DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkâri Milletvekili Leyla Güven’in Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecridi kırmak için başlattığı ve gün be gün kitlesel katılımlarla büyüyen açlık grevi eylemine Paris’te bir Türk Alevi olan devrimci Özkan Özdemir de katıldı. 27 gündür süresiz-dönüşümsüz açlık grevini sürdüren Özdemir eylem amacını Anadolu, Kürdistan ve Mezopotamya coğrafyasındaki halklara ve inançlara yapılan katliamlara karşı duruş olarak değerlendiriyor.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki kesintisiz mutlak tecridi kırmak için 172 gün önce DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven tarafından açlık grevi eylemi başlatıldı. Bu eyleme dünyanın farklı yerlerinden ile Türkiye ve Kürdistan’daki cezaevlerinden 7 bine ulaşan insan destek verdi. Kritik aşamaların yaşandığı süresiz dönüşümsüz açlık grevine Paris’ten Türk Alevi bir devrimci olan Özkan Özdemir de katıldı. Avrupa Ezilen Göçmenler Konfederasyonu (AvEG-Kon) üyesi aktivist Özdemir, açlık grevi eylemini Türkiyeli Göçmen İşçiler Derneği’nde (ACTİT) devam ettiriyor.
Özdemir, açlık grevini eylemini ajansımıza değerlendirdi.
Sizleri tanımak istiyoruz, Özkan Özdemir kimdir?
Ben Maraş Elbistanlıyım. Türk ve Alevi bir aileden geliyorum. Yaklaşık 15 yaşından itibaren de Avrupa’da yaşıyorum. Ekonomik göçmen olarak babamız gelmişti ve aile birleşiminden bizler de Avrupa’ya geldik. Çok kısa bir süre sonra da devrimci düşüncelerle tanıştım, aslında hem inanç bazında ezilmemiz hem de 12 Eylül darbesi öncesinde bölgemizdeki devrimci hareketin nesilden nesile aktarılması ile devrimci bir kültürle yetiştim. Devrimci ve sosyalist bir arkadaşınızım.
ACTİT’de 27 gündür süresiz-dönüşümsüz açlık grevindesiniz? Neden açlık grevine girdiniz?
Devrimci sosyalist düşüncelere sahibim ve aynı zamanda Avrupa Ezilen Göçmenler Konfederasyonu üyesi bir aktivistim. Türkiye ve Kürdistan’daki bütün gelişmeler direkt beni ilgilendiren gelişmeler olarak gördüğüm içindir. Şüphesiz birçok katliamlar yaşadık, devletin Kürt halkı üzerindeki yoğun saldırılarını gerek emekçiler üzerindeki saldırılarını duygu bazında da hissediyorum. Tabii ki ülkedeki olumlu gelişmelerden de aynı baz da büyük bir mutluluk duydum.
Şimdi son durumuma, süresiz açlık grevime neden olan tecrit sorununu, özellikle Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit sorununu sadece bir bireye has tecrit sorunu olarak görmüyorum. Sadece bir birey üzerinde de olabilir bu tecrit ama bu bizim aldığımız kültür ve aynı zamanda yaratmak istediğimiz yeni yaşam bakımından karşı olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Açlık grevi nedir sizce, kişilik ile ilişkisi nedir? Devrimci mücadelede nasıl bir yere koyabiliriz?
Açlık grevi görünüş itibari ile pasif bir mücadele gibi görünse de ben bunun tam aksini düşünüyorum. Çok aktif bir eylem biçimi olarak görüyorum çünkü açlık grevinin bir hedefi tabi ki talepleri yaşam geçirmekse bir hedefi de esas özne olan dışarıda, evinde, fabrikasında okulunda olan geniş toplumsal kesimlere sesini duyurabilmek. Taleplerin onları da ilgilendiren boyutlarını onlara anlatabilmenin etkili yollarından birisi olarak düşünüyorum, çünkü bir insanın vicdani ve onursal yanının hala güçlü olduğunu düşünüyorum. Dünyamızda yaşanan bunca kötülüklere rağmen böyle bir insanın baskı altında tuttuğu vicdanı harekete geçirici önemli bir eylem olarak görüyorum açlık grevi eylemini.
