Kürt birliğinin ve örgütlülüğünün tarihsel önemi-Selahattin ERDEM

Kürt özgürlüğü sadece Kürtlerin yararına değil, aynı zamanda tüm bölge halklarının ve insanlığın yararınadır. Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında söz konusu özgürlüğü kazanmak imkân dahiline girmiştir. Ancak bunun için ulusal birlik ve örgütlülük gereklidir.

Çok iyi biliyoruz ki, bugünkü Ortadoğu siyasi coğrafyası Birinci Dünya Savaşı içinde ve sonrasında şekillendi. Savaşın bir tarafı olan İngiltere, Fransa ve Rusya arasında 16 Mayıs 1916 tarihinde yapılan Sykes-Picot Anlaşması ile bu haritanın ilk taslağı şekillendi, sonra da savaşın galibi olan İngiltere ve Fransa’nın çıkarları doğrultusunda mevcut sınırlar çizildi. Böylece mevcut ulus-devlet yapılanmaları İngiltere ve Fransa’nın izni, isteği ve desteği temelinde vücut buldu.

Her ne kadar bölgenin mevcut siyasi yapılanması İngiltere ve Fransa’nın denetimi altında şekillendiyse de, sonuçta bölgenin en etkili ve hegemon devletleri TC ile İran oldular. İkinci Dünya Savaşı ardından bu siyasi yapıya İsrail Devletinin eklenmesi söz konusu hegemonyayı ve dış egemenliği değiştirmedi. Bu temelde Arap toplumu yirmi iki ulus-devlete bölünüp bölgenin ikincil siyasi ve askeri gücü haline getirilirken, dört parçaya bölünen Kürtler ise yok sayılarak üzerlerinde yok edici bir soykırım sistemi kuruldu. Bölgenin kadim halklarından olan Ermeniler ve Asuri-Süryaniler ise daha Birinci Dünya Savaşı içinde ve hemen sonrasında zaten soykırıma uğratılmışlardı.

Doğal olarak söz konusu siyasi statükoyu en çok Araplar ve Kürtler kabul etmediler. Bu temelde Araplar ulus-devlet yapılanmalarını daha çok dünya kapitalist sisteminin alternatifi olduğunu iddia eden Sovyet Birliği ile ilişki içinde geliştirmeye çalışırken, Kürtler ise dört parça Kürdistan’da mevcut sisteme karşı direnişe yöneldiler. Ancak Kürt Teali Cemiyeti ve Xoybûn gibi örgütlenmeler altında ve daha çok bölgesel ve parçalı karakterde gelişen bu direnişler yenilmekten ve ezilmekten kurtulamadılar. Amed, Serhat, Dersim, Mahabad, Süleymaniye ve Behdinan bölgelerinde ortaya çıkan direniş hareketleri ulusal birlik yaratamadıkları, modern örgütsel yapı ve savaş düzeyi geliştiremedikleri ve yeterli uluslararası destek bulamadıkları için başarı kazanıp ulus-devlet haline gelemediler.

Şimdi otuz yıldır devam eden Üçüncü Dünya Savaşı da, tıpkı Birinci Dünya Savaşı gibi esas olarak Ortadoğu bölgesinde yaşanıyor ve iki yönden mevcut siyasi statükonun değiştirilmesini ve yeni bir sistem ortaya çıkartılmasını hedefliyor. Söz konusu savaş içerisinde ve en genel planda iki ideoloji ve üç siyasi strateji mücadele yürütüyor. Küresel düzeyde neredeyse iki yüzyıla yaklaşan kapitalizm-sosyalizm ideolojik mücadelesi, mevcut Üçüncü Dünya Savaşı içerisinde yeniden şekillenerek çok önemli bir düzeye ulaşmış bulunuyor. Birinci Dünya Savaşı içerisinde V. İ. Lenin’in düşünceleri temelinde ve ulus-devlet çizgisinde Rusya’da yoğunlaşan sosyalizm mücadelesinin, Üçüncü Dünya Savaşı içerisinde Önder Abdullah Öcalan’ın düşünceleri temelinde ve demokratik ulus çizgisinde Kürdistan’da yoğunlaştığı görülüyor. Kadın özgürlüğüne ve toplumsal ekolojiye dayalı demokratik toplumculuğu esas alan Kürdistan Özgürlük Devrimi, insanlık için yeni bir umut ışığı olma özelliği taşıyor.

