12 Eylül'ün tanıkları anlatıyor-II
12 Eylül'ün tanıkları anlatıyor-II
12 Eylül'ün tanıkları anlatıyor-II
Militarist, faşist ve tektip anlayışın yaşamın her alanına sirayet ettirildiği ve kalıcılaştırılmak için her şeyin mubah sayıldığı 12 Eylül’le geçen 33 yıl geride kalırken, demokrasi ve insan hakları mücadelesi veren darbe mağdurları, gerçek bir hesaplaşma ve adalet tecelli edene kadar durmamaktan yana.
Aradan geçen bunca yıldan sonra AKP, “12 Eylül’le hesaplaştığı” iddiasını dönemin birinci sorumlusu Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya şahsında somutlaştırmak istedi. Ancak iki yıldır süren “12 Eylül davası” hesaplaşmanın h’sine bile varamazken, toplumun kandırılmak istenmesine aleni bir örnek teşkil etmekten öteye gitmedi. 12 Eylül’ün 33. yılında darbeye tanıklık edenler, asıl hesaplaşmanın, yüzleşmenin ve silinmesi asla mümkün olmayacak geçmişin izleri üzerindeki acıları bir nebze azaltabilecek yol ve yöntemlerini ANF’ye değerlendirdi.
Devrimci 78’liler Federasyonu Genel Sekreteri Cumhur Yavuz, 12 Eylül ile hesaplaşma adına yapılan yargılamanın darbe süreciyle bir hesaplaşmayı içermediğini dile getirerek, “Mahkemenin ilk açıldığında Devrimci 78'liler Federasyonu olarak duygu ve düşüncelerimizi kamuoyuyla paylaşmıştık. Özetle bir kez daha ifade edecek olursak; bütün kurum ve kuruluşlarıyla devam etmekte olan, hatta rejim halini almış 12 Eylüle gerçek bir hesaplaşma olmayacak. Yaşanmakta olan, AKP Hükümeti kendini ve sistemi yeniden üretmekten başka bir şey yapmıyor olmasıdır. Gerçek yargılama ve hesaplaşma ancak demokratik muhalefetin planlı, programlı bir mücadelesiyle mümkün olacaktır. Özellikle sol muhalefeti durumu da ortadadır. Ancak biz kurum olarak bu yargılamanın sonuna kadar takipçisi olacağız” dedi.
‘DARBECİLERİN DEĞİL DARBE MAĞDURLARININ İSİMLERİ KALICILAŞMALI’
“12 Eylül’ün zulmünü yaşamış biri olarak, 12 Eylül’le hesaplaşmanın, yüzleşmenin ve adaletin sağlanabilmesinin bugünkü uygulamalarla mümkün olacağını düşünmüyorum” diyen Yavuz, “Gerçek hesaplaşma; bu bilincin bir süreç olarak örgütlenebilmesiyle mümkün olacaktır. Ancak böyle olmakla birlikte demokratik ilişkilerin önünün açılabilmesi için bazı şeylerin yapılabilmesi mümkün. Örneğin, 12 Eylül yargılamaları tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılmalı. Berat etmiş ya da ceza almış ayrımı yapılmadan bütün gözaltı ve ceza evinde geçirilen süreçler sigortalılığa sayılmalı. İnsanların yaşadığı bütün insanlık dışı uygulamalar devlet tarafından tazmin edilmeli. Özellikle idam edilen arkadaşlarımızın aileleri başta olmak üzere devlet tüm toplumdan özür dilemeli. Vatandaşlıktan çıkarılan tüm vatandaşlar hiç bir işleme tabi tutulmadan derhal vatandaşlığa kabul edilmeli. Darbecilerin bütün unvanları geri alınmalı, mal varlıklarına el konulmalı ve el konulanlar mağdurlara ödenmek için kurulacak tazminat fonuna aktarılmalı. Cadde ve sokaklara verilen darbecilerin isimleri kaldırılmalı, onların yerine idam edilen ve işkencede öldürülen arkadaşlarımızın isimleri verilmeli. Ve benzeri talepler çoğaltılarak yerine getirilmeli” ifadelerinde bulundu.