80 darbesinde defalarca açlık grevine girmiş bir Kürt yurtseverine sormuştum bu soruyu, kendisi açlık grevini kişiliğini ve onurunu korumak için yaptığını söylemişti…
Tamamen katıldığım bir fikirdir bu. Bir tutsağın kendisine, onurunu kırıcı müdahalesine karşı tamamen bir sessiz çığlık, bir haykırışı temsil ediyor açlık grevi. Fakat aynı zamanda dışımızdaki gelişmeleri kendi dışımızda gören bir kişiliğe sahip olmadığımız için, örneğin sayın Öcalan üzerinde uygulanan tecridi de bana karşı yapılmış bir tecrit olarak görüyorum. O anlamda da aslında kendi kişiliğimi kendi onurumu koruma çabasıdır açlık grevi.
Şuanda binlerce Kürt yurtseveri Sayın Öcalan üzerindeki tecrit nedeni ile ayları bulan bir açlık grevi içerisinde fakat neden bir işçi, emekçi veya sosyalist (sizler gibi) açlık grevine bedenini yatırıyor? Elbistanlı Alevi bir Türk devrimci ile Öcalan üzerindeki tecridin bağlantısı nedir?
Kurduğum bağ bizden önceki nesillerin ve yaşananların tarihsel olarak kendi kişiliğimde analizi şeklinde gelişen bir durum. Buradan kastım şudur; Anadolu ve Mezopotamya toprakları çok ezilmiş halklara ve inançlara tanıklık etti. Fakat bununla birlikte aynı zamanda bir halkın, bir inancın ezilmişliği üzerinden farklı halkların ve inançların da kendi onurundan soyunmaya başladıklarına tanıklık ediyorum. Bir Ermeni soykırımını yaşadı bu topraklar ve bu soykırım yapılırken bölgenin halkları soykırıma karşı duramadı, bir direniş geliştiremedi. Daha sonrasında Kürt halkının katliamlara uğradığı onlarca katliam var, yine Alevilere dönük katliamlar var. Şimdi tüm katliamlara ses çıkarmayan bir insan, bir toplum aslında kendi toplumsal varlığını da demokratik eşitlikçi özgür ortamında yaşama olağanını da elinin tersi ile itmiş olduğunu gördük.
Açlık grevi ile katliamcı tarihe karşı bir koyuş ve aynı zamanda bir cevap mı olmak?
Kendi şahsımda hem geçmişin özeleştirisi hem de bugünün dünyasında, coğrafyamızın şekillenmesi bakımında halklarımızın bir arada ve özgürce yaşayabilecekleri bir ortamda özne olabilmek. Ben bunun yolunun da bugün kendisini çok somut bir biçimde dayatan Kürt özgürlük sorunu olduğunu görüyorum. Kürt halkının demokratik eşitlikçi talepleri olduğunu görüyorum ve bu taleplerin karşılanmasıyla bunun yolunun açılabileceğini, özellikle Türkiye ve Kürdistan söz konusu olduğunda. Şimdi Kürt halkının sömürge altında tutulmasına, önderliğinin tecrit altında tutulmasına ses çıkarmayan bir Türk işçi emekçisinin de aynı sömürüyü başka biçimde kendi yaşamı içerisinde gördüğünü düşünüyorum. Bu amaçla bu mücadelenin halkların özgür bir ortamda yaşayacaklarının önemli bir ayağı olarak görüyorum.
Sizlerin şahsındaki bu açlık grevi Türk emekçi ve sosyalist kesimlerde nasıl bir yansıma buldu, nasıl tepkiler aldınız?
Şuana kadar ki tepkileri çok olumlu, bunu söyleyebilirim. Tabi ki başlarda önce bir şaşırma durumu ortaya çıktı. Bu iki nedenden dolayı oldu. Bir tanesi Türk sosyalist biri niye böyle bir mücadele içerisinde yer alır? İkincisi de başka yolları yöntemleri yok mu anlayışı temelinde şaşkınlık yarattı. Fakat özellikle bugün yaşadığımız sorunların kaynağını ve bunlar arasındaki diyalektik bağlantılarını doğru bir şekilde koyup tartıştığımızda bu anlaşılıyor ve olumlu yönde desteklerini daha aktif bir şekilde aldım. Örneğin dün en azından birebir tanıyan yoldaşlarım şahsında daha geride duranlar, tecrit ile mücadelede kendilerine roller biçiyorlar ve en ön saflarda yer alıyorlar. Tanıyan arkadaşlarımın ve yoldaşlarımın mücadeledeki tuttukları yeri görerek hissediyorum. İkincisi buraya günlük ziyaretlere gelen arkadaşlardaki bu tepkileri çok net bir biçimde alabiliyorum.
