PKK kesintisiz gelişimi başaran bir harekettir

Hareketimizin baştan beri diyalektik gelişiminde etkisini sürdüren bir özelliği vardır. Her kayıpta, her başarısızlıkta önemli bir başarı etkeni görme, gösterme ve bunları yengiye başarıya dönüştürme özelliğidir.

Bu yıl, bizim ilk ulusal kurtuluş doğrultusuna girmeye karar verişimizin tam on beşinci yıl dönümü oluyor. O günden bugüne baktığımızda göreceğiz ki, bu büyük bir direniş, ondan da önce diriliş ve isyan hareketidir. Buna değinmeden önce grubumuzun durumunu biraz daha yakından görelim. 

Gruba kişilerin katkısından, katılımından ziyade bir doğrultu olarak bakmak daha isabetlidir. Amaç edinenlerin ayrışımı burada önem taşıyor. Özlü ve yaratıcı yaklaşımda ısrar edilirse, devrime götürebilecek yaklaşımlar esas alınmıştır ve belki de bu grubumuzun böyle akla getirilişi aylarca, hatta yıllarca sürdü. Sadece kuluçkaya yatırmıştık. "Türk burjuvazisi duyarsa" veya "düşman farkederse nefes aldırmaz" deniliyordu. İlk kez ufak bir propaganda yapmak istediğimizde, o zaman bizim bir ufak evimiz vardı, iki kapısını da kapattığımı hatırlıyorum. Bir de hafiften kulağa üfler gibi konuşuyordum. İlk propaganda eylemimiz böyledir. Yine odalarda muhtemelen dinleme araçları olabilir diye çekiniyoruz. Bu sefer ikiüç park deniyoruz, hatta kocaman kenti de terk edip ıssız bir mesire yerine gidiyoruz. Orada bile kulaklara çok hafif bir-iki kelimecik söylüyorum. Bu neyi gösterir? Gerçeğin dikkatlice açığa vurulmasını, çıkarılmasını, kıymetinin iyi bilinmesini gösteriyor. Her doğru sözün rastgele her yerde ve zamanda söylenemeyeceğini ortaya koyuyor. 

ANKARA’DA İLK GÜNLER

Genel mahalli akımlar içinde bulunuyorduk, her gün devrimci gençlik hareketidir, sosyalist harekettir, hemen hemen bir çok tartışmaya katılıyoruz, gruplaşıyoruz. Bir hayli gençlik hareketi var, şehitleri var, sıcak bir harekettir, onun içinde yer alıyoruz, iyi bir ortamdır, değerlendiriyoruz ve grubu geliştirmeye çalışıyoruz. 

1974'te çokça adı edilen üniversite gençliğinin bir dernekleşmesine öncülük ettik. Bir yandan Ankara'da Türkiye Devrimci Gençlik Hareketine karşı görevlerimizi yerine getirirken, ona dayanarak da kendi durumumuzu geliştirmeye çalışıyoruz. Bir yandan 1974'te, bugünkü Sol Birlik içinde yer alan TSİP var, diğer yandan Aydınlık, TİKP var. Devrimci gençliğin içine yuvarlanıp, aslında onu sağa doğru çekmek istiyorlar. Çok kurnazdılar. O zaman öncülük düzeyinde bize düşen görev; her iki ulusal gerçeklik açısından da devrimci gençlik hareketinin ilerlemesine önderlik etmekti. Başta Haki Karer olmak üzere bir grup arkadaşla bu çabaları yoğunlaştırdık. 

İlkel milliyetçilik kendine DDKD biçiminde bir ad takmıştı. Biz daha gizli bir çaba içinde bulunuyorduk. Yüksek Öğrenim Derneğimizi (ADYÖD) geliştirdik. Çok geniş tartışmaları, hatta ulusal sorunu kitlelerin huzurunda kapsamlı bir tarzda tartışmaya da cesaret ettik. Çok açıkça anlaşıldı ki, gençlik platformunu gerek sosyalizmin, gerekse onun önemli bir sorunu olarak ulusal sorunun tartışılmasında iyi değerlendiriyoruz. Bu bir yandan sosyal şovenizmin dikkatini çekiyor, bir yandan küçük burjuva her türden reformist kişiliklerin rahatını bozuyordu. Tabii en çok da devletin dikkatini çekiyordu. 

Dernek bir-bir buçuk yıl çalıştı. Bir gün basıldı ve çoğu cezaevine alındı. Polise bizi de çağırdılar, yedi gün kadar kaldık ve dernek faaliyetimiz sona erdi, fakat önemli bir propaganda platformuydu. Orada çok sayıda kişiyi tanıdık. Çok kişi bizi tanıdı, görüşlerimizi dinletmenin bir kürsüsü haline getirdik. Grubumuzun gelişmesinde önemli bir sıçrama tahtası görevini gördü. Sadece devlet değil, başta Dev-Yol olmak üzere, bir sürü grup arkadan çelmelemeye çalıştı. Hatta üzerimize sert geldiler, o zaman Haki Karerler iyi direndi, soyluca direndi. Bizimle birlikte yürümenin kararlılığını gösterdiler. 

Biz bu platformu daha fazla kullanamayacağımızı biliyorduk. Grubumuzu daha gizli, evleri okul biçiminde kullanarak yürütmek gerekir dedik. Bir yandan okulda kantinler, yurtlar, diğer yandan tuttuğumuz evler tam bir okul görevini gördü, grubumuz genişledi. Bazıları "hem Kürdistan diyorsunuz, hem de bizden daha çok bu yerleri işgal ediyorsunuz" diyordu. Biz, "her şeyin bir sırası var, bir gün oraya da çıkarız" diyorduk. Çoğu inanmıyordu. 1976'da grubu daha gizli, daha genişlemiş, daha somut amaçlar ve görevler temelinde toplantılara çağırdık. Hatta toplantılara DDKD temsilciliğini yapmış birisini de çağırdık. İçeriye girer girmez "Türk burjuvazisi böyle işler yaptığınızı duysa üç ayda sizi duman ettirir" dedi. Kelimesi kelimesine aynen böyleydi. Katılmadı, korktu, çekindi. Biz toplantıya devam ettik. 

ÜLKEYE DÖNÜŞ KARARI

O toplantımız meşhurdur. Orada Haki Karer başta olmak üzere, bir kaç arkadaşın daha ülkeye dönüşü için karar alıyoruz; yayılacağız!.. Haki'nin bir yorganı vardı, onu sırtlayıp Batman'a gitti sanıyorum. Mühim olan az bir donanımla da olsa, iyi bir yüreğin, iyi bir düşüncenin yola çıkmasıdır. Bir kaçı Ankara'ya, bir kaçı Kuzey'e Dersim'e, bir kaçı Kars ve Ağrı'ya gitti. 1976'dan itibaren bir saçılma olayı gerçekleşiyor. 

İlk sondajlar taban bulabileceğimiz biçimindedir. Sesimizi gençliğe dinletiyoruz, yine Ankara'daki faaliyetimiz daha da yoğunlaşıyor. Çok sıkı takip altında olduğumuz biçiminde bir izlenim var. Fakat o zaman kırka yakın grup var, biz onların içinde en küçüğüyüz. Gelişme potansiyelimiz polisin gözüne taş çatlasa o zamanki DDKO'nun çeşitli gruplarından daha tehlikeli gözükmüyor. Sadece ne olacakları kestirilemeyen ateşli genç propagandacılar... Bize böyle bir ad da takılmıştı. 

Unutmadan 7576'da yaptığımız önemli bir faaliyeti de belirtmek gerekir: 1975'i 76'ya bağlayan kış aylarında yaptığımız çok özlü bir sömürgecilik değerlendirmemiz vardı. Aslında iyi bir değerlendirme idi, elimizde olsaydı halen bir eğitim aracı rolünü oynayabilirdi. Manifestodan aşağı olmayan bir değerlendirmedir. İki bölümü bile elimizde hazır olsaydı değerlendirmenin düzeyini görebilirdiniz. 

1975'in sonu ve 76'nın başlangıcında yazılı bir manifestonun olduğunu ve çok güçlü olduğunu söyleyebiliriz. Bunu o kış hazırladık. Hayri ile Zeki Yıldız arkadaşlar vardı. Onların evindeydik. Zeki'yi başka bir eve gönderdik. Bir yandan konuşuyorduk, diğer yadan Hayri arkadaş da yazıya geçiyordu. Çok iyi bir çalışmaydı. Temel manifestomuzdu. Her ne kadar manifestoyu daha güçlü bir biçimde 1978'de yazılı hale getirmiş ve geniş bir kitleye dağıttıysak da, aslında manifestomuzun 1976'ya girişte hazır olduğunu söyleyebilirim. Hatta o zaman Dersim'e de bir adet yolladık, diğer önemli bölgelere de bir adet yollandığı kanısındayım. O başarılmış önemli bir çalışmadır ve düşüncemizin güçlülüğünü bütün yönleri ile açığa vuruyor. Bugünkü değerlendirmelerden aşağı değildi, tam bir manifestodur. 

