10 Temmuz bir katliam modeliydi
HEP Amed İl Başkanı Vedat Aydın'ın 10 Temmuz 1991'de yapılan cenaze töreni, zorbalığın ve vahşetin sergilendiği bir katliam modeliydi.
HEP Amed İl Başkanı Vedat Aydın'ın 10 Temmuz 1991'de yapılan cenaze töreni, zorbalığın ve vahşetin sergilendiği bir katliam modeliydi.
Türk devletinin, Kuzey Kürdistan'da 1991-99 yılları arasında işlediği 'faili meçhul' etiketli cinayetlerinin ilk kurbanı HEP Amed İl Başkanı Vedat Aydın'ın 10 Temmuz 1991'de yapılan cenaze töreni, zorbalığın ve vahşetin sergilendiği bir katliam modeliydi. Devlet, o ayağa kalkışından korktuğu halkı sindirmek istedi.
Kuzey Kürdistan'da yükselen halk hareketi, 12 Eylül 1980 sıkıyönetiminden sonra özgürlüğe susamış ve yıllardır Olağanüstü Hal baskısı altında yaşayan halkta büyük bir heyecan yaratmıştı. Bu heyecan, sokaklara döküyor, gerilla cenazelerine sahip çıkılıyor, insan hak ihlalleri yüksek sesle haykırılıyor, ilk kez Newroz açık alanlarda kitlesel olarak kutlanıyordu. Yeni kurulan Halkın Emek Partisi (HEP) halkta bir umut yaratmıştı. Yerli ve yabancı medyanın da ilgi odağıydı.
VEDAT AYDIN GÖZALTINA ALINDI
Amed'in Dağkapı Meydanı'nda Dilan Sineması'nın da bulunduğu kompleks binanın en üst katındaki HEP İl binası halkın en uğrak yeriydi. Sık sık zindanlarda yaşanan baskılar ve hak ihlalleri için açlık grevleri yapılıyor, halk taleplerini burada dile getiriyordu. İl Başkanı Vedat Aydın, gencinden yaşlısına herkesin sorunlarıyla ilgileniyor, parti olarak ellerinden geleni yapmaya çalışıyordu. Biz gazeteciler için de iyi bir haber kaynağıydı aynı zamanda.
Gazeteciler olarak 5 Temmuz 1991'de Vedat Aydın'ın gözaltına alındığı haberini alınca pek üzerinde durmadık. Amed başta olmak üzere, bölgede yaşanan hak ihlallerini dile getiren Vedat Aydın daha önce de gözaltına alınmış, işkence görmüş, tutuklanmıştı. Bunun da rutin bir gözaltı olduğunu düşündük.
DEVLET GÖZALTINI İNKAR ETTİ
Ancak 6 Temmuz'da OHAL Valiliği, DGM Başsavcılığı ve Emniyet Müdürlüğü, Vedat Aydın'ın gözaltına alınmadığını, alanlardan da haberdar olunmadığını açıkladı. Bu açıklama, halkta tedirginliğe yol açtı. Şırnak-Şenoba, Cizre ve Mardin-Kızıltepe'de ilk 'faili meçhul' cinayetlerin yaşanması, halkın tedirginliğini daha da arttırıyordu.
ÖFKE DALGA DALGA YAYILDI
Kimsenin duymak istemediği haber ise 7 Temmuz'da geldi. Elazığ'ın Maden ilçesi yakınlarında bir köprü altında işkence edilip kurşunlanmış bir ceset bulunmuştu. HEP yöneticileri ve Aydın ailesi, Maden'e giderek cenazeyi teşhis edince, Amed halkındaki öfke dalga dalga yayıldı. Haberi duyan binlerce kişi HEP İl binasına akın ediyor; Aydın'ın ölüm şekli, cenazenin ne zaman getirileceği, nereye defnedileceği konusunda bilgi almaya çalışıyordu.
Parti yöneticileri sık sık yaptıkları açıklamada halkı sükunete davet ederek, yetkililerin 'katillerin bulunacağı' yönündeki açıklama yaptıklarını halka bildiriyordu. (Ancak ne Vedat Aydın, ne de işlenen tüm siyasi cinayetlerde yetkililerin "katilleri bulacağız", "Bizim için namus meselesidir" sözleri hiçbir zaman yerine getirilmedi. Çünkü, katillerin onların bilgisi dahilinde cinayet işlediklerine, yine onlar tarafından korunduklarına şahit olacaktık ileriki yıllarda.)
