Kendimi feda etsem ışık olur mu?

Avrupa’daki eylemlerin hemen hemen yüzde 80’ine katılmışımdır. Ama tatmin olamıyorum. Süreç öyle kötü bir süreç ki. Bazen gece gündüz düşünüyorum, ne yapabilirim diye. Kendimi feda etsem bir ışık olur mu, bu karanlık dağılır mı diye.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve özgürlüğü talebiyle 53 gündür Fransa'nın Strasbourg kentinde eylemde olan Kerem Solhan hiyakesini Yeni Özgür Politika'ya anlattı.

"Adım Kerem Solhan. 1965 Varto Özkonak köyünde doğdum. Biz küçükken köyde okul yoktu, başka bir köye gidiyorduk okul için. Bazen çok kar yağınca yolda kalıyorduk. Daha sonra bizim yakındaki nahiye olan Çaylar’da ortaokulu okudum. Benim bir abim İstanbul’da kalıyordu. Ortaokul bittikten sonra ben de kafaya takmıştım İstanbul’a gideceğim diye. Köy işleri zordu. Zaten okulla da bir alakamız kalmamıştı. Sürekli hayvanlara bakıyorduk, babam da bunun ticaretini yapıyordu. Hayvan, sürü alırdı. Biz de hep aldıklarıyla ilgilendiğimiz için hiç boş kalamıyorduk. Bir gün dedim en iyisi İstanbul’a abimin yanına kaçayım. Babam aldığı hayvanlardan bir kısmını satmıştı, İbrahim Daxo diye birinden alacağı vardı. Beni çağırdı, “git Çaylar’a falankesten alacağım var, al gel” dedi. Gittim bende. Parayı aldım, saydım, cebime koydum, koşa koşa eve geldim. Çok paraydı tabi o zaman. Ben de 2,5 lirayı cebime attım. Babam dedi, para eksik diye. “Ben aldım, kendime ve anneme bir şey alacağım” dedim. Ses etmedi.

KÖYDEN KAÇIŞ

Sabah olunca bizim köyde Tatar diye biri vardı. Şofördü, sürekli bizim köyden yolcu alıyordu. Aracıyla gelince ben bindim tabi. “Sen nereye gidiyorsun” dedi. “Varto’ya gideceğim, biraz işim var orada” dedim. Beni yanına oturttu, Varto’ya gittik ama benim Muş’a gitmem gerek çünkü Muş’tan İstanbul’a gidebilirdim sadece. Muş dolmuşları vardı, indiğimiz Varto garajında. Tabi Talat beni tuttu. “Sen nereye gideceksin?” dedi. Baktım bırakmayacak, oturup anlattım: “Valla köy hayatından bıktım. Babam bırakmıyor doğru düzgün okuyayım. Ben de İstanbul’a gideceğim, orada okul okuyacağım abimin yanında.” Bir şey demedi. Aldı beni Muş’a götürdü. Orada tanıdığı bir şoför vardı, ona emanet etti beni. Velhasıl otobüse bindik ve İstanbul’a doğru yola çıktık. 24 saat sürdü yolculuk. Topkapı’da indim o zaman, kalabalık, mahşer gibi insan. Ne abimin haberi var, ne aileme haber vermişim, telefon yok. Elimde sadece abimin kaldığını bildiğim bir adres var, mektuplardan aldığım. Ama nasıl gideceğim? Baktım taksiciler var. Gittim, “Bu adrese beni götürebilir misiniz” dedim. Tamam dedi, binip o adrese gittik, Sefaköy’e. Tabi ben bir yandan da abim o adreste değilse ne yapacağımı düşünüyordum. Kağıtta yazan adrese geldiğimizde, tüm paramı verdim. Taksici yetmez bu para, saatini de ver dedi. O sıralar amcam bana bir saat almıştı Antep’e gittiğinde. Onu da verdim. Ama dedim bekle, ben eve gideyim, parayı abimden alıp geleyim, saatimi geri ver dedim. Binadan içeri girip, kapıyı çaldım, abim çıktı tabi. Şok oldu. “Sen nasıl geldin?” dedi. “Anlatırım, taksici aşağıda bekliyor, param az kalınca saatimi aldı” dedim. Camdan aşağıya baktı, taksici çoktan gitmişti.

