Kolonizasyon, etnosid, jenosid, ilhak: Efrîn

BM’nn 1948’de kabul ettiği jenosid kavramına göre halihazırda Efrîn’de yaşananlar soykırım ve jenosidden başka bir şey değildir. İletişimin bu kadar ilerlediği 21. Yüzyılda dünyanın gözleri önünde Efrîn Kürtlerden temizleniyor.

41 yaşındaki Roşîn Bîlal, Türk devletinin işgalinden önce eşi ve 5 çocuğuyla Eşrefiye Mahallesi'nde yaşıyordu. Bütün Suriye’nin ateş çemberinden geçtiği ve bombaların yağmur damlaları gibi yağdığı yıllarda Efrîn bomba ve makineli tüfeklerin sesinden uzakta huzur içindeydi. Şüphesiz Efrîn’in bu huzuru Kürt halkının düşmanlarını rahatsız ediyordu. Tarih yaprakları 20 Ocak 2018’i gösterdiğinde Türk devleti 72 savaş uçağı, yüzlerce tank/obüs ve binlerce çetesiyle Efrîn’e yöneldi.

TÜRKİYE, EŞİ VE ÇOCUĞUNU KATLETTİ

O işgal için düğmeye basıldığı günden sonra Roşîn Bîlal’in hayatı da bütün Efrînliler gibi deyim yerindeyse allak bullak oldu. Kadın, erkek ve yaşlı demeden binlerce Efrînlî gibi Roşîn de silaha sarılıp kentinin savunmasına katılmak zorunda kaldı. Eşiyle birlikte bir yandan mahallelerini savunuyorlardı, diğer yandan da 5 çocuklarıyla ilgileniyorlardı. Roşîn, işgal saldırısının 34. gününde, yani 24 Şubat 2018’de ağır yaralandı. Kaldırıldığı hastanede tedavi gördüğü sıradaysa eşi Îdrîs Memo’nun 14 yaşındaki oğulları Şûkrî Memo’yla birlikte Türk devletinin bombardımanında can verdiklerini öğrenir. Bir anda hayatı kararır, içindeki hayat ışığı söner. 5 aylık tedavi sürecinde geride kalan 4 çocuğundan uzakta dona kalır, hareket etmez, konuşmaz, yemez ve içmez. Roşîn, aylar sonra hayata dönecektir. Bedeni ve ruhunda derin izler bırakan yaralarına rağmen 8 ayın ardından dört elle hayata tutunmaya karar verdi. Şimdi o 4 çocuğuyla birlikte Til Rifat ilçesinin Şehba bölgesinde yaşıyor, diğer bütün Efrînli aileler gibi onun da tek hayali var; doğup büyüdüğü Efrîn’e dönmek.

JENOSİD

Raphael Lemkin Yahudi bir hukukçuydu ve 1939 yılına kadar Varşova’da yaşıyordu. Ülkesi Nazi Almanyası tarafından işgal edildiğinde, Polonya’daki bütün Yahudiler gibi o da soykırımından payını alacaktı. Sadece kendi ailesinden 49 kurban veren Lemkini sürgüne çıkmak zorunda kaldı. Önce İsveç’e, ardından da ABD’ye gitti. Geri kalan ömrünü artık Ermeni ve Yahudi soykırımları üzerinde yürüttüğü araştırmalar için harcayacaktı. Her iki dünya savaşına dair önemli analizlerde bulunan Lemkin 20. yüzyılın ilk yarısında Ermeni ve Yahudi halklarının başına geleni “jenosid” olarak isimlendirdi. Lemkin “jenosid” kelimesinin anlamını bu sözlerle izah edecekti:
“Jenosid bir halkın bir anda yok edilmesi anlamına gelmiyor. Jenosid bir grubu veya ulusu örgütlü ve planlı bir şekilde yaşam kaynaklarından kopartma amacını güdüyor. Hedef alınan halk veya grubun siyaseti, toplumsal/sosyal kurumları, kültürünü, dilini, milli duygularını, inancını ve ekonomisini bitirilmeye çalışmasıdır. Ayrıca jenosid söz konusu ulusun fertlerinin güvenliğini, özgürlüğünü, sağlığını, onurunu ve yaşamını ortadan kaldırmanın adıdır.”
Hukukçu Raphael Lemkin’in 1943-1944 yıllarında dünya kamuoyuna yansıyan bu konudaki çalışmaları ve analizleri tarihe “Nürnberg mahkemeleri” olarak geçen yargılamalarının temelini oluşturdu. Bu şekilde jenosid kavramı ilk kez Nazi savaş suçlarının yargılandığı Nürnberg’deki mahkemelerin iddianamesine girdi. 9 Kasım 1948 günü ise Birleşmiş Milletler (BM), hem jenosidin önüne geçmek hem de bu suça bulaşanların yargılanması için hazırladığı konvansiyonu kabul etti. Bu konvansiyonla janosid ya da diğer adıyla soykırımı uluslararası bir insanlık suçu olarak gören BM, artık kim olursa olsun ve mevkilerine bakılmaksızın jenosidi uygulayan veya teşvik eden kişilerin uluslararası mahkemelerde yargılanmasını, cezalara çarpıtılmasını sağlayacaktı.