CENAZE TÖRENİ DUYURULDU
Vedat Aydın'ın cenazesinin ne zaman alınacağı ve hangi güzergâhlar takip edilerek hangi mezarlıkta defnedileceği, 9 Temmuz'da araçlardan anons edilerek halka duyuruldu.
Cenaze törenini izlemek için Kuzey Kürdistan'ın birçok kentinden insanlar Amed'e akın etmeye başlamıştı bile. Yerli ve yabancı gazetecilerin yanı sıra, insan hakları örgütü temsilcileri, siyasi parti temsilcileri ve aydınlar da kente gelmeye başladı.
DEVLET DE HAZIRLIK YAPTI
Devlet de boş durmadı. Çevre illerden takviye polis ve özel harekat timleri, 9 Temmuz'da Amed'e getirilmeye başlandı. Karakollar, Valilik ve kamu kurumları olası bir kalkışmaya karşı polis korumasına alındı.
5 KİLOMETRELİK KONVOY
Ertesi gün sabah saatlerinde Amed'de bir araya gelen binlerce kişi, uzun bir araç konvoyu oluşturarak Elazığ'ın Maden ilçesine doğru hareket etti. Halk bulabildiği tüm araçlarla konvoya katılmıştı. Minibüs, otobüs, otomobil ve kamyonetlerden oluşan araç konvoyu, 5 kilometreyi buluyordu.
AYDIN'IN CENAZESİ GETİRİLİYOR
Gazeteciler olarak HEP otobüsü içindeydik. Ergani'yi geçip Maden'e henüz varmadan, parti yöneticileri ve Vedat Aydın'ın ailesi cenazeyi teslim almış, Amed'e doğru hareket etmeye başlamıştı bile. HEP yöneticileri konvoyda bulunan araçları uyararak, herhangi bir kazaya mahal vermemek üzere araçları düzene koydu ve Ergani'den itibaren dizilen konvoy tekrar Amed'e doğru yola koyuldu.
Yol boyunca köylerden ana yola çıkan ancak konvoya katılamayan yüzlerce köylü, konvoyu selamlıyor, zafer işareti yapıyor, zılgıt çekiyordu...
CENAZE KONVOYU VARIYOR
Temmuz sıcağında öğlene doğru binlerce araçtan oluşan konvoy Amed'e Seyrantepe'den giriş yaparak 7. Kolordu kavşağından dönüp Gevran Caddesi'nden Yenişehir ilçesine vardı. Program belliydi. Sümer Camis'inde cenaze namazı kılınacak, parti yöneticileri burada kısa bir konuşma yaptıktan sonra, cenaze kortej eşliğinde Mardinkapı Mezarlığı'na toprağa verilecek ve tören olaysız bir şekilde sona erecekti.
Amed halkı iki gündür ayaktaydı. Kentte tüm kepenkler kapatılmış, halk cenaze konvoyunu bekliyordu. Konvoyun geçeceği Gevran ve İstasyon caddelerine Yenişehir ile Bağlar tarafından açılan tüm cadde ve sokaklar polis tarafından tutulmuş, halkın cenaze törenine katılımı engellenmek isteniyordu. Ancak konvoy şehre girdikten hemen sonra halk barikatları aşarak konvoya katılmaya başladı. Korteje yeni katılanlarla birlikte sayı onbinleri aşıyordu.
Kortejde konuştuğumuz siyasetçiler, MHP lideri Alparslan Türkeş'in 23 Haziran 1975'te Amed'e gelişinin protesto edildiği ve iki kişinin öldüğü, 100'den fazla kişinin yaralandığı olaylardan sonra, bu cenaze töreninin Amed'de yaşanan en büyük protesto gösterisi olduğunu anlatıyordu.
AMED TÜMÜYLE AYAKTAYDI
Amed, 10 Temmuz 1991'de adeta tarih yazıyordu. Yediden yetmişe halk ayaktaydı. Tek talepleri, cenazelerine sahip çıkmaktı. Amed sokakları "Şehî Namirin", "Kürdistan faşizme mezar olacak" ve "Bijî PKK" sloganlarıyla yankılanıyordu.
Araçlar hareket edemediği için onbinlerce kişi yürüyerek Sümer Camii önünde toplanmaya başladı. Saatler ilerleyince, törene katılanların sayısı da artıyordu.