Günümüzde Ortadoğu’da çatışan üç siyasal stratejiye gelince, bunlardan birini TC ve İran Devletlerinin başını çektiği ve yüz yıldır şekillenmiş olan mevcut ulus-devlet statükosunu koruma stratejisi oluşturuyor. Bu stratejinin Kürt karşıtı ve Kürt soykırımını başarıya götürmeyi hedefleyen, Arap sahası üzerinde ise etkinlik kurma amacı taşıyan bölgesel hegemon bir strateji olduğu açıktır. Aslında kapitalist modernite sisteminin son yüzyıldaki tüm kiri ve pası söz konusu bu strateji de somutlaşmıştır. İşte bu düzeyde geri ve çağdışıdır.

Her zaman azami kâr peşinde koşan küresel sermaye sisteminin ABD, İngiltere ve İsrail öncülüğünde planlanan ve yürütülen siyasi stratejisi ise söz konusu amaç doğrultusunda bölge siyasi yapılanmasında kısmi değişiklikler yapmayı hedeflemektedir. Yani küresel sermayenin daha çok kârı ve İsrail’in güvenliği için bölgenin daha çok ulus-devlet sınırı temelinde parçalanmasını, böylece daha çok güçten düşerek sömürüye ve köleliğe açık olmasını istemektedir. Bunun önünde engel oluşturan Arap siyasi yapılanmaları son otuz yıl içerisinde yıkılmış veya değiştirilmişlerdir. Mevcut durumda Irak ve Suriye en az üç parçaya bölünmüştür. Her ne kadar herkes bu devlet sınırlarının birliğinden yana olduğunu söylese de, aslında bu durum güncel aldatıcı propagandadan başka bir şey değildir. Şimdi sıra İran’a ve ardından Türkiye’ye müdahaleye gelmiştir ki, buraların ne kadar bölüneceği henüz tam net değildir.

Kısaca bölgeye müdahalede bulunan ABD, İngiltere ve İsrail öncülüğünün Ortadoğu ulus-devlet yapılanmasını daha çok parçalamak istediği kesindir. Eğer Üçüncü Dünya Savaşından başarıyla çıkarlarsa böyle bir siyasi sonucu şekillendireceklerdir. Bu temelde, tıpkı 1916 yılında İngiltere, Fransa ve Rusya arasında yapılmış olana benzer bir anlaşmanın ABD, İngiltere ve İsrail arasında yapılmış olduğu tartışmasızdır. Avrupa Birliği devletlerinin de bir biçimde bu stratejiye bağlı bir konumda bulundukları görülmektedir. ABD, İngiltere ve İsrail ittifakının mevcut Rusya Yönetimiyle de bu strateji temelinde belli bir anlaşmasının olduğu gözlenmekte ve anlaşılmaktadır. Başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da yaşanan savaş pratiği bu gerçeği açık bir biçimde göstermektedir. Geriye Çin, Japonya ve Hindistan gibi devletler kalmaktadır ki, herhalde bunları karşıt durumdan çıkarmak için de çalışılmaktadır.

Üçüncü siyasi strateji ise Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfederalizm sistemidir. Bu sistem demokratik sosyalizm ideolojisi ile de uygunluk arz etmekte ve siyasi-toplumsal sorunların çözümü için devlet artı demokrasi formülünü önermektedir. Birinci stratejinin mevcut ulus-devletçi, sömürgeci ve hegemonik yapısına karşıdır; tüm farklılıkların kendilerini özgürce örgütledikleri bir demokratik özerklik sistemini uygun görmektedir. Yine ikinci stratejinin bölgeyi daha küçük ulus-devlet parçalarına bölme ve böylece daha çok güçten düşürme amacına da karşıdır; her farklılığın kendini özgürce örgütlediği bir özerkliğe dayalı demokratik konfedaral birliği uygun ve güçlendirici görmektedir. Bunu başta Kürt sorunu ve kadın sorunu olmak üzere tüm toplumsal sorunları özgürce çözüme götüren bir demokratik çözüm çizgisi olarak ele almaktadır. Bu temelde Demokratik Ortadoğu Birliğini öngörmektedir.

