19 yıl önce Türk Meclisi'ni 'yıpratan' Kürt milletvekilleri!

19 yıl önce Türk Meclisi'ni 'yıpratan' Kürt milletvekilleri!

Tarih; 2 Mart 1994. 2 Mart 1994 darbesinin üzerinden 19 yıl geçti.  19 yıl önce DEP’li milletvekilleri Meclis genel kurulu çıkışında apar topar gözaltına alan ve ardından tutuklayan zihniyet hala varlığını, gözaltı ve tutuklama operasyonlarıyla koruyor.

Dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in talebiyle TBMM dokunulmazlıklar için toplandı. 78’inci Birleşimin ilk oturumu ve saat 13.00'tü. Gündem;  dokunulmazlık dosyalarıydı. Oylama yapıldı...

2 Mart 1994 günü DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının görüşüldüğü TBMM Genel Kurulu'nda sonuç, tahmin edildiği gibiydi. Bir süredir egemen siyaset çevresi ve ana akım medyanın üstlendiği Kürt karşıtı; onu kabullenemeyen rolün eseri, halk iradesinin çiğnenmesini sağlayacaktı. DYP ve ANAP'ın oylarıyla Kürt karşıtlığında anlaşıldı. MHP ve BBP milletvekilleriyle CHP'li Hasan Basri Eller de "kabul" oyu verenler arasındaydı. Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Mahmut Alınak artık sorgulanabilecekti.

Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, TBMM'deki karara paralel olarak Kürt milletvekilleri için "derhal sorguya alma" talimatını vermişti. Milletvekilleri, Ankara DGM Başsavcılığı'nın iddianamesinde "vatan hainliği" ile suçlanıyordu.

Bu tarihten söz edildiğinde Kürtlerin zihninde ilk canlanan ise Orhan Doğan ve Hatip Dicle'nin "yaka paça" gözaltına alınmaları, başlarından tutularak zorla polis aracına bindirildikleri sahne oldu.

İki gün sonra, Doğan ve Dicle'nin dışındaki milletvekilleri de gözaltına alındı. Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'ne konuldular. Anayasa Mahkemesi üç ay sonra, 16 Haziran 1994'te kuruluşu henüz birinci yılını dolduran DEP'in kapatılması ve 5'i tutsak olan 13 milletvekilinin tamamının dokunulmazlığını kaldırmaya karar verdi. 1 Temmuz 1994'te ise Selim Sadak gözaltındaydı; 12 Temmuz’da tutuklandı.

Dava, 8 Aralık 1994'te sonuçlandı ve mahkeme, Hatip Dicle, Leyla Zana, Orhan Doğan ve Selim Sadak'a 15'er yıl ağır hapis cezası verdi.

Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle ve Selim Sadak, 9 Haziran 2004'te serbest bırakıldılar. (Dicle, yine tutuklu!)

SİYASİLER NE DEMİŞTİ?

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “karar keyfi değil. Olaya hukuki ve şekli çerçevede bakmak gerekir" dedikten sonra, ekledi: "Meclis dokunulmazlıkları durup dururken kaldırılmış değil. Olayı siyasi yöne çekmemek lazım. Türkiye'de adaleti mahkemelerin dağıttığı konusunda kimsenin şüphesi yok.

Başbakan Tansu Çiller, “DEP'lilerin Meclis çatısı altında oturmaları halkımızı rahatsız ediyor. Bu insanların Meclis'te bulunmaları Meclis'i yıpratıyor. TBMM'nin üzerine düşeni yaptı yargının da iş başında.

ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, DEP'liler PKK'yi destekliyor. Meclis'e SHP'nin sırtına binip geldiler. Yılmaz, sadece gözaltına alınma şeklini eleştirdi ve bunu "hukuk skandalı" ve "parlamento yara almıştır" sözleriyle değerlendirdi.

TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk, DEP'lilerin Anayasa Mahkemesi'ne itiraz sürelerinin beklenmeden gözaltına alınmalarını, Meclis polisi yerine siyasi polisin kullanılmasına ve DGM Başsavcısı Nusret Demiral'ın TBMM'ye yazı göndermesine tepkiliydi.

SHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın, "Örgütün provokasyonuna, oyununa gelindiğini" ileri sürdü ve ekledi: "Düşüncelerinden dolayı milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşıyız. Farklı siyasi düşünceler Meclis çatısı altında tepki çekse de çoğulcu demokrasinin gereği..."

SHP Onursal Genel Başkanı Erdal İnönü, "sağlıklı" ve "zararlı" fikirlerin ayırt edilebilmesi için dokunulmazlıklara karşı olduğunu savunarak, "Bu fikirlerin yanlışlığını göstermek milletvekilinin dokunulmazlığını kaldırmakla olmaz. Düşünce özgürlüğü tamamıyla karşısında olduğumuz fikirlerin bile söylenmesine izin vermekle kendini gösterir" dedi.

KİM, NE YAZMIŞTI?

Gazeteci ve yazarlar da egemen siyasetteki hakim görüşe yakın bir rol oynuyordu. Eleştirel yaklaşım sergileyenler de kendini DEP'lileri de eleştirmek zorunda hissediyordu.