Anayasa tartışmalarının özellikle siyasi iktidar tarafından ciddiye alınmadığını dile getiren Yavuz, bunun en büyük kanıtının 12 Eylül anayasasının tam da 12 Eylül günü aynı biçimde, yani evet ve hayır diye referanduma sunulması olduğunu vurguladı. Sayıcı bir anayasa tartışması, egemenlerin gündelik ihtiyaçlarına göre belirlenen anayasa taslakları olmaması gerektiğine dikkat çeken Yavuz, “Demokratik saiklerle hazırlanmış birden çok anayasa taslaklarının referanduma sunulabilmesini hedefleyecek anayasa tartışmaları sayıcı tartışmalar olacaktır” diye belirtti.
TOPLUMSAL TALEP KİTLESELLEŞTİKÇE…
12 Eylül'ün işkence mağdurlarından Ruşen Sümbüloğlu, “Bir 78’li olarak 12 Eylül Darbe düzeninin yargılanabilmesi, darbecilerin yaptıkları her şey için halklarımıza hesap vermesi için mücadele etmeyi bir görev olarak gördüm. Darbecilerin yargılanabileceği siyasal toplumsal psikolojik ortamın mümkün olduğunu düşündük. Zira toplumsal talep kitleselleştikçe, halkın istediği ve arzuladığı genel boyutlara ulaşınca talebin derinleşen etkisinin egemenler üzerinde ciddi bir baskı unsuru olduğunu görmek mümkün olabiliyor” dedi.
“Ben darbecilerin yargılanması sürecini AKP iktidarının siyasal düzlemde yaptığı bir manevra olmaktan çok, toplumsal muhalefetin geliştirdiği uzun soluklu mücadelenin yarattığı sonuçlardan biri olarak görmek eğilimindeyim” diyen Sümbüloğlu, şunları belirtti: “Darbecilerin yargılanması konusu, emek demokrasi güçlerinin demokratik denetiminden geçen bir sürecin konusudur. Bizler doğrudan bir müdahil olarak yargılamanın her aşamasını, gelişen her yeni durumu çok yakından izlemeli, demokratik sivil inisiyatifin unsurları olarak süreci sulandıracak her yeni yaklaşımı, iktidarın değişik niyetlerini teşhir etme, demokratik baskıyı artırma nedeni olarak görmeli ve sokaklara ve meydanlara taşımalıyız. AKP iktidarının niyeti ne olursa olsun, toplumsal muhalefet sahip olduğu bütün imkânları kullanarak, darbecilerin cezalandırıldığı bir Türkiye’nin mümkün olduğunu dosta düşmana göstermeli.”
Kökü derinlere uzanan bu darbe düzeninin gerçek niteliğini teşhir etmek bütün demokratların, devrimcilerin, sosyalistlerin en başta gelen görevi olduğunu kaydeden Sümbüloğlu, “12 Eylül’ün temsil ettiği siyaseti, hukuku, kültürü teşhir etmek de yetmez, onun yeniden toplumun başına bela olabileceği ortamları ortadan kaldıracak kararlı bir meşru müdafaa hattını toplumsal muhalefet adına adım adım örmek gerekir. Zira demokratik bir düzeni iktidarlar yaratmaz, yaratamaz, toplumsal muhalefet oluşturur. Yaşananlar göstermiştir ki; iktidarlar kendilerini darbelerden koruyamaz, ama meydanlar, sokaklar, halkların özgür ve kararlı iradelerini yansıtan mücadele alanları darbecileri ürkütür, çoğu kez de önler. Yani sürecin mağduru değil de muhatabı olduğunu bilen ve bu anlayışla darbecilerin karşısına dikilen bir mücadele hattını izlemek şarttır. Faşist bir diktatörlüğün namluları halkların üzerine çevrilmiş tankların gölgesinde oylatılan anayasaları yüzde 92’lerle kabul ettirilmişti. Üzerinden 33 yıl geçmesine rağmen darbe anayasası bir büyük utanç belgesi olarak, bir suçüstü belgesi olarak hala yürürlükte. Darbeden sonra gelmiş geçmiş bütün iktidarların varlık nedeni olan, icazetini 82 Anayasasından alan mevcudiyetleri bize gösteriyor ki, anayasayla onların bir sorunları yok, olsaydı çoktan icabına bakarlardı. Ama bizim var. Hak ve özgürlükleri budanmışların, büyük mücadelelerle yarattıkları örgütleri dağıtılmışların, düzenlenen gerici yasalarla hayat hakları dahil, sayısız özgürlükleri ellerinden alınmışların, ezilmişlerin, dili, kültürü, halk olma gerçeği elinden alınanların, hala vahşi çalışma koşulları içinde emeği sömürülenlerin, halklarımızın, gençlerimizin, kadınların, dışlanmış her kesimin bu anayasayla sorunları var” diye konuştu.
