Mücadele bedel istiyor
KCDK-E Eşbaşkanı Yüksel Koç: Karşımızdaki güç, katliamcı. Sistemini böyle kurmuş. O nedenle mücadele bedel istiyor ve herkes bedel ödüyor. Önümüzde iki yol var. Ya boyun eğmeyi kabul edeceğiz, ya da bedel ödeyeceğiz.
KCDK-E Eşbaşkanı Yüksel Koç: Karşımızdaki güç, katliamcı. Sistemini böyle kurmuş. O nedenle mücadele bedel istiyor ve herkes bedel ödüyor. Önümüzde iki yol var. Ya boyun eğmeyi kabul edeceğiz, ya da bedel ödeyeceğiz.
Leyla Güven’in öncülüğünde başlayan açlık grevi eylemini büyütmek ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi kırmak amacıyla Strasbourg’da bir araya gelen 14 devrimci süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladıklarını duyurdular. Açlık grevi eylemcilerinden biri de KCDK-E Eşbaşkanı Yüksel Koç. Uzun yıllardır Avrupa’da siyasi çalışmalar yürüten ve birçok federasyonun eşbaşkanlığını yürüten Koç, yüksek lisans yapmak için geldiği Almanya’dan, burada yürüttüğü siyasi faaliyetler nedeniyle bir daha geri dönemeyen isimlerden biri. 25 yıl sonra annesi onu görmek için geldiğinde bir açlık grevi eylemi nedeniyle annesiyle görüşemiyor Koç. İçimde bir ukte diye anlatıyor. Strasbourg’daki açlık grevi eylemcilerinin sözcülüğünü de yürüten Koç, uzun yıllar hem bir işte çalıştığını hem de federasyon eşbaşkanlığı yaptığını söylüyor. MİT’in suikast tehditlerine de maruz kalan Koç, geri adım atmadan çalışmalarına devam ettiğini belirtiyor. Koç ile hem hayatını, hem mücadele sürecini Yeni Özgür Politika konuştu.
Aslında herkes Yüksel Koç’u biliyor… Her gün alanlardasınız. Ama gerçekte kimsiniz? Nerelisiniz?
1964’te Ardahan Hoçvan’da dünyaya geldim. Hoçvan diyorum, çünkü oranın özgün bir yanı var. Ardahan bildiğiniz gibi kozmopolit bir ildir. Deyim yerindeyse, 72 milletin yaşadığı bir yerdir. Tüm etnik grupların, tüm kültürlerin, tüm inançların yaşadığı bir yerdir. Hoçvan ise Ardahan merkeze bağlı 21 Kürt köyünden oluşuyor ve Kürtlüğünü bugüne kadar hep korumuştur. Şu anda da yurtsever bir yerdir. Birçok şehidi var. Büyük bir kısmı da yoksulluktan ötürü İstanbul başta olmak üzere metropollerde yaşıyor. Avrupa’da da çok Hoçvanlı var. Ailem oldukça kalabalık bir aile. Biz de ağalık falan yok ama biraz etkin bir ailedir. Benim 7 amcam 2 tane de halam var ve babamla birlikte 10 kardeşler. 8 erkek kardeş uzun bir süre hep birlikteydiler. Aşireti koruma mantığı Kürtlerde olduğu biliniyor. Orada da aileyi koruma, gücü korumak için uzun süre birlikteydiler. Ailenin ilk erkek torunu benim. O nedenle çok değer verirlerdi. Hani derler ya el bebek gül bebek büyüttüler biraz beni. İlk erkek çocuk olmamdan ötürü, bende de okuyacağım, büyük biri olacağım düşüncesi vardı. O nedenle de bütün ailenin yaklaşımı da bu çerçevedeydi. Ailenin bana ilişkin beklentisi buydu. Özellikle dedemin. Çok etkin biriydi. Dedem ve nenem beni özel korumaya almışlardı biraz.
Ne zamana kadar Ardahan’da kaldınız?
İlkokulu Ardahan’da ortaokul ve liseyi Kars’ta okudum. 1978-1979’da Kars’ta hareket yeni yeni gelişiyordu. Şehit Akif Yılmaz yakın köylüm, o dönem İdris Ökmen gibi arkadaşlar Kars’ta etkin arkadaşlardı. Arkadaşlarla tanıştık ve etkilendim tabi. Bu iki arkadaş orada çok etkindiler.