MARDİNKAPI'YA DOĞRU YÜRÜYÜŞ
Aydın'ın naaşı buradan alınarak, dini vecibeleri yerine getirilip cenaze namazı kılındıktan sonra Mardinkapı mezarlığına doğru yürüyüş başladı. (Sonraki gün hükümete yakın medya, cenaze namazının kılınmadığı şeklinde yalan haber yapmayı ihmal etmedi)
ÖZEL TİMLER PROVOKATİF
İstasyon Caddesi üzerinden Urfakapı'ya giden yol tamamen trafiğe kapatılmış, polis olası tepkilere karşı karakollara çekilmişti. Ancak Urfakapı'ya gelindiğinde surların üzerinde bulunan yüzleri maskeli özel harekat timleri, bozkurt işaretleriyle halkı tahrik etmeye başlayıp surların üzerinden halkın üzerine taş atmaya başlayınca gerginlik yaşandı. HEP yöneticilerinin halkı sakinleştirmesinden sonra Urfakapı'dan sorunsuz geçildi ve kortej Turistik Cadde üzerinden Mardinkapı mezarlığına doğru sloganlar eşliğinde tekrar hareket etmeye başladı.
POLİS YOLU KESTİ
İkinci müdahale Mardinkapı Karakolu önünde yaşandı. Kortejde bulunanlar olaysız bir şekilde yürüyüş halinde hareket ederken, mezarlığa gitmek için kullanılan tek yol üzerinde bulunan Mardinkapı Karakolu'nda cenaze aracının önü polislerce kesildi.
DEVLET GÜÇLERİ ATEŞE BAŞLADI
Polis amirleri, bu büyüklükte bir kitlenin mezarlığa gidişine izin veremeyeceklerini, sadece cenaze aracı, Aydın'ın ailesi ve aralarında milletvekillerinin de bulunduğu parti yöneticilerinin geçişine izin verebileceklerini söyleyince kısa süreli bir gerginlik yaşandı, ardından silahlar patlamaya başladı. Biz gazeteciler, kortejin en önünde parti otobüsünün üzerindeydik.
Bir anda Kervansaray Oteli önünde, meydandaki Sultan Suca Türbesi arkasında ve eski Belediye Garajı önünde pusuya yatmış olan ellerinde uzun namlulu silah bulunan sivil kıyafetli Türk devlet güçleri, halkın üzerine hedef gözeterek ateş açmaya başladı.
KİMSE KORTEJİ BIRAKMADI
Saldırı planlıydı. Halktı sindirip dağıtmak istiyorlardı. Ancak tek bir kişi bile korteji terk etmedi. Halk protesto için oturma eylemine başladı. Polislerin halkın üzerine ateş açmasını otobüsün üzerinde bulunan gazeteciler olarak net görüyorduk ve fotoğraflarını çekiyorduk.
Sultan Suca Türbesi'ni kendilerine siper eden iki sivil polis, bizim fotoğraf çektiğimizi görünce bu kez parti otobüsü üzerine ateş açmaya başlayınca kendimizi otobüsten atmak zorunda kaldık.
ŞEHİT VE YARALILAR VARDI
Cenaze aracı tam karakolun önünde kalmış, aracı bölgeden çıkarmak isteyenler de polisin saldırısına maruz kalıyordu. Burada açılan ateşle yere düşenler oldu. Yaklaşık 3-4 dakika yoğun silah sesleri devam etti. Parti otobüsünden sık sık polise ateş açılmaması yönünde anons ediliyordu. Halkın arasına girdiğimizde yerde yatan onlarca yaralı vardı. 3 kişinin cansız bedenini alıp kaldırıma taşımışlardı. Bir süre sonra Balıkçılarbaşı tarafından Kervansaray Oteli önüne ambulanslar geldi ve yaralıları alandan çıkarmaya başladılar. Polisler ateş açmayı kesmişti.
KORTEJ YİNE DEVAM ETTİ
Parti yöneticilerinin polislerle görüşmesi ardından kortejin geçişine tekrar izin verildi. Turistik Cadde üzerinde bulunan halkın çoğu şahadetlerden haberdar değildi. Sadece polisin havaya ateş açtığını zannediyordu. Saldırı sonrasında 100 bine yakın kişi sloganlar eşliğinde yaklaşık 200 metre ilerideki Mardinkapı mezarlığına doğru tekrar hareket etmeye başladı.