‘ANAYASAYI KENDİ ÇIKARLARI İÇİN YAZIP ÇİZDİLER’
Darbelerin girdabında geçen son 50-60 yılda egemenlerin kendi çıkarları doğrultusunda sayısız anayasa denemesine girdiğini belirten Sümbüloğlu, “Yazdılar, çizdiler, bozdular, her söylediklerinin üzerini çıkarları için bir kez daha çizdiler. İflah olmaz arsız bir hırsız gibi çaldılar hayatlarımızı, haklarımızı. Yaşadıklarının ve ödediği bedellerin getirdiği bir büyük bilinç ve duygu durumu ile halklarımız ilk defa kendi geleceğini, özgürlüğünü, haklarını kendi eliyle örmek istediği bir anayasanın oluşumunda en asli unsurun kendisi olduğunun farkına vardı. Bu yüzden yeni demokratik özgürlükçü bir anayasanın halklarımızın eseri olacağına canı gönülden inanmaya başladım” dedi.
12 Eylül tanıklarından Dev Maden-Sen Yöneticisi Yılmaz Kızılırmak, 12 Eylül darbesinin en önemli sorumlularının Tahsin Şahinkaya ve Kenan Evren olduğunu söyleyerek, “Bir ceza yargılamasının sanıkları olması gayet normal. Bu yargılamanın hukuki boyutu. Ancak 12 Eylül ile hesaplaşmak daha siyasi ve sosyal boyutları olan bir talep. Henüz bu siyasi ve sosyal hesaplaşma süreci mesafe almış değil. Samimi kelimesini kullanmayı tercih etmiyorum; ancak bu iki sürecin birlikte yol aldığı koşullarda, 12 Eylül ile gerçekçi bir hesaplaşmanın mümkün olacağını da biliyorum” diye belirtti.
‘12 EYLÜL ENGEL OLMAYA DEVAM EDİYOR’
“Öncelikle, doğrudan darbeyi yapanların, darbe kurumlarının ve idarecilerinin yarattığı yığınla mağduriyet var. Binlerce insan işkencelerden geçti, yüzlerce arkadaşlarımız yoldaşlarımız can verdi” diyen Kızılırmak, şunları kaydetti: “İnsanların yaşamları alt üst oldu, kurulu düzenleri bozuldu. Yaşadıkları toprakları terk etmek, ailelerine hasret, dilini, kültürünü bilmedikleri yabancı bir ülkeye alışmak ve orada yaşamak zorunda kaldılar. Davanın kapsamı genişleterek, bu suçlara adı karışanların tamamı yargı önüne çıkarılmalı; mağduriyetler giderilmeli. İkinci kısmı ise, yarattığı siyasi ve sosyal tahribatın giderilmesi. 12 Eylül anayasasıyla, kurumlarıyla, yarattığı siyaset algısıyla, örgütlenme özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün, çoğulcu yaşamın önündeki en büyük engel olmaya devam ediyor.”
1982 Anayasasının defalarca paketler halinde değiştiğini belirten Kızılırmak, “Bu değişiklerin hiç biri Türkiye'yi daha demokratik bir ülke yapmadı. Kanımca sorunu 1982 Anayasası’nın değişmesi olarak adlandırmak da doğru değil. Sorun Türkiye'nin yeni, demokratik ve katılımcı bir yaşama ve bunun hukuksal, anayasal güvenceye alınması. Aksi taktirde, maddelerde yazılan hukuksal kavramları tartışmak gibi kavramsal ve teknik bir çıkmaza gireriz. TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda olan da budur. BDP dışında komisyonda yer alan hiçbir partinin, yurttaşların demokratik, katılımcı ve özgür bir ülkede yaşama arzusunu dikkate aldığı yok” dedi.