Yaklaşık 7 bin insan aylardır süresiz- dönüşümsüz açlık grevinde. Ne aşamada açlık grevleri? Kazanım boyutlarını merak ediyorum, ne aşamada?
Öncellikle direnişin kendisi hali hazırda çeşitli kazanımlar elde etti. En önemlisi ideolojik kazanımdır. Bütün saldırılar karşısında sömürüye, sömürgeciliğe, tecride ve her türlü biat ettirilme saldırılarına karşı direnileceğini net bir biçimde gösterdi. Türk devletinin saldırıları karşısında bir nebze gerilemiş olan sokaktaki kitle hareketlendi. Yine yerel seçimler döneminde dolaylı bir biçimde açlık grevlerinin önemli bir rol oynadığını, an azında burada AKP diktatörlüğüne bir yenildi tattırma kararlığının geliştiğini düşünüyorum. Pratik anlamda ise iki tane somut kazanımı var. Birincisi sayın Öcalan ile kardeşinin görüştürülmesi ikincisi de sayın Leyla Güven’in zindandan serbest bırakılmasıdır. Burada karşı taraf şu emeli gütmüş olabilir; ben bunları yaparsam direniş bir biçimi ile söner. Fakat direniş çok kararlı bir şekilde başlamıştı ve kararlı bir biçimde devam etti. Dolayısı ile onların küçük hesapları bu büyük direnişi bitiremedi.
Sizler tarihi bir mücadelenin içerisinde üzerinize düşeni yapıyorsunuz? Peki halk, emekçiler ne yapmalı? Daha fazla ne yapılmalı ki direniş sonuç yakalasın ve tecrit dağıtılsın?
Bu mücadelenin kendisi aslında demokrasi, barış, eşitlik ve adalet mücadelesinin en önemli parçalarından bir tanesi. Dolayısıyla tecride karşı mücadelenin de kapsamının bütün bir toplum üzerindeki tecride karşı bir mücadele olduğunu düşündüğümüzde aslında birebir bütün kesimleri ilgilendiren bir sorun. Şu tarihsel olarak kanıtlanmıştır; direnişler başlar, bu direnişler ancak onun etrafında kenetlenen en geniş halklarla, en geniş işçi emekçi katılımla bir zafere gidebilir. Direniş cephesinin inişli çıkışlı bir seyir izlediğini düşünüyorum. Şu anlamda, örneğin ilk iki ay içerisinde kitlelerin Güven’in kaldığı hapishaneye günlük yürüyüşleri oluyordu ve bu her türlü polis terörüne rağmen oluyordu. Gün geçtikçe katılımlar da artıyordu.
Fakat sürecin bir aşamasında gündemin de kapsamlaşması, işte yerel seçimlerin de gündeme gelmesi ile birlikte konu olarak açlık grevleri gündemden düştü, bu anlaşılabilir bir şey. Çünkü özneler, öncüler tecrit saldırılarına karşı direniş ile yerel seçimlerde kazanımlarla çıkmayı birleştirdiler. Ama şimdi sıra tamamen tecrit ve ona karşı mücadeleye gelmiş durumda. Analarımızın koyduğu pratik ortada. Her türlü insanlıktan soyunmuş saldırılara rağmen, sokaklarda coplanma, gözaltı saldırılarına rağmen analarımızdaki kudret bu direniş gittikçe kitleselleşiyor. Direniş devam ettikçe kitle katılımının artmasının olacağının da göstergeleri mevcut.
Tabi çok yoğun saldırılar var, özellikle bu direnişlerin daha da kitlesel boyut kazanıp deyim yerindeyse faşizme diz çöktürecek noktaya gelmesinin önü alınmaya çalışılıyor. Bütün bu saldırıların temel nedeni bu ama bütün bunları ben nafile çabalar olarak görüyorum.
Bu ağır tecridin faili olan devletin pozisyonu ne durumda? Hukuki olarak nasıl bir karşılık verecek diye soramıyorum zaten en başından beri hukuksuz bir durum söz konusu. Devlet nezdinde nasıl bir kırılma yaşanabilir?