CENAZE TÖRENİ SONRASI
Cenaze defnedilecek, dualar okunacak ve kitle dağılacaktı. Program buydu. Cenaze toprağa verilirken kitlenin yarısı zaten aşırı sıcaklardan dolayı alanı yavaş yavaş terk etmeye başlamıştı bile. Vedat Aydın'ın naaşı toprağa verildi, dualar okundu. Kardeşi Deniz Aydın kısa bir konuşma yaptıktan sonra tören bitti. Kalan halk aynı yolu takip edip geri dönecekti. Ancak halkın önü Mardinkapı Karakolu önünde bu kez zırhlı araçlar, özel harekat timleri ve polisler tarafından kesildi.
GEÇİŞLERE İZİN VERİLMEDİ
Polis amirleri, HEP yöneticileriyle yaptıkları görüşmede, halkın aynı anda bırakılmayacağını, gruplar halinde dağılmalarına izin vereceklerini söyledi. HEP yöneticileri, Mardinkapı Karakolu'na giderek buradan OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu ile telefon görüşmesi yaparak halkın geçişine izin verilmesini, herhangi bir olay çıkmayacağı güvencesi verdi. Ancak buna rağmen, geçişlerin toplu olarak yapılmasına izin verilmedi.
HALK ÇEMBERE ALINDI
Mardinkapı mezarlığı altında bulunan Ben û Sen Mahallesi'nden, mezarlığın hemen karşısındaki Belediye Araç Bakım Şantiyesi'nden çıkan ve surlardan inen yüzlerce özel harekat polisi de halkı çembere almaya başladı. Özel harekat timleri mezarlığın hemen önünde park eden HEP parti otobüsünün etrafını sararken, diğerleri de hakim noktalara yerleşerek beklemeye başladı.
ÇIKIŞLAR KAPATILMIŞTI
Mardinkapı Karakolu ve Ben û Sen tarafından olan iki çıkış kapatılmıştı. Ne biz gazetecilerin ne de alanda bulunan binlerce kişinin bölgeden ayrılacak bir çıkış yolu kalmıştı. Mecburen parti otobüsü içinde beklemeye başladık.
GRUPLAR HALİNDE ÇIKIŞ
Yapılan görüşmelerin sonunda 20-30 dakika arayla kitlenin Mardinkapı karakolu bölgesinden çıkışına izin verilmeye başlandı. 5-6 bin kişi aralıklarla bırakılıyordu. Onlar alanı terk ettikten sonra diğer grubun geçişine izin veriliyordu.
SON GRUP BIRAKILMADI
Bu işlem yaklaşık 3 saati buldu. Gazeteciler ve parti yöneticileri kitlenin en sonundaydık ve sıranın bize gelmesi için bekliyorduk. Kitlenin tamamına yakını polis kontrolünde alandan ayrılmıştı, alanda kalan birkaç bin kişi, biz gazeteciler ve parti yöneticileri vardı. Ancak bunların geçişine izin verilmedi.
KARAKOLDAN İŞARET ATEŞİ
Sıcak altında bekleyişimiz sürerken, aniden Mardinkapı karakolundan 3 el silah sesi geldi. Bu, alanı kontrol altına alan özel harekat polisleri için bir işaretti. Hakim alana konuşlanan ve mezarlığın etrafında bulunan çoğu maskeli özel harekat polisleri, halkın üzerine gaz bombası ve tüfeklerle ateş açmaya başladı. (Sonraki günlerde maskeli olanların arasında itirafçıların da bulunduğu yazıldı.)
VAHŞET GÖSTERİSİYDİ
Saldırıya uğrayanların bir kısmı da 'güvenli' gördükleri için kendilerini otobüse attı. Otobüsün pencerelerinden saldırılara tanıklık ediyorduk. Silah sesleri, barut kokusu, polislerin küfürleri ve saldırıya uğrayan halkın haykırışı, yaralıların inleyişi birbirine karışıyordu.
Vahşi bir şekilde yere düşenlere dipçiklerle, kalaslarla saldırıyorlardı. Kurşunla ya da dipçikle yaralananlar gözlerimizin önünde yere düşüyordu. Aralarında kadınlar, çocuklar, yaşlılar da vardı.
Bu vahşete tanıklık eden otobüsün içindeki batıdan gelen kadın gazeteciler gözyaşlarını tutamıyordu.