KÜRDÜN İMHASI ÜZERİNE

Raphael Lemkin ve BM’nin jenoside ilişkin çizdikleri çerçeveden baktığımızda, varlığını Kürtlerin inkâr ve imhası üzerine inşa eden Türkiye Cumhuriyeti şimdiye kadar sayısız kez insanlık suçunu işledi. Örneğin Kürt yazar ve tarihçi Mehmet Bayrak’a göre cumhuriyetin kuruluş yılları bir ret ve inkâr sürecidir. Bayrak, 1925 yılında hazırlanan ve 28 madden oluşan Şark Islahat Planı'na dikkat çekiyor. Ne ilginçtir ki bu planın ilk maddesi Kürt kimliğinin yok edilmesi ve Kürdistan’ın askeri güçlerle yönetilmesidir. Plan çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti tedip, tenkil, takdil, tehcir, temsil, temdin ve tasfiye üzerinde inşa ediliyor. Tarihçi Bayrak’ın 7T olarak isimlendirdiği ve tümü Arapça olan bu kavramlar askeri yöntemlerle terbiye etme, öldürme, yerinden yurdundan sürme ve Türkleştirme anlamına geliyor.

7T POLİTİKASI VE AKP

1910’ların başında Rumların yerinden sürülmesinden, Ermeni ve Süryanilere yönelik jenosidden Zilan Deresi Katliamı'na ve Dersim Tertelesi’ne kadar Türk hükümetleri birçok kez soykırım ve tehcir yöntemlerine başvurdu. Türk devletinin 7T politikası AKP iktidarı zamanında daha da şiddetlendi, hiç olmadığı kadar bu dönemde fiziki ve kültürel soykırımın çarkı döndürüldü. Nasıl ki 1. Dünya Savaşı’nda Ermeniler, 2. Dünya Savaşı’nda Yahudiler soykırım cenderesinden geçirilmişse, Türk devletinin şimdiki hükümeti de 3. Dünya Savaşı sırasında aynı şeyi Kürtlerine başına getirmek istiyor. Kuzey Kürdistan’da uygulanan her türlü kültürel ve fiziksel soykırımın yanında Türk devleti hiçbir fark gözetmeksizin bu parçadakine benzer Başûr, Rojava ve Rojhilat’ta, hatta diasporada Kürtlere yönelik jenosid politikasını sürdürüyor. Bu soykırım halkasının en bariz örneği de Efrîn’de gözler önünde zaten. Bu yüzden olacak ki yazıma Efrînli Roşîna’nın öyküsüyle başladım. Çünkü Efrîn en canlı örnek, Türk devletinin Kürdistan’ın bu kentinde uyguladıkları hafızalarda hâlâ taze. Burada önemli bir noktayı es geçmemek gerekiyor, Türk devletinin attığı her adımın tarihi bir perde arkası var. Efrîn’i hedef alan işgal saldırısı 20 Ocak 2018 günü öğleden sonra 72 savaş uçağının havalanmasıyla start almıştı. O gün Qazî Mihemed ve arkadaşlarının Mahabad’da 22 Ocak 1946 günü ilan ettikleri Kürdistan Cumhuriyeti’nin 72. yıl dönümü için gerçekleşecek kutlamaların hazırlıkları yapılıyordu.

EFRÎN'DE NELER OLDU?