APOCULARIN İLK EYLEMİ

Yine büyük bir kitle gösterimiz vardı. Fevzi Aslansoy adında bir devrimci genç vurulmuştu. Büyük bir cesaretle Hacettepe'de cenazesine sahip çıkıp, bizzat babasıyla ve milletvekili olan Celal Paydaş'la birlikte cenazeyi arabaya koyduk ve birlikte getirdik. Bu o zaman en büyük eylemimizdi. Celal Paydaş'ın "İşkence Üzerine" adında bir kitabı vardı. Kendisine de kan kusturmuşlardır. Kendisi de katıldı, Urfa milletvekiliydi. Cenazeyi getirdik, Suruç'a girişte bir tören yaptık. İlk defa büyük bir kitle gösterisi belki de on bine yakın insan vardı. Yollar açıldı, sloganlar atıldı. Bu da grubumuzun ilk defa gerçekleştirdiği büyük siyasal gösterisiydi. Yıl 1976'dır. Bu gösteride hemen hemen bütün grubumuzun önde gelenleri vardı. Hayri ve Kemal o zaman yakalandılar, üzerlerinde bildiri vardı. Haki ve bazı arkadaşlar tarlanın içine girdiler, oradan Antep'e ulaştılar. Biz mezar başında biraz daha çabaladık ve o zaman bizde Antep'e geldik 1976 Mayıs'ıydı. O yılı da böyle güçlü bir manifesto ve eylemle karşılamış oluyorduk. 1976'ın diğer önemli yönü ve 76'ın en önemli faaliyeti budur.

Aslında 1976'dan 1977'ye geçişte son derece ağırlaşan, gittikçe daha fazla sorumluluk isteyen, yine polisin de nefesini ensemizde hissettiğimiz bir durum içindeydik. Bizim en önemli çıkışımız şudur: Size bazı çıkışlardan bahsettim, 1972'de Siyasal'ın amfisinde açıkça "Türkiye'de iki ulus vardır" demiştik, bu bir çıkıştır. Eskiden de bu tür çıkışlar vardır, ama bizzat bizim söylememiz ve tabii bunun arkasından bir yığın başka girişim bir ilk adımı oluşturuyordu. Yine yüksek öğrenim gençliğinin demokratik platformunu omuzlamamız bir çıkıştı. 1976'da Dikmen toplantımızda bir çıkıştı. Yirmi beşe yakın kişinin katılımı vardı. Dar bir yürütme de oluşturmaya çalıştık ve ülkeye gitme kararı verdik. Cesaretli bir çıkıştı. 

ÇALIŞMALARIMIZ ÖZDE FARKLIYDI

1976'nın sonunda 77'ye girerken yeni bir kararımız oldu. Ankara çapında Yüksek Mimarlar ve Mühendisler Odasında bir toplantı yapacağız dedik. Hepsini çağırdık, ama en çok bizim taraftarlarımız vardı. Mart ayının soğuk bir günüydü. Epey konuştuk, ama bütün grupların çıkışları oldu, hepsi toplantı yapıyordu. Çoğunun derneği, ya da dergisi vardı. Örneğin Özgürlük Yolu dergisi vardı, Kürdistan'ı tartışıyordu. Rızgari vardı, çok tantanalı konuşuyordu. KDP ve KUK'un benzeri çıkışları duyuluyordu. Bizimkinin farkı ise özde aranmalıdır. 

Tabii ki hiçbir burjuva denetimi, polisi ya da istihbarat teşkilatı o koşullarda bir kahin olamazdı, olası gelişmeyi tayin edemedi. Çünkü biz de tayin edemiyorduk. "Taş çatlasa ideolojimizi serpiştiririz, sonra da ne olursa olsun" diyorduk. Mühim olan kimseden aşağı kalmıyoruz, hepsinden daha iyi doğruları koyuyoruz, daha iyi tartışıyoruz ve kendimizi de daha iyi feda edecek durumdayız. Farkımız budur. Bunu da o toplantıda söyledik. Yüze yakın insan katılmıştı, diğer siyasetler de katılmıştı. Tezlerimizi heyecanlı bir tarzda ve ilk defa legal olma ihtimali yüksek bir toplantıda dile getiriyoruz. "Bu siyaset Kürdistan'a egemen olacak, siz bu yapınızı sürdürdükçe adım atamazsınız" diyoruz.  Bunları belirledikten sonra, hareketimizle oynamaya başladılar. Bazıları "biz farklı sosyalizmi düşünüyoruz" diyorlardı. Yani o güncel, moda sosyalizmi düşünüyorlardı. Bazıları sosyal emperyalizm diyor, bazıları henüz çekiniyor. Daha sonra fazla sorumluluk kaldıramayacaklarını gördüler ve çeşitli bahanelerle geri durmaya çalıştılar. Çünkü ileri bir adım atılmıştı. 

Bundan önce de 1 Ocak'ta daha geniş ve sabaha kadar süren bir toplantı yapmıştık. Bu toplantının diğerinden farkı şuydu; ülkede gruplarımız çalışmış, gruplarımız kendi temsilciliklerini Ankara'ya göndermişlerdi. O dönemden kalma belgeler de var. Gündemi daha kapsamlıydı, ilkeler genişçe vardı. Hatta nasıl örgütleneceğimiz hususu bile tartışılmıştır. Bir adım daha ileridir, ama gizlidir. Düşman kesin biliyordu, çünkü bu tarihten itibaren arkamıza provokatör takılmıştı. Bir yandan ideolojik görüntü ile uğraşan birisi vardı. Hareketi başarısızlığa götürecek ya bir gazeteye takılma, ya da başka yeni bir görüşle parçalamak istiyordu. Sürekli dayatıyordu. Yine onun örgütlediği bir kişi vardı, o da günlük takipçiydi. O da bir provokatif eylem içinde grubu bitirmek istiyordu. Tıpkı o hastane soygununda olduğu gibi. O zamanki grubumuzda Kemal Pirler vardı, eylemci arkadaşlarımızdan bir kaç arkadaşımız daha vardı. Onları bir eyleme sokup yakalattıracak ve grup yürümeyecek hale gelecekti. 

Diğer unsur ise ideolojik farklılıklarımız var deyip kendine göre bir grup yapıp bizi uğraştıracaktı. Bu 1977'nin 1 Ocak'ındadır ve daha sonraki gelişmedir. Bu öge Abdurrahman denilen bir ögeydi, Ağrılıydı. Pilot da oralıydı. Herhalde ikisi birbiriyle örgütleşerek hareket ediyordu. Eğer dediklerimiz uygulanmazsa iki-üç ay sonra sonunuzu görürüz biçiminde tehdit havaları vardı. Bu kendi platformuna veya kendi doğrultusuna çekmek içindi. Onunla ilişkiyi kopardık. Daha sonra KAWA gibi hareketlerin çabası ortaya çıktı. Bir kaç dengesiz de grubumuzdan ayrılıp KAWA'cılık yapmaya başladılar. 

Pilot'un yaptığı ise, günlük olarak takipti ve zamansız bir eylemle grubu içeriye aldırmaktı. Biraz ihtiyatlı davrandık, "hele bir toplanalım, silah bulalım" diyorduk. Eylemden çok propagandaya öncülük ediyorduk. Kışın o ağır tartışma ve endişelerinden sonra, herhalde Mart'ın sonları Nisan'ın başlangıcında bir Kürdistan seferine yönelme kararı aldık. 1 Ocak ardından Mimarlar Odasındaki açılım var. Bu muazzam sorumluluk getirmekteydi. Bir defa meseleyi patlatmışız, ilan etmişiz; ya uçurumdan devrileceğiz, ya da bir yolunu bulup ilerlemeye devam edeceğiz. Tehlikeyi ensemizde hissediyoruz. Demoklesin kılıcı gibi, her an boynumuzu kesebilir. Artık geriye gitme de mümkün değil. Ok yaydan boşalmıştır. Bizim açımızdan çıkış yolu bir Kürdistan seferi oluyor. 

Davamızı Ankara'da geniş kesimlere açıkladık, bu bir adımdı. Aslında ajitasyona ilk adımdı. Daha öncekiler dar toplantılardı, bu geniş bir ajitasyon toplantısıdır. Aynı zamanda harekete daha fazla bir genişlik, yaygınlık kazandırmaya da cesarettir. Ve karar verdik, Kürdistan'a gideceğiz. 