İlk iki strateji, ideolojik karşıtlığı nedeniyle üçüncü stratejiye karşı ideolojik birlik içindedir ve bu durum çoğu zaman siyasi ve askeri ittifak olarak da ortaya çıkmaktadır. İkinci ve üçüncü strateji, mevcut bölge statükosunu değiştirmek istediği için birinci stratejiye karşıdır ve sadece bu çerçevede zaman zaman ilişki içinde olabilmektedir. Fakat ideolojik ve yeni sistem temelinde birbirine karşı oldukları için de aynı zamanda mücadele halinde olmaktadırlar.

İşte bu noktada Kürtlerin durumu ve tutumu büyük önem taşımaktadır. Çok açık ki, Kürtler bir bütün olarak mevcut statükonun değişmesinden ve Kürt varlığını da dikkate alan yeni bir bölge sisteminin oluşmasından yanadır. Yani esasta birinci stratejiye karşıdır, ikinci ve üçüncü stratejinin en dinamik gücüdür. İşte Kürtler arasındaki parçalılık da bu noktada ortaya çıkmaktadır. KDP ve YNK gibi Kürt partileri ikinci siyasi stratejiyi esas alırken, PKK ve yakın partiler üçüncü stratejiyi esas almaktadır. Mevcut savaşta Kürt dinamiğine dayanabilmek için ABD, İngiltere ve İsrail Kürt birliğini bozmaktadır. ‘Ayrı ulus-devlet’ vaadiyle KDP ve YNK’yi kendi yanına çekmeye çalışmaktadır. Oysa on yıllardır hep aynı vaadde bulunmuş, ancak hiçbir zaman bunun gereğini yerine getirmemişlerdir. Tersine her zaman kendi çıkarları için Kürtleri savaştırmışlardır. Şimdi ulus-devlet adı altında da, hatta Kürtleri birçok ulus-devlete bölerek hem çok daha güçsüz düşürmek ve hem de komşularıyla çatıştırıp kendilerine mecbur bırakmak istemektedirler. Dikkat edilirse burada hem bağımlılık ve hem de zayıf kalma vardır.

Oysa PKK çizgisi söz konusu durumları aşmakta ve hem özgürlüğü ve hem de güçlülüğü içermektedir. Dahası PKK, devlet artı demokrasi formülüyle Kürt ulus-devlet ve demokratik ulus yapılarını demokratik siyaset çerçevesinde ilişki ve mücadele içinde tutabilmeyi önermekte ve mümkün görmektedir. Bunu KDP ve YNK gibi Kürt partilerinin de anlaması ve benimsemesi gerekir. Kısaca günümüz koşullarında Kürt birliği ve örgütlülüğü herkes için çok önemli hale gelmiştir. Kürt siyasetinin de bu gerçeği görerek, söz konusu birliği ve örgütlülüğü başarıyla yaratması zorunludur. Çünkü Ortadoğu’da mevcut ulus-devlet statükosunun aşılması Kürt özgürlüğüne bağlıdır, o da ancak Kürtlerin birlik ve örgütlülük içindeki mücadelesiyle başarılabilir.

O halde Kürt özgürlüğü sadece Kürtlerin yararına değil, aynı zamanda tüm bölge halklarının ve insanlığın yararınadır. Mevcut Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında söz konusu özgürlüğü kazanmak da imkân dahiline girmiştir. Ancak bunun için ulusal birlik ve örgütlülük gereklidir. Nitekim Birinci Dünya Savaşı sürecinde ve sonrasındaki birlik ve örgütlülük zayıflığı mevcut soykırım zihniyet ve siyasetini ortaya çıkarmıştır. Aynı durum Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında bir kez daha yaşanmamalıdır. Bunun için de dış güçlere hizmet eden ‘Küçük olsun, benim olsun’ anlayışı aşılarak, ‘Büyük olsun, hepimizin olsun’ anlayışı temelindeki bir ulusal birliği ve örgütlülüğü mutlaka sağlamak şarttır. Günümüzde Kürt yurtseverliğinin ve demokratlığının ölçüsü budur.

Kaynak: Yeni Özgür Politika