31 Mart yerel seçimler sonrası yepyeni bir politik atmosfere adım attık. Saldırganlıkta dayatan AKP-MHP faşist ittifakının çok net bir biçimde kaybettiğini gördük. Tüm hilelerine rağmen Kürdistan’daki belediyelerimiz kayyumlardan geri alındı. Alınamayan yerlerde de çok yoğun hileler yapıldı, Kürdistan şehirleri askeri garnizon haline getirildiği yerlerdi. Batıda da nüfusun neredeyse yüzde 40’ının yaşadığı yerleri kaybetti. Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan halkların artık AKP politikasından farklı bir politika izlenmesi gerektiğine geldiğinin temel veri bunlar. Fakat iktidar kanadından bir yandan saldırılarını çok yoğunlaştırdığını da görüyoruz. İşte analarımıza yönelmeleri ya da 5 yaşındaki bir kız çocuğunun cinsel istismarında sokağa çıkana kitleye saldırmak.
Yani saldırıların en yoğun olduğu dönemde kırılmaların yaşanacağı gerçeği var. Böyle bir durum mudur bu?
Bir deyim vardır, ‘Karanlığın en zifir hali aydınlığa yaklaştığımız noktadır’ diye. Bunun toplumsal yaşamda da geçerli olduğunu düşünüyorum, bu biat ettirme saldırıları öncü güçler tarafından, Kürt özgürlük bakımından, devrimci sosyalist hareket bakımından ya da gerçekten tutarlı demokrat kitleler tarafından kabul görmediği tam aksine bir direniş cephesinin oluştuğunu görüyorum. Şuanda egemenlerin de bir yandan saldırıların dozajını arttırırken, ayyuka çıkarırken, bir yandan da yönetememe krizini daha fazla derinleştirdiklerini görüyorum. Buradan tecridin parçalanması da dahil olmak üzere önemli başarılar elde edebileceğimizi düşünüyorum.
Halkın pozisyonu ve devletin durumunu sordum. Bir de Avrupa’nın demokratik kurumlarını sormak istiyorum. CPT, Avrupa Parlamentosu gibi kurumlar neler yapabilir? Etkileri var mı, Türk devletine baskı yapıyorlar mı?
Bir etki güçleri var. İçte sıkışmış, artık böyle yaşamak istemeyen geniş kitleler var. Dışarıdan da bunun tersi bir biçimde Erdoğan iktidarı ile siyasi, ekonomik ve askeri ilişkileri sürdüren bir devletler topluluğu var. Burada direnişin etkisi ile CPT ya da Avrupa Parlamentosu gibi kurumların bir nebze harekete geçtiklerini görüyoruz. En azından bize söyledikleri ne? ‘Bizim Türk devleti ile görüşmelerimiz devam ediyor’ fakat ellerindeki zorlayıcı imkânları kullanmadıklarını da görüyoruz. Burada belki Türkiye’nin mülteci konusunda bir kalkan oluşturması bir rol oynayabilir, ekonomik ve siyasi çıkarlar bir rol oynuyor olabilir. Fakat Türk devleti üzerinde Avrupa’nın uygulayacağı yaptırımlar var fakat bunları uygulatmayı geciktiriyor. Avrupa ile kavgamız da burada başlıyor. Artık bu yaptırımları devreye koyması gerektiğini düşünüyoruz, her an insanların yaşamlarını yitirebileceği bir döneme girdik.
Zor bir mücadele aslında çünkü çıkar ilişkisi temelinde oluşan bu ilişkilere çomak sokuyoruz. Fakat Avrupa’ya hatırlatmak da bizim temel görevimizdir. O çokça bahsettikleri Avrupa ilke, modernite ve demokrasisi kâğıt üzerinde kalmamalı bunlar yerine getirilmelidir.
Sorularım bitti, son sözlerinizi almak isterim…
Son sözlerim tabii ki halklarımıza olacak. Bu direniş gerçekten önemli kazanımlarla ilerliyor. Bunu net bir biçimde görmek gerekiyor fakat direnişin zafere ulaşması, tecridin ortadan kaldırılması için yeni yeni güçlerin, halklarımızın gerçekten bu direniş etrafında bir barikat oluşturması ile zaferi elde edebileceğiz. Yapacakları çok şey var. Avrupa’nın her kentinden dünyanın birçok noktasında eylemler gerçekleştiriliyor. Bu eylemlere katılarak, bu eylemlere yeni insanların katılımını sağlayarak bunu gerçekleştirebilirler. Yaşadıkları bölgelerde siyasi partilerin, sendikaların, gazetecilerin konuya duyarlı olabilmesi için onlar üzerinde baskı oluşturarak bunu yapabilirler. Kısacası şu; bu direnişin parçası olurlarsa zafere ulaşacağız…