KÜRDİSTAN SEFERİ

Ağrı'ya geldik. Ağrı'da takip var, polisin takibi kesindi. Provokatör arkamızda kontrol altında bulunduruyor. Provokasyon Ağrı pratiğinde daha baştan epey faaliyet yürütmüş, değerler kurtarılıyor, ama tam değil. Beyazıt'a geldik. Ağrı Dağı'nın eteğinde otuz-otuz beş kişilik toplantı yaptık. Şu anda cezaevinde olan bir yoldaşımız var, değerli bir yoldaştır, orada yakalanmıştı. Bir öğretmen arkadaşın eviydi. Bir adım daha ileriyi ifade eden o toplantıyı başardık. Hatırlıyorum yine Newroz ayında idik. Newroz'u güçlü bir atılım biçiminde karşılıyoruz. İshak Paşa Kalesi'ne de çıktık. O zaman Salih Kandal da vardı. Kürdistan'ın her köşesinin, hele o Ağrı Dağı'nın eteğinin, kendine has ilahi bir havası da vardır. O tarihi bina bir yanda, göklere uzanan Ağrı Dağı kutsal bir görünüm içinde. Adeta çabalarımızda bizi teşvik ediyor. 

Bir düşüncenin etkisi altındayken, insan fazla yerinde duramaz. Oradan da bu sefer Kars'a doğru yol dedik. Tek yapıyoruz bu yolculuğu. Kars'a gittiğimizde bir kaç yer dolaştık. Başta şehit olan Akif arkadaşımız olmak üzere bir kaç öge bulduk. Girdiğimiz, yattığımız oteller de polisin cirit attığı otellerdir. Grubumuz ile toplantımızı orada da alelacele yaptık. Bu da Nisan'a denk geliyor. Kars'ın Digor ilçesi var, şehit olan değerli bir yoldaşımız vardı Mahir Can yoldaş. Onunla da orada, yolun kenarında küçük bir sohbet, biriki toplantı düzenledik. Dikkat ederseniz Newroz'u böyle değerlendiriyoruz. 

Bu sefer Kars, Erzurum, Erzincan üzerinden Dersim'e geldik. Hatırlıyorum yolda hâlâ kar vardı, yeni yeni çiçekler çıkıyor. Bir şeyler kurtarmaya çalışıyoruz, ama çok telaşlı yapıyoruz. Bugünkü kadar soğukkanlılık, planlama, yoğunlaşma yok. Sermayemiz kendimiziz. Bir kaç sözcük, zor bela temin ettiğimiz bir bilet parası var ve yine yoldaşların evine geliyoruz. 

Dersim'de kar var. Fakir bir arkadaşın evine gittik. Şehit düşen Hasan Kuş vardı, sanıyorum onun evine gittik. Bir kaç gün orada toplandık. Kar altında yapılan bir toplantıydı. Yine geniş bir toplantı ardından Elazığ'a geldik. Elazığ konuşmaları banta çekilmişti. 1977'nin 1 Mayıs'ında, Elazığ toplantımıza Karakoçan'dan 35 kişi katıldı. Mehmet Karasungur arkadaş da vardı. Toplantılarımızı bitirdiğimizde, o akşam haberlerinde İstanbul'da 1 Mayıs kutlamasında 37 kişinin katledildiği haberini aldık. Türkiye'de gelişmeler hızlanıyordu. 

1 Mayıs'tan hemen sonra hiç durmadan, 6 Mayıs'ta Diyarbakır'a geçtik. Bağlar semtinde iki tane büyük toplantı yaptık. Nasıl ki Elazığ toplantısına Dersim, Bingöl ve Elazığ'dan arkadaşlar katılmışsa, Diyarbakır'dakine de Mardin, Batman, Urfa katılıyordu. Yukarıda Kars ve Ağrı, ortada da Elazığ, güneyde de Diyarbakır toplantısı ile çok önemli bir grup pratiğini daha güçlendiriyoruz. Ve Antep'e geçtik. 

Antep'te emektar Haki arkadaş vardı. En geniş toplantıyı 13 Mayıs'a denk gelen günde gerçekleştirdik. Arkamızda yine provokatör var, adım adım takip ediyor. Haydar provokatörü de vardı, ilk defa oradaki toplantıya katılmadı. Bir yerden geldi, gözüktü. Onun da diğer provokatöre benzer nasılsın gibisinden bir iki el kol hareketini gördük. Sözde bir sempati göstermek istiyordu. Halen hatırımdadır. Haki'ye o tavrını söylediğimde, "nasıl hatırlıyorsun" dedi. O toplantımıza seksen kişi katılmıştı. Küçük bir odada boğulurcasına sabaha kadar konuştuk. Fakat çok güçlü bir toplantıydı. Urfa'nın bir bölümü, Maraş, hatta diğer bazı yörelerden ve Antep'ten grubumuzun üyeleri ve sempatizanları katılmıştı. Onu da tamamladık. Bir buçuk ay süren bir Kürdistan seferi oluyor. 

HAKİ KARER’İN ŞEHADETİ

Ankara'ya ulaştığımızda zafer havasıyla girdik. "Önemli bir aşamayı başardık, kesinlikle ürünleri çok iyi olacak" dedik ve biraz beklemeye karar verdik. Üç dört gün geçmeden, daha sonra Tekoşin denilen oluşumun içine girecek bir genç geldi ve Haki'nin vurulduğunu söyledi. Haki merdiveni yeni çıkmaya başladığımız bir dönemde vuruldu ve böyle haberler sonraki yıllarda da birbirini takip etti. Bir yandan ilerleme, bir yandan darbe! Bizim her ileri atılımımıza TC istihbaratının vurduğu bir darbe vardı. 1977 Newroz'una giriş sağlanmış, grup toparlanmış epey güçlenmişti. O zamanın darbesi de buydu.

Haki'nin şehitliğinin önemi şudur aslında; ilk defa kan dökülmüştür. Her ne kadar ondan önce de Aydın Gül arkadaşımız Dersim'de şehit edilmişse de, bu sol içi bir çatışma biçiminde olmuştur ve mahalli bir olaydır. Bir de grubumuzun fazla önde gelen bir üyesi değildi. Ama Haki'nin şehitliğinin anlamı daha değişiktir. Hem grubumuzun önde gelenidir, hem pratikte yükün taşınmasında en önemli payın sahibidir ve bir de tehlikeli bir biçimde komplo ile vurulması söz konusudur. Bu son derece ürkütücü bir biçimde karşımıza çıkıyor. Bunun sorumluluğuna katlanmak, bu kanı yerde bırakmamak artık devletle çatışmayı kabul etmek anlamına gelir. 

Devletle çatışmayı kabul edeceğiz, ama nasıl?  Bizim üzerimize bir provokasyonla, Stêrka Sor maskesiyle geliyor. MİT, daha biz devlete ulaşmadan bir sürü provokatif unsurlarla bizi bitirecek. Şimdi sizler düşmanın üzerine çok rahat ve cesaretle gidiyorsunuz, o zaman sanki gök yıkılıyor, üzerimize düşüyordu. Yeryüzünde ayakta kalmaya çalışıyorduk. Bir kişinin vurulup vurulmamasından öteye, bir dava katledilmiştir. O davanın yerde kalmaması, kanının yerde kalmaması gerekiyor, sahiplik edilmesi gerekiyor. Grubumuzun o zamanki buluşu şuydu; "polisle çatışırız" diyorlardı. Kemal Pir gibi atak arkadaşlar başta olmak üzere, hemen tüm arkadaşlar "intikam alırız" diyorlardı. Bu belki de diğer sol güçlerin yaptığı gibi provokasyona dalmak olacaktı. Sorumluluğunu hemen kaldıramazdık. Kaldı ki gücümüz de yoktu. 

Grubun idaresi, grubun ilerletilmesi meselesi vardı ve burada sorumluluk duygusunun büyük önemi ortaya çıkıyordu. Kanı yerde bırakmayacağız, ama devlete karşı da direneceğiz, acele ile provokatif ortama dalmayacağız ve yine de gelişeceğiz. Burada gelişmenin yoluna devam etmek önemlidir ve öyle görüldüğü gibi kolay değildir. Nefes nefese bir çaba demektir. Bir defa cesaretli olacağız, ama kuru cesaret değil, giderek yenmeyi mümkün kılacak adımları atma anlamında bir cesaret olmalıydı. Bir de onun doğru biçimini tayin etmek gerekir. Hemen bir kaç intikamcı eylemle değil de, doğru çalışmanın önünü açmak durumuyla karşı karşıyayız. Yani bir üst örgütlenme sorunu ortaya çıktı. Grubumuza veya büyüyen varlığımıza bir ad vermek, ilan etmek, dökülen kanın da bu anlamda boşa gitmediğini sağlamlaştırmak durumundayız. 

