Topyekûn savaş konseptinin Kurdistan’da Hizbullah ayağı -I-

Hizbullah nasıl ortaya çıktı, ilk dönemki faaliyetleri nelerdi, süreç içerisinde siyasi olarak nasıl bir dönüşüm yaşadı ve kanlı geçmişine rağmen tekrar nasıl sisteme eklemlendi?

Türk devleti, PKK’ye karşı 1990’lı yıllarda yürüttüğü topyekûn savaş konsepti dahilinde Hizbullah örgütünü savaşın bir aparatı olarak kullandı. Türk ordusu açık bir savaş yürütürken, Hizbullah örgütü ise şehir merkezlerinde PKK’nin etki alanlarında toplumsal dinamiklere karşı başlattığı saldırıları zamanla diğer Kurdistani değerlere sahip kesimlere de yöneltti. O yıllarda yapılan infazlar, toplu katliamlar Türk devleti tarafından gizlenerek Hizbullah’a yol verildi.

Hizbullah örgütünün siyasi temsili Hüda-Par, 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerde AKP/MHP tarafından oluşturulan Cumhur İttifakı'nı destekleyeceğini deklare etti. Hüda-Par, seçimlere AKP kontenjanından girecek. Hüda-Par’ın bu kararı sonrası 90’larda miras aldığı Hizbullah’ın kanlı dosyası tekrar kamuoyu gündemine geldi. Bu dosya haberlerde Hizbullah’ın ortaya çıkışı, ilk dönemki faaliyetleri, süreç içerisinde siyasi olarak yaşadığı dönüşümü ve kanlı geçmişine rağmen tekrar nasıl sisteme eklemlendiğini ele alacağız.

1990’lı yıllarda PKK ile devlet arasında Kurdistan’da yoğunlaşan savaşta kontrolü kaybeden devlet, PKK’nin halk ile bağlarını koparmak ve Kurdistan’ı insansızlaştırmak için özel savaş konseptlerini devreye koydu.  Köy yakmalar, toplu ve yargısız infazlar, zorla göçe tabi tutmak, işkence, hapis ve her tür özel savaş aygıtı Kurdistan’da devreye konulmuştu. Kırsal alanlarda yoğunlaşan çatışmaların yanı sıra şehir merkezlerinde oluşturulan özel operasyonel güçlerle sivil insanlar hedef alınıyordu. Devlet, alışık olduğu klasik baskı yöntemleri ile savaşın kontrolünü sağlayamıyordu. Bu gelişme ile devlet, diğer savaş yöntemlerinin yanına dini duyarlılığı da Kürt hareketine karşı savaşın bir aracı haline getirdi. Çoğunluğu Milli Türk Talebeler Birliği içinde yetişen kadrolar tarafından kurulan ve İran’da eğitim gören Hizbullah adlı paramiliter örgütünü de devreye koydu. Hizbullah örgütünün askeri kamplarda eğitildiği ve JİTEM tarafından kullanıldığı devlet yetkilileri tarafından itiraf ediliyordu. Tarihin en karanlık örgütlerden biri olan Hizbullah örgütü, şehir merkezlerinde sivil insanlara yönelik acımasız eylemleriyle çatışmaların tarafı oldu. Bu örgüt, 1990 ve 2000 yılları arasındaki dönemde Kürt halkına karşı acımasızca kullanıldı. Özel savaş konseptinin hüküm sürdüğü Kurdistan’da binlerce sivil insan bu örgüt tarafından katledildi. Hizbullah örgütü bu yıllarda devletin resmi ve gayri resmi güçleri iç içe eylemler yaptı.

İLİM GRUBUNDAN HİZBULLAH’A EVRİLEN SÜREÇ

Hizbullah manifestosuna göre örgüt, 1979 yılında Batman’da Hüseyin Velioğlu tarafından kuruldu. Gençliğinde Milli Türk Talebe Birliği içinde aktif yer alan Velioğlu, üniversiteyi bitirdikten sonra girdiği kaymakamlık sınavında başarılı olamadı. Velioğlu, 1980 yılında Batman Petrol İş Başkanlığı’na sağ blokun adayı olarak girdi ancak kazanamadı. Şu anda örgütün liderliğini yapan Edip Gümüş’ün mahkemede verdiği ifadelere göre, Velioğlu ile aynı zamanda Milli Selamet Partisi'nin gençlik kolları olan Akıncılar grubunda aktif görev aldılar. Bu grup, aynı dönemde Batman’da bulunan Akra Kitabevi çevresinde aktif faaliyetlerde bulundu. Daha sonra Diyarbakır’a yerleşen grup, İlim Kitabevini kurarak faaliyetlerini orada sürdürdü.