TTB eski Başkanı Eriş Bilaloğlu, 33 yıldır iktidara gelen partilerin 12 Eylül’le hesaplaşmadığına dikkat çekerek, “Ama özellikle tek parti olarak Hükümet'te bulunan, 33 yılın son üçte birini kaplayan bir sürede kesintisiz sorumluluk taşıyan AKP'nin samimiyetinden,hesaplaşma niyetinden bahsetmek hiç mümkün değildir. Elbette bunu söyleyebilmek için bu 11 yılı yaşamak gerekmiyor(du). AKP'nin hangi sınıfı temsil ettiği, nasıl iktidar olduğu, bölüşüm/paylaşımdaki tutumunu belirliyor. Kısacası doğal ve zorunlu olarak yapılan yargılamalarda bu eksene tabi olarak yürütülüyor, kendi ihtiyaçları için uygun olanlar/olduğu ölçüde yapılıyor. Bunun dışındaki bir seyir hepimizin çabalarının etkisiyle sağlanıyor, sağlanabiliyor; yoksa AKP'nin samimiyeti ya da niyetinden değil” ifadelerinde bulundu.
HESAP SORMAK…
"Hesap sormayı" iki boyutta değerlendirmenin mümkün olacağını kaydeden Bilaloğlu, “Birincisi o süreçte yer alan ve 12 Eylül'ün uygulamalarını acımasızca yerine getiren her düzeydeki yetkiliden hesap sormak; bir yanıyla kişisel. İkincisi ise 12 Eylül'den hesap sormak. Bu sistemden, egemen güçlerin/sermayenin düzeninden hesap sormayı içeren bir mesele. Bu yanıyla sınıf mücadelesinin layıkıyla yerine getireceği bir süreç. Bunun ilk koşulu ise Türkiye'de insanların/sınıfın özgürce ifade edebilecekleri, örgütlenebilecekleri bir ortamın tesis edilmesi. Bunu sağlayabildiğimiz ölçüde hukuksal süreç başta olmak üzere göstermelik 12 Eylül hesaplaşmalarını aşabiliriz. Eylül 2013 itibariyle söyleyebileceğimiz ise bunun AKP iktidarında mümkün ol(a)mayacağıdır” dedi.
Bilaloğlu, yeni anayasa tartışmalarına ilişkin de şunları belirtti: “Anayasanın yeni olabilmesi 12 Eylül Anayasasını yapan dinamikten farklı bir dinamiğin damgasını vuracağı bir süreçle mümkün gözüküyor. Dolayısıyla sermayenin egemen olduğu ve emekçilerden yana olanakların baskı altında tutulduğu bir ortamda "yapılacak" anayasanın yeniliğinden bahsetmek mümkün değil. Yeni diyebilmemiz için emekçilerden yana bir anayasanın ve bu anayasayı yapabilecek ortamın tesis edilmesi gerekir ki Türkiye'de bu süreci yaşıyor, mücadelesini veriyor: Yani özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik bir ortam.”
‘DARBE İKİ GENERALDEN İBARET DEĞİL’
TÖB-DER Genel Sekreteri Seyfettin Bican, cunta döneminin sorumluları olarak Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılanmalarının ne kadar samimi olduğunu her iki sorumlunun da rahatlıklarından, mahkemeye getirilmeyişlerinden anlaşılır olduğunu belirterek, bu davada samimiyet aranmaması gerektiğini söyledi. Bican, “Yapılmakta olan yargılama 12 Eylül ile hesaplaşma ile yakından uzaktan ilintili değildir. 12 Eylül ahı gitmiş vahı kalmış iki eski cuntacı general demek değildir. Sorumluluk da insanlara ve ülkeye verdikleri zarardan tek başlarına ya da kendileri ile sıkı fıkı olan 100-200 kişilik bir yardakçılar tayfası ile generallerin sorumluluğundan ibaret değildir. Sadece bunlarla uğraşmak generallerin yurt içindeki ve yurt dışındaki uzantıları, destekçileri ile ilgilenmemek bir çok şeyi gözden kaçırmak demektir. Şurası muhakkak ki darbe birilerinin çıkarına hizmete yöneliktir ve çıkarı olanların da desteği ile gerçekleşmiştir. Yasak savmak üzere yapılan, samimiyetsiz bir dava olarak yorumlanmasına karşın bu davanın olumlu bir yanı da vardır. En azından darbecilerin de yargılanabileceği ve her şeyin değişip dönüşebileceği, önemli ve değerli olanın eskiyip körelen, ölmekte olanın değil doğan ve gelişmekte olanın olduğu bilincinin ortaya çıkmasına olanak tanımıştır” dedi.