Beş-altı gün sonra Antep'e yeniden geldik. Bir yandan provokatörün arkasına verip onu cezalandırmaya çalışırken, diğer yandan da daha üst düzeye mücadeleyi sıçratma durumumuz, görevimiz var. Odan önce de Ankara'da bizi çıkışa zorlayan etkenler var. Haki katledildikten on beş gün sonra kalan arkadaşlarımızı ve işleri geliştirmeye çalışıyoruz. 

Tam bu dönemde 3 Haziran olayı var. Bu Türkiye'de Namık Kemal Ersun'un çevresindeki bir darbe planı idi. 5 Haziran'da seçim olacaktı. Seçimde Ecevit'in Demokratik Sol denilen cephesinin iktidara gelme ihtimali yüksekti. Aslında 1980'deki darbe 77 Haziran'ında gerçekleştirilecekti ve arkasından içinde Türkeş gibi açık faşistlerin de yer aldığı büyük bir imha hareketi gelişecekti. Onların ilk biçeceği hareket de mücadelemiz olacaktı. 

ANKARA’DAKİ BASKIN

Zaten provokatör de arkamızdaydı. Pilot olmasına rağmen, sözde Kürt olduğu için hukuk dışı bir görüşle atılmış, bunu da gösterdiği bir kağıtla kanıtlamaya çalışıyordu. Siyasal'a en üst puanla sokuluyor ve arkamızda altı ay bizi takip ediyor. Erkenden bir eylemle grubu içeri aldırma hesabında, o da boşa çıkıyor. Öyle bir eylemi geliştirmedik, fakat yine de adım adım tutuklatma girişimleri var. Cuma Kuyukan adında bir arkadaşımız vardı, şimdi idam cezası verilmiş. Onun bir kaç eylemi vardı, kullanılan silahlar vardı, o silahları takip ediyor. Silahlar ise bir evde ve biz de ertesi gün o eve gideceğiz. Yine 3 Haziran tarihidir. 

O, bu hazırlıklar içindeyken, toplantı o evde olacağı için tutuklatma girişiminden habersiz gideceğiz ve yakalanacağız. Nitekim Kemal Pir ve bir kaç arkadaş toplantıya gideceği akşam, saat 24:00'de, yolda bir arabanın içinde, üzerlerindeki silahla tesadüfen yakalanıyorlar. Biz de tesadüfen o eve gitmeden önce "zemin yok" diyoruz. Aslında ev de o gece kuşatılmış. Şimdi Diyarbakır cezaevinde yatan ve direnişin önderlerinden olan Mustafa Karasu arkadaş o evde yakalanıyor. Biz de gitmeden önce tesadüfen bir arkadaşı yolladık, fakat geri geldi ve evin kuşatılmış olduğu söyledi. Gelen haberlere göre tam bir kontrgerilla kuşatması yapılmıştı. Evde İstanbul'a gidecek üçdört tane kirli silah vardı. Bu aslında o hastahane soygunundan önce benzeri bir tutuklama girişimiydi. Hareketimizin arkasında bir provokasyon tutturulmak istenmekteydi. Kemal Pir daha sonra kaçırtıldı, yine Karasu kurtuldu. 

1977'de dönem fazla tehlikeli değildi. Namık Kemal Ersun darbesi engellenmişti. Aslında henüz erken olmasına rağmen emekliye ayrıldı. Ersun o dönem Kara Kuvvetleri Komutanıydı. Daha sonra bazı olaylarda da öne çıktı. Ecevit'in Çiğli Havaalanı'nda vurdurulmak istenmesi, 1 Mayıs katliamı, Taksim Mitingi'nde Ecevit'in vurulacağı gibi haberler ve çeşitli provokatif olaylar gelişti. 

Sol tümüyle provoke ediliyordu. Hareketimizin arkasında amansız bir takip vardı. Bu da ortaya çıkınca bir bardak çayı doğru dürüst elimizde tutamıyorduk. Bunlar darbe yapıp biçeceklerdi. Aslında Türkiye'deki tüm sol muhalefet ve biz de durumu kıl payı kurtarıyoruz. Kontrgerilla o zaman vurma vurdurtmadan daha çok tutuklama fırsatları peşinde. Zamanı gelmemiş bir iki eyleme sürükleyip, tutuklayıp bitirme taktiği daha revaçta. Hemen şunu belirtelim; bizim daha adımız ortada yoktu, programımız yoktu. Bunu çok özenle tercih ettik. Yakalanırsak bütün Sol'un tartışıldığı kavramları tartışmışız. Elde bir tek belge bile yok. Bu bir tedbirdir. Üç-dört sene sözlü çalışmayı esas alışımız polisin üzerimize gelişini önemli oranda geciktirdi. Bu geciktirme bize epey yararlı oldu. 

Tam Haki'den sonra, grubun tümünün biçileceği zamanda seçim oldu ve darbe önlendi. Darbe olsaydı bizi sağlam bırakmayacaklardı. O zaman iki yüze yakın subay emekliye ayrıldı. Yine Kara Kuvvetleri Komutanı ayrıldı. CHP seçimlerden 213 milletvekili çıkardı. Açık ki, yeni bir dönem başlıyordu. Biraz sinme oldu, aşırı MHP yanlıları hem biraz tasfiye oldular, hem de sosyal demokratların yirmi aylık hükümeti için ortam oluştu. Gruplar da bu coşkuyla tekrar açılıma başladı. 

Provokasyonu dehşetle gördük. Hem de o dehşetle mutlaka durumu kurtarmak istiyorsak, tedbir almalıydık. Tedbirimiz şuydu; programı kaleme aldık. Programın kaleme alınışı 1 ve 11 Eylül tarihleri arasındaydı. Provokatör halen arkamızdaydı. Bir odalık yerde yaşamaya ve 1977'nin sonunu getirmeye çalışıyorduk. Programı yazdık ve dağıttık. "Bu Parti programı olacaktır, tartışın, ardından gelin toplantı yapacağız", "hareketimize resmi bir ad verin" dedik. 

PARTİLEŞME SÜRECİ

Faaliyetimize daha cesaretli, daha kararlı bir adımla devam edeceğiz. Program okunuyor, onun özüne ne kadar katılacaklar, onu hayata geçirmeye ne kadar kişi iddia sahibidir, yoklamaya çalışıyoruz. Rahat bir devrimci örgüte katılmaya cesarette bile epey eksiklik var. O kışı bir arayışla geçirdik. Önemli olan örgütümüze ne ad vereceğiz? Birlik mi olmalı, Parti mi olmalı? Sürekli bunları araştırıyoruz. Bu sefer baharı Elazığ'da karşılamaya çalışıyoruz. On-on beş kadar arkadaşı çağırdık, konuşmalarını ve düşüncelerini söylemelerini istedik. "Ne olacak, ne yapacağız, birlik mi, Parti mi olacak" şeklinde sorduk, fazla bir sonuç alamadık. O bahar ev tutmuşuz, yine toplantılar yapıyoruz, çatışmalar yaygınlaşmış. En önemlisi de Ecevit hükümet kurmuş, hükümet 1 Ocak'da kuruluyor. Bu bizim için yararlanacağımız çok önemli bir zaman kesitidir. Daha sonra Ecevit'in başını yiyen de budur. 

1977 Provokasyonundan kurtulduktan sonra, 78'i rahat karşılamış oluyoruz. Örgüte ad verme, örgütü ilan etmenin kesin kararına da ulaşmışız. Hükümet kurulmuş, Ecevit ağır, çelişkili ve bunalımlı bir durumdan kurtulmak istiyor, rahatlıkla değerlendirebileceğimiz bir durum var. Provokatör de, Haki olayından sonra cezalandırıldı. Bu bir rahatlama getirdi. Arkamızdaki provokatörü de tespit ettiğimiz için, onu da atlattık. 78 Kışıyla birlikte Ankara'ya geleceğimizi söyledik, gidip ev tutmasını istedik. Kopmak gerek, ama biz kopmazsak, onun başka türlü kopacağı yok. Haklı bir gerekçe göstereceğiz, yoksa mutlaka tutuklama olayı gelişebilir. Köye gidip tatil yapacağımızı söylüyoruz, makbul bir tedbir oluyor. Aslında o koşullarda gizlenme de budur. Ortadan kayboluyoruz ve bu sefer grup pratiğimizi geliştiriyoruz. O da en az altı ay kopmak zorunda. Altı ay bizim için 78'i tamamen hazırlanmaktır. 

