İsrail tarihine bakıldığında, saldırı faktörlerinin temeli casusluğa dayanıyor. Zaten sahadaki pratik savaşın bir parçası da budur. Strateji uzmanlarının da belirttiği gibi, İsrail kendini istihbarat üzerinden tanımlar. Yahudi halkı için bu, İsrail yönetimi ve ordusu içinde sürekli bir döngü olarak yer alır. İsrail’in kutsal ve resmi belgelerinde bu gerçek sürekli olarak vurgulanır. Bu nedenle bugün İsrail’in İran’a yönelik saldırılarında herkes, İsrail’in nasıl bu kadar derinlemesine İran içine sızabildiğine şaşırmış durumda. Bu durum, bizim açımızdan birkaç meseleyi gündeme getiriyor.
Birincisi, İran ile İsrail arasındaki tarihsel ilişkilerin şekli. İkincisi, İsrail dostane ilişkilerde dahi, günü geldiğinde dostuna düşman olma refleksi geliştirir. Bu İsrail toplumunun ve Yahudi yönetiminin tarihsel bir özelliğidir. Bu toplum tarih boyunca kendisini bu önlemlerle korumuş ve varlığını sürdürmüştür. Bu durum, kişinin İsrail yanlısı ya da karşıtı olması fark etmeksizin değişmeyen bir gerçektir.
13 Haziran 2025 gecesi gerçekleşen ve sabit hedeflerin yanı sıra, İran ordusunun komuta konseyi gibi hareketli hedefleri de içeren saldırıya dönersek, bu saldırı bizlere fikirsel olarak kale içindeki düzenin nasıl işlediğini gösteriyor. Gerçek şu ki bu gece ortaya çıkan tablo şu; İran, tarihsel, kültürel ve yönetsel anlamda İsrail’in gücünü tam olarak kavrayamamış –tanımamış!
Bu sonucu çıkarıyoruz çünkü İsrail, İran’da HAMAS’ın liderini öldürdüğünde İran bu konunun özünü anlayamamıştı. Bu durumda asıl anlamamız gereken şey şu; sistem kendi içinde çökmüş durumda. Sistem içindeki kişiler ve gruplar birbirleriyle ciddi çelişkiler ve çatışmalar içindeler. Bu durum, İsrail gibi bir gücün, onların düşmanlarına karşı destek sağlayabilecek bir araca dönüşmesine imkan veriyor. İbrahim Reisi’nin helikopter kazasıyla ölmesinin ardından, rejimin içindeki tasfiye süreci daha da hız kazandı. Bu durum devam edecek. İsrail’in saldırısının ardından Ali Hamaney’in yaptığı “içimizdeki anlaşmazlıkları ve bölünmeleri ortadan kaldıralım, birlik olalım” açıklaması da devletin kendi içinde birliğinin olmadığını kanıtlıyor. Aynı zamanda bu, mevcut sistemin İran halklarına düşmanlık ederek aslında kendi sonunu hazırladığının da itirafıdır. Artık sistemin İran devlet geleneğini yönetme becerisi sonuç vermeyecektir. İran halklarının bu sisteme destek vermemesi, sistemi çökertme aşamasına getirmiştir. Bu gerçek şu an sahada da açıkça görünmektedir.
İRAN 44 YILDIR HALKLARA SALDIRIYOR
Kürt halkı ve İran halkları olarak bu gelişmeyi nasıl ve hangi ölçütlerle değerlendirmeliyiz? Bugün ortaya çıkan durum, dışarıdan İran’a yönelik bir saldırı gibi görünse de, gerçekte İran’ın içindeki mücadeleden bağımsız değildir. Şüphesiz İran devletinin karakteri, İran halklarının güç ve potansiyelini kapsayacak bir yapıya sahip değildir. Bu, İran devletinin en temel ve ciddi zayıflığıdır. İsrail devletinin İran içine büyük bir drone üssü kurmasına ve oradan İran içindeki üst düzey komutanları hedef almasına olanak tanıyan da, İran devletinin halklarıyla yaşadığı bu kopuştur. İran devleti 44 yıldır sistematik bir biçimde İran halklarına saldırmaktadır. Hatırlamalıyız ki Şah rejimi yıkıldığında halklar böylesine kötü, baskıcı bir sistemi istemediler; fiilen bu sistem halkların üzerine dayatıldı. Bu yüzden halklar ile İran rejimi arasında tarihi bir hesaplaşma ve çözülmemiş bir mesele vardır. Bu çelişki zamanla farklı bir karakter kazandı; bugün ise daha derin ve farklı bir nitelik taşımaktadır.
Dolayısıyla İran içindeki muhalefet kadar, İran dışındaki ve içindeki halklar da bu durumdan faydalanmalı ve kendilerini buna göre hazırlamalıdır. Halkların mücadelesi, ülke ve halklar daha fazla zarar görmesin diye bu durumu bir fırsata dönüştürmelidir. İran devletinin kendi içinde barışı sağlayacak bir yapısı yoktur. Aksine, çelişkileri daha da derinleştirir. Bu da çözümün çatışmanın şiddetinde değil, barış zemininde aranmasına neden olur. Dolayısıyla herkes, çabalarını demokratik moderniteye dayalı halk hareketinin inşası yönünde yoğunlaştırmalıdır. Eğer muhalif güçler mevcut duruma karşı bir alternatif geliştiremez, İsrail’in saldırılarına destek verir ya da dış saldırılara tepki göstererek sistemin yanında yer alırlarsa, bir kez daha İran halklarına büyük bir haksızlık yapmış ve tarihin çöplüğüne düşmüş olurlar.
Şimdiye kadar İran devleti, ülke içindeki muhalif güçleri ya bastırdı ya da önderlik düzeyindeki isimleri öldürdü veya yurt dışına kaçmak zorunda bıraktı. Mevcut durumda iki seçenek vardır; ya bu güçler içerideki mücadeleye saygılı bir biçimde destek verir, ya da kendilerini harekete dönüştürerek doğrudan mücadeleye katılır. Bu da iki yoldan biriyle mümkün olur. Ya sistem içinden parçalanmayı hızlandıracak bir temel kurarlar, ya da kendi güçlerini sisteme karşı kullanırlar. Çünkü bu sorun İran içinden, İranlılar tarafından çözülmelidir.
Rojhilat halkımız ve İran halkları, Demokratik Ulus çözümüne dayalı bir ilişki ve pratiğe yönelmiştir. Bu yol şiddetle değil, ama sistemin karakteri gereği şiddet kaçınılmaz hale gelse de, halklar arasında diyalogun sürmesi, demokratik bir toplum ve Demokratik Ulus’un inşa edilmesi gereklidir. Hem emperyalizme hem de gericiliğe karşı bu devrimci alternatif öne çıkmalıdır. İran’da çözüm Demokratik Ulus’tur.