‘AKP’NİN ANAYASA ÇALIŞMASI TÜM KESİMLERİN TEMSİLİYETİNİ İÇERMİYOR’
Öncelikle yasalardaki 12 Eylül kalıntılarının silinmesini isteyen Bican, “İlk akla gelen Siyasi Partiler Kanunu, seçimlerde kullanılan baraj, YÖK yasası ve o dönemde çıkartılan tüm yasalar ortadan kaldırılmalıdırlar. Yapılması gerekenlerin en önemlilerinden birinin de sağın karşısında bulunan güçlerin birlikteliğinin, en azından eylemsel birliğin sağlanmasıdır. Yeni Anayasa’nın üzerinde çalışılıyor olması güzel bir şey. Ama bu çalışmaları başlatmak ve yürütmek durumunda kalan bazen gönüllü bazen gönülsüz AKP’den bu işi elbette ki bizim istediğimiz, bizim için yararlı-sorunsuz bir anayasa olarak ortaya çıkartması beklenmemelidir. Çünkü çalışmalar tüm kesimlerin temsilcilerini içermemektedir. ‘Biz herkese sorduk, fikirlerini sözlü ve yazılı olarak aldık, katılımı sağladık, bazı kesimler katılmadılarsa…’ ifadesi yetersiz bir savunmadır. Sormak başka, birlikte yapmak başka bir şeydir. Anayasanın yazılması aşamasındaki tartışmalarda emekçilerin temsil edilmediğini düşünmekteyim. Bu da emekçiler açısından bir kayıptır” diye belirtti.
Devrimci 78'lilerden Hüseyin Esentürk, 12 Eylül faşizminin 33. yılında halen darbe düzeninin siyaseti, hukuku, ekonomisi sürdüğüne dikkat çekerek, gelmiş geçmiş bütün siyasi iktidarlar gibi, bugünkü iktidarın da darbe düzeninin devamcısı olarak görevini yerine getirdiğini vurguladı. “33 yıl önce ülkemizde faşizmin tanklarıyla kurulan; ırkçı ve dinci faşist oluşumlarıyla, ordu, polis, yargı örgütlenmeleriyle, adaletsizliğin sokaklara taşan linç kültürüyle, ideolojik aygıtları, yalan ve düzmece medya haberleriyle, eğitim politikalarıyla, savaş çığırtkanlıklarıyla 12 Eylül’ü devam ettiren sistem darbe yargılamalarında birçok yerelde yapılan başvuruları es geçme eğilimindedir” diyen Esentürk, böylesine adaletsiz bir yükselişin, içeride ve dışarıda savaş politikalarıyla buluştuğu bir dönemde, yıllardır dile getirdikleri darbecilerin yargılanması taleplerinin pas geçilmesine, görevsizlik, takipsizlik gerekçeleri ile yok sayılmasına izin verilmemesi gerektiğini belirtti.