İSTANBUL'DAN MARSİLYA'YA

İstanbul’da kaldım bir süre. Abim orada plastik imalatı yapıyordu. Dükkanında beraber çalıştık. Askere gidene kadar İstanbul’da çalıştım. Beni İstanbul havaalanında işe sokmuştu, orada çalıştım bir süre. Sonra İzmir’e askerlik için gittim. Gaziemir’de askerliğimi yaptım. O zamanlar öyle ulusal mücadeleyle ilgili pek bir bilgimiz yoktu, tanımıyorduk. Bizim köyde de öyle yurtsever kimse yoktu. Hatta abim ulusal mücadeleden uzak faşist biriydi. Onların içinde büyümüş, onların kültürünü almıştı. Bayburt’lu bir kadınla evlenmişti.

Askerlik sonrasında köye gittim tabi. Yıl 1987. Köy gidince ailem tabi “seni evlendirelim” dediler. O aralar Karlıovalı askerlik arkadaşıma misafirliğe gitmiştim, kız kardeşiyle tanıştık o dönem. Sonrasında tabi aileler araya girdi, nişanlandık. 1988’de nişanlandıktan sonra ben tekrar İstanbul’a gidip, işlerime devam ettim. Bir yıl sonra köye döndüm, evlilik için ve bir süre köyde kaldım.

1989’da Avrupa’ya çıkma kararı aldım, İstanbul’a geldim, kaçakçıları ayarladım. Yolda tabi çok şey yaşadık. Avusturya’ya geldik, oradan Fransa’ya gidecekken, araçla bizi İtalya’ya götürüp, yakalattılar. 10 gün gözaltında kaldık, tercüman gelip ifademizi aldı. Bizi Türkiye’ye iade edecekler, tren biletlerimizi aldılar. Biz de tabi yapacak bir şey yok deyip, bindik trene. Tren Belgrad’da durdu. Yanımdaki arkadaşa, ben gelmiyorum, dedim. Kararlıyım, buraya kadar gelmişken geri dönmem dedim. O ben de seninle geleceğim dedi. İndik tabi Belgrad’da kimseyi tanımıyoruz, bir gece tren istasyonunda uyuduk. Orada Denizlili biriyle diyaloga geçtik, bizi İtalya’ya geri götürdü. Oradan da biz Marsilya’ya geldik, inşaat işine girdik.

ARADAĞIM ŞEY BURADA

Marsilya’da bizim siyasi faaliyetlerimizi yürüten Lezgin diye bir arkadaş vardı. Bir gün barda oturuyorduk, onunla bir kişi geldiler. Bizi sordular, merhabalaştık. Diğer masalarda da inşaatta çalışanlar vardı, oturduk hep beraber. Bize Kürdistan’ı anlattı, PKK’yi anlattı. Benim çok ilgimi çekiyordu. Eskiden bizim köyde Metin Karaoğlu diye biri vardı. Köyde iken gece çok kar yağınca onun evine gitmiştik. O zaman çatışma olmuştu, bir astsubay ve 7-8 asker vurulmuştu. Ben de o zaman “Ohh be” demiştim. Yani içimde bir şey vardı ama ne olduğunu bilmiyordum. Lezgin arkadaş anlatmaya başlayınca geçmişteki o anları hatırladım. Mücadeleyi bütün yönleriyle anlatıyordu. Kendi kendime, “Aradığım şey burada, demek ki biz buymuşuz” dedim. Sohbetin sonuna gelindiğinde ben kahve paralarını vermek için elimi cebime atınca o arkadaş tuttu. “Dur herkes kendi parasını versin, hepiniz çalışıyorsunuz, tek birine yüklenmesin hesap” dedi. Sonrasında arkadaş gelmeye devam etti. Gazeteler gelmeye başladı. Bir gün benden yayınları dağıtmamı istedi. Ben de hem işte çalışıyor, hem de yayınları dağıtıyordum. Tabi eylemler, yürüyüşler oluyordu. Bizim bölgemizde çok az insan vardı. Lion’a gidip geliyorduk o nedenle. Kendimi Fransa’da tanıdım diyebilirim.