Derya Sazak, 3 Mart 1994'te kaleme aldığı yazıda, kararı, "DEP'lilerin 'sistem'in dışına itilmeleri" olarak ele alıyor ve şunları kaydediyordu: "Kuşkusuz, bu konuda DEP'in sorumluluğu vardır. Ve sürekli 'T.C' edebiyatı yaparak seçmene selam gönderen milletvekillerinin, üzerlerindeki baskı iddiaları ne olursa olsun parlamento platformunu doğru dürüst kullanamadıkları açıktır. Ayrıca masum insanların canına kıyan terörü kınamayarak şiddeti destekler duruma düşmüşlerdir. DEP, Meclis'ten soğudukça Güneydoğu'da Kürt halkının sorunlarını takip işini Ankara'ya taşımaktan çıkıp, PKK'ya doğru sürüklenmeye başlamıştır."

Taha Akyol, DEP'lilerin "yaka paça" polis aracına bindirilmesini eleştiriyor ancak sadece "nazik olmama" durumuna indirgiyor. 4 Mart 1994'teki yazısında Akyol, "Hukuk bilgisi olmayanlar polisin iki DEP'liyi gözlem altına almasını 'Meclis'e polis baskını' diye provokatif bir dille suçlayabilirler. Hayır, sadece polis gereken nezaketi göstermemiştir" diyor. Akyol, DEP'lileri uyarmaktan geri kalmıyor: "...Biz devletin davranışında nezaket ararken, kamuoyunu kabartıp Meclis'i etkileyen tablo, işte budur! Artık DEP çevreleri bu gerçeği görmelidir."

Yalçın Doğan, 3 Mart 1994'teki yazısında, DEP'li Orhan Doğan'ın TBMM'deki kürsüde yaptığı konuşmayı (düşüncelerin engellenmesinin savaşı tırmandırabileceği kaygısını dile getiriyordu) "tehdit" olarak nitelendiriyor. Oysa Yalçın Doğan birkaç satır sonra bu kez kendisi "şiddetin tırmanacağını", "Türkiye başka ortama giriyor. Varolan şiddet süreci, bugünden itibaren nitelik değiştirmeye yüz tutuyor. İçeride ne olacağı ne yazık ki az çok belli" sözleriyle kaydediyor.

Fikret Bila, 19 yıl önce de, şimdikine benzer roldeydi. Dokunulmazlıkların kaldırılmasını savunan ve DEP'i hedef alan egemen siyaset çevrelerinin görüşlerine köşesinde yer vermekle meşguldü.

SIRRI SAKIK: KÜRTLERE YÖNELİK OLDUĞU İÇİN DARBEDEN SAYILMIYOR...

BDP Muş milletvekili ve dönemin DEP milletvekili Sırrı Sakık, 2 Mart 1994'te yaşadıklarını "darbe" olarak değerlendirdi. ANF'ye konuşan Sakık, "Eğer o gün yaşadıklarımıza, 2 Mart 1994'e 'darbe' denmiyorsa; 28 Şubat'a, 27 Mayıs'a hiç denilemez. Bu, Kürtlere yapıldığı için darbeden sayılmıyor" dedi.

Yakın tarihte Darbeleri Araştırma Komisyonu'nun darbeleri gündemine aldığına dikkat çeken Sakık, şunları kaydetti: "28 Şubat gündeme geldi, Mart'ı 'yok' hükmünde sayarak 27 Nisan'a doğru hareketlenme oldu. Çünkü 2 Mart Kürtlere yapılmıştı. Oysa 28 Şubat'ta, 27 Nisan'da milletvekillerinin milletvekilliği düşmemiş, partiler kapanmamış, tutuklamalar olmamıştı. Bizim için ise 10 yılın üzerinde bir cezaevi hayatı, acı dolu yıllar oldu. Böyle bir dönemi darbeden saymıyorlar."

1994'teki 2 Mart Darbesi'nde dönemin siyasi, sivil ve askeri aktörlerinin birlikte hareket ettiklerini belirten Sakık, "Tansu Çiller, 'Doğan Paşam (Güreş) istiyor, yapıyorum' diyordu. Hepsi, asker-sivil el eleydi. Ancak bakın, o gün bunu gerçekleştiren bütün aktörler tarihin çöplüğündeler! Ama bu darbenin mağdurları demokrasi ve özgürlük mücadelelerini sürdürüyor. Kaybeden yine kendileri oldu. Biz haklıydık" ifadelerini kullandı.

"O gün söylediklerimiz bugün hayata geçmiş olsaydı ne çatışmalar ne kavgalar sürecekti" diyen Sakık, dönemin siyasi ve askeri güçlerinin müzakereyi tercih etmediklerini söyledi. "Ancak yakın tarihte de yine bizleri tehdit ediyorlardı; dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili. İktidarlar değişse de, söz konusu Kürtler olunca zihniyetleri değişmiyor. Yaşananlardan ders çıkaranlar Kürtlerin demokratik, siyasi haklarına ona göre yaklaşır; kendisini ona göre dizayn eder" diyen Sakık, Türkiye'de darbelerin değil; sadece AKP hükümetinin yandaşlarına yapılanların mercek altına alındığını söyledi. Sakık, "Kürtlerin uğradığı bütün haksızlıklar, hak edilmiş gibi ele alınıyor. Parlamentoda da birkaç kez gündeme getirmemize rağmen AKP'den ve diğer partilerden 2 Mart'ın araştırılmasıyla ilgili bir destek alamadık" dedi.