İlkokul 5’te hiç unutmuyorum, ilk dayağımı öğretmenden Kürtçe yüzünden yedim. Tabi o dayak hep içimde ukte olarak kaldı. Daha sonra üniversiteye başladım. Üniversitede de arkadaşlarla ilişkilerim vardı. Öğrenci gençlik içerisinde çalışıyorduk. Üniversitede endüstri mühendisliğini bitirdiğim yıl, 1989’da Taksim 1 Mayıs olayları olmuştu. Ben de üniversite öğrencileriyle katılım sağlamıştım. Polis birkaç kişiyi almıştı. Ailemde paniklediler tabi. O zaman beni master yapmak için Almanya’ya gönderdiler. Doktoramı da burada tamamlayacaktım.
Kaydımı Bremen Üniversitesi’ne yaptırdım 1990’da. Ben o arada evlenmiştim, bir tane de çocuğum oldu. Master’a başlayınca yine dernekle, arkadaşlarla ilişkilendim. Tabi buraya geldikten sonra burada diğer Kürt örgütleri vardı. O zaman nasıl yapabiliriz diye düşündük. Kürt öğrenci derneği kuralım dedim. Yurtsever Kürdistanlılarla bir dernek kurduk. Tam o süreçte Körfez savaşı oldu. Savaş olunca Türkiye’deki öğrenci eylemleri aklıma geldi. Öğrencilerle tartışırken rektörlüğü işgal edelim dedim. Kürt öğrencilerin bir kısmı olmaz dedi. Sonrasında karar aldık ve işgal için rektörlüğe gittik. Bizim talebimiz rektörlüğün bir açıklama yapmasıdır, dedik. Onlar bir açıklama yaptı ve Kürtlerin katledilmesine karşı olduklarını söylediler. Biz de bununla yetinmeyelim, eylemler yapmaya devam edelim dedik.
Bir grup öğrenci örgütledik. Eğitim sendikasında yer alan bir Kürt kadın öğretmen, bu grubu duymuş, bize yardımcı olmak istiyordu. Onunla da irtibata geçtik. Eylem planlaması yaptık. 100 öğrenci gelir en fazla diyorduk ama eylem yerine gidince 3 bin öğrencinin geldiğini gördük. Alman öğrenciler, ellerinde pankartlarıyla gelmişlerdi. Ve üniversite içerisinde giderek daha çok aktif olmaya başladık. Öğrenci iken öne çıkmaya başlayınca konsoloslukta bunu farketmiş tabi. Konsolosluğa pasaportu uzatmaya gidince pasaportuma el koyacağını söylediler. Rektör devreye girdi, avukatlar devreye girdi, aldım pasaportu. O arada mecburen iltica ettim. Siyasi çalışmalarım daha da aktifleşmeye başladı. Almanya’da öğrenci dernekleri vardı ASTA diye, o dönem ASTA yönetimine girdim. YXK çalışmaları yeni başlamıştı, ilk kongresine Bremen’den iki arkadaş gidip katıldık. Ve daha fazla aktif olmaya başladım. 1993’te arkadaşlar öğrenci derneği başkanı olmamı önerdiler ve dernek başkanı oldum.
Bir süre geçtikten sonra bir federasyon kuruldu. YEK-KOM çalışmalarına başlayınca da okulum geri planda kaldı. Oğlum ben Almanya’ya geldiğimde 1 yaşındaydı, 10 yaşına girdikleri zaman oğlumu ve eşimi getirdim Almanya’ya. İki çocuğum var şimdi. Bir kızım, bir oğlum. 10 yaşına kadar oğlumu görmedim ama kızım burada dünyaya geldi. Bu çalışmalarım bugüne kadar böyle devam etti.
Şimdiye kadar hangi çalışmalarda bulundunuz?