İSTANBUL'DA ERNK ÇALIŞMALARI 

Ben Fransa’ya geldikten bir süre sonra bir kızımız olmuştu. Buradaki yaşantıyı da hiçbir zaman sevmedim. Eşim ve çocuk da oradaydı. En iyisi dönmek dedim. Eşime, “Burası bize göre değil” dedim ve İstanbul’a döndüm. Orada bir ev tuttum. Eşimi köyden İstanbul’a getirttim. O arada abimle birlikte bir fabrika kurduk. O dönem ben Türkiye cezaevlerinde kalan arkadaşlarla ilişki kurdum. O zamanlar Bayrampaşa cezaevinde 550 arkadaş vardı. Onlarla, Ümraniye cezaeviyle, Bursa cezaeviyle ilişki geliştirmiştim. O zaman İstanbul’da ERNK faaliyetleri vardı, ben de o çalışmalara katkı sunuyordum. Bizim fabrikanın üstünde bir yer vardı, bazen 10 arkadaş gelip kalıyordu, evim de öyle tabi. İzmir’e gitmiştim bir gün. İşçiler beni aradılar, fabrika kapalı diye. Abimi aradım, dedim niye kapalı fabrika diye, sordum, “Bir müddet kapatmamız gerekiyor. Dön acil gel, beni çok zor duruma düşürdün. Defalarca korudum seni. Fabrikayı açsaydık bugün yakacaklardı. Bütün ilişkilerini öğrenmişler” dedi. Tabi dönmeden arkadaşların yanına uğradım. Böyle bir şey varsa, çocuklarını al, git dediler.

Türkiye’de kalmam artık sıkıntılı idi. Ya aktif mücadeleye katılmam gerekiyordu ya da çıkmam gerekiyordu. Bu arada bir çocuğum daha oldu. Arkadaşlar çıkabiliyorsan Avrupa’ya çık dediler. Ben de bir bağlantı bulup, 2000’de tekrar Fransa’ya geldim. Yine inşaat işiyle uğraşmaya başladım. Siyasi faaliyetlerimi hiç aksatmadan yaptım. Burada da bir oğlum oldu. Ben babam gibi yapmadım, hepsini okuttum, okutuyorum. Düşünün Fransa’da 3000 Ermeni var. Parlamentoya gidin, hastahaneye gidin, adliyeye gidin, mutlaka bir Ermeni vardır. Ama biz 700 bin Kürdüz burada, bölgemizde bir tane avukat bulamıyoruz, bir tane doktor göremiyoruz. Ne yapmışız çocuklarımızı 16 yaşına gelmiş, evlendirmişiz. Bu olmasın diye okuttum hepsini.

Avrupa’daki eylemlerin hemen hemen yüzde 80’ine katılmışımdır. Ama tatmin olamıyorum. Süreç öyle kötü bir süreç ki. Bazen gece gündüz düşünüyorum, ne yapabilirim diye. Kendimi feda etsem bir ışık olur mu, bu karanlık dağılır mı diye. Leyla arkadaşın başlattığı açlık grevi eylemiyle dayanışmak amacıyla 3 günlük destek grevi bizim bölgede yapıldı, ben de girdim. Burada süresiz-dönüşümsüz açlık grevinin başlayacağını duydum. Katılmaya karar verdim ve eşimle de paylaştım. O da bu kararımı saygıyla karşıladı. Şimdi burada tecriti kırana kadar açlık grevinde olmaya kararlıyız. Bijî Kurdistan!"