‘AKP’NİN DARBECİLERİ YARGILIYOR GİBİ YAPMASINI KABUL ETMEMELİYİZ’
Darbeciler yargılanması taleplerinin 12 Eylül hukukunun ve kurumlarının tümüyle ortadan kalkmasını, halka ve demokrasiye karşı suç işlemiş darbe rejiminin tüm aktörlerinin yargılanmasını içerdiğini ifade eden Esentürk, “Bu hedefimizi asla unutmamalıyız. Bu davanın özünü oluşturan karıştır barıştır mantığını, eşitleme gayretini, sanık olarak yargılanması gereken, ellerinden devrimcilerin kanı damlayan katillerin şikâyetçi olarak gösterilmesini, devlet adına faşist unsurların hep provokasyon ve tetikçilik yaptığını, davanın amacını ve hedefini saptırmaya çalıştıklarını, 12 Eylülün birkaç yaşlı bunak tarafından yapılmış bir darbe olarak algılanmasını, kendiside darbe ürünü olan AKP’nin darbecileri yargılıyormuş gibi yapmasını kabul etmemeliyiz. Davanın sonucuna göre yargılama sürecini tekrar masaya yatırıp değerlendirmek gereklidir. Bu tarihi hesaplaşmanın tarafı olarak darbecilerin ve kurdukları darbe rejiminin aklanmasına veya göstermelik kararlarla üstünün örtülmesine asla müsaade edilmeyecektir. Böyle bir yargılamada gerekirse sokaktaki müdahillik hakkımızı kullanabileceğimizi dosta düşmana göstermemiz gerekir. Bu nedenle Dava sonucunda bir değerlendirme toplantısı yaparak yeni bir yol haritası çizilmelidir.Biliyoruz ki; bu zulüm düzeninin yok ettiklerinin inançlarını, acılarını ve anılarını kuşananlar ‘artık yeter!’ deyip de ayağa kalktıklarında gerçek adalet yerini bulacaktır! İşte o zaman darbe düzeni yerle bir olacaktır. İşte o zaman gerçek bir hesaplaşma olacaktır. Ancak o zaman gelene kadar yapabileceğimiz çok şey olduğunu unutmamalıyız” dedi.
“Başta 12 Eylül Faşist Darbesi olmak üzere, tarihimizin en karanlık sayfalarını oluşturan bütün darbelerin emek ve demokrasi güçlerine karşı yapıldığını, darbelerin geri planında emperyalizmin genel çıkarlarıyla kendi kaderini birleştirmiş yerli iktidar odaklarının ve işbirlikçilerinin olduğunu, gerçek hesaplaşmanın ise devrim ve demokrasi güçlerinin birleşik eyleminden doğacağını biliriz. Bütün darbecilerle hesaplaşmak ve yeni darbelerin önlenmesi için mücadele ederken, darbe düzeninin; hukukunun, siyasetinin, kültürünün bütün etkilerinden toplumu arındırma için rejimin gerçek niteliğini teşhir edecek bütün çabalara girişip, destek vermek gerekir” diyen Esentürk, taleplerini şöyle sıraladı:
- Darbeciler yargılansın.
- Darbeleri ve darbecileri övenler, suçu ve suçluyu övmekten yargılansın.
- Darbe marifetiyle, süngü gücüyle seçilen Kenan Evren, Cemal Gürsel ve 12 Mart Muhtırasının sorumlusu Cevdet Sunay’ın cumhurbaşkanı unvanları geri alınsın.
- Darbecilerin ve birlikte oluşturdukları suç örgütlerinde görev alan bütün rütbelilerin rütbeleri geri alınsın.
- Darbecilerin servetleri açıklansın, mal varlıklarına el konulsun, emekli maaşları kesilsin ve bu kalemler kurulacak ‘12 Eylül Tazminatları Fonu’na aktarılsın.
- Darbe döneminde vatandaşlıktan çıkartılanlar kayıtsız şartsız vatandaşlığa geri alınsın.
- Başta idam edilenlerin aileleri olmak üzere faşizmin bedel ödettiği herkese tazminat ödensin.
- Başta YÖK ve MGK başta olmak üzere darbe düzenini devam ettiren bütün kurumlar ortadan kaldırılsın.
- Bugünkü darbe düzeninin ana halkalarından olan NATO’ya bağlı cinayet, terör ve kışkırtma örgütü Gladio (kontrgerilla), ülkemizdeki uzantıları derhal lağvedilsin, suçlular yargılansın, işledikleri insanlık suçlarının bütün belge ve kayıtları açıklansın.
- Darbelere zemin hazırlayan TSK’nin İç Hizmet Kanunu’nun 35.maddesi derhal kaldırılsın.