Hizbullah’ın kuruluş yıllarında Menzil grubu ile ilişkili olduğu düşünülse de bunlar iki farklı gruptur. Her ne kadar kamuoyunda Menzil'den ayrılma bir grup olarak lanse edilse de, Velioğlu hiçbir zaman Menzil grubu ile faaliyet yürütmedi. Velioğlu’nun Menzil lideri Fidan Güngör ile kişisel ilişkileri dışında bir siyasi faaliyeti bulunmamaktır. Daha sonra rakip olarak gördüğü Fidan Güngör'ü katletme emrini de bizzat Velioğlu verdi.

ÖRGÜTÜN İRAN AYAĞI

Edip Gümüş’ün Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesindeki ifadelerine göre Velioğlu, 1988’den sonra bir dönem İran’da kaldı. Gümüş, beraberinde bir grup ile İran’a, Velioğlu’nun yanına gitti. Velioğlu’nun organizasyonu ile Devrim Muhafızları komutanlarından bir dönem askeri ve siyasi eğitim aldılar. Türkiye’ye dönen İlim grubu, daha sonraki yıllarda tekrar İran’a geçti. Gümüş, 1980’li yılların sonlarına doğru Velioğlu ile üç defa İran’a gidip kendilerini destekleyen Devrim Muhafız birimi ile temas kurdu.

İLİM GRUBU ŞİDDET YOLUYLA ADINI DUYURDU

1990’lı yıllarından itibaren Kurdistan’da yoğunlaşan özel savaşta dini motifli İlim grubu, paramiliter bir güç olarak çatışmalara dahil oldu. Diyarbakır, Batman, Mardin ve Bingöl gibi illerde silahlandırılan 'İlim' grubu üyeleri, sokak magandaları gibi ellerinde satır, döner bıçakları ve demir sopalarla pervasızca halka yöneldi. Kendilerini 'Allah’ın askerleri ‘olarak tanıtan bu grup, duyarlı din insanlarını, yurtsever, demokrat kişileri ve siyasi öğrencileri hedef aldı. Başta sokak ortasında insanlara 'satır' ile saldıran bu grup, sokaklarda kız çocukların bacaklarına kezzap dökerek eşi benzeri görülmeyen bir vahşet ile Kurdistan’da adını duyurdu.

Kontravari eylemlerle ses getiren grup, binlerce faili meçhul cinayette birinci derecede rol aldı. Kurdistan’da Hizbul-Kontra olarak anılan grup, ‘domuz bağı’ ile işlenen cinayetler ve ‘mezar evleri’ ile uzun süre ülke gündemini meşgul edecek eylemlerinin startını bu şekilde verdi.

CAMİ HAKİMİYETİ SAVAŞI VE MELE UBEYDULLAH DUYAR’IN KATLEDİLMESİ

Grup, zekat ve yardım bağışında bulunmayan birçok esnafa şiddet yoluyla baskı uyguladı. Bu vahşetle yetinmeyen bu grubun, 1992’da Diyarbakır’ın Şehitlik semtinde Cami İmamı Ubeydullah Duyar'ı sabah namazı çıkışında sopalarla katletmesi, dini motifli cinayetlerinden sadece bir tanesiydi.

İlim grubu, Kurdistan’da genelde korucuların yoğun olduğu köylerde ve devletin kontrolü altında örgütlenmelerini sürdürdü. Şehir merkezlerinde ise Diyanet'e bağlı kenar mahallelerde mescit ve küçük camilerde varlık gösterdiler. Zamanla camilerde faaliyetlerini artıran grup, faaliyetlerine karşı gelen herkesi hedef haline getirdi.

O döneme ilişkin tanıklığını ifade eden kadrolu bir imam, şunları anlatıyor: “Küçük yaşta çocukları camilere getirip namaz vakitlerinden sonra zaman geçirmelerinden şüphelendim. Sonra çocuklarla sohbet edince anladım ki hepsini silahlandıracaklar. Bunlarla tartıştım. Fikirsel tartışmaya açık değillerdi. Olanları müftüye bildirdim. Bir şey yapamayacağını söyledi. Sonra olayı ilçe kaymakamına aktardım. O da bana, 'emir büyük yerden, karışmayacaksın' dedi. Onların hedefi haline geldim. 3 yıl evimden dışarı çıkmadım. En sonunda memleketi terk etmek zorunda kaldım.”