HİLVAN DİRENİŞİ

Talihsiz bir durum ortaya çıktı. 1978'in Mayıs'ında Halil Çavgun katledildi. Bu sefer onu katleden çete ile uğraşma görevi ortaya çıktı. Urfa'ya gittik, nasıl bir darbe vurulması gerektiği üzerinde durduk. Bir kaç eylemcimiz var, Kemal Pir ve Mehmet Karasungur. Onlar da geldiler, tartıştık. Bu çeteye karşı bir kaç devrimcinin soylu çıkışıyla gerçekleşecek eylemi planladık. Biraz silah bulduk, tam kırk gün bir evden çıkmadık. Çeteden bir kaç kişi vuruldu. Bu bir rahatlama yarattı, çeteye geri adım attırdı. Feodal, faşist bir gerici çeteye karşı ciddi bir eylem yapmış olduk. Ardı sıra bir çok başka eylem gelişiyor. Eylemlilik yoğunlaştı ve Hilvan Direnişi ortaya çıktı. Kısaca, bütün halkıyla Hilvan yanımızda yer aldı. İşte bu koşullar ardından Parti olmaya karar verdik. 

BİRİNCİ KONGRE

Parti olmaya karar verdiğimizde yine bir toplantı yaptık. Bu Fis köyü toplantısıdır. Yirmi-yirmi beşe yakın arkadaş katıldı. Aslında fazla niteliksel bir toplantı olmamakla birlikte, Parti olmaya karar vermişiz ve Parti olacağımızı ilan edeceğiz. Bu bakımdan önemlidir. İlk defa devrimci bir Parti adıyla sanıyla, eylemiyle ilan edilecek. Ve önemli bir tırmanmayı yaşayacağız. Eylemler de bunu zorunlu kılıyor. Gruplarımız her tarafta dal budak salmış, fakat ne yazık ki önderler yok. Hatırlıyorum, o toplantıda da sabaha kadar konuşmuştuk. Fazla aktif ve güçlü katılım gösterecek arkadaş yok. O toplantıya katılanlardan özlü arkadaşlar da vardı. Mazlumlar, Hayriler katılmışlardı ve Parti yükünü kaldırabilecek önderlerdi. Yine Mehmet Karasungur arkadaş da öyleydi. Partinin Kuruluş Bildirgesini hazırlayacağız, programı zaten hazır. Bir de yedi kişilik yürütmesini seçiyoruz. 

1978 sonu 79 başlangıcında Antep'e geldik, bir toplantı yaptık. Ama bununla neyi kurtaracağız? Yine de bir şeyler yapacağız. Hilvan direnişimiz devam ediyor. Hilvan kitlesi PKK olayı etrafında, onun kitle temelini teşkil edecek yürekliliği ve yüceliği gösteriyor. Diğer bölgelerde de benzeri gelişmeler var. Çok sayıda silahlı eylemin olduğu, kanın döküldüğü büyük sorumluluk isteyen bir durum yaşanıyor. O zaman "biz bu kadar kanın altından nasıl kalkacağız" diyordum. Şimdi siz belki de "PKK'nin silahlı kuvvetleri" diyerek girişiyorsunuz. Bu aşamada normal, ama o zaman her gün bir kan dökme hadisesi geliyor. Bunlara karşılığı yerinde ve zamanında nasıl vereceğiz diye soruyoruz. Bize karargah gerekecek, güç gerekecek. Diyarbakır'ın ortasında taş çatlasa bir iki ay kalabiliriz. 

PARTİ KURULUŞ BİLDİRGESİ AÇIKLANIYOR

Örgütlü yaşam yıllarıdır, bunun için eskisi gibi fazla duygusal yönden etki ve tepki olayını yaşamak artık mümkün değildir. İdeolojik olarak seçeneklere doğru tırmanma dönemi değil, bir kere doğrultuya girilmiş, eylemde şiddetli etkisi altına almış, arkaya dönüp bakılamaz. Yüksek bir sorumluluk var. Giderek önemli bir kitle katılıyor, hepsi öncülük istiyor, örgüt istiyor, gerilememeyi istiyor. Eğer biraz hazırlıklı olunmazsa acele bir takım işlere girişip provokasyona gelme veya korkudan yere düşüp felç olma işten bile değil. Daha önceki hazırlıklar biraz faydalı oluyor. Yurtseverliğe kapsamlı hazırlanış, sosyalizme kapsamlı hazırlanış ağırlaşan pratik karşısında bizi ayakta tutuyor. Olaylara güç getiriyoruz, doğru anlam vermeye çalışıyoruz ve yılları peş peşe kurtarmaya çalışıyoruz. Bütün bunlar çok önemlidir. Dikkat ederseniz baştan beri fazla dışa yansımayan, ama için için çok ağır sonuçları olabilecek yıllar devriliyor. 

1979'a adım attığımızda Parti Kuruluş Bildirisi hazırdır. Parti adına komiteleri de devreye girecekti. O zaman ucuz devrimci gibi gözüken, daha sonra bir ihanetçi olarak Parti karşısına çıkan Şahin vardı. Belki de daha o zaman bir provokatördü. Bir yandan çok keskin ve çok iş başarabilecek kendini güçlü ve kuvvetli gösteren bir tip biçiminde yansıtıyor. Anlaşıldığı kadarıyla daha o dönemde hareketin üzerinde emelleri varmış. Onun bu tip gösterileri etkinlik kurma numarasıydı. Olası bir tasfiyemiz karşısında hareketi ele geçirme amacını taşıyor. Büyük ihtimalle de baştan beri bir provokatör olabilirdi. Diğer provokatörlerin çıkışına çok benziyordu. 

Bir yandan ısrarla ne kadar aktif ve güçlü olduğunu gözümüzün önünde sergilemeye çalışırken, diğer yandan komite kurmaya koşuyor, tartışmalara katılıyor, zaman zaman kavgalara giriyor, fakat bunlar soylu inancından ileri gelmiyor. Tamamen ne kadar etkili-yetkili ve kuvvetli birisi olduğunu kanıtlama endişesi var. Daha sonra cezalandırılan birisidir, cezalandırıldığında "hareketin gerçek lideri" diye propagandası da yapıldı. Demek ki polisin o zamandan niyeti vardı, hareket üzerinde böyle emeller geliştiriliyordu. 

ÜLKE DIŞINA ÇIKIŞ

Örgütlenmeyi ucuz bir şemaya boğdu ve biz en ağır sorumlulukları üstlenirken, o şemalarla komiteler atama ve çoğu da laçka hemen devredilebilecek komiteler atama ile uğraştı. İki-üç toplantı yaptık. En son Kuruluş Bildirgesi de tamamlandı, ilan edilmek üzere hazırlandı. Kışı çıkardık, bahara gireceğiz, baharda Şehit Ferhat Kurtay'ı çağırmıştık. O zaman mühendisti, arabasıyla geldi. 7 Nisan'da Mardin'e geçtik ve bu Newroz'u Parti silahı ile karşılamayı düşünüyoruz. Kuruluş Bildirgesi de hazır, onu ilan edişimiz güçlü eylemlilik temelinde olacak. Bu temelde bir çıkış var. 

Mardin'de geniş toplantılar yaptık. "Suyun ısındı" diye bir halk terimi vardır, burjuva gazeteleri de tıpkı bu anlama gelen biçimlerde "UKO" veya "Apocular" diye manşetler atmaya başladılar. "Büyük tehlike", "Doğu'yu kasıp kavuruyorlar" gibi propagandalar geliştirildi ve anlaşıldı ki suyumuz ısınmış, bizi alt etmek istiyorlar. Ecevit hükümeti döneminden de yararlandık, bu kesindir. Zaten Ecevit bunalımı aşamıyor. 1978 sonunda Maraş Katliamı oluyor. Bilindiği gibi, katliam her ne kadar MHP kışkırtıcılığı temelinde gelişse de, arkasında MİT vardır ve Kürdistan'a bir göz dağıdır. Kürdistan'daki uyanışa katliamla cevap verileceğine dair bir gözdağıdır. 

Nasıl ki Haki'nin katledilişinde grup olarak bize göz dağı verilmişse, ardından diğer provokasyonlar bunun açık göstergeleri oluyor. Yani Maraş katliamı da Kürdistan halkına yöneltilen bir tehdittir. Bununla "hepinizi böyle yok edeceğiz" mesajı verilmiştir. Zaten halk da çok korktu ve hızla göç etme durumuna girdi. Maraş Partimizin etkinlik kurduğu bir sahaydı. Partimizin Maraş katliamı üzerine değerlendirmesi vardır. O değerlendirmemizde de belirtildiği gibi, kesinlikle bizim yol açtığımız uyanışa faşizmin verdiği bir cevaptır. 

