Bu cümle ilk başta devletin içine yerleşmiş AKP’nin eski ortağı ve yol arkadaşı Gülen Network’unun tasfiyesi için ‘’bir fırsat’’ olarak algılandı. Çok geçmeden bunun böyle olmadığı net bir şekilde görüldü. Darbe içinde darbe yapılıyordu. Veya artık inkâr edilmesi dahi zor olan ‘’kontrollü darbe’’ yaşanıyordu.
15 Temmuz akşamı başlayan 16 Temmuz sabahına kadar devam eden ve yüzlerce kişinin öldüğü o ‘’kaos’’ gecesinde olayı ‘’Allahın lütfü olarak’’ gören Erdoğan’ın adamları daha sonraki bir savaş için iş başındaydı; Birçok askeri birlikten çıkan binlerce silahı depoluyor, daha önce örgütlenen ‘’milisler’’ arasında paylaştırılıyorlardı. Kışlalardan ‘’darbeye karşı’’ diye çıkarılan silahlar ne o gece, ne onu takip eden gün ve ne de daha sonra bir daha o kışlalara geri getirilmedi. Erdoğan’ın özel silahlı gücünün envanterine aktarıldı.
15 TEMMUZ GECESİ BİNLERCE SİLAH ‘’BUHARLAŞTI’’
Kontrollü darbe sonrası oluşturulan ağır ortamdan dolayı hiç kimse bu silahlar nerede ve kimlerin elinde diye bir soruda sormadı. Eğer bugün o akşam ‘’harekete geçtiler’’ denilen kışlaların envanteri çıkarılırsa görülecek ki binlerce ferdi otomatik silah ve mühimmat buharlaşmış durumda. Elbette bugün bu envanter sayımını yapacak hiç kimse yok. Zaten iktidarı gasp etmiş kliğinde böyle bir derdi yok.
15 Temmuz sonrası bu silahların bir kısmı tek tek veya grup halinde bazı AKP ‘’milislerinin’’ elinde görüldü. Bu fotoğraf ve görüntüler sosyal paylaşım ağları üzerinden servis edildi. Bu kişiler hakkında açılmış bir soruşturma da yok. Zaten hiçbir savcı çıkıp bu kişiler kim ve bu silahlar nerden geldi diye soramaz. Soracak savcı kalmadı zaten.
Bugün AKP’nin silahlı milis sayısı-ki bu silahlanma büyük oranda 15 Temmuz gecesi yapıldı-bilinmiyor. Bu milislerden kaçı ülke içinde ve kaçı eğitim-savaş-kontrgerilla faaliyetleri için ‘’sınır dışında’’ oda bilinmiyor. Şuan AKP rejimi ve Türk ordusu tarafından işgal edilen Kuzey Suriye ve Rojava’nın Cerablus-Azaz-El Bab üçgeninin de bu ‘’milis gücün’’ olduğu söyleniyor. AKP silahlandırdığı grupları bu bölgeye gönderdiği ve eğittiği ciddi şekilde iddia ediliyor. Bu iddiaların ABD ve NATO karargahlarında konuşulduğu söyleniyor.
KATİLLER ORDUSU AKP ‘’MİLİSLERİ’’ OLDU
Öte yandan 15 Temmuz gecesi Kürdistan’da darbeci olduğu iddia edilen ‘’savaş gücü’’ veya diğer bir deyimle katiler ordusu tümden tasfiye edilmedi. Tepede birkaç kişi alındı. Sahada, Silvan, Sur, Cizre, Nusaybin, Şırnak, Gever gibi yerlerde vahşet estirip duvarlara, insanların yatak odasına ‘’Esedullah timi’’ diye imza atan katiller ordusu ise AKP’nin 15 Temmuz sonrası güncellediği ‘’milis gücüne’’ dahil edildi.
ERDOĞAN, ENVER SEDAT’IN AKIBETİNDEN KORKUYOR
Denilebilinir ki devleti ele geçiren Erdoğan neden devlet dışı başka bir silahlı güce ihtiyaç duysun?
Bunun temel olarak iki nedeni var sanırım.
Erdoğan ve adamları halen mevcut ordu ve polis gücüne güvenmiyorlar. Kendilerini emin ellerde hissetmiyorlar. Bu nedenle Erdoğan orduyu teftiş ederken askerlerin tümden silahı alınıyor veya silahlarındaki şarjör çıkarılıyor. İçişleri baklanı denilen Süleyman Soylu ise özel harekatçıları denetlerken silahların ucuna ‘’emniyet kilidi’’ takılıyor. Bunlarda çok iyi biliyorlar ki her an birisi ‘’cinnet’’ getirip silahı kendilerine doğrultup, şarjörü boşaltabilir. Enver Sedat örneği her diktatör açısından öğretici ve ürperticidir. Sedat, 1981 yılında Mısır’ın bağımsızlığı için yapılan bir askeri tören esnasında onu selamlayan askerler tarafından öldürülmüştü.
