Dolzer: Herkes ayağa kalkmalı

Strasbourg’daki açlık grevini ziyaret eden Alman sosyolog ve Hamburg Eyalet Parlamentosu üyesi Martin Dolzer, demokrasi, barış ve eşitlikten yana olan herkesin hangi şekilde olursa olsun ayağa kalkması gerektiğini söyledi.

Alman sosyolog ve Sol Parti (Die Linke) Hamburg Eyalet Parlamentosu üyesi Martin Dolzer, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması talebiyle Strasbourg’da sürdürülen açlık grevi eylemcilerini ziyaret etti.

Martin Dolzer’in ANF’nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Bildiğiniz gibi Türk devleti Öcalan’a karşı ağırlaştırılmış bir tecrit uyguluyorlar. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

2011 yılından bu yana avukatları Sayın Öcalan’ı ziyaret edemiyorlar. Akrabaları ise çok nadiren görüşebiliyorlar; o da son olarak 2,5 yıllık bir aradan sonra sadece 15 dakika. Bu kabul edilebilir değil. Her siyasi tutuklu, her insan düzenli avukat görüşmeleri, düzenli olarak ziyaret hakkına sahiptir. Ve bu hak Sayın Öcalan’a tanınmıyor. Bu siyasi nedenlerden dolayı yapılıyor ve kesinlikle de kabul edilemezdir.

Aslında Öcalan önemli bir siyasi rol oynayabilir; yani Güney Afrika’da Mandela’nın yaptığı gibi. (Öcalan) AKP tarafından bitirilen barış sürecini başlatmıştı ve AKP barış istemediği için de Öcalan’a tecrit uyguluyor.

Şimdi ise Leyla Güven ve cezaevlerinden sonra şimdi de Strasbourg’da bir açlık grevi sürdürülüyor. Aslında bu son çare; uluslararası alanda tahammül edilemeyecek bir haksızlığa (tecride) karşı son çığlık. Bu meşru bir çığlık çünkü Türkiye’ye siyasi baskı yaparak tecridi sonlandırmak Birleşmiş Milletler’in, Avrupa Birliği Komisyonu’nun, Federal (Alman) hükümetin sorumluluğu olmalıydı.

Peki Avrupa Birliği (AB) veya Avrupa Konseyi (AK)’nin tutumu nedir?

Gerçekte Avrupa Birliği ve Almanya hükümeti, Öcalan ve Kürt Hareketini muhatap olarak alınsa daha huzurlu bir Ortadoğu olabileceğini biliyorlar; ancak kendi çıkarlarını hayata geçirebilmek için halen bir ‘silah kardeşliğini’ ve savaşı tercih ediyorlar. Bu esasında tam bir utançtır.

Die Linke olarak (hükümete) açlık grevleri, tutukluların görüş hakları ve tecridin kaldırılması gibi konularda ne düşündüklerine dair soru önergesi verdik. Tabii ‘endişe verici’ olduğunu ve ‘insan haklarının korunması gerektiğini’ söylüyorlar ama hiçbirşey yapmıyorlar. Ellerinde siyasi, ekonomik baskı yapmak için imkanlar var, Türkiye ile askeri ve güvenlik işbirliğini sona erdirme ve ‘İnsan haklarını korumalısınız yoksa normal ilişki olmayacaktır’ diyebilirler. Ama bunu yapmıyorlar. Bu (söylemler) sadece kağıt üzerinde ama gerçekte hayata geçirilmeyen şeyler.

Avrupa’daki halklar olarak Türkiye hükümetinin değerlerin ne olduğu, kadın haklarının, tüm dini ve etnik grupların bir arada yaşamasının ne olduğunu gösterme noktasında baskı uygulamak zorundayız. Bunların tümü de Kürt Hareketi’nin demokratik konfederalizme uygun olarak hayata geçirdikleri değerler. Ama Alman federal hükümeti bizim burada Avrupa’da kağıt üzerinde de olsa sahip olduğumuz değerleri savunan Kürt Hareketi yerine Erdoğan hükümetince yönetilen Türkiye’deki diktatöryal rejimi bir müzakere partneri olarak görüyor. Ve bu da Avrupa’daki halkların yoğun olarak üzerinde durmaları ve hükümetlerini eleştirmeleri gereken bir nokta.

Başta İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) olmak üzere uluslararası kuruluşların açlık grevlerindeki olası ölümleri önlemek adına ne yapmaları gerekiyor?