- Darbecilere ve yandaşlarına verilen tüm akademik unvanlar geri alınsın, darbecilerin ve yandaşlarının adları okullarımızdan, sokaklarımızdan, meydanlarımızdan silinsin, yerine demokrasi mücadelesinde kaybettiklerimizin adı verilsin.
- Faşist cunta döneminde bu ülkede yaşayan, yargılanan, gözaltına alınan, kaybedilen, idam edilen, işkenceyle öldürülen, zulmedilen, katledilen herkesten devlet adına özür dilensin.
- Cunta döneminde, sıkıyönetim mahkemelerinde, olağanüstü hal mahkemelerinde verilen kararlar yok sayılsın.
- Başta Diyarbakır Zindanı, Mamak Askeri Cezaevi ve Metris Askeri Cezaevi olmak üzere ülke genelinde zulüm merkezine dönüştürülen her yer; toplum belleğini diri tutmak adına, direnenlerin ve zulmedilenlerin tarihini dile getiren müzelere dönüşsün.
- Cezaevlerinde geçen süre sigortalılığa sayılsın, 10 yıl ve üzeri sürelerde cezaevinde kalanlara, süreye bakılmaksızın emeklilik hakkı tanınsın. Derken göstermelik adımlarla yetinmeyeceğimizi herkes bilmelidir. Bizler darbe düzeni ile hesaplaşmak için bir örgütlenme etrafında toplandık. Aldığımız kararlar, attığımız adımlar bu hesaplaşma ekseninde ve ülkedeki gelişmelerden bağımsız değildir.
‘DARBECİLERİ EL ÜSTÜNDE TUTAN AKP DEMOKRAT DEĞİL’
Esentürk, bu nedenlerden ötürü darbeye karşı mücadele görüntüsü altında kendi iktidarlarını korumayı, sağlamlaştırmayı ve süreklileştirmeyi hedefleyerek darbe teşebbüslerinin üzerine giden, buna karşın kökenleri itibarı ile destekçisi ve de doğrudan bir sonucu oldukları 12 Eylül darbecilerini el üstünde tutan AKP’nin görünüşte demokrat olduğunu vurguladı. AKP’nin darbe düzeninin bir devamı ve darbe hukukuna dayanmaktan vazgeçemediğini ifade eden Esentürk, “Öte yandan, 12 Eylül, Susurluk ve Ergenekon’un halkı boğazlayan zincirin halkalarından bir kısmı olduğunu, bütün darbelerin halka ve oluşturduğu mücadele örgütlerine karşı yapıldığını bilen bir yerde durarak, iyi darbe kötü darbe ayrımı yapanların teşhiri ise vazgeçilmez bir görevdir. ‘Barış süreci’ tartışmalarının yoğunlaştığı bugünlerde federasyonumuz Barış sürecini destekleyerek daha önceden belirlediği, ‘Artık yeter evlatlarımız ölmesin. Kürt sorununda demokratik barışçıl çözüm istiyoruz’ yaklaşımını bütün gücüyle, bulunduğu her yerde dile getirerek bu mücadeleye katkısını sürdürmeyi bir görev olarak görmektedir” dedi.
‘HİÇBİR ANAYASANIN DEĞİŞMEYECEK MADDESİ OLAMAZ’
12 Eylül 1980 darbe anayasasının kaldırılmasını isteyen Esentürk, sözlerini şöyle tamamladı: “Yerine demokratik katılımcı bir anayasa yapılsın talebimiz en ana taleplerden biridir. Ancak şimdiye kadar yapılan müdahaleler hep cunta anayasasının özünü korumuştur. Hala darbe anayasası ile yönetiliyoruz. Yapılan yamalar bu anayasanın değiştirildiği anlamına gelmez. Tek yapılması gereken 12 Eylül darbe anayasası bütünüyle tarihin çöp sepetine atılmalı yerine katılımcı, demokratik, bilime ve insanlığa layık bir anayasa yapılmalıdır. Hiçbir anayasanın değişemez ya da değiştirilemez diye bir maddesi olamaz. Bu konuyu gündeme getirmek bile akıldışıdır.”