YXK çalışmalarının yanı sıra dışilişkiler çalışmalarında yer aldım. YEK-KOM kurucu başkanlığı yaptım. NAVDEM eşbaşkanlığı yaptım. Şu anda da KCDK-E Eşbaşkanlığı görevini yürütüyorum. Bunun dışında Avrupa Demokrasi ve Barış Meclisi oluşturma çalışmalarında yer aldım. Önderliğin dört konferans önerisi olmuştu. O konferansın çalışmalarında yer aldım. Diğer yapılarla ortak çalışmaları örmeye katkı sundum. 2013 yılında Demokratik Güç Birliği oluşturduk. Birçok halk ve inançla, birçok kurumla birlikte çalışmaya başladık. Birçok alanda yer aldım, faaliyet yürüttüm. Kısaca 1990’da Almanya’ya geldim ve 1992’den bu yana aktif olarak çalışmalar içindeyim.
Yoğun bir tempoyla çalışırken bir yandan aile yaşantınız da var. Bunu nasıl dengelediniz?
Ben 15 yıl bir firmada çalıştım. Zaten birçok insan benim hem bir işte çalışıp hem de kurum çalışmaları yürüttüğüme inanmıyordu. Ama öyleydi. Tabi çalışmalarımız görünür olunca işyerinden çıkışımı verdiler. Bu tabi aile yaşamına daha az zaman ayırmak demek. Çocuklarınıza zaman ayıramıyorsunuz. Kızım şimdi 19 yaşına girdi. En son yaş gününde aradı dedi en azından bu yaş günümde burada ol. Yine bir iş çıkınca ben bir yerlere gittim ve o yine kaldı. Bizim çalışma yürüten birçok arkadaşımız da böyle. Kürt mücadelesi çok zorlu bir mücadeledir. Karşımızdaki güç, katliamlar üzerine kurulmuş bir sistemdir. Mücadele o nedenle bedel istiyor ve herkes bedel ödüyor. Dedem 100 yaşındaydı götürüp işkence ettiler. Kardeşlerimi hakeza. Her Kürdistanlı birey, her aile, her insan bedel ödüyor. O yüzden ben de fedakarlık yapıyorum. Bu etkiliyor tabi, etkilemiyor desem doğru olmaz. Önümüzde iki yol var. Ya klasik boyun eğmeyi kabul edeceğiz, ya da bedel ödeyeceğiz. Bu da halka hizmet etmekten geçer. Şu an milyonlarca Kürt yurtseveri gibi bende bu halkın ödediği bedeller çerçevesinde fedakarlık yapmaya, ona layık olmaya çalışıyorum.
Zaten yoğun bir sürçten geçiyoruz. Siz de çok yoğunuz…
Özellikle Şengal’de başlayan katliam sürecinden bu yana çok olağanüstü bir süreç yaşıyoruz. Deyim yerindeyse o süreçten bu yana hep bir yoğunluk var, çok daha hızlı hareket etmemiz gerekiyor. Normalde gece 03.00’e kadar hep ayaktayım ve sabahları da 07.00’de kalkmak zorundayım. Ağırlıklı yaşamım böyle. Toplantılar varsa onlara katılıyorum, yapmam gereken işlerim varsa onları yapıyorum. O nedenle çok yoğun. Hem toplantılara katılma, hem yaşam sorunlarına çözüm üretme, hem halkın sorunlarıyla ilgilenme, hem de meclis eşbaşkanlarımızla, bileşenlerimizle sürekli koordineli bir şekilde çalışmamız gerekiyor. O nedenle bazen zaman bize yetmiyor.
Şu an tecrite karşı açlık grevindesiniz ve grevin de sözcüsüsünüz. Tecritle Kürt halkına verilen mesaj nedir?
Tecrit, özellikle çok şey ifade ediyor. Çünkü Başkan Apo, Kürt halkının köleleştirilmiş, yok sayılmış, hiçleştirilmiş iradesini açığa çıkardı. Ve bu halkın iradesini temsil ediyor. Devletin de Başkan Apo’ya yaklaşımı bu şekildedir. Devlete bir kişi olarak yaklaşmıyor. Savaşı da barışı da Başkan Apo ile başlatıyor. Devlette bunu iyi biliyor. Yine 3 yıl önce, Nisan ayında Önderlikle heyetin son görüşmesinden sonra önce tecridi uygulamaya soktular, arkasından Kürdistan’da savaşı geliştirdiler. Devlet bunu söylemese de, Önderlik üzerindeki tecrit ile Kürt halkına, Kürdistan halkının iradesine tecrit uyguluyor ve arkasından da bu tecriti tüm Kürdistan’a yayıyor. İmralı tecritini kıramazsak bütün Kürdistan’a tecrit uygulanmaya devam edilecek demektir. Türkiyeli devrimci demokratların, sosyalistlerin görüşleri farklı olabilir. Görülmesi gereken, devlet Başkan Apo’ya bu çerçevede yaklaşıyor. İmralı’da tecriti bu kadar insanlık dışı bir noktaya getirmesi, uluslararası güçlerinde böyle yaklaştığını gösteriyor. O nedenle de bütün yurtsever Kürt halkı olarak tecriti kırmak bir görevdir. Tecriti kırmak her yurtseverim diyen insanın, ahlaki ve vicdani görevidir. 20 yıldır Başkan Apo’ya tecrit uygulanıyor. Bu aynı zamanda bizim bir özeleleştirimizdir. Biz eğer yeteri kadar direnseydik, sahiplenseydik, bu tecriti kırardık. Oysa bu gücümüz, bu kudretimiz de var. Daha sistematik olarak bunu yapabiliriz.