Mele Ubeydullah Duyar da, Hüseyin Velioğlu ile tanışıklığı olan ve tanınan bir camii imamıdır. Velioğlu’nun düşüncelerini tehlikeli bulur ve karşı çıkar. Ancak herhangi bir örgütlenme içinde olan bir şahıs değildir.  Kendi çevresindeki gençlere İlim grubundan uzak durmaları yönünde telkinde bulunduğu için hedef haline gelir. Velioğlu tarafından katliam emri verilen Duyar, sabah namazı çıkışında bir grup Hizbullah çetesi tarafından sopalarla vahşice katledilir.

Bu şekilde onlarca yurtsever ve sevilip sayılan imam, Hizbullah tarafından katledildi, yüzlercesi ise kendini daha güvende hissedeceği batı illerine göç etmek zorunda kaldı.

HİZBULLAH KONTRA DÖNEMİ VE TAKAROV VE MAKAROV TABANCA CİNAYETLERİ

Hizbullah ismini alan grup bölgede 'Sofikler (Sahte sofiler)','Hizbul-kontra' ve 'Hizbul şeytan ‘olarak anılırken, İslami çevrelerde ise 'Hizbul-zulüm olarak' anılmaya başlandı. 90'larda arkalarında sinsi yaklaşarak Takarov ve Makarov marka tabancalarla ile yüzlerce din insanını ve Kürt yurtseverini katlettiler. PKK'ye karşı savaş adı altında yüzlerce sivil Kürt insanı katleden grubun cinayetlerini Takarov marka tabanca ile işlemeleri ise dikkat çekiciydi. O dönemde örtülü ödenekten Takarov ve Makarov tabancaların alındığı ve bu gruba verildiği, daha sonra resmi yetkililerin yaptığı açıklamalarla ortaya çıkmıştı.

SİLVAN'DA CİNAYET BENZERLİĞİNDE DEVLET HİZBULLAH İSMİNİ KOYDU

İlim Grubu'nun hurseda.net internet sitesinde Hüseyin Velioğlu’nun yaşamının anlatıldığı bir makalede, Hizbullah isminin grubun kuruluşunda belirlenmediğine ancak halkın yakıştırması ile bu ismin kullanıldığına dikkat çekiliyor. Uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan ise Hizbullah ismi konusunda şu çarpıcı açıklamayı yapmıştı:" Hizbullah diye bir şey yok. Hizbullah ismini biz koymuşuz. Geçmiş yıllarda bir cinayet olmuş, Silvan’da bir devlet görevlisi, 'Bu eylem türü Hizbullah’a ait ‘demiş. Ondan sonra da ismi öyle kalmış. Aslında sadece bir tetikçi grubudur."

JİTEM KURUCUSU ALBAY DOĞAN’DAN HİZBULLAH İTİRAFI

Gruba ait hürseda.net internet sitesinde Velioğlu'nun yaşamının anlatıldığı bölümde, Velioğlu'nun kentlerde örgütlenme yerine kırsal kesimlere yöneldiği anlatılıyor. O dönem bölgede JİTEM’i kuran ve başında bulunan Albay Arif Doğan da, Velioğlu’nu doğrularcasına yıllar sonra şu itiraflarda bulundu: “Velioğlu’nu 1987'de çağırıp kırsal kesimlerde örgütlenmesi yönünde direktif verdim. Hizbulkontra'yı da ben kurdum. Şimdiki Hizbullah değil. Hüseyin Velioğlu'nun ilk kurduğu teşkilatı ben kurdurttum. Ben herkesten iyi mücadele ettim. Ben baş koymuşum, bu vatana hizmet etmişim. JİTEM'i kurdum da hata mı ettim?"

JİTEMCİ ERSEVER: GÜVENLİK GÜÇLERİ HİZBULLAH’I KORUYUP GÜÇLENDİRDİLER

Yine başka bir JİTEMCİ ve devlet tarafından öldürülen Binbaşı Cem Ersever ise Hizbullah hakkında şu itiraflarda bulunuyordu: “Hizbullah ile bağlantıyı itirafçı Alaaddin Kanat ve Adem Yakın tarafından sağlıyorduk. Kanat ile Yakın'ın bize söyledikleri şu olmuştur: 'Hizbullah PKK'nin düşmanıdır. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur. Güvenlik güçleri kesinlikle Hizbullah ile uğraşmasın. Onun yolunu açsın.' Adamların dediği de oldu. Güvenlik kuvvetleri Hizbullah'ı koruyup, güçlendirmişlerdir. Hizbullah'ın tetikçilerinin çoğu itirafçıdır."