CPT’nin işkenceyi önleme, insan hakları aykırı olan durumları engelleme gibi konularda çaba sarfetmesi gerekiyor. Türkiye’deki cezaevlerinde de insan haklarına aykırı durumlar var; Sayın Öcalan’a yönelik tecrit insan haklarına aykırıdır. CPT’nin imkanlarını kullanarak Türkiye’ye gitmesi isteniyor. Türkiye’ye ‘bunun böyle gidemeyeceğini’ söylemeleri gerekiyor. Avrupa Konseyi’nde konuyu gündeme alarak Türkiye’yi tecridi sonlandırma ve insan hakları ihlallerine son vermeye zorlayabilirler. Yine Leyla Güven’in hayatının kurtarılabilmesi için herşeyin yapılması gerekiyor çünkü aslında açlık grevlerinin 50’inci gününden sonrası tehlikeli. Ve 73 günden sonra hayati tehlikenin de üzerinde bir durum. Bundan dolayı da sorumlu olan tüm siyasetçiler her an ve her imkanı kullanarak Erdoğan hükümetiyle görüşmeler yürütmeli. Ve gerektiğinde insan haklarına saygı gösterilmediğinde yaptırım baskısı yapılmalı ve yaptırımlar uygulanmalıdır. Zira tutukluların haklarını alması her ülkesinde kendiliğinden zaten olması gereken birşey.

Bu konuda örneğin medyanın da bir sorumluluğu var. Almanya’daki ana akım medya organlarına bakarsak, açlık grevlerine dair haber vermiyorlar. Burada bir paradigma değişikliği söz konusu: 1970’li, 80’li yıllarda açlık grevleri olduğunda sıkça haber yapılıyordu; insan yaşamı, haklarını veya başka siyasi tutukluların haklarını elde edebilmek için bedenlerini açlığa yatıran insanlar söz konusuydu. (Açlık grevlerine) saygı duyuluyor ve ‘son araç’ olduğu dikkate alınıyordu. Şimdi ise bu tür eylemler görmezden geliniyor. Burada özellikle ana akım medyanın sorumluluğu var.

Son olarak kamuoyuna ne tür bir mesaj vermek istersiniz?

İnsanların doğalında var olması gereken ve uluslararası sözleşmelerle garanti altında olan temel insani hakları için bedenleriyle, hayatlarıyla mücadeleye mecbur kalmaları kabul edilemez. Bu nedenle de hümanizme, demokrasiye, barışa ve insan haklarına adamış olarak gören herkes hangi şekilde olursa olsun ayağa kalkmalıdır. (Açlık grevlerinden) haberdar olan herkes çevresinde, işyerinde, okulunda harekete geçmelidir.

Yetkileri dahilinde politikacılar veya sorumlu bireyler, insan hakları savunucuları vs. olabildiğince bu konuda hızlıca harekete geçmelidirler. Çünkü biliyoruz ki, açlık grevlerinin 50’inci gününden sonra sağlığa zararlı, 70’inci günden itibaren ise hayati tehlike oluşuyor ve insanların ölmesi kabul edilemez. Bunun için de herkes dayanışma içinde olmalı ve sırf temel hakların korunabilmesi için insanların ölmesinin kabul edilemeyeceğini dile getirmelidir. Demokrat insanlar olarak buna izin verirsek utanmalıyız.

Ben bu açlık grevlerini dayanışma içinde kalarak, destekliyorum. Die Linke de elindeki tüm imkanları kullanarak, bu konuyu parlamento ve sivil toplum düzeyinde gündeme getirmek için herşeyi yapacaktır.

Martin Dolzer Kimdir?

2015 yılında Hamburg Eyalet Parlamentosu’na seçilen Martin Dolzer, partisinin Avrupa, Barış, Hukuk ve Bilim Politikaları Sözcüsü olarak da görev yapıyor.

Uzun yıllar Kürdistan’da da sosyolojik çalışmalar için ziyaretler düzenleyen Dolzer’in 2010 yılında ‘Türk-Kürt Çatışması- Bir Avrupa ülkesinde İnsan Hakları-Barış-Demokrasi?’ adlı bir kitabı yayınlandı. Dolzer sosyolojik çalışmalarının yanı sıra Junge Welt ve Neues Deutschland gibi sol gazetelerde de çalıştı.