Biz KCDK-E’nin 3. kongresinde karar aldık ve dedik ki, bu yılı Başkan Apo’nun özgürlük yılı yapacağız. Sonrasında Önderliğin özgürlüğü için eylemler yapmaya başladık. Şu anda bulunduğumuz Strasbourg’da birçok eylem yaptık. Bu süreçte CPT ile görüşen heyetlerin içinde ben de bulundum. CPT’nin İmralı’ya gidip, Önderlikle görüşmesini istedik. CPT görüşmelerinden birinde heyette bulunan biri şöyle demişti: “Bu talepleriniz uygundur ama bizi de aşan şeyler var. Siyasi mekanizmaların devreye girmesi gerekir.” Yani Türkiye’nin bu insanlık dışı uygulamalarının karşısında uluslararası siyasetin de bu konudaki sessizliğine işaret ediyordu. Bu da İmralı tecrit sisteminin sadece Türkiye’ye bağlı olmadığını gösteriyor. Türkiye orada piyon, bir gardiyandır.
Şu anda işte Kürdistan’da savaş, kirli savaş en üst boyutta yürütülüyor. Kürt halkına bir soykırım dayatılıyor, hem kuzeyde hem Rojava’da hem de Şengal’de. Türk devleti, bütün Kürt halkının fedakarlık yaparak oluşturdukları kazanımları hedefliyor. Ama bunların hepsinin başlangıç yeri İmralı tecritidir. Biz İmralı tecritini kıramadığımız sürece, Kürdistan’daki katliam politikalarının önüne de geçemeyiz. Tecriti kıramadığımız zaman Türkiye’de demokrasi ve özgürlüklerin gelişmesini sağlayamayız. Ortadoğuda halkların özgür, eşit ve ortak yaşamasını da sağlayamayız. Biz oradaki tecriti kıramazsak, bunların hiçbirini başaramayız. Bu çatışmalı ortamı durduracak tek kişi Başkan Apo’dur. Biz insanlar, gençlerimiz, kadınlarımız, çocuklarımız bu savaşta daha fazla can kaybı olmasın diye uğraşıyoruz. Bunu çözecek tek insan Başkan Apo’dur.
Biz bedenimizi açlığa yatırırken, parça parça, dirhem dirhem erirken, yaşamı korumak için, bütün insanların yaşamı garanti altında olsun diye bunu yapıyoruz. Siyasetin bu kadar kirlendiği, vicdanın, ahlakın hiçleştiği, kirli çıkar ilişkilerinin yürüttüldüğü bir dönemde biz, insanlığın vicdanına ve ahlakına hitap etmeye çalışıyoruz. Leyla Güven arkadaşımızın açlık grevi, biz eyleme başladığımızda 40. günündeydi. O bize öncülük etti. Onun şahsında dört parça Kürdistan’da açlığa yatan, direnen herkesi saygıyla selamlıyorum. Bu tarihi bir direniştir. Kürt halkı en güçlü olduğu dönemi yaşıyor. Türk devleti de en zayıf olduğu dönemi yaşıyor. Ama tehlike de bir o kadar büyüktür. Tecritin, izolasyonun kaldırılması için Avrupa kurumlarının merkezinde açlık grevindeyiz. Eylemci arkadaşlarımızla birlikte coşkuyla, inançla, kararlılıkla bu eylemimizi sürdürüyoruz.