Sizce aynı gün Suriye savaşı sırasında “çemberdeki cennet” olarak adlandırılan Efrîn’e karşı bütün dünyanın gözleri önünde soykırım ve tehcirin başlatılması tesadüf müdür? Tarih sömürgecilerin Kürt halkına karşı yürüttüğü soykırım siyasetinde günlerin rastgele seçilmediğini birçok kez bize gösterdi. İşgal saldırısının sadece ilk ayında 21’i çocuk ve 27’si kadın olmak üzere toplam 176 sivil şehit düştü, 448’i yaralandı. İkinci ayda ise Efrîn 35’i çocuk, 41’i kadın toplam 232 sivil kayıp verdi, en az 600 kişi de yaralandı. Yerden ve havadan gerçekleşen bu saldırılara karşı Efrîn halkı 58 gün direndi. Fakat Türk devleti her geçen gün saldırıların dozajını artıyordu, ne gariptir dünya o günlerde kör, sağır ve dilsizi oynuyordu. Bunun üzerine Efrîn’deki özyönetim 18 Mart 2028 günü daha büyük insani felaketlerin önüne geçmek için sivil halkın yer değiştirmesine karar verdi. İki gün sonra 20 Mart’ta Efrîn halkının yüzde 90’ı göç yollarına çıktı. Şam rejiminin 2004 yılına ait verilerine göre Efrîn’in nüfusu 450 bin civarındaydı. Ancak ülkedeki iç savaşın patlak vermesiyle Halep’in doğusundan, Homs ve İdlib gibi kentlerden en az 350 bin mülteci Efrîn’e göç etti. Özyönetimin 2017’deki nüfus sayımına göre ise Efrîn’de yaşayanların sayısı 600 bini geçmişti, kimi bilgilere göre ise Türk devletinin işgalinden önce kentin nüfusu 1 milyona yaklaşmıştı.
Bir Kürt kenti olan Efrîn’de en az 22 bin Alevi, 25 bin Êzidî ve 10 bin de Hıristiyan yaşıyordu. Efrîn’den göç edenlerin çoğu Şêrawa ilçesinde, Şehba kantona bağlı olan Til Rifat, Fafin ve Ehrese gibi ilçe, köy ve kasabalarda kurulan kamplarda yaşıyor. Kamplarda eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler aralıksız bir şekilde veriliyor. Diğer yandan Türk devletinin Şehba’ya yönelik saldırıları da sürüyor. Hem Efrîn’de hem de Şehba’da sivil halk saldırıların altında yaşamını sürdürüyor. Sadece Şehba’da en az 50 sivilin şehit düştüğü, 78 kişinin de ağır yaralandığı belirtiliyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin verdiği bilgilere göre ise son 2 yılda Efrîn’de 50’si kadın olmak üzere toplam 545 sivil yaşamını yitirdi. Ayrıca Türk ordusu ile ona bağlı Selefist gruplar şimdiye kadar 6 bin Efrînliyi kaçırdı, hâlâ 3300’ünün akıbeti bilinmiyor.
Bu süre zarfında sömürgeci güçler 61 Efrînli kadına ise tecavüz etti, bu vahşet yüzünden 3 kadın hayatına son verdi. Tüm bu suçlar bir yana AFP gibi uluslararası ajansların servis ettiği görüntüler Efrînlilerin ev, işyeri ve mallarının nasıl talan edildiğinin de en bariz ispatı. 36 bin zeytin ile 700 bin nar ağacı ise yok edildi. 2018 yılında Türk devleti 220 bin Efrîn zeytinini Hatay’a geçirerek, bunun büyük bir bölümünü kendi etiketleriyle İspanya’ya sattı. Fransız “Le Point” dergisi Türkiye ile İspanya arasında gerçekleşen Efrîn zeytini ve zeytin yağının ticaretine ilişkin belgeleri özel haberiyle okuyucularına duyurmuştu. Özyönetime bağlı olan Tarım ve Ziraat Konseyi ise 2019’da 100 bin Efrîn’den 100 bin ton zeytin elde edildiğini ve bunun 90 bininin Türkiye’ye kaçırıldığını açıkladı.

TARİHİ YERLER DE TALAN EDİLDİ

Efrîn’deki talan sadece bununla sınırlı değil. Sömürgeciler UNESCO’nun tarihi miraslar listesinde yer alan başta Eyn Dara Tapınağı olmak üzere 45 tarihi mekandan toplam 20 bin tarihi eseri Türkiye’ye kaçırdılar. Kısacası Efrîn’de Kürtleri hatırlatacak her şey ortadan kaldırılıyor, ya da talan ediliyor. Ayrıca Alevi, Ezidî, Hıristiyan ve Müslümanlara ait ibadathaneler, türbe ve mezarlıklar harabeye çevrilerek yok edildi. Köy, kasaba ve mahallerin isimleri Türkçeleştirilirken, her yere bu vahşetin sorumlusu olan çete başı Erdoğan’ın posterleri asıldı. Türk devleti 18 Mart 2018’den bu yana Efrîn’de bir etnosid gerçekleştirerek buranın demografik yapısını değiştiriyor. Aynı yılın Mart ayı sonunda ise Efrîn Hatay vilayetine bağlandı, burayı şüphesiz yöneten Türk istihbaratı MİT’tir.

EFRÎN'E ÇETELER YERLEŞTİRİLDİ

Efrîn İnsan Hakları Örgütü’ne göre Kürtlerin kentteki nüfusu yüzde 18’e kadar düştü. Kentte kalan Kürtler ise her türlü işkenceyle karşı karşıya, baskı ve şiddet onlar için artık günlük hayatın bir parçası. En basitinden onlara zorla Şeriat dayatılıyor. Devlet güçleri ve Selefist gruplar toplumsal yapılarla oynamaktan geri kalmıyor, Kürt gençlerini beyinlerini kışlalarda verdikleri eğitimlerle yıkadıktan sonra Libya gibi savaş bölgelerine gönderiyor. Efrîn’in ilçelerine ise Hama, Homs, Huta ve İdlib gibi kentlerden getirilen çetelerin ailelerine teslim ediliyor. Yerel kaynakların aktardığı bilgilere göre Türk devleti özellikle Türkmen çeteleri ile ailelerini Raco, Şiye, Şera ve Bilbilili ilçelerine yerleştirdi. Söz konusu bu ilçeler Türkiye sınırında yer alıyor. Şüphesiz bununla bölgede bir “Türkmen Kuşağı” planı hayata geçirilmek isteniyor. Plana göre Efrîn’i merkezine alacak, Lazkiye’deki dağlardan Ezaz, El Rai ve Carablus’a kadar bir Türkmen bölgesi kurulacak. Bu projeye ilişkin bilgiler şimdiden Türkmenlerin yerel basın organlarında “Eyn El Tirkmen” (Türkmenlerin gözü) başlığıyla yayınlandı. Türk devleti bu pervasızlıktaki gücünü ise Adana Mutabakatı’ndan ve uluslararası camianın sessizliğinden alıyor. Kolonizasyon, etnosid ve demografik yapının değiştirilmesinin ardından şimdi de “annexation” ya da diğer adıyla ilhak devrede. Bir devletin sınırları içerisindeki toprakların bir başka devlet tarafından zor yoluyla el konulmasına denilen ilhak genelde işgalden sonra gerçekleşiyor. Türk devleti Efrîn’i tamamen Suriye topraklarından ayırmak için 2019 yılının Nisan ayından itibaren sınır bölgesinde duvar örmeye başladı. Astana’da Türkiye, Rusya ve İran’ın vardığı anlaşmaların sonucunda işgal edilen Efrîn şimdi de Lîwa Îskenderun gibi ilhak edilerek Ankara rejimine bağlanması hedefleniyor.

YANITI LEMKİN VE BM VERİYOR

Raphael Lemkin’in çerçevesini çizdiği ve BM’nn 1948’de kabul ettiği jenosid kavramına göre halihazırda Efrîn’de yaşananlar soykırım ve jenosidden başka bir şey değildir. İletişimin bu kadar ilerlediği 21. yüzyılda dünyanın gözleri önünde Efrîn Kürtsüzleştiriliyor. Uluslararası arenada kullanılan bütün hukuki ve insani kavramlar bu barbarlığı anlatmaya yetmez. Bu yüzden Kürtler diplomasi ve medya gücünü devreye koyarak Efrîn’i Kürdistan’ın ve dünyanın gündemine taşımalılar. Şayet Kürtler sadece merhamet, vicdan ve duygusallıkla mesele yaklaşmaya kalkışırlarsa büyük bir hata ederler. Kürtler de daha önce Ermeniler ile Yahudilerin yaptığı gibi diplomasi, kültür, sanat ve medya gücüyle bu jenosidi dünyaya kabul ettirebilirler. Son olarak altını çizmekte yarar var; nasıl ki Türk devletinin Efrîn’e yönelik projeleri varsa, Kürtlerin de bir planı var. 2,5 yıldır yüz binlerce Efrînli Şehbad’da çadırların içinde boş yere hayatta kalma mücadelesi vermiyor. Düşünsenize, doğup büyüdüğünüz topraklar gözlerinizin önünde ama gidemiyorsunuz. Efrîn’in hâlâ taze bu büyük acılarına rağmen Kürtler Efrîn’e, zeytin ağaçlarına, yeryüzündeki cennetlerine muhakkak bir dönecek.