HELİKOPTER DE SALDIRIDA
Çaresiz bir şekilde otobüsün içindeydik, dışarı da çıkamıyorduk. Sadece otobüsün penceresinden fotoğraf çekebiliyorduk. O sıra Dicle Nehri tarafından Hevsel bahçeleri üzerinden gelen askeri bir helikopter de gaz bombası atmaya başlayınca saldırının koordineli olduğu anlaşılıyordu.
UÇURUMDAN ATLAYANLAR OLDU
Saldırıya uğrayan halkın tek kurtuluşu, yaklaşık 10 metre yüksekliğinde Hevsel bahçelerine açılan uçurumdan kendilerini atmaktı. Bunu da yaptılar. Binlerce kişi ölümle sonuçlanabilecek yaralanma pahasına canlarını kurtarmak için kendilerini o yükseklikten atarak Hatun Kastal bölgesinden Hevsel bahçelerine inmeye çalıştı.
OTOBÜSÜN İÇİNE GAZ BOMBASI
HEP otobüsünü çembere alan polis, aracın içinden fotoğraf çektiğimizi görünce otobüsün lastiklerine ateş açarak patlattı. Zırhlı araçtan anons yaparak üzerlerimizdeki tüm eşyaları içeride bırakıp ellerimiz havada dışarı çıkmamızı istediler. Bizler çıkmayınca, otobüsün üst camlarını kurşunla kırarak içeriye gaz bombası attılar. Tüm eşyalarımızı bırakıp ellerimiz yukarıda dışarı çıktık.
OTOBÜSTEKİLER DE İNDİRİLDİ
Otobüste, iki yıl sonra Urfa'da 2 Haziran 1994 tarihinde şoförü Mehmet Ayyıldız ile birlikte faili meçhul cinayete kurban giden kapatılan Demokrasi Partisi Urfa İl Başkanı Muhsin Melik de vardı. İçinde ruhsatlı tabancası da bulunan el çantasını bırakıp o da bizimle birlikte elleri yukarıda otobüsten indi.
(Olaylardan sonra tutuklanan yüzlerce kişi arasında bulunan Muhsin Melik'in ruhsatlı tabancası ile polise ateş açıldığı, polisin de karşılık vermesi sonucu ölümlerin yaşandığı şeklinde yalan haberler yapıldı. Ancak yapılan balistik incelemede, Muhsin Melik'in tabancasından tek el bile atış yapılmadığı ortaya çıktı ve Melik tahliye edildi.)
BÜTÜN MALZEMELER PARÇALANDI
Otobüsten indiğimiz gibi bu kez özel timlerin saldırısı bize yönelikti. Bir yandan dipçik, kalas, joplarla saldırıyor, ağza alınmayacak küfür ve hakaretlerde bulunuyorlardı.
Çevik Kuvvet Şube Müdürü Mehmet Koçlardan'ın emri ile polisler otobüse girip gazetecilerin tüm malzemelerini dışarı çıkarttı. Şube Müdürü Koçlardan, tüm fotoğraf makinesi, kamera, çanta, objektif, ses kayıt cihazı gibi aletleri Mardinkapı mezarlığının girişindeki panzere vurarak tümünü parçaladı. Saldırıya ilişkin gazetecilerin çektiği tüm fotoğraf ve görüntüler bu şekilde yok edilmiş oldu. (Buna, dönemin Diyarbakır Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü Hanefi Avcı da tanıktı.)
SADECE DEVLET KAYITLARI KALDI
Onun içindir ki, mezarlık önündeki saldırıya ilişkin tek bir kare yok. (Ancak polis kameraları saldırının başından sonuna kadar tüm olanları çekiyordu. Ve bu kayıtların tümü devletin arşivinde var.)
ALENİ İŞKENCE YAPILIYORDU
Etrafıma baktığımda sadece biz gazeteciler değil, milletvekilleri, aydınlar ve parti yöneticilerinin tamamı yüzükoyun yere yatırılmış ve dipçiklerle dövülüyordu. Alman gazeteci Lissy Schmith'i çırılçıplak soyan polisler, namluyu bacaklarının arasına sokup 'kaç para' diye bağırıyordu. Gazeteci Schmith de onlara Almanca ve Türkçe küfürle karşılık veriyordu.