Aslında darbe daha erken olacaktı. 1980 darbesi 1977 Haziran'ında gerçekleşecekti, ama olmadı. Bunun yerine, yaklaşık bir yıl sonra, MHP eliyle Maraş katliamı hayata geçirildi. Bu da büyük bir darbedir. Nitekim artık bu Ecevit'in sonunu getirdi, gelişme göstermemizi önleyememe durumu vardı. Sıkıyönetim ilan edildi ve daha sonra peş peşe 1 Mayıs katliamına benzer bir çok katliam her tarafta gerçekleştirildi. Bu duruma Partiyi dayatmakla en iyi cevabı verdik. Partiye karar vermemiz, bu anlamda kitlesel katliamlara karşı da bir cevap oluyordu. Ulusal direnişe cesaret edeceğimiz kesin oluyordu. Bu konuda Kürdistan halkının sahipsiz bırakılamayacağı, onun ideolojik politik uyanışının maddi bir direnişle karşılık bulacağı açıkça gösteriliyordu. Bu korkuyu burjuvaziye hissettirdik. 

1979 başlangıcında partileştiğimizin haberi alınmıştır. Çünkü Kuruluş Bildirgemiz daha ilan edilmeden Antep'te yakalanıyor. Polisin haberi var, zaten olmaması da mümkün değil. Gizli örgütlenmeyi geliştiriyoruz. Ecevit hükümeti devrilmek üzere, yeni seçimler gündeme geliyor. Ara seçimler yapılmak isteniyor. Biz de artık ilan yapmak için bir büyük eylem düzenliyoruz. 1979 Newroz'unda Mardin'deki toplantılar ardından Urfa'ya geliyoruz. Baharı orada daha iyi yakalamaya çalışıyoruz. Otlar bir boy kalkmış ve buğday tarlalarının arasında köyleri dolaşıyoruz. Bu sene ne yapacağız sorusuna cevabın sürekli bir arayışı içindeyiz. Hilvan'dan Siverek'e atlama yapacağız. Kürdistan'ın en tehlikeli feodal çetesine karşı eylem düzenleyeceğiz. Hilvan'da biraz güçlenmişiz, yaygınlaşmamız gerekir. Bu seferki çıkışımız bu olacak. Çıkış silahlı mücadeleyi daha güçlü temellerde ve Partinin ilanı ile birlikte yapmaktır. 

GERİLLA GÜÇLENDİRİLİYOR

Bu temelde yine toplandık. Hatta o zaman bir gerilla birliğinin tüzüğünü hazırladık. M.Karasungur arkadaşa "bir gerilla birliğini geliştirebilir misiniz?" dedik, "geliştirirseniz bu temelde gelişmeli" dedik. Hilvan'da biraz silah toplanmış, militanlar çoğalıyor ve Partimizin de savaşmak isteyen bir çok ögesi o alanda yoğunlaşıyor. Kitle temeli gelişiyor. Urfa'da daracık sokaklardan geçerken bunları düşünüyoruz. Sözler illegal, ama fazla güvenilmez bir illegalite var. Diğer yandan da bunları hazırlıyoruz. Gerillayı geliştirirsek Partimiz daha güçlü bir doğuş yapabilir. Yani resmen doğuş yapıp yaygınlaşacağız. 

Tam biz bu hazırlığı yaparken Elazığ'dan bir haber geldi; Şahin yakalanmış, oradaki tüm grup yakalanmış ve yine aldığımız bir habere göre çözülme var. Hatta benim nerede olduğumda biliniyormuş. Şahin bunları söylemiş. Gelip bizi kuşatmaları gerektiğine dair bir arama inceleme gerektiğini söylemiş. Bu haber geldikten sonra taş çatlasa iki ay kalabiliriz. Biz Antep veya Van'a gitmek için karar almıştık. Fakat artık nereye gidilirse gidilsin, bu biçimde 1979'un kurtarılamayacağı açıkça görülüyordu. Bir defa Şahin hemen hemen bütün ilişkileri biliyordu, ikincisi Parti örgütlenmemişti, daha Siverek atılımı da başlamamış, olsa bile taş çatlasa altı aydır dayanabiliriz. Ayaklanma bile yapsak kurtulmaz. Zaten düşman da bunu bekliyor. Evren bunu bizzat ifade ediyordu. Ayaklanma olasılığı var, onu bekliyorlar. Bir katliamla 12 Eylül için biçtikleri iki yıllık süreyi silecekler. Çoğu da düşündüklerini söylüyorlar. 

Hareketin bu dönemeçte boğulacağının planlaması yapılmıştır. Bizim bu işi gerçekten ne kadar götürebileceğimiz, ne kadar kendimizi gizleyebileceğimiz belli değil. Urfa'da kaldığım evleri hatırlıyorum, imkanı yok. Yanına gittiğimiz bazı aileler var, bazı gençler var, o gençlerin ailelerinin yanına gidiyoruz. Değil bir çalışma yapmak, bir-iki arkadaş çağırıyoruz, biraz görüşüyoruz, ama fazla bir şey kurtarılamayacağını görüyoruz. Kaldığımız evde homurtular başlıyor, "bunlar kimdir, kaldıramayız, dayanamayız" diyorlar. Ayrı ev tutmak çok zor, sokakta bile polisin adamlarınca kıskıvrak yakalanma tehlikesi var. Hareket ilk defa tutuklamaya tabi tutuluyor. İçişleri Bakanlığı o zaman özel inceleme ve araştırma grupları kuruyor. PKK temel mesele olarak gündemdedir ve tasfiye sürecine girilmiştir. Adım adım hareketin boğulma planı gerçekleştirilecek. 

Hareketi kurtarmak için ne lazımsa onun yapılması düşüncesi ile M.Sait Ethem arkadaşı çağırdık. Hududu kontrol ettik. Henüz kimsenin aklına gelmemiş bir durum. Türkiye'den daha sonra yurt dışına çıkanlar iki sene sonra çıktılar. Biz tam iki sene önce, nefes borularının kapatılmaması için bu tedbiri aldık ve gerçekleştirdik. Yurt dışına çıkışın gerçekleştiği siyasi atmosfer bu oluyor. 

Büyük iddialarla yola çıkılmış, çok önemli adımlar da atılmış, kan dökülmüş, kitleler harekete katılmış, fakat önderlik edecek en iyi adamımız yakalanmış ve çözülmüştür. Diğerleri de böyle kulaklarına ve gözlerine mil çekmiş kadar sağır ve duyarsız davranıyorlar. Ama yine de Parti ruhunu kurtarmak gerekir. Buradaki ruh çok önemlidir. 1979'un ortasına geliyoruz. Hareket için ölüm kalım günleri. Aslında 12 Eylül gelmeyecekti, bir dönem sona erecekti. Maraş katliamının ardından sıkıyönetimle bu iş halledilecekti. Sıkıyönetim yaygınlaştırılmıştı. Urfa'yı da içine almıştı. Tamamen hareketimizin geliştiği sahadır. O zamanki sıkıyönetimin ilan edildiği illeri aklımıza getirelim, tamamen hareketimiz için düşünülen bir sıkıyönetimdir. Bir de İçişleri Bakanlığı özel komite kurmuş. Tüm bunlarla aslında hareket sonuçlandırılacak ve Ecevit krizden kurtarılacaktı. 

Aslında Ecevit'in sonunu Partimizin ilanı getirdi ve onun için de halen bize çok öfkelidir. Tam bu noktadayken, sıkıyönetim PKK'yi halletmek durumundayken biz bilinen açılımı yaptık. Bu her şeyin değişmesiydi. Yurt dışına açılım PKK tarihinde bir yenilenme, yeniden güç kazanma ve çok ileri hazırlıklarla ve geniş bir zaman süreci içinde hareketi tırmandırma, sıkıyönetimi boşa çıkarma, çözülmeleri boşa çıkarma, hareketin varlığını ve kesintisizliğini sağlamaydı. 12 Eylül'de mutlaka hareketin sürekliliğini sağlamak için, temelleri sağlam tutma düşüncesi bende yeretmişti. Bunun en önemli bir aracı da yurt dışı faaliyetidir. Aslında hareketin kesintisizliği için, en önemli araca bu alanda kavuşulmuştur. Tabii ki bunu bizim arkadaşlara bile izah edinceye kadar çok zorluk çekildi. Daha fazla şeyler kurtarılabilirdi, bir çok arkadaş cezaevine girmeyebilirdi, şehit düşmeyebilirdi. Fakat talimatların uygulanmasını yapabilecek militanlara ihtiyaç vardı. Ne talimatların anlamı biliniyor, ne de gerekleri zamanında yerine getiriliyordu. Talimatlar yakalanmalar olduktan sonra yerine getirildi, fakat zamanında yerine getirilmediği için çok az değer kurtarıldı. 

KEMAL PİR’İN YAKALANMASI

1979'da, "bu grubu eğitiriz, içeriye yollarız ve böylece Siverek direnişini girdiği çıkmazdan kurtarırız" dedik ve bu sefer hareketi biraz daha iç kesimlere kaydırmayı esas aldık. Biraz da Hakkari'ye girme düşüncesi var. Hareketi oraya kaydırabilirsek yaşama şansı artar. Biliyorsunuz ki Dersim'e grup yolladık ve şehit düştüler. Metin Yılmaz bu arkadaşlardandır. Düşman çoktan provokasyonu dayatmış, zindanda dayattığı gibi oraya da dayatmış böylece Kuzey'i etkisiz konuma getirmiş. Diyarbakır'da da sürekli tutuklanmalara girişiliyor. Bizim gruptan Kemal Pirler Siverek'e ulaşıyorlar, biraz tedbir alıyorlar, bazılarını gönderiyorlar. Aslında yakalanmazsa Kuzey'e gidecek, biraz düzenleme yapacak, daha sonra da muhtemelen Hakkari üzerinde yoğunlaşmayı derinleştireceğiz. Tam yoldayken bilinen talihsiz yakalanma oluyor ve belgeler ele geçiyor. Bu sefer dışa açıldığımızın ve hareketi sürdürme ihtimalimizin yüksek olduğu anlaşılıyor. Zaten bir ay geçmeden de 12 Eylül geliyor. 

12 Eylül'de bilinen yeni dönem başlıyor. Bizim de daha geniş düşünme, kendimizi alabildiğine zorlama, zamana yüklenme, en dar olanaklara yüklenme, adım adım PKK'yi yeniden inşa etme çalışmalarımız yoğunluk kazanıyor. Bu arada şunu belirtelim; bizim burada hazırladığımız grup baharda ülkeye girdi. 1980 Newroz'unu burada ve ülkede böylesine gelişkin silahlarla karşıladık. Hareket canlı bir biçimde gruplaştırılırken, bunun bir kesimi de ülkeye gidiyor, ilk müdahalesini yapıyordu. Aslında Kemal Pirlerin yürüttüğü faaliyet bahar faaliyetiydi, zaman boş geçirilmedi. Ülke sahasında direnişler olmuştu, şehitlerimiz vardı. Bu anlamda mücadelemizin geliştiği bir yıldı. 

12 Eylül'ün hemen ertesinde Delil Doğanlar başta olmak üzere, Bloka ve Gap şehitlerimiz vardır. Direnme devam ediyor, ama bunlar 12 Eylül'ü karşılayacak direnmeler değildir. Ülkeye ilk giren grubumuzun bu direnişi onurlu bir çıkıştır, fakat sonuç almaktan hayli uzak bir çıkıştır. 12 Eylül'le birlikte kalan güçlerimizi de çekmeye çalıştık. 

Kuzey'e önemli oranda provokatif ögeler giriyor, onların denetiminde bir çıkış oluyor. Antep'teki çıkışta provokatif ögeler, teslimiyetçi yanı ağır basanlar var ve önemli oranda onların etkili olduğu bir çıkış da var. En önemli ögelerimizin yakaladığı ve vurulduğu bir çıkıştır. Gelenlerin dörtte üçü çürük, kuşkulu tiplerdi. Çok az sayıda kişi sağlamdı. Onların buradaki durumunu size defalarca anlattım. Öyle anlaşılıyor ki, çürük ögelerin önemli oranda damgasını bastığı bir çıkıştı. Büyük ihtimalle  burada düşmanın gizli çalışmaları vardı, ama dürüst ögelerimiz de vardı. Avrupa'dan dürüst yurtseverleri buraya çekme çabalarımız vardı. 

Bu kampta, bulunduğumuz zeminde konferans hazırlıklarına girişme durumumuz yoğunluk kazandı. Yıl 1981'di. İlk geldiğimizde güçlerimiz dağınıktı, daha sonra biraz mevzilendik, mevzilenmekle birlikte burada bir toplantı, konferans geliştirme düşüncesi doğdu. Konferans'ın en önemli belgesi "Politik Rapor"dur. Politik Rapor, 1980'in sonunda ve 1981 Ocak'ında açıklama halinde okundu ve daha sonra düzenlendi. Yani Ocak'tan itibaren toplantı hazırlığı halindeyiz. Daha sonra bu kamp sahasında yüze yakın bir katılımla gerçekleştirilen konferansı başarıyoruz. Bu anlamda Konferans, 12 Eylül'ün darmadağın ettiği, yıktığı, dağıttığı, parçaladığı ve kaçırttığı ögeleri, yeni bir çıkış arama çabası içinde yeniden toplama ve umudu yeniden yaratma çalışmasıdır. 

12 Eylül üzerinde kapsamlı düşünme, ona karşı devrimci görevlerimizin ne olduğunu ortaya koyma sorumluluğa davetti. Bu, ülkeden kaçışın değil, ülkeye yönelişin kesin hazırlığı içinde olma anlamına geldi. Bunu bir ölüm-kalım savaşı olarak görmekti. Konferans bu çerçevede yürütülen bir faaliyetti. Yüksek bir sorumluluk istiyordu. Geniş boyutlu bir toplantıydı. Bu toplantıda yapıyı tatmin edecek ideolojik çözümlemelerle beraber, ülkeye dönüşün bütün moral çözümlemelerini sağlama gerçekleştirildi. Teknik imkanlardan ve lojistikten bahsetmiyoruz, bunlar başlı başına bir sürü görüşme ve çaba istedi. Bir kimlik, bir yerde kalma, bir günlük iaşe, hepsi kapsamlı görüşmelerin sonucu olarak gerçekleştirildi. 

ÜLKEYE YENİDEN DÖNÜŞ KARARLAŞMASI

II. Kongremiz, belirlemelerin daha da kesinleştirildiği bir toplantı niteliğindedir. Lübnan'ın işgali yaşama olanaklarını daraltmıştır. Biz de hazırlığımızı yeterince yapmış durumdayız. Hazırlık düzeyimiz epey iyidir. Bu kadar sayının burada kalması sakıncalı ve tehlikeli olabilir. Aynı zamanda gereği de yoktur. İran ve Irak üzerinden olanaklar da açılmıştır. Hudutta tedbirler alınmış, malzememiz de sağlanmıştır.

Yine o dönemde yaptığımız "Ülkeye Yeniden Dönüş" değerlendirmeleri vardır ve kapsamlı değerlendirmelerdir. Bu değerlendirmeler doğrultusunda, bu ruhla çalışmalara hakim olmak istenmiştir. 1982-83 yılları ülkeye yeniden dönüşün hazırlandığı yıllardır. 

1983'te silahlı gruplarımız ülkeye girmeye başladılar. Aslında planladığımız eylemlilik (15 Ağustos eylemliliği) daha önce gelişebilecek bir eylemlilikti. TC'nin yaptığı 1983 Kasım seçimlerine silahlı eylemle karşılık vermek istiyorduk ve bu mümkündü. Fakat kendine sevdalanmış ögeler yüzünden uzun bir dönem eylemsizlik yaşandı. Buna gerekçe olarak 'Güney Kürdistan'ı TC'ye karşı bataklık olarak kullanacaklarını' gösterdiler. 

Güney Kürdistan'daki ilişkimiz isabetli bir taktik ilişkiydi. Bu dönemde kurduğumuz ilişkiler fazla olumsuz değildi, sonuç da alınmaktaydı. Orada yapılanlar ise, Partinin yürüttüğü muazzam çabalara bütünüyle inkarcı yaklaşım göstermekti. Söz konusu şahısların ön plana aldıkları; önderlik sevdaları, can telaşı, ya da güvenlik ihtiyacıydı. Bu temelde kendilerine bir dünya kurmak istediler. Bu yüzden de 1983'te yapılması gerekeni 1985'in ortalarına almışlardır. Bu kendini dayatma anlamına gelmektedir. 

Bu noktada başka bir engelle de karşı karşıya geldik. 1984 Ağustos'undan çok daha önce, "Cephe" adıyla bir çıkışı gerçekleştirmek istemiştik ve hazırlıklarımız bu yönlüydü. Tüm gücümüzle bunu gerçekleştirmeye çalışıyorduk. Fakat halen tam açıklayamadığımız nedenlerle böyle bir ertelemeyle karşılaştık. Bu erteleme sonucunda 1984 Ağustos'unda yapılan çıkış da sönük ve çok güçlü hazırlık olmadan yapıldı. Üç yüze yakın savaşçı gücümüz vardı. Eğer bu güçle gerilla üzerinde yoğunlaşılsaydı çok önemli kazanımlara ulaşılabilirdi. Özellikle üslenme, yönetim ve kitleye doğru yaklaşım sorunları çözülebilseydi, elde edilen kazanımların yüz kat daha fazlasını elde etmemek işten bile değildi, ancak görevlere çok onursuzca ve çok inançsızca yaklaşıldı. Ögelerimizin büyük bir kısmı yurtseverlik ve direnişçilik ruhuyla doluydu ve  sonuna kadar savaşmaya hazırlardı. Ama bekledikleri önderlik yapılamayınca kendiliğindenliğe terkedildiler. Kendiliğinden güçlü bir önderlik çıkışını yapamayınca, eylemlerde kapasite daralması, gecikmesi ve fazla kayıplarla karşı kaşıya kalması durumu ortaya çıktı. 

Aynı dönemde provokasyon hem ülkede, hem Ortadoğu'da ve hem de Avrupa'da pençesini Partiye geçirmeye, Partiyi boğmaya çalışıyordu. Partimizi Parti olmaktan çıkarmak için çabalamaktaydılar. İliklerine kadar bu ruhla dolmuşlardı, bunu tamamlar nitelikte bir çok uzantıları vardı. Tam böylesi bir dönemde ülkede de Partiyi geriye çekmeye çalıştılar. Bunu da kendi kişisel güvenlikleri ve yaşamı uğruna, önderlik sevdası uğruna yaptılar. Kendi bireysel çıkarları için mevcut Parti olanaklarını kullandılar. 

Tüm bu yaklaşımlara rağmen, Parti gücümüz yurtseverlik duyguları ve mevcut eğitimin verdiği bilinçle, hazırlıkların ilerlemesi sayesinde adım atmayı başarabildi. İstenildiği gibi olmasa da, gecikmeli de olsa, 1984 eylemliliği ve 15 Ağustos ilanıyla beraber belli bir aşamaya gelindi. 1984'ün sonları en az kayıp verdiğimiz dönemdi. Bu süreçte taktiğe biraz hakimiyet olsaydı, özellikle kuşkulu ögelerin tahribatına biraz dikkat edilseydi ve biraz sınırlandırılabilseydi 1985'e çok güçlü girilebilirdi. Taktik önderliğe hakim olunsaydı, gerek yönetim, gerek bütün militan yapı bu konuda sonuna kadar dikkat ve duyarlılığı gösterseydi ve görevlere bağlı kalınsaydı, 85 kışını iyi bir hazırlık evresi olarak değerlendirilebilirdi. Ama yapılan bu olmadı. 

"Cephe'nin ilanı 21 Mart'ta yapacağız" diyerek Enver Paşacılık yapıldı. Kendine sevdalanmışlığın diğer bir hortlaması da böyle oldu. Eylem için kadrolara Mart'ta gitmeleri talimatını verdiler ve sonuçta bilinen büyük kayıplarımız meydana geldi. En değerli militanlarımızın bir kısmı da daha ilk girişte yakalandı ve ezildi. Bir grubumuz Şirvan'ın Zümrüt köyünde kuşatıldı. Üç arkadaşımız imha oldu, iki arkadaşımız yaralı yakalandı. Nebil haininin provokasyonu yüzünden sekiz arkadaş şehit düştü. 

Tüm bunlar henüz Mart ayını bitirmeden peş peşe gelen felaketlerdi. Buna rağmen umutlar çok diriydi. Bu umutları Agit yoldaşla yaptığımız bir değerlendirmede değerlendirdik. Hatta Agit yoldaşın "Newroz'da Uyanan Umutlar" isimli bir değerlendirme yazısı vardı. 1985 Newroz'unda çok coşkulu ve başarmaya sonuna kadar güven temelinde bir yaklaşım vardı. Yeni bir yönelimle adım atma kararı aldık. Bu sefer Zaxo'daki Nisan provokasyonu ortaya çıktı. Güney'deki taktik ilişki başımıza bela oldu ve sekiz değerli yoldaşımızın şehit düşmesi olayı yaşandı. Ardından IKP'nin TC ile ilişkiye geçmesi krizi derinleştirdi. 

Bu dönem aynı 1978-79 dönemine benziyordu. 1978-79'da örgütü ilan ettiğimizde iş yapabilecek adamımız yoktu. Bu nedenle geriye çekiliş ve altı yıl gibi bir hazırlık evresini yaşamıştık. 1984-85'i önemli gelişmelerle mümkün kılacak bir hazırlık süreciydi. Taktik önderlerin çıkmayışı yüzünden yapılan hazırlıkların istenen sonucu vermesi şurada kalsın, her an tasfiyeci bir konumla çok şey yitirilmesi tehlikesi kendini önümüze seriyordu. 1985'i güçlü çıkarmak için biraz daha müdahale etmeye çalıştık. Bazı ilerlemeler oldu, mücadele kesintisiz biçimde sürdü, ama çok büyük kayıplarımız da oldu. Gittikçe hareketin sürekliliği konusunda kuşkular belirmeye başladı. Taktik ilişkiler değerlendirilememişti, stratejik önderlik doğrultusunda yürünmemişti. Savaştan alabildiğine çekinen ögeler vardı ve militanlarımızın da önemli oranda kayıpları söz konusuydu. 

1985'in sonuna doğru geldiğimizde bir daralma dönemi yaşandı. Hareketin yeni temeller üzerinde inşa edilmesi gerekiyordu. Bu sefer daha derinleştirilmiş açımlamalarla ilk eleştirilerimizi 1985 Kasım'ında kaleme aldık. Daha öncesinde Mart talimnameleri vardı, onlar da kapsamlı eleştirilerdi. Aslında baştan itibaren sürekli eleştirisel yaklaşımımız vardı. Ama en önemlisi bu aşamada yapılanlardı. 

1985 Mart çözümlemeleri ve güz çözümlemeleriyle birlikte, kendini ardına kadar sağ tasfiyeci konuma batırmış olanları çekmeye çalıştık. Bazılarına ısrarla "hesap ver" dediğimizde, korkuyor ve çekiniyorlardı. Hesap vermektense ölümü tercih ediyorlardı. Bütün bunlara rağmen, yine de ihtiyatlı ve akıllı olmayı yeğledik. Büyük davaların gerektirdiği güçlü tutumdan ayrı düşmemeye çalıştık. 

1986 Yılı boyunca bir yandan da düşman bastırdı. Düşman da bizim için bir toplanma yılı olduğunu iyi biliyordu. Bu dönemde hareketimizin gerçekten önderliksel çıkışını temsil eden ögelerimiz de çıktı. Başta Agit olmak üzere, bir çok arkadaşımız direndi. Çıkışın mümkün olduğu kanıtlandı ve 1986 baharına bu temelde ulaştık. Newroz'u böylesine bir atmosfer içinde karşıladık. Bir yandan bir Parti zirvesi için hazırlık yapıyor, diğer yandan eylemlerden vazgeçmeyerek ülkedeki sürekliliği korumaya ve bir çok şeye can vermeye çalışıyorduk. Aynı zamanda tasfiyeciliği her yönüyle boşa çıkarmak için uğraşıyorduk. Bu çabaların ne kadar önemli olduğu açıktır. 

1987 baharı ve Newroz'u ulusal özgürlük çabalarımızın Kürdistan'ın en ücra yörelerine kadar yayıldığı, hem de umudun son derece güçlendirerek yoğunlaştığı bir dönem oldu. Bu dönemde dünyaya kendi gerçekliğimizi göstererek, onları politika belirlemeye zorlayacak kadar etkiledik. Bu yıl bu tarzda kazanılmış bir yıldır. Aynı zamanda Partimizin muhtevasının en çok derinleştiği, yetkinleştiği bir yıl olmuştur. 

Hareketimizin baştan beri diyalektik gelişiminde etkisini sürdüren bir özelliği vardır. Her kayıpta, her başarısızlıkta önemli bir başarı etkeni görme, gösterme ve bunları yengiye başarıya dönüştürme özelliğidir. Kesintisiz gelişimi başarma biçiminde bir gelişme söz konusudur. Resmi ilan edilmiş, açıklanmış Parti silahıyla savaş yürütme ne anlama geliyor? Bütünüyle onbeş yıllık ana bir doğrultuya girme ve onu her yıl bir basamak daha yükseğe çıkararak yaşamamız neyi öğretiyor? Bu büyük isyan hareketine kalkışırken, biraz hazırlanmış karar gücü haline gelmiş olmak, adımları denk atmak, önünü ölçmek biçmek gerekiyordu. Böyle yürünmesi halinde gücün çok büyük bir kuvvete dönüştürüleceği kanıtlanmıştır. 

* Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 1988 Mart ayı çözümlemelerinden derlenmiştir.