TÜRK DEVLET YETKİLİLERİNDEN HİZBULLAH İTİRAFLARI

Emekli Albay Attila Uğur, verdiği bir demeçte, Hizbullah elemanlarının devlet tarafından korunduğunu şöyle itiraf ediyordu:" 1994 başlarında bir tim komutanım görevinden dönmüş, bana rapor vermişti. Bir köyde iki kişi yakalamışlar. Şahısların üzerinden iki uzun namlulu tüfek, el bombaları ve Takarov marka iki tabanca çıkmış. O dönemde Takarov’u sadece Hizbullah kullanırdı. Şahısları görmek için nezarete ineceğim sırada santral görevlisi geldi, üst düzey bir yetkilinin beni aradığını söyledi. “O adamları hemen bırakın, onlar PKK’ya karşı savaşıyorlar” diyordu telefondaki yetkili."

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Başkanı Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış ise şunları aktarmıştı: “Hizbullah, PKK’ya karşı devletin kurdurduğu, beslediği, büyüttüğü bir örgüttür. Zaten derin devletin bir politikası var: “İti ite kırdırmak.” PKK’ya karşı da bu yöntem kullanılmıştır.”

Dönemin OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu da, "JİTEM, MİT ve Emniyet’in Hizbullah’la o dönem istihbarat alışverişi yapması gayet doğal bir durum" diye itiraf ediyordu.

Hizbul-Kontra elemanları yıllarca Batman'ın Gerçüş ilçesine bağlı köylerde askerler tarafından eğitildi. Bu durumu dönemin Batman Emniyet Müdürü Öztürk Şimşek, şu şekilde itiraf etmişti: “Ne yazık ki, Hizbullah örgütü mensupları bir dönem askerlerden yardım gördüler. Buradaki bazı askeri birliklerde silahlı eğitim yaptılar, lojistik destek gördüler. Bunların Gercüş’ün Çiçekli, Sekilli ve Gönüllü köylerinde kampları var. Silah eğitimini de jandarmadan gelen bazı subay ve astsubaylardan alıyorlar."

Dönemin ANAP Milletvekili Eyüp Aşık: “Güneydoğu’da terörle mücadelede devletin en etkili üç silahı vardı. Özel tim, koruculuk ve Hizbullah."

Yeni dönemin bir başka OHAL Valisi Ünal Erkan, “PKK çökertilmedikçe Hizbullah tipi militan örgütleri çözmeye yönelik niyetli değiliz" diye itiraflarda bulundu.  Dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu da şu itirafta bulunmuştu: “Hatay'da görev yaparken dönemin Adana Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz ile İl Jandarma Alay Komutanı Vicdan Başaran olduğu halde şehir kulübünde yemek yedik. Bu yemekte bölge komutanının yanında bulunan ve önceleri emir eri olduğunu zannettiğim sivil giyimli şahsın daha sonra İstanbul'da ölü olarak ele geçirilen Hüseyin Velioğlu olduğunu öğrendim."

VALİ’NİN ÖZEL BİRLİĞİ BİN KİŞİLİK HİZBULLAH ORDUSU!

Özellikle PKK’nin 1999’dan sonra ateşkes ilan etmesi ve ülke dışına çıkmasından sonra Hizbullah’ın da Kurdistan’daki işlevi bitmişti. Devlet bu sefer Hizbullah’ı tasfiye etmeye başladı. Sivil insanlara yönelik hunharca katliamları kamuoyunda artık ciddi tepkilere yol açmıştı. Devlet-Hizbullah artık gizlenmeyecek boyutlara ulaşmıştı. Bu durumu saklamakta zorlanan devlet, bu sefer sorumluluğu bölgede yetkili asker ve sivil memurlara atarak, olayı rutin dışına çıkan birkaç görevlinin sorumsuzluğu olarak lanse etmeye başladı.