Yüzükoyun yatanların içinde bulunan Ahmet Türk'ü ayağa kaldıran bir polis, sırtına binerek "Haydi Cumhurbaşkanı adayı şimdi beni taşı" diyordu. Bir yandan hakaret ediyor, bir yandan ellerine ne geçerse yüzükoyun yere yatırdıkları bizlere saldırıyorlardı. HEP Genel Başkanı Fehmi Işıklar, Ahmet Türk, Orhan Doğan, Hatip Dicle ve İbrahim Aksoy ile gazeteciler özellikle hedef seçilerek darp ediliyordu. Herkesin üstü başı kan içinde kalmıştı.
HASTANE YOLUNDA DA İŞKENCE
Bir ara Ben û Sen tarafından ambulans sesleri gelmeye başlayınca saldırıya ara verip bu kez ambulans şoförlerine ve hemşirelere yöneldiler. Yaralıların hastaneye kaldırılmasını istemiyorlardı. Bu yaklaşık 20 dakika sürdü. Sonra yaralıların götürülmesi için izin verdiler. Her ambulansa 8-10 arasında yaralı bindirildi. Ancak Şehitlik semtinden geçerken de ambulanslar durduruluyor, yaralılar dövülüyor, istediklerini ambulanstan indirip gözaltına alıyorlardı. Biz gazetecilerin bir kısmı ambulansla Devlet Hastanesi'ne kaldırıldık. Kiminin kolu, kiminin başı kırık, kimisi baygın haldeydi. Çırılçıplak yaralı halde hastaneye kaldırılan Alman gazeteci Lissy de oradaydı. Giysisi olmadığı için üzerine hastane çarşafı sarmıştı.
BAZILARI DÖVÜLEREK KATLEDİLMİŞTİ
Henüz hastaneye polis baskını yoktu. Ayakta tedavimiz yapıldıktan sonra hastanede katları dolaşınca yüzlerce yaralının olduğuna tanık olduk. Kimi kurşunla yaralanmış, kimi darp edilmişti. Her yaşta kadın ve erkek yaralılar vardı. Hastanenin morgunda ise 2'si kadın 12 cenaze getirilmişti. Morga indiğimizde cenazelerin bazılarında kurşun izi yoktu. Ancak giysileri parçalanmış, yerlerde sürüklenmiş, yüzleri tahrip edilmişti. Dövülerek öldürüldükleri anlaşılıyordu.
Saat 17:30-18:00 sıralarında Çevik Kuvvet polislerinin hastaneyi ablukaya alarak yaralıları gözaltına almaya çalıştığını görünce bir gazeteci arkadaşımla birlikte oradan ayrıldım.
Amed şehir merkezi sessizdi ve halk Mardinkapı mezarlığında neler olup bittiğinden habersizdi. Birçok insan cenazenin olaysız bir şekilde defnedildiğini sanıyordu. Ancak televizyonlar akşam haberleri çarpıtarak da olsa vermeye başlayınca ve yabancı radyolar yayın yapınca katliamın boyutunu herkes duydu.
23 ŞEHİT 2 BİNDEN FAZLA YARALI
Cenaze töreni sonrası yapılan saldırıda resmi açıklamalara göre 8 kişinin hayatını kaybettiği açıklandı. Ancak gerçekte şehit sayısı 23, yaralı sayısı ise 2 binden fazlaydı. Mardinkapı mezarlığı önünde yapılan saldırıda kendilerini kurtarmak için Hevsel bahçelerine bakan uçurumdan atlarken yaralanan yüzlerce kişi vardı. Bunlar kayıtlara geçmedi.
Gözaltına alınmamak için iki gün boyunca Hatun Kastal'daki evlerde çarşaflardan pansuman bezi yapılarak ve gizliden getirilen ilaçlarla tedavi edildiler.
Polisin saldırısında katledilenlerden sadece 3 kişi için cenaze töreni yapıldı. Diğer kalan cenazeler, ailelerine haber verilerek polis zoruyla gece toprağa verildi.
KATİLLER HİÇ YARGILANMADI
Ne Vedat Aydın'ın ne de cenaze töreni sırasında katledilen 23 kişinin katilleri hiçbir zaman yargı önüne çıkarılmadı.
Amed için bir milat olan Vedat Aydın cinayeti, Kuzey Kürdistan'da 1991-99 yılları arasında işlenen 'faili devlet' cinayetlerin başlangıcıydı.