KORKU ERDOĞAN’I İÇ SAVAŞ SÜRÜKLÜYOR
İkinci ve en önemli neden ise Erdoğan ve adamları ilelebet iktidarda kalmak istiyorlar. Herhangi bir şekilde seçimle gitmeyi, yerlerini seçileceklere bırakmayı düşünmüyorlar. Böylesi bir sonuca katlanamazlar. Kire, pasa, kan deryasına batmış, insanlığa karşı soykırım suçu işlemiş bir Erdoğan ve ailesi hiç katlanamaz.
Bunun için her türlü savaşı göz almış durumdalar. Hazırlıklarını buna göre yapıyorlar. ‘’Arap Baharı’’ veya benzeri bir kalkışmada savaşa hazır olmak istiyorlar. Ele geçirdikleri devleti de, tek kişilik parti haline gelen AKP’yi de, besledikleri her türden çıkar gruplarını da buna göre tanzim ediyorlar. Silahlı AKP’lilerin zaman zaman sosyal medya aracılığıyla ‘’biz buradayız’’ demeleri bir iki kendini bilmezin şovu değildir. Bu tür şeyler bilerek yapılıyor. Mesajı da çok açıktır: İç savaşa da hazırız.
Zaten iç savaş hazırlığı içinde olan Türk cumhurbaşkanı G20 zirvesinden sonra düzenlediği basın toplantısında yaptığı konuşmayla ‘’medeni dünya’’ ile olan ilişkisini askıya aldığını duyurdu. Gazetecileri ‘’terör destekçileri’’ insan hakları savunucucularını ‘’darbeci’’ ve yüzde 13 oy almış, parlamentonun üçüncü büyük partisi HDP’nin eş başkanı Selahattin Demirtaş’ı da ‘’terörist’’ ilan ederek bunu yaptı. Aslında Hamburg’da yani ‘’medeni dünyanın’’ bir kentinde bu konuşmayı yapması onun önümüzdeki dönemde izleyeceği yol haritasının da açık işaretiydi. Dışarıda etrafı daralan, neredeyse hakkında insanlığa karşı işlediği suçlardan dolayı tutuklama kararı çıkarılacak duruma gelen bir Erdoğan’ın içteki sıradan bir rüzgâr esintisine dahi tahammül edemeyeceğinin açık ilanıydı. İçerde faşizmi sınırsız şekilde uygulayan ve iç savaşı göze alan birisi bunu aynı zamanda ‘’medeni dünya’’ ile normal ilişki içinde sürdürülemeyeceğini bilir. Konuşma bu köprüleri atmaya yönelikti.
Erdoğan en son CHP lideri kemal Kılıçdaroğlu’nu tehdit etti. Erdoğan’ın tahtını sallamaktan çok uzak olan Kılıçdaroğlu’nu toplumda değişim ve dönüşüm için bir umut yaratan ‘’Adalet yürüyüşü’’ dolayısıyla açıktan iç savaşla tehdit etti. Erdoğan şöyle dedi:
‘’Sokaksa sokak diyerek kendi aklınca milleti ve devleti tehdit eden bu kişi böyle bir yanlışlığa sapması halinde asıl kendisinin sokağa çıkamaz hale geleceğini iyi bilmelidir. Açık konuşuyorum, böyle bir yola mı tevessül edeceksin, sokağa çıkamaz hale gelirsin. ‘’
Bu mesaj sadece Kılıçdaroğlu’na değil. Hatta en son onadır. Mesajın adresi başta Kürtler olmak üzere değişim ve dönüşüm, demokrasi ve özgürlük isteyen herkesedir. Erdoğan bütün bir toplumu tehdit ediyor. Öyle demokratik gösteri, seçim ve rekabetle değil. Emrindeki binlerce silahlı güçle tehdit ediyor. O kendisine karşı büyüyen muhalefeti görüyor. Bu muhalefetin devlet içinde-ordu-polis-bürokrasi içinde- kırılmalara, parçalanmalara yol açabileceğini hesaplıyor. Bu nedenle ordu ve polis gücünün yetmeyeceği veya kırılacağı yerde 15 Temmuz’da provasını yaptığı ve silahlandırdığı güçleri sokağa indirebileceğinin işaretini veriyor.
İşte 15 Temmuz gecesi onlarca kışladan çıkarılan ve bir daha geri getirilmeyen binlerce silah, mühimmat ve malzemenin derin öyküsü bu iç savaş hazırlığında yatıyor.
Zaten 15 Temmuz’da bir iç savaş provası değil miydi?