Batman Valisi Salih Şarman, 1994’te bin kişilik ‘Özel Karma Birlik’ adı altında kontra bir ekip kurmuştu. Bu ekip için 14 uçak dolusu silah alınmıştı. Şarman, yıllar sonra bu silahları kendi zimmetine geçirdiği iddiası ile yargılanmıştı. Bu yargılanma aşamasında devlet ve Hizbullah arasındaki ilişki bir kez daha gün yüzüne çıkmıştı. Vali, savunmasında “Bu örgüte sağlanan silahların Türk Hava Kuvvetlerine ait 16 tane uçak ile gönderildiğini, paralarının devletin resmi bankası olan Ziraat Bankası'nca ödendiğini, bu konudaki demirbaş kayıtların daha sonra yok edildiğini” belirtiyordu.

ALAY KOMUTANLIĞIN RESMİ SİLAHLARI HİZBULLAH SIĞINAĞINDA!

2001 yılında Şırnak'ın İdil ilçesinde yapılan bir operasyonda, Hizbullah militanları üzerinde Türk ordu menşeli 20 adet kaleşnikof tüfek, 5 adet lav silahı, 3 adet roketatar, 2 adet BKC makinalı tüfek, 1 adet G3 ve 1 adet A-3 silahı ele geçirilmişti.  

Yakalanan Hizbullah sanıkları, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanırken, Şırnak Jandarma Alay Komutanlığı mahkemeye yazdığı resmi yazıda, silahların kendilerine ait olduğunu ve taraflarına iade edilmesini talep ediyordu.  

MİT KORUDU, MGK’DE HİÇBİR ZAMAN GÜNDEME GELMEDİ

MİT, 1997 yılında Hizbullah hakkında bir rapor yayınladı. MİT’in yayınladığı raporda Hizbullah’ın bir hücre faaliyetine rastlanmadığı belirtiliyordu ve Hizbullah’ın cinayetleri vahşetleri ise ahlaksızlara karşı eylemler olarak geçiştiriliyordu. Başka bir devlet yetkilisi ise yıllar sonra bir dergiye verdiği demeçte, Hizbullah’ın hiçbir şekilde MGK’de gündeme gelmediğini itiraf ederek, “ Beykoz operasyonundan sonra emniyetin operasyonları sonucunda ortaya çıkan mezar evlerin açılması ile tüm Türkiye, Hizbullah vahşetini yakından görme fırsatı buldu” dedi.

METROPOLLERDE DE KÜRT SİVİL İNSANLARI KATLETTİLER 

PKK’nin ateşkes kararı, Kurdistan’da Hizbullah’ın varlık nedenini ortadan kaldırıyordu. İşledikleri cinayetler ve acımasızlıkları ile Kurdistan’da barınamayan örgüt, 1996’dan sonra faaliyetlerini metropollere kaydırdı. Buralarda Kürt yurtsever insanlara karşı saldırılarını sürdürdüler. Bursa, Konya, İstanbul, Adana, Mersin ve Ankara gibi şehirlerde insan kaçırma, haraç alma, işkence ile sorgulama ve öldürme gibi insanlık dışı metotlar kullandılar. Özellikle metropollerde Kürt iş insanları, kanaat önderleri ve Kürt İslami şahsiyetleri kaçırarak hunharca katlettiler. Özellikle Zehra Vakfı Başkanı Kürt Alim İzzettin Yıldırım'ı kaçırıp hunharca katletmeleri, kamuoyunda ve İslami çevrelerde ciddi infial yaratmıştı.

HİZBULLAH’IN TASFİYESİ

Devlet, kirli savaşta artık işine yaramayan ve kamuoyunda tepkilere neden olan eylemlerinden dolayı Hizbullah’ı tasfiye kararı verdi. 17 Ocak 2000'de Beykoz'daki bir villaya yapılan operasyonda Velioğlu öldürülmüştü. Yanındaki örgütün üst kadroları Edip Gümüş ve Cemal Tutar ise sağ yakalanmıştı. Örgütün arşivi ele geçirilmişti.

Arkasında Hizbullah’a yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda yapılan aramalar sonucu birçok evde toplu mezar bulunmuştu. Yıllardır kayıp olan birçok insanın cesedi, Hizbullah çetelerinin yaşadıkları evlerin altında toplu gömülmüştü. Kaçırdıkları insanları günlerce korkunç işkencelerle sorgulayan Hizbullah çetelerinin, insanları aç susuz, domuz bağı ve değişik yöntemlerle katlettiği ortaya çıkmıştı. Nedense devlet yetkilileri evlerdeki toplu mezarları eliyle koymuş gibi buluyordu. Medyaya yansıyan bu görüntüler toplumda infial yaratmıştı.