Komploya ve tecride karşı daha güçlü mücadele-Selahattin ERDEM

Komploculuk İmralı işkence ve tecridi olarak tüm Kürdistan’a ve Türkiye’ye yayılmakta ve tüm insanlığı etkilemektedir. Komploya, İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı mücadele de tüm Kürtlerin, Türkiye halklarının ve insanlığın görevi olmaktadır.

Yeni bir şubat ayına giriyoruz. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Kürt soykırım günü” olarak ilan ettiği 15 Şubat Uluslararası Komplosunun yirmi birinci yıldönümü yaşanıyor. Yirmi ikinci yıla girerken, komplocu güçler İmralı tecrit ve işkence sistemini daha da ağırlaştırmaya ve sürekli hale getirmeye çalışıyorlar. Buna karşı Kürt halkının, Özgürlük Hareketinin ve Kürt dostlarının özgürlük mücadelesi ise her alanda çok daha güçlü gelişiyor. Yirmi ikinci yılın çok daha keskin bir hesaplaşma yılı olacağı anlaşılıyor.

Bilindiği gibi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yöneltilen uluslararası komplo, 9 Ekim 1998 günü tehditle Suriye’den çıkartılması ile başlıyor. Bu temelde Önder Abdullah Öcalan’ın komplocu saldırı ile imhası, buna dayanılarak Kürt Özgürlük Hareketi PKK’nin tasfiyesi ve böylece Kürt soykırımının sonuca götürülmesi hedefleniyor. Dört ayı aşkın süre devam ettirilen komplocu saldırılarla söz konusu imha gerçekleştirilemeyince de bu sefer 15 Şubat 1999 komplosu ile Kürt Halk Önderinin idamı temelinde söz konusu amaç başarılmak isteniyor.

Yine bilindiği gibi, 9 Ekim ve 15 Şubat komploları bizzat ABD Başkanlığı tarafından planlanıp uygulamaya konuluyor ve yönetiliyor. Bununla PKK’nin imhası ve tasfiyesi temelinde Kürt soykırımının sürdürülmesi ve böylece Kürt sorununun çözümünün engellenmesi hedefleniyor. Kürt sorununun özgürlükçü çözümünü engellemek de Ortadoğu’nun demokratikleşmesini ve demokratik birliğini engellemek ve böylece Ortadoğu’nun derin çelişki ve çatışma içinde tutulup daha yoğun sömürülmesini sağlamak anlamına geliyor. Nitekim 21 yıldır Kürt sorunu çözümsüz kılınıp bu temelde çelişki ve çatışma daha da derinleştirilerek Üçüncü Dünya Savaşı denen süreç yaygınlaştırılıp devam ettiriliyor.

Demek ki Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yöneltilen uluslararası komplo saldırısı ile Ortadoğu’da geliştirilen Üçüncü Dünya Savaşı arasında kopmaz bağlar bulunuyor. Aslında söz konusu uluslararası komplo saldırısı, Üçüncü Dünya Savaşının başlatıldığı 1990’ların başındaki “Çekiç Güç Operasyonu” ile başlatılmış oluyor. Bu da PKK’nin Güney Kürdistan’a girişinin engellenmesi, Güney Kürdistan’ın Kürt sorununun özgürlükçü çözümünün önünde engel haline getirilmesi, Kürt Özgürlük Hareketinin Kuzey Kürdistan’da kuşatılarak imha ve tasfiyesi için gerekli zeminin yaratılması anlamına geliyor. Nitekim 1990’ların başında başlatılan bu süreç, 9 Ekim 1998 tarihinden itibaren geliştirilen uluslararası komplo saldırısı ile tamamlanmak isteniyor.

Otuz yıldır ABD müdahalesi temelinde yaşanan Üçüncü Dünya Savaşının Ortadoğu’yu nasıl bir kaos içine soktuğu ve kan gölü haline getirdiği ortadadır. Yine yirmi bir yıldır ABD tarafından yürütülen uluslararası komplonun Kürt sorununu nasıl çözümsüz kıldığı, Kürdistan’ı nasıl bir kan gölü haline getirdiği ve bu temelde bölgedeki kaos ve krizi daha da derinleştirdiği de ortadadır. Kuşkusuz 1990 öncesi de Ortadoğu’nun ve Kürdistan’ın durumu bundan pek farklı ve daha iyi değildi. Fakat ABD müdahalesi ve bu temelde gelişen Üçüncü Dünya Savaşı da Ortadoğu sorunlarını ve Kürt sorununu çözmemiş, Kürdistan’ı ve Ortadoğu’yu daha güzel yaşanılır bir alan haline getirmemiştir. Tersine sorunları daha da ağırlaştırmış, bölgede yaşanan kaos ve krizi daha da derinleştirmiştir.

Yirmi bir yıldır uluslararası komplo saldırısının aynı amaçlar doğrultusunda ve her gün kendisini yenilemeye çalışarak sürdürülmek istendiği açıktır. Yani geçen 21 yılın her günü ve her anı ağır bir komplocu saldırı altında yaşanmıştır. Bu gerçeklik kendini en açık bir biçimde İmralı tecrit ve işkence sisteminde ortaya koymuştur. Gün gelmiş 9 Ocak 2013 Paris katliamı olmuş, gün gelmiş Cizre ve Sur katliamları olarak yaşanmış, gün gelmiş Efrîn işgali olarak ortaya çıkmış, gün gelmiş PKK Yöneticilerine ilişkin yeni imha kararlarına dönüşmüş, gün gelmiş 9 Ekim 2019 Rojava işgal saldırısı olmuştur. İmralı tecrit ve işkence sistemi tüm Kürdistan için sürekli bir katliam ve soykırım, Türkiye için faşist baskı ve sömürü, tüm insanlık içinse ağır bir faşist tehdit olarak yaşanmıştır.

Komplocuların yirmi bir yıl önceki amaçları bugün de aynıdır, söz konusu amaçta herhangi bir değişiklik olmamıştır. İmralı tecrit ve işkence sistemini her gün daha da ağırlaştırarak Önder Abdullah Öcalan’ı boğma, her türlü özel savaş saldırısı ile PKK’yi tasfiye etme, her gün gerçekleştirilen katliamlarla Kürt soykırımını derinleştirme amacı devam etmektedir. Söz konusu amaçta ve bu temelde geliştirilen saldırılarda ABD ve TC Devletleri arasında tam bir anlaşma ve ortaklık vardır. Önder Apo’ya, PKK’ye ve Kürt halkına yönelik sömürgeci-soykırımcı saldırılar ABD ve TC Devletleri tarafından birlikte yürütülmektedir. 2014 sonundan bu yana Rojava’da yaşananlar bu gerçeği değiştirmemektedir.

Kuşkusuz Kürtler, 11 bin şehit vermiş olsalar da DAİŞ faşizmine karşı yürütmüş oldukları savaştan pişman değillerdir. Yine sonradan çeşitli ihanetlere uğramış olsalar da, faşist DAİŞ çetelerine karşı başta ABD ve AB devletleri olmak üzere çok farklı devlet güçleri ile çeşitli ittifaklar yapmış oldukları için de pişman değillerdir. DAİŞ’e karşı savaşı çağımız faşizmine ve Kürdistan’a yöneltilen faşist-soykırımcı saldırılara karşı direnişin bir parçası ve bir insanlık görevi olarak görmüşler ve bu tarihi insanlık görevinin gereğini yerine getirmeye çalışmışlardır. Aynı çizgide yürümeye ve aynı görevi yerine getirmeye bugün de devam etmektedirler ve yarın da devam edeceklerdir.

DAİŞ’e karşı savaş ve Rojava’daki gelişmeler, eğer doğru değerlendirilirse kuşkusuz Kürt sorununun çözümünde olumlu etki yapabilir. Fakat ABD-TC ittifakının yapmak istediği gibi yaklaşılırsa da, bunun tersi olarak Kürt Özgürlük Hareketinin tasfiyesi ve Kürt sorununun daha da ağırlaştırılması için de kullanılabilir. Nitekim ABD-TC ittifakı bu temelde kullanmak için çok yoğun ve açık bir çaba içindedir. Zaten Rojava’da DAİŞ’e karşı oluşturulan Kürt-ABD ittifakının öteki yüzünün İmralı’da tecrit ve işkencenin ağırlaştırılması ve PKK ile Bakur halkına yönelik imhacı saldırıların artırılması olduğu açıktır. Yani PKK ve Bakur halkına yönelik AKP-MHP faşizminin vahşi soykırımcı saldırıları ABD Yönetiminden aldığı her türlü destek sayesinde gerçekleşmiştir.

Şimdi önemli olan, yaşanan söz konusu tüm bu gerçeklerin bütün Kürtler ve Kürt siyaseti tarafından doğru bilinmesi ve anlaşılması, bu temelde Kürt soykırımını başarıya götürmek isteyen uluslararası komplo saldırılarına karşı birlikte ve yeterli tutum gösterilmesidir. Bu konuda hiç kimsenin ters bir tutumunun ve ciddi yanılgısının olmamasıdır. Önder Apo ve PKK sırtından sağlanan gelişmelerin özellikle Başur ve Rojava’da doğru anlaşılması ve gereken ortak demokratik tutumun tüm Kürtler tarafından gösterilmesidir. Yoksa uluslararası komplo yenilmez, İmralı işkence ve tecrit sistemi kırılmaz ve Kürt sorunu çözülmez değildir. Ancak bunun için doğru anlayış ve tutum ile ortak mücadele gereklidir.

15 Şubat komplosu ve komploya karşı direnişin yirmi ikinci yılına işte bu temelde girilmektedir. Komploculuk İmralı işkence ve tecridi olarak tüm Kürdistan’a ve Türkiye’ye yayılmakta ve tüm insanlığı etkilemektedir. Komploya, dolayısıyla İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı mücadele de tüm Kürtlerin, Türkiye halklarının ve insanlığın görevi olmaktadır. Bunun yolunu da tarihi “Güneşimizi Karartamazsınız” direnişçiliği ve “Viyan Çağrısı” aydınlatmaktadır. Demek ki yirmi ikinci yılda komploya ve İmralı tecridine karşı Viyanca ve Güneşimizi Karartamazsınız Fedailiği temelinde direnmek gereklidir. Böyle bir direnişin zafer kazanacağı kesindir. Bu temelde PKK Yeniden İnşa Komitesi Üyesi Viyan Soran’ı ve tüm Güneşimizi Karartamazsınız Direniş Şehitlerini saygıyla anıyor, amaçlarının mutlaka başarılacağını belirtiyoruz.

Kaynak: Yeni Özgür Politika