkiye’ye egemen kılmak istiyorlar. Batıyı çifte standartla suçlayanlar Türkiye’nin bu gerçeğini neyle kıyaslayıp suçlayacaklar?

Kaynak: